By Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
2020-2021 sezonunda ilk 15 haftalık periyodunu geride bıraktığımız Turkish Airlines EuroLeague’de artık takımlar belli aşamalar kaydettiler ve sezonun geride kalanıyla geri kalanı hakkında bazı yorumlamalar yapabilmek adına elimize yeterli veriyi sundular.
Ligdeki 18 takım arasından en olumsuz verileri sunan da ne yazık ki organizasyonda bulunan 2 temsilcimizden birisi olan Fenerbahçe Beko oldu.
Yaklaşık 7 sene süren ve ardında bir Avrupa şampiyonluğu bırakan Zeljko Obradovic birlikteliğinin 2020’nin Haziran ayı itibarıyla sona ermesi, bu süreçte takımı zirve yarışından indirmeyen oyuncuların da büyük ölçüde resmen domino etkisiyle takımdan ayrılması gibi olaylar genel menajer Maurizio Gherardini ve yönetim için bir yeniden yapılanma gereksinimi doğurdu.
Bu yapılanmanın da başına Obradovic‘in vatandaşı ve bir dönem milli takımda yardımcısı olan, daha çok NBA kültürüyle haşır neşir olmuş bir isim olarak Igor Kokoskov getirildi. Bu hamle pek çok yönünden bilinmezleri bünyesinde barındıran bir hamleydi ancak bütçe indirimi ve daha mütevazı bir kadro bütünü gibi her şeye rağmen destek parolasıyla bir “mirası” devam ettirmek adına yola çıkıldı.
Yolun çiçekli olması beklentisi zaten kimsede hakim değildi. Fakat gelinen noktada yolun dikenli bile olmadığını, hatta ortada neredeyse bir yol dahi kalmadığını görüyoruz. Sezona neredeyse yepyeni bir kadroyla başlayan Sarı-Lacivertliler henüz hiçbir şansını yitirmemiş olsa da camia ve sahadaki görüntü bazında havlu atmaya yaklaşmış bir görüntüde. Üstelik yıllar sonra ilk defa böyle bir görüntüde.
Geçen sezon da hiç Fenerbahçe‘nin istediği bir yapı ve ortam söz konusu değildi ancak yine de sezonun bu dönemlerinde hiç değilse playoff kelamı edilirken kimsenin bir çekincesi olmuyordu.
Peki, bu durumu neden böyle? Bunu nasıl bertaraf edebilirler? Sezon ortasında gidenler/gelenler/muhtemel hamleler ne değiştirir? Sezonun geri kalanı için bir geri dönüş reçetesi bulunabilir mi? Bütün bu sorulara cevap vermek adına Eurohoops Fırın olarak sizlerleyiz.
Anadolu Efes Sezon Ortası Analizi: Kas Hafızası Geri Dönecek mi?
Neden Böyle Oldu?
Muhabir: “Maçın başında ne oldu da Zalgiris bu kadar büyük fark açabildi?”
Igor Kokoskov: “Harika bir soru fakat buna bir cevabım yok. Enerjisiz, dümdüz, tepkisiz başladığımız ilk maç olmuyor bu.”
Zalgiris Kaunas’la deplasmanda oynanan ve 99-62’lik ağır bir skorla Litvanya ekibinin üstünlüğüyle tamamlanan mücadelenin ardından Igor Kokoskov’un basın toplantısındaki tavırları aslında Fenerbahçe’nin ne kadar zor durumda olduğunu kanıtlayan bir nitelik taşıyordu.
Maça yaptıkları çok kötü başlangıçla ilgili gelen soruya “bunu ilk kez yaşamıyoruz” şeklinde yönelttiği cevap, onun tabir ettiği şekilde “enerjisiz, dümdüz, tepkisiz” olarak değil de direkt çaresiz olarak revize edilmesi gerekiyormuş gibi gözüküyor.
Kokoskov, kabul etmek lazım ki; Fenerbahçeli seyircilerin ve tüm basketbolseverlerin yıllardır Fenerbahçe’nin başında görmeye alıştığı teknik adam profilinden çok çok uzakta bir isim. Bir kere, başantrenörlük deneyimi olarak çok kabarık bir kariyere sahip değilken pek de sağlıklı sayılamayacak organizasyonların başına getirilmiş olması kendisi adına tam anlamıyla çok büyük talihsizlik.
Öte yandan böylesine kötü giden bir sezonda Obradovic gibi bir figürün yerini almak ve yerini aldığı figüre layık olamamak taraftarlar açısından çok kolay tolere edilecek bir şey olmuyor. Böyle olduğu zaman aldığınız molayı nasıl kullandığınız bile seyirci için bir homurdanma ve devamında sorgulama sebebi haline gelebiliyor.
