EuroLeague’de 3. ve 4. Hafta: Kazananlar, Kaybedenler ve Dikkat Çekenler

18/Eki/20 23:47 Ekim 19, 2020

Utkan Sahin

18/Eki/20 23:47

Eurohoops.net

Eurohoops Fırın sizler için sezonunun ilk çift haftasını değerlendirdi…

By Utkan Şahin / info@eurohoops.net

Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Turkish Airlines EuroLeague’de sezonun ilk çift maç haftasını geride bıraktık.

Yeni hafta saha içerisinde olduğu kadar saha dışında da olaylıydı. Tüm Avrupa’da artan coronavirüs vakalarıyla birlikte takımlarda da aynı şekilde vakalar artmaya başladı. Özellikle Rusya ekiplerinde iş çığrından çıktı ve sezona çok iyi başlayan Zenit St. Petersburg, 8 oyuncuyu toplayamadığı için iki maçtan hükmen yenik ayrıldı. Khimki ise 8 oyuncuyu yakalamak için 3 tane genç oyuncuyla sahaya çıktı.

Bu takımlara bir de ASVEL eklendi. Hafta sonunda ligde kural sebebiyle 40 saniye de olsa coronavirüs testi pozitif çıkan oyuncuyu oynatmak zorunda kalan Fransız ekibi, takım içerisinde artan coronavirüs vakalı oyuncu sebebiyle bu haftaki iki maçına da çıkamadı.

Hal böyle olunca bir anda tüm Avrupa’da sezonun nasıl ilerleyeceği endişeleri ortaya çıkmaya başladı. Henüz üçüncü haftadan takımların bu duruma düştüğünü düşünürsek bu endişelerin oldukça haklı olduğunu söyleyebiliriz.

EuroLeague de bu endişelerin sonunda yeni bir adım atarak sahaya çıkacak 8 oyuncu bulamayan takımların hükmen yenilmesine dair aldığı kararı değiştirdi ve bu maçların ertelenmesine karar verdi. Bu kararın neleri değiştirip neleri değiştiremeyeceğini gelecek haftalarda göreceğiz ama sezonun geleceğinin sallantıda olduğu ve zor bir sezonun basketbolseverleri beklediği çok açık bir gerçek…

Saha içerisine dönersek; sezon gerçekten herkesin tahminlerinin ötesinde başladı.

Sezon başında herkes EuroLeague’in tepe takımlarıyla alttakiler arasındaki güç farkının çok açık olduğunu düşünse de sahadaki sonuçlar hiç böyle olmadı. İlk 4 haftanın sonunda Real Madrid, Anadolu Efes, CSKA Moskova ve Maccabi‘nin ilk 4 dışında, diğer taraftan ise ligin ilk beşinde ise Zalgiris, Baskonia, Valencia, Bayern Münih ve Olympiakos’un olması zaten her şeyin özeti…

Peki bu çılgınca haftanın sonunda Eurohoops Fırın’ın gözüne neler takıldı? Haftanın kazananları ve kaybedenleri kimler oldu?

Hazırsanız, karşınızda ilk haftanın kazananları, kaybedenleri ve dikkat çekenleri:

Not: Listeye aldığımız isimler ve takımlar, o haftanın verileri ve göz testi kullanılarak listeye konulmuştur. 

Haftanın Kazananları

Zalgiris Kaunas

Sarunas Jasikevicius’u kaybeden ve bütçesinde önemli ölçüde küçülmeye giden Zalgiris Kaunas, sezona 4-0 ile başladı. Hayat gerçekten sürprizlerle dolu.

Sezon öncesinde herkes Litvanya devinin playoff yarışının bir tık aşağısında olmasını bekliyordu. Kurulan kadroya baktığımız zaman, bu tahminin hiç de mantıksız olduğunu söyleyemeyiz.

Fakat profesyonel düzeyde – daha önce G-League’de koçluk yapmıştı – ilk kez koçluk yapan Martin Schiller, herkesin tahminlerini boşa çıkarttı.

