By Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
2020-2021 sezonunda ilk 15 haftalık periyodunu geride bıraktığımız Turkish Airlines EuroLeague’de artık takımlar belli aşamalar kaydettiler ve sezonun geride kalanıyla geri kalanı hakkında bazı yorumlamalar yapabilmek adına elimize yeterli veriyi sundular.
Ligdeki 18 takım arasından en olumsuz verileri sunan da ne yazık ki organizasyonda bulunan 2 temsilcimizden birisi olan Fenerbahçe Beko oldu.
Yaklaşık 7 sene süren ve ardında bir Avrupa şampiyonluğu bırakan Zeljko Obradovic birlikteliğinin 2020’nin Haziran ayı itibarıyla sona ermesi, bu süreçte takımı zirve yarışından indirmeyen oyuncuların da büyük ölçüde resmen domino etkisiyle takımdan ayrılması gibi olaylar genel menajer Maurizio Gherardini ve yönetim için bir yeniden yapılanma gereksinimi doğurdu.
Bu yapılanmanın da başına Obradovic‘in vatandaşı ve bir dönem milli takımda yardımcısı olan, daha çok NBA kültürüyle haşır neşir olmuş bir isim olarak Igor Kokoskov getirildi. Bu hamle pek çok yönünden bilinmezleri bünyesinde barındıran bir hamleydi ancak bütçe indirimi ve daha mütevazı bir kadro bütünü gibi her şeye rağmen destek parolasıyla bir “mirası” devam ettirmek adına yola çıkıldı.
Yolun çiçekli olması beklentisi zaten kimsede hakim değildi. Fakat gelinen noktada yolun dikenli bile olmadığını, hatta ortada neredeyse bir yol dahi kalmadığını görüyoruz. Sezona neredeyse yepyeni bir kadroyla başlayan Sarı-Lacivertliler henüz hiçbir şansını yitirmemiş olsa da camia ve sahadaki görüntü bazında havlu atmaya yaklaşmış bir görüntüde. Üstelik yıllar sonra ilk defa böyle bir görüntüde.
Geçen sezon da hiç Fenerbahçe‘nin istediği bir yapı ve ortam söz konusu değildi ancak yine de sezonun bu dönemlerinde hiç değilse playoff kelamı edilirken kimsenin bir çekincesi olmuyordu.
Peki, bu durumu neden böyle? Bunu nasıl bertaraf edebilirler? Sezon ortasında gidenler/gelenler/muhtemel hamleler ne değiştirir? Sezonun geri kalanı için bir geri dönüş reçetesi bulunabilir mi? Bütün bu sorulara cevap vermek adına Eurohoops Fırın olarak sizlerleyiz.
Anadolu Efes Sezon Ortası Analizi: Kas Hafızası Geri Dönecek mi?
Neden Böyle Oldu?
Muhabir: “Maçın başında ne oldu da Zalgiris bu kadar büyük fark açabildi?”
Igor Kokoskov: “Harika bir soru fakat buna bir cevabım yok. Enerjisiz, dümdüz, tepkisiz başladığımız ilk maç olmuyor bu.”
Zalgiris Kaunas’la deplasmanda oynanan ve 99-62’lik ağır bir skorla Litvanya ekibinin üstünlüğüyle tamamlanan mücadelenin ardından Igor Kokoskov’un basın toplantısındaki tavırları aslında Fenerbahçe’nin ne kadar zor durumda olduğunu kanıtlayan bir nitelik taşıyordu.
Maça yaptıkları çok kötü başlangıçla ilgili gelen soruya “bunu ilk kez yaşamıyoruz” şeklinde yönelttiği cevap, onun tabir ettiği şekilde “enerjisiz, dümdüz, tepkisiz” olarak değil de direkt çaresiz olarak revize edilmesi gerekiyormuş gibi gözüküyor.
Kokoskov, kabul etmek lazım ki; Fenerbahçeli seyircilerin ve tüm basketbolseverlerin yıllardır Fenerbahçe’nin başında görmeye alıştığı teknik adam profilinden çok çok uzakta bir isim. Bir kere, başantrenörlük deneyimi olarak çok kabarık bir kariyere sahip değilken pek de sağlıklı sayılamayacak organizasyonların başına getirilmiş olması kendisi adına tam anlamıyla çok büyük talihsizlik.