Hele bir de Fenerbahçe gibi sezonun başlangıcından sonraki dönemde oyununun herhangi bir bölümünde koç etkisi görülmeyen bir takımın koçundan bahsediyorsak işler daha da karışıyor. Yaz sezonunda yapılan transferlerin ardından kafalarda aşağı yukarı bir 2021 model Fenerbahçe Beko resmi mevcuttu ancak liglerin başlangıcı esnasında oynanan birkaç maçın dışında onların bu resme uyma çabasını elden bırakmış olması gerçekten çıldırtıcı.
Üstelik buna reaksiyon vermesi gereken başta koç ve ardından da oyuncu grubunun önemli bir kısmının herhangi bir kıpırdanma göstermiyor oluşu da bazı çok önemli teknik detaylar çerçevesinde takımın 20’li 30’lu farklarla aldığı mağlubiyetleri sıklaştırarak son yılların en kötü Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı’nı bizlere izletiyor. Bundan haliyle hiç memnun olmayan taraftar kitleleri de heyecanlı beyanatlarla çözümü mutlaka birilerinin ayrılığında, birilerinin geri dönmesi keşkelerinde buluyor ki bunlar da zaten böyle bir 15 haftalık periyodun sonunda görülmesi çok normal tepkiler.
Bu kesinlikle sabredilebilir bir durum olmaktan çıktı çünkü sadece kaybederseniz bahanelerin arkasına sığınabilecek zemininiz olur. Fenerbahçe‘nin şu ana kadarki içler acısı durumu göz önüne alındığında ne sezonun devam ettiği süreçteki saha içi hazırlıkları ne de sezon öncesi yapılanma ve hazırlık süreçleri bakımından herhangi bir mazeretin temizleyebileceği bir şey değil.
Oyuncu grubunun tamamı üzerinde bir isteksizlik hakim olduğunu söylemek takımın sezon ortası değerlendirmesinde kolaya kaçmak ve kimi istekli görüntü çizen oyunculara ayıp etmek olacağı için bu tarz söylemlerden uzak durmak gerekir. Zaten pek çoğu kariyerlerinde yeni yeni bu seviyeleri gören ya da kariyerinde birer sıçrama arayan isimler olduklarından ötürü burada bir açlık/tokluk tartışması yapmaya hazır zemin olduğunu söyleyemeyiz.
Bir kısım istekli görünüp öteki kısım tersi yönde tavır alınca açıkçası çok da kolektiviteden bahsedebileceğimiz bir ortam oluşmuyor.
Koçun bu kadar sakin olması da bir tartışma konusu olmamalı. Bakınca Zalgiris Kaunas koçu Martin Schiller de hemen hemen benzer bir basketbol kültüründen Avrupa’nın yolunu tuttu fakat takımı bazı iyi parçalarını kaybetmiş olmasına rağmen ligde en iyi basketbolu sergileyen kadrolardan birisi olarak anılıyor. Bu bir tarz ve karakter meselesi. Kimi oyuncuyu öteki türlüsü daha çok kamçılar, kimisi de ondan hoşlanmaz fakat burada zaten önemli olan insanların şahsi farklılıklarıyla güçlerini birleştirerek nasıl bir harmoni ortaya koyduklarıyla ilgili. Şahıslar arasında bir uyum gözlemleyemiyoruz ve bu önemli bir sorun.
Bunun sahada teknik olarak meydana getirdiği şey ise o hep anlatılan “beraber hareket etme” meselesi oluyor ve bu da akıllara kritik mi kritik bir soruyu getiriyor.
Bir Potansiyel Harcanıyor mu?
Fenerbahçe‘de bazı kilit verilere göz attığımız zaman sahada bulundukları sürece en çok skor üretilen 8 beşin 7’sinde Lorenzo Brown ve Jan Vesely, 6’sında Edgaras Ulanovas ve 4’ünde Nando De Colo var. Yine istatistiklere bakınca 15 maçın tamamında 20 dakika ortalamayla süre alan Jarell Eddie 7.7 sayı ortalamasıyla oynamış. Ancak genel intibaya baktığınız zaman bu oyuncuların hepsi izleyicilerin gözünde verimsiz. Bunun sebeplerinden önemli bir tanesi de kimsenin kalburüstü performans sergilemiyor oluşu.
Sezonun belli başlı bölümlerinde Danilo Barthel, Dyshawn Pierre, Jarell Eddie gibi isimler formda dönemler geçirerek aslında takım olarak nasıl bir potansiyel oluşturabileceklerinin sinyallerini vermeyi başardılar. Bu oyuncuların form grafiğinin yüksek olması tabii ki de Fenerbahçe‘ye hiçbir şey kazandırmadı çünkü Sarı-Lacivertliler her maç bir oyuncunun taşıyacağı kadar planlı ve her maç farklı bir oyuncunun taşıyacağı kadar derin bir takım olamadı.