İşin garip noktası ise Anadolu Efes maçı dışında Zalgiris Kaunas, öyle aman aman bir basketbol oynamadı. Kazanan takım her zaman haklıdır ama ilk üç haftaya baktığımızda Litvanya ekibi, maçlarını rakiplerine göre kötünün iyisi olarak kazandı.

Olympiakos karşısında kendilerinden daha çok Kostas Sloukas‘ın hataları sayesinde geri döndüler. Rusya deplasmanında ise coronavirüs onların karşısına zar zor sahaya çıkan bir Khimki’yi getirdi. Kızılyıldız karşısında ise son 7 dakika hiç saha içi isabet bulamadılar ama yine de kazandılar.

Elbette bu kadar iyi oynamıyorken de kazanmalarının bir sebebi vardı.

Geçtiğimiz hafta Georgios Bartzokas, Fenerbahçe ve Zalgiris’i örnek göstererek Amerika’dan gelen koçların takımlarının daha hazır olduğunu söyledi. Bunun nedeni olarak ise coronavirüs sebebiyle Avrupa’da takımların olağanın dışında bir hazırlık dönemi geçirirken Amerika’dan gelen koçların daha kısa sürede bir hazırlık süreci geçirmeyi bilmeleri olarak gösterdi.

Yunan koç oldukça haklı.

EuroLeague’deki 18 takıma baktığımız zaman, Fenerbahçe ve Zalgiris saha içerisinde rollerin en belirgin bir şekilde oturduğu takımlar.

Martin Schiller’in takımında bütün oyuncuların oyuna girdiğindeki rolleri oturmuş durumda ve bu da onların saha içerisinde olduklarından daha iyi gözükmelerini sağlıyor.

Haliyle bu durum da sezon başında henüz hazır olmayan takımlar karşısında daha ne yaptığını bildiği için Zalgiris’in elini güçlendiriyor. Bunun yanında takımın üç kısası Jokubaitis, Grigonis ve Lekavicius’un birbirlerine uyumlu olması da onların sezona bu kadar iyi başlaması için yardımcı oldu.

Sezonun devamında Zalgiris için işlerin bu kadar iyi gitmesini açıkçası ben beklemiyorum. Haftalar geçtikçe diğer takımlar da onların hazır olma seviyesine ulaşacak ve o zaman bu takımın kadro kalitesi olarak olduğu gerçek yer ortaya çıkacak.

Yine de ne olursa olsun çaylak bir koçun takımı olarak sezona 4-0 ile başlamaları büyük bir başarı. Martin Schiller daha önce hiçbir koçun yapamadığı bir başarıyla sezona girdi. Sarunas Jasikevicius sonrasında Zalgiris’in koç seçiminde ne kadar doğru bir isme gittiğini de en baştan göstermiş oldu.

Andrea Trinchieri

“Hakkı verilmeyenler hakkını almaya geliyor!”

Andrea Trinchieri’nin Bayern Münih’le yaptıklarını en iyi açıklayan cümle herhalde bu. Biliyorsunuz; İtalyan koç, 52 yaşına gelmesine rağmen hiçbir zaman hak ettiği kadar değer göremedi.

Onun takımlarını izlemek hep bir zevk oldu.

Cantu dönemi, Brose yılları, Kazan’daki EuroCup macerası ve geçen sezon Partizan’la yaptıkları… Belki takımları kazanan olmaktan bazen uzaktı ama ortaya konulan basketbol her zaman izlemeye değerdi.

En basitinden Brose Bamberg dönemi bile bence üst seviye bir takımda şans bulması için yeterliydi ama Yunanistan Milli Takımı dışında Trinchieri, o hak ettiği şansı hiç alamadı. Açıkçası Avrupa’daki koç problemini düşünürsek bu bana her zaman çok mantıksız geldi ama herhalde büyük takımlar, onun yeterince “kazanan” birisi olmadığını düşündüğü için böyle bir tercihte bulundu.