Öte yandan böylesine kötü giden bir sezonda Obradovic gibi bir figürün yerini almak ve yerini aldığı figüre layık olamamak taraftarlar açısından çok kolay tolere edilecek bir şey olmuyor. Böyle olduğu zaman aldığınız molayı nasıl kullandığınız bile seyirci için bir homurdanma ve devamında sorgulama sebebi haline gelebiliyor.
Hele bir de Fenerbahçe gibi sezonun başlangıcından sonraki dönemde oyununun herhangi bir bölümünde koç etkisi görülmeyen bir takımın koçundan bahsediyorsak işler daha da karışıyor. Yaz sezonunda yapılan transferlerin ardından kafalarda aşağı yukarı bir 2021 model Fenerbahçe Beko resmi mevcuttu ancak liglerin başlangıcı esnasında oynanan birkaç maçın dışında onların bu resme uyma çabasını elden bırakmış olması gerçekten çıldırtıcı.
Üstelik buna reaksiyon vermesi gereken başta koç ve ardından da oyuncu grubunun önemli bir kısmının herhangi bir kıpırdanma göstermiyor oluşu da bazı çok önemli teknik detaylar çerçevesinde takımın 20’li 30’lu farklarla aldığı mağlubiyetleri sıklaştırarak son yılların en kötü Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı’nı bizlere izletiyor. Bundan haliyle hiç memnun olmayan taraftar kitleleri de heyecanlı beyanatlarla çözümü mutlaka birilerinin ayrılığında, birilerinin geri dönmesi keşkelerinde buluyor ki bunlar da zaten böyle bir 15 haftalık periyodun sonunda görülmesi çok normal tepkiler.
Bu kesinlikle sabredilebilir bir durum olmaktan çıktı çünkü sadece kaybederseniz bahanelerin arkasına sığınabilecek zemininiz olur. Fenerbahçe‘nin şu ana kadarki içler acısı durumu göz önüne alındığında ne sezonun devam ettiği süreçteki saha içi hazırlıkları ne de sezon öncesi yapılanma ve hazırlık süreçleri bakımından herhangi bir mazeretin temizleyebileceği bir şey değil.
Oyuncu grubunun tamamı üzerinde bir isteksizlik hakim olduğunu söylemek takımın sezon ortası değerlendirmesinde kolaya kaçmak ve kimi istekli görüntü çizen oyunculara ayıp etmek olacağı için bu tarz söylemlerden uzak durmak gerekir. Zaten pek çoğu kariyerlerinde yeni yeni bu seviyeleri gören ya da kariyerinde birer sıçrama arayan isimler olduklarından ötürü burada bir açlık/tokluk tartışması yapmaya hazır zemin olduğunu söyleyemeyiz.
Bir kısım istekli görünüp öteki kısım tersi yönde tavır alınca açıkçası çok da kolektiviteden bahsedebileceğimiz bir ortam oluşmuyor.
Koçun bu kadar sakin olması da bir tartışma konusu olmamalı. Bakınca Zalgiris Kaunas koçu Martin Schiller de hemen hemen benzer bir basketbol kültüründen Avrupa’nın yolunu tuttu fakat takımı bazı iyi parçalarını kaybetmiş olmasına rağmen ligde en iyi basketbolu sergileyen kadrolardan birisi olarak anılıyor. Bu bir tarz ve karakter meselesi. Kimi oyuncuyu öteki türlüsü daha çok kamçılar, kimisi de ondan hoşlanmaz fakat burada zaten önemli olan insanların şahsi farklılıklarıyla güçlerini birleştirerek nasıl bir harmoni ortaya koyduklarıyla ilgili. Şahıslar arasında bir uyum gözlemleyemiyoruz ve bu önemli bir sorun.
Bunun sahada teknik olarak meydana getirdiği şey ise o hep anlatılan “beraber hareket etme” meselesi oluyor ve bu da akıllara kritik mi kritik bir soruyu getiriyor.