Trinchieri, Bayern Münih’teki macerasında ise onların ne kadar yanıldığını bizzat gösteriyor.

Açık konuşalım; İtalyan koçun elinde hayli zayıf bir kadro var. ASVEL ve ALBA Berlin’le birlikte ligin en zayıf 3 kadrosundan biri onda! Kadroya şöyle bir bakarsak; üst seviye bir takımın kadrosunda oynamaya hazır olan sadece iki isim var: Jalen Reynolds ve Vladimir Lucic! Üstelik bu ikisi de iddialı takımların kadrosunda ancak bir rotasyon oyuncusu olabilir.

Bu kadroyla normal şartlarda Bayern’in sezon içerisinde 5 galibiyet sularında alması beni şaşırtmazdı ama Trinchieri, olağanüstü bir iş başararak ilk 4 haftadan 3 galibiyet çıkarmayı başardı. Tek yenilgilerini de Olimpia Milano‘ya karşı uzatmada Shavon Shields’in son saniyede gelen üçlüğüyle aldılar.

Bu hafta ise önce Maccabi Tel Aviv‘i deplasmanda yendiler, sonra da Fenerbahçe‘ye karşı 21 sayı geri düşmelerine rağmen ikinci yarıda inanılmaz bir geri dönüş yaparak kazandılar.

Gerçekten olağanüstü…

Trinchieri, eldeki vasat kadrodan maksimumundan da maksimunu almayı başarıyor. Wade Baldwin, Nick Weiler Babb gibi potansiyelli oyuncularını yukarı çekiyor ve böyle bir kadroyla maç kazandırıyor.

Eğer sezonun devamında bu şekilde devam ederlerse bence 2009’daki Partizan’dan bile daha büyük bir peri masalına şahit oluruz fakat bu zor. Yani JaJuan Johnson ve Leon Radosevic’in ilk beş başladığı bir takımın bunu yapamaması lazım.

Yine de sezon nasıl devam ederse etsin bence Trinchieri, henüz Ekim ayı bitmeden rüşdünü bir kez daha ispat etti. Bundan sonrası EuroLeague’in iddialı takımlarının problemi…

Georgios Bartzokas ve Rotasyonu

bartzokas

EuroLeague’de sezona iyi bir başlangıç yapan diğer bir koç ise Georgios Bartzokas!

Geçtiğimiz sezonun ortasında evine geri dönen Yunan koç, takımın başına geçtikten sonra bir etki yaratarak Olympiakos’un yukarı doğru ivmelenmesini sağlamıştı.

Bartzokas, yeni sezonda ise bana göre işinin daha zor olmasına rağmen kısa sürede takım içerisindeki etkisini göstermeyi başardı.

Evet, bu kadroyu kendisi kurdu ama Bartzokas; eskiden gelenlerle, yenilerin bir arada toplanmasının bu kadar zor olduğu ve olması gerekenden çok daha geniş bir rotasyona sahip bir takımla, ligde maç oynamama dezavantajına rağmen takımını sezonun başında bir yola sokmayı başardı.

Bütün bunlar kağıt üstünde sizlere basit sorunlar gibi gelebilir ama öyle değil. Normal şartlar altında bu takımın sezon ortasında işleri yoluna koyması gerekiyordu. Hatta sezon boyunca yoluna koyamasa da ben şaşırmazdım.

Fakat Bartzokas, ilk haftadan sonra rotasyonu daha doğru ayarlamayı başardı ve birlikte oynayacak oyuncularla, oynamayacak oyuncuları çok çabuk buldu.

Bu başarı da Olympiakos’un çift maç haftasında Olimpia Milano ve Maccabi Tel Aviv gibi iki iddialı takımı yenmesini sağladı.

Pire ekibi bu galibiyetleri alırken bazı şeyler dikkat çekiciydi. Birincisi kadrodaki 12 oyuncudan 10’unun 10-25 dakika arasında süre almasıydı. Bartzokas, elindeki yaşlı parçaları uygun anlarda kullanmanın yolunu geniş rotasyon avantajını doğru kullanarak buldu. Diğeri ise her maçta farklı farklı isimlerin öne çıkmasıydı.

Mesela Milano karşısında maçı domine eden Sloukas, Maccabi karşısında son çeyrekte oyunda değildi ama o yokken de bu sefer Aaron Harrison sahne aldı.

Böylesine geniş bir rotasyonu haftada sadece bir maç oynarken bir arada tutmak gerçekten kolay değil ama Bartzokas, şu ana kadar takımından alabileceği her şeyi almayı başardı. Sezonun devamında Olympiakos’un zorlandığı dönemler olacaktır ama artık şu açık; playoff yarışında onların da kesinlikle bir yeri var.

Sergio Rodriguez

“Yetenekli oyuncu kaç yaşında olursa olsun değerlidir.”

Bu yaz 34 yaşına basan Sergio Rodriguez, bunu bizzat bizler için bu hafta gösterdi.

Sezonun ilk bölümünde Milano, sürekli kazanırken İtalyan ekibi, Rodriguez’den daha çok Malcolm Delaney’in kontrolü altındaydı ama ilk krizde Sergio hemen sahne aldı.

Pire’de takımı kaybetmesine rağmen Delaney’in vasat gecesinde fark yaratan o’ydu. Real Madrid karşısında ise bütün oyunu değiştiren oyuncu yine o’ydu.

Delaney’in yaşadığı sakatlıkla birlikte Milano maça felaket bir başlangıç yapsa da Sergio Rodriguez, mükemmel bir basketbol oynayarak Shavon Shields’le birlikte her şeyi tersine çevirdi.

Önce asistleriyle takımının hücumunu ayağa kaldıran 34 yaşındaki yıldız, sonrasında da kritik topları harika bir şekilde kullanarak takımını zafere taşıdı.

Onun sahada olduğu 24 dakikada Milano’nun Madrid’e 18 sayı üstünlük kurması, onun olmadığı 16 dakikada ise Real Madrid‘in 8 sayılık bir üstünlük kurması zaten her şeyin özetiydi.

Sergio’nun Milano’da gecenin kahramanı olması sadece bununla da kalmadı.

25 sayı, 7 asist ve 37 verimlilik puanıyla EuroLeague kariyer rekorunu kıran İspanyol yıldız, maçtan sonra performansı yerine eşi Anna’ya gönderdiği teşekkürle gerçek bir centilmen olduğunu herkese gösterdi.

Vladimir Lucic

vladimir-lucic-fc-bayern-munich-eb20

Hayat bu ya, EuroLeague ilk 4 haftanın sonunda iptal olsa ve bir MVP ödülü vermemiz gerekse; bu ödül kesinlikle Vladimir Lucic’e gider.

Aslında Sırp forvet, son birkaç sezonda ne kadar değerli bir oyuncu olduğunu bizlere göstermişti. Hatta bana sorarsanız, kendi pozisyonunun halihazırda kıtadaki en iyi birkaç oyuncusundan biri. Bu sebeple 2019 yazında onun Bayern’le sözleşme uzatması biraz garibime gitmişti. Bana kalırsa onun yeri EuroLeague’in iddialı takımlarından biri fakat bu olmadı ve aynı koçu gibi o da gösterdiği performansla bu takımların hatalı olduğunu gösteriyor.

Sezona muhteşem bir başlangıç yapan Lucic, ilk 4 hafta sonunda 17.5 sayı, 4.8 ribaund ve 22.8 verimlilik puanı ortalamaları tutturmayı başardı. EuroLeague’in diğer bütün yıldızlarına rağmen 22.8 verimlilik puanıyla ligde ilk sıra şu anda onun!