Bir Potansiyel Harcanıyor mu?
Fenerbahçe‘de bazı kilit verilere göz attığımız zaman sahada bulundukları sürece en çok skor üretilen 8 beşin 7’sinde Lorenzo Brown ve Jan Vesely, 6’sında Edgaras Ulanovas ve 4’ünde Nando De Colo var. Yine istatistiklere bakınca 15 maçın tamamında 20 dakika ortalamayla süre alan Jarell Eddie 7.7 sayı ortalamasıyla oynamış. Ancak genel intibaya baktığınız zaman bu oyuncuların hepsi izleyicilerin gözünde verimsiz. Bunun sebeplerinden önemli bir tanesi de kimsenin kalburüstü performans sergilemiyor oluşu.
Sezonun belli başlı bölümlerinde Danilo Barthel, Dyshawn Pierre, Jarell Eddie gibi isimler formda dönemler geçirerek aslında takım olarak nasıl bir potansiyel oluşturabileceklerinin sinyallerini vermeyi başardılar. Bu oyuncuların form grafiğinin yüksek olması tabii ki de Fenerbahçe‘ye hiçbir şey kazandırmadı çünkü Sarı-Lacivertliler her maç bir oyuncunun taşıyacağı kadar planlı ve her maç farklı bir oyuncunun taşıyacağı kadar derin bir takım olamadı.
Maçlara biraz göz atınca anlaşılan en ciddi sorunlardan bir tanesi, sahada fiziksel olarak rakipleriyle boğuşamayan bir basketbolcu grubu görüyor oluşumuz. Johnny Hamilton transferi ve ribaund katkısı veren kanat oyuncularının kadroya katılmasının ardından Fenerbahçe’nin boyalı alanda mücadelecilik bakımından 2019-20 sezonuna göre önemli bir eşik atladığı düşüncesi hakimdi fakat durum gerçekliğe hiç de kağıt üzerindeki gibi dönüşmedi.
Bugün bakınca Pierre haricinde fiziksel olarak rakiplerine büyük ölçüde üstünlük kurabilecek bir oyuncuları yok. Igor Kokoskov, bu hafta itibarıylal yolların ayrıldığı Leo Westermann’ı zaman zaman aslında fena da bir tercih olmayarak Kevin Pangos gibi ufak tefek guardlara karşı fiziksellik katarak kullanmayı denemişti ancak Westermann’dan da bir Brad Wanamaker fizikalitesi çıkarmak mümkün değil.
Eğer böyle bir fiziksellik oluşturamıyorsanız yapacağınız şey tıpkı geçen sezon yapılması gerektiği gibi bir koş-at takımı olmak ki zaten Fenerbahçe’nin bu yıl oluşturulan kadrosu da buna uygun olarak dizayn edildi. İstatistiklerde ise onları 15 maçta 333 üçlük denemesiyle 13. sırada (en az deneyen 6.) görüyoruz ve bu hiç tatmin edici bir şey değil.
Eğer Barcelona gibi oyunu içeriye yıkacak bir tahakküm gücünüz varsa (ligin en az üçlük deneyen 5. takımı), Baskonia (4.), Zalgiris (3.), Milano (2.) veya Bayern Münih (1.) gibi ligin oyun stratejisini tamamen oturtmuş takımlarından biriyseniz az üçlük dener ve oyunu garanticiliğe yıkarsınız.
Ama belki de ligin en plansız takımlarından biriyken bu kadar planlı görünmeye çalışmak da gerçekçi bir uğraş gibi gözükmüyor. Herkesin bir planı olmak zorunda ama EuroLeague gibi yoğun bir ligde planlarınızı icra edecek otoriteyi oyuncular üzerinde kuramıyorsanız aslında pek de ciddiye alınacak bir planınız yok demektir. Yani bunu bir de 5 numarada Barthel, 4 numarada Eddie gibi şut tehditlerinin kullanıldığı kısa beşlere önemli dakikalar verilen bir ortamda es geçtiğini düşünürsek olay daha da dramatik hale geliyor.