Bunun da ötesinde Lucic’in şut performansı oldukça dikkat çekici.

Kariyerinin başına göre son yıllarda şutunu daha da keskinleştirmeye başaran Sırp yıldız, bu sezona ise mükemmel bir başlangıç yaptı ve ilk 4 haftada 11/17 üçlük isabetiyle oynadı. Geçtiğimiz sezon Lucic, 11. üçlük isabetine sezonun 14. haftasında ulaşmıştı.

İstatistiklerin de ötesinde bu sezon çok daha olgun ve devamlılığı yüksek olan bir Lucic izliyoruz.

31 yaşındaki oyuncunun Bayern’le kontratı 2022 yılına kadar ama böyle devam ederse, belki de onu daha erken EuroLeague’in iddialı takımlarından birinde görebiliriz.

Haftanın Kaybedenleri

Anadolu Efes’in Savunması

Sezona pek iyi başlamayan Anadolu Efes‘te gerçek problem Shane Larkin’in yokluğu mu?

Bu sorunun cevabı bende çok net değil. Elbette Larkin gibi bir süper yıldızın olmayışı Efes için büyük bir problem. Onun yokluğunda Vasilije Micic de sezona kötü girince Anadolu Efes, hücumda geçtiğimiz sezonun çok daha altında bir seviyede gözüktü. Daha da kötüsü maç içerisinde devamlılık açısından çok büyük bir problem yaşadı. Bunun en büyük sebebi de iç dış dengesinin hücumda geçen sezonun aksine oturmamış olmamasıydı.

Fakat bu çok da dert edilecek bir problem değil.

Shane Larkin’in geri dönüşü ve Vasilije Micic ile Chris Singleton’ın toparlanmasıyla birlikte muhtemelen Anadolu Efes‘i sezon içerisinde eski hücum gücüne yakın bir seviyede göreceğiz.

Bu yüzden şu anda yaşananlar endişe verici olsa da uzun vadede çözümü olabilecek bir durum. Diğer yandan işin savunma tarafında gördüklerim için bunu söylemem pek mümkün değil.

Geçtiğimiz sezon Anadolu Efes’in doğal olarak her zaman hücum gücü ilk dikkat çeken tarafı olsa da aslında ligin en iyi savunma takımlarından biriydi. Lacivert-beyazlılar, Dunston‘ın yokluğuna rağmen birçok savunma istatistiğinde ilk 4 sırada yer alıyordu.

Bu sezon ise ilk 4 haftanın sonunda tam tersi bir sonuç var.

İlk 4 maçın sonunda ortalama 78.5 sayı potasında gören Anadolu Efes, neredeyse bütün savunma istatistiklerinde son sıralarda yer alıyor. Savunma verimliliğinde (en kötü 4. takım) 112.6, rakiplerin ikilik yüzdesi (en kötü 3. takım) %57.5, rakiplerin üçlük yüzdesi (en kötü 3. takım) %40.9, rakiplerin ortalama asist sayısı (en kötü 3. takım) 19.2!

Sezonun henüz çok başı olduğu için bu istatistikler çok oturmuş durumda değil. Bu istatistikleri gerçek anlamda değerlendirebilmemiz için en azından ilk 10 haftayı görmemiz lazım ama bir yandan da gelecek için endişe verici bir durum söz konusu.

Çift maç haftasında Bryant Dunston, ilk iki haftaya göre daha iyi görünmesine rağmen özellikle Zalgiris maçında Efes, savunmada caydırıcılıktan çok uzak gözüktü. Bundaki en büyük sebep de geçen sezon takımın kilit isimlerinden biri olan Chris Singleton’ın sezona felaket girmesiydi.

Doğuş’un sakatlığıyla birlikte ön tarafta caydırıcılık konusunda zaten sorunlu olan Efes, Singleton’dan da katkı alamayınca takım savunması hiç iyi gözükmedi.

Larkin’in geri dönüşüyle birlikte hem hücumda hem de savunmada işler yoluna elbette oturacaktır. Özellikle hücumda güvenilir bir ismin olması savunmaya olan konsantreyi de yukarı çekecektir ama Efes, sezon içerisinde her şekilde savunmada o agresifliğe, caydırıcılığa ihtiyaç duyacak.

Bunun için de öncelikle Singleton’ın takıma bir an önce eski haliyle geri dönmesi elzem.

Fenerbahçe Beko’nun Guard Problemi

Fenerbahçe Beko için saha içi sonuçlar açısından durum bu hafta biraz dramatikti.

Igor Kokoskov yönetiminde sezona çok iyi başlayan sarı-lacivertliler, bu hafta kendi evinde oynadığı iki maçı da kazanabilirdi. Hem CSKA Moskova hem de Bayern Münih karşısında bu fırsata sahiplerdi fakat bana sorarsanız, ikisini de kazansa da ben onları kaybedenler bölümüne alacaktım.

İki maçı da düşünürsek taraftarın aklında doğal olarak, “21 saniye kala 3 sayı öndeyken yahut devreye 20 sayı farkla önde girmişken maç verilir mi?” gibi sorular var.

Açıkçası bana sorarsanız, bu soruların pek bir değeri yok. EuroLeague’in geniş sezona geçmesiyle birlikte normal sezonda bu şekilde maç kayıpları normal hale geldi. Dolayısıyla üst üste gelmiş olsa da bunlar sadece birer yenilgi.

Asıl sıkıntı ise Fenerbahçe bu iki maçı kazanmış olsaydı bile sahada yaşadıklarıyla alakalı…

Sezonun ilk iki haftasında Igor Kokoskov ve öğrencileri, iyi bir basketbolla kazanırken oynamak istediği tempoyu ribaundlar ve topa yaptığı baskıyla kendi yarattığı bir basketbol oynuyordu. Tempoyu kendi belirlerken de Lorenzo Brown ve Nando De Colo’nun yarattıklarıyla geçiş hücumlarında büyük bir fark yaratıyordu.

Bu hafta ise ne CSKA ne de Bayern, Fenerbahçe’nin kendi temposunu belirlemesine izin vermedi. İki takım da maçın genelinde ribaundlarda işi dengede tutmayı başarınca Fenerbahçe, geçiş hücumlarını bulamadı. İlk iki haftada şutlarının %68.9’ünü ilk 16 saniyede kullanan sarı lacivertliler, bu hafta ise şutlarının sadece %42.5’ini ilk 16 saniyede kullandı.

Bu çok sürpriz bir durum değil. Haftalar ilerledikçe rakiplerin buna özen göstereceği zaten malum olan bir şeydi fakat yarı saha hücumunda yaşananlar kafa karıştırıcıydı.

Sezona çok iyi başlayan Lorenzo Brown, bu haftayı ise felaket bir şekilde geçirdi. Özellikle iş yarı saha hücumuna kaldığı her anda hatalı karar vererek kötü bir hafta geçirdi fakat dar değil, geniş pencereden düşünürsek bu da sıkıntı değil. Şöyle ki; sezon içerisinde o da De Colo da zaman zaman kötü maçlar ya da haftalar geçirecek. Basketbolun doğası gereği bu böyle. Günah keçisi yaratmak sevildiği için hemen eleştirilmeye başlandı ama olaya böyle yaklaşmak Fenerbahçe’nin lehine olmaz.

Sarı-lacivertlilerin asıl sıkıntısı, oyunun kitlendiği anlarda De Colo ya da Lorenzo’dan başka bir kısanın takım için yaratamıyor olması…

Buna dair iki açık örnek var.

CSKA Moskova karşısında Lorenzo 19 şut atarken De Colo ise 16 top kullandı. Yüzdelerden bağımsız bir şekilde takımın iki ana yaratıcısı için bu kadar çok fazla top kullanımı bir şeylerin ters gittiğinin göstergesi…

Bayern karşısında ise son çeyrekte Fenerbahçe hücumda bunalırken atılan 13 sayının hepsi De Colo ve Vesely‘den geldi. Yarı sahada başka hiçbir hücum planı işe yaramadı ve hatta kullanılamadı.

Uzun vadede bu durum endişe verici.

Rotasyondan anladığımıza göre Leo Westermann çok da bu takımın 3. kısası olarak düşünülmüyor gibi. Eğer durum böyleyse sarı-lacivertlilerin çok açık bir şekilde takviyeye ihtiyacı var demektir. Çünkü üstüne basa basa söylemek istiyorum; böylesine uzun bir sezonda De Colo ve Brown’un teklediği dönemler zaman zaman olacaktır ve böyle dönemlerde sarı-lacivertlilerin başka bir plana daha ihtiyacı olacak. Özellikle de takımın çaylak yabancılarının sezon içerisinde istikrarsız bir performans gösterme ihtimalinin yüksek olduğunu düşünürsek…

Dolayısıyla sonuçlardan bağımsız bir şekilde Fenerbahçe aslında bu hafta bir gerçekle karşılaştı. Sezona iyi ve hazır bir basketbolla girse de bu takımın yarı saha hücumu için takviyeye ihtiyacı var.

CSKA Moskova’nın Rotasyon Problemi

Bu yaz Nikola Milutinov ve Tornike Shengelia gibi iki önemli yıldızı kadrosuna katsa da CSKA Moskova’nın sezon başında düzen oturtmak konusunda bazı sorunlar yaşayacağı aşikardı.

Bu ikilinin yanında takımın iki ana karar vericisinin Will Clyburn ve Mike James olduğunu düşündüğümüz zaman bu 4 yıldızın kullanımına dair ortaya konulacak rotasyon elbette sorun olacaktı.

Milutinov geçirdiği coronavirüs rahatsızlığı sebebiyle sezon başında bu denklemden şimdilik çıkmış olsa da Itoudis’in kafasından geçenler benim pek kafama yatmadı.

Yunan koç, Mike James ve Will Clyburn ikilisine o kadar çok güveniyor ki, pozisyonunun en iyi birkaç oyuncusundan biri olan Shengelia’yı şu ana kadar bir görev oyuncusu gibi kullanmayı tercih etti. Hatta Clyburn’e yer açmak için zaman zaman onu uzun süreler kenarda tuttuğu anlar bile oldu.

Uzun sezon içerisinde dönem dönem böyle denemeler elbette olacaktır. Sıkıntı, Shengelia’nın hücumun bir parçası gibi gözükmemesinden kaynaklanıyor. Geçen sezon ligin en skorer 7. ismi olan Gürcü yıldız, bu hafta Fenerbahçe karşısında 9 şut, ALBA karşısında ise 6 top kullandı.

Üstelik kullandığı çoğu hücum da ona hazırlanmış olan pozisyonlar değildi. Hatta ALBA karşısında kullandığı 6 hücum daha da ilginç bir hâl alıyor zira Almanya temsilcisi, bu ligin en kötü çember savunan takımlarından biri fakat CSKA, elindeki oyuncular arasında en yetenekli uzunu böyle bir savunmaya karşı kullanmaktan imtina etti.

Böylesine büyük yıldızlarla dolu bir takımda dengeyi bir anda oturtmak kolay değil, bunu anlıyorum ama henüz Milutinov bile eklenmeden Shengelia’nın hücumda bu kadar pasif bir şekilde kullanılması da iyi bir işaret değil.

Itoudis’in bir an önce elindeki yeni yıldızları kadroya nasıl dahil edeceğini yani James ile Clyburn’ü hücumda nasıl daha dizginleyebileceğini bulması gerekiyor.

Maccabi Tel Aviv ve Maç Sonu Oynama

wilbekin_maccabi_hapoel

CSKA Moskova (D): 72-76
Bayern Münih (E): 82-85
Olympiakos (D): 82-85

Maccabi son üç maçta birbirinin kopyası olan maçlar kaybetti. Öyle ki son iki maçın skorları bile aynı!

Alınan üç maçın hikayeleri de birbirine çok benzerdi. Üç maçta da rakipleri karşısında hep maçın içerisindeydi Maccabi… Üç maçta da ilk üç çeyrekte oldukça verimsiz oynayan bir Scottie Wilbekin vardı. Son çeyrekte ise her şeyi sırtlayan bir Wilbekin!

CSKA Moskova maçında son çeyrek: 15 sayı (5/7 saha içi)
Bayern maçında son çeyrek: 15 sayı (3/8 saha içi)
Olympiakos maçında son çeyrek: 12 sayı (3/6 saha içi)

Takımın lideri, üç maçta da son çeyrekleri domine etmesine rağmen Maccabi maçları kaybetti. Bu durumun Ioannis Sfairopoulos’un pek hoşuna gittiğini sanmıyorum.

Fakat geçen sezon izlediğimiz Maccabi’den sonra da bu hiç garip değil. İsrail ekibi, geçen sezon yaşadıkları bütün sakatlıklara rağmen birlikte oynayan bir takım görüntüsündeydi. Hatta birçok maçı, kendi içlerinden çıkardıkları x-faktörlerle kazandı.

Bu sezon ise aslında yine bunu bize zaman zaman gösteriyorlar ama iş son çeyreğe kaldığı zaman, bir takım olmaktan hemen çıkıp, her şeyi Wilbekin’e bırakıyorlar. Birleşik Amerika asıllı oyuncu, bu ligin özel isimlerinden biri olsa da şu ana kadar bu planları hiç işe yaramadı. Sezon içerisinde belki bu planların işe yaradığı maçlar olacaktır ama Sfairopoulos’un kafasındaki basketbol planının için uzun vadede bir getirisi olması bence çok zor.

Dolayısıyla son çeyrekte her ne kadar çok iyi oynasa da Wilbekin ve biraz da Dorsey dışındaki isimleri de oyuna katmayı tekrardan hatırlaması gerekiyor Maccabi’nin…

Jordan Loyd’la Yaşayan Onunla Ölüyor

2. haftada Baskonia karşısında üç Amerikalı yabancısıyla etkileyici bir galibiyet alan Kızılyıldız, bu hafta oynadığı tek maçta ise o maçın etkisi altında kalmış gibi gözüktü.

Şöyle ki; takımın ana yıldızı olan Jordan Loyd, bir hafta önce 30 sayı atarak galibiyete taşırken oldukça sivrilmişti ama Sırp ekibi, maçı kazanırken Langston Hall, Marko Simonovic ve Corey Walden’da da önemli katkılar almış, daha da önemlisi hücumun merkezinde sadece Loyd’un olduğu bir görüntü çizmemişti.

Zalgiris karşısında ise Kızılyıldız, neredeyse her şeyi Loyd’a emanet etti ve sonuç aynı olmadı.

Amerikalı oyuncu, 19 sayıyla yine takımın en iyilerinden biriydi ama Zalgiris son 7 dakikada hücumda hiçbir şey üretememesine rağmen Kızılyıldız sahadan yenilgiyle ayrıldı.

Sırp ekibi, üçüncü çeyrekte Davidovac ve Walden’la birlikte hücumda o çeşitliliği yakalasa da son çeyrekte sadece Loyd’la ilerlemeye çalışınca kazanabileceği bir maçı kaybetti.

Loyd gerçekten değerli bir skorer ama sadece onunla yaşamak bu Kızılyıldız takımının hak ettiği potansiyele ulaşmasına engel olur. Dolayısıyla gelecek haftalarda daha iyi bir Kızılyıldız göreceksek bunun için diğerlerinin de işin içinde olduğu bir takım izlemeliyiz.