Maçlara biraz göz atınca anlaşılan en ciddi sorunlardan bir tanesi, sahada fiziksel olarak rakipleriyle boğuşamayan bir basketbolcu grubu görüyor oluşumuz. Johnny Hamilton transferi ve ribaund katkısı veren kanat oyuncularının kadroya katılmasının ardından Fenerbahçe’nin boyalı alanda mücadelecilik bakımından 2019-20 sezonuna göre önemli bir eşik atladığı düşüncesi hakimdi fakat durum gerçekliğe hiç de kağıt üzerindeki gibi dönüşmedi.
Bugün bakınca Pierre haricinde fiziksel olarak rakiplerine büyük ölçüde üstünlük kurabilecek bir oyuncuları yok. Igor Kokoskov, bu hafta itibarıylal yolların ayrıldığı Leo Westermann’ı zaman zaman aslında fena da bir tercih olmayarak Kevin Pangos gibi ufak tefek guardlara karşı fiziksellik katarak kullanmayı denemişti ancak Westermann’dan da bir Brad Wanamaker fizikalitesi çıkarmak mümkün değil.
Eğer böyle bir fiziksellik oluşturamıyorsanız yapacağınız şey tıpkı geçen sezon yapılması gerektiği gibi bir koş-at takımı olmak ki zaten Fenerbahçe’nin bu yıl oluşturulan kadrosu da buna uygun olarak dizayn edildi. İstatistiklerde ise onları 15 maçta 333 üçlük denemesiyle 13. sırada (en az deneyen 6.) görüyoruz ve bu hiç tatmin edici bir şey değil.
Eğer Barcelona gibi oyunu içeriye yıkacak bir tahakküm gücünüz varsa (ligin en az üçlük deneyen 5. takımı), Baskonia (4.), Zalgiris (3.), Milano (2.) veya Bayern Münih (1.) gibi ligin oyun stratejisini tamamen oturtmuş takımlarından biriyseniz az üçlük dener ve oyunu garanticiliğe yıkarsınız.
Ama belki de ligin en plansız takımlarından biriyken bu kadar planlı görünmeye çalışmak da gerçekçi bir uğraş gibi gözükmüyor. Herkesin bir planı olmak zorunda ama EuroLeague gibi yoğun bir ligde planlarınızı icra edecek otoriteyi oyuncular üzerinde kuramıyorsanız aslında pek de ciddiye alınacak bir planınız yok demektir. Yani bunu bir de 5 numarada Barthel, 4 numarada Eddie gibi şut tehditlerinin kullanıldığı kısa beşlere önemli dakikalar verilen bir ortamda es geçtiğini düşünürsek olay daha da dramatik hale geliyor.
Yine hücumda post-up oynama sıklığının büyük oranda Pierre’in üzerine kilitlenmesi her ne kadar fiziksel olarak yıpratıcı olsa da yine bir sırtı dönük oynama uzmanı olan Ulanovas’la biraz daha bölüşülmesi gereken bir olgu. Barthel’i de bu noktada dahil edebiliriz. Pierre her ne kadar hakkı verilmeyen bir post-up organizatörü (post-up icra etmek değil, sırtı dönükken oyun kurmak bakımından) olsa da Ulanovas ve Barthel sırtı dönükten oyun kurma konusunda ona karşı üstünlük kurabilecek isimler olması sebebiyle daha dengeli bir dağıtımla yola devam edilebilir.
Misalen Jarell Eddie’nin verimsiz görüntüsüne de biraz değinecek olursak; oyuncuyu hem Strasbourg’da hem de Murcia’da izlemiş ve hem 4 hem de 3 numaradan süre aldığında neler yapabildiğini görmüş birisi olarak Eddie’nin kariyeri boyunca bu kadar zorlama şutlar denediği bir takım içinde yer aldığını görmediğimi açık açık söylüyorum. Bunun da tempolu bir takım kimliği oluşturmakla bir ilgisi olduğunu düşünmemek lazım. Zaten şu an Fenerbahçe‘nin çok tempolu bir oyun oynadığını iddia etmek de doğru olmaz ama Eddie gibi oyuncular yüksek hızlı oyunlarda gayet de verimli olabilecek hücum silahlarıdır. Takımın bir diğer önemli şutörü olan kaptan Melih Mahmutoğlu ise pozisyonu gereği daha rahat şut şansları bulmasına rağmen bu yıl genel olarak eline geçen fırsatları cömertçe harcadı.
Ez cümle 15 haftalık Fenerbahçe; konsantre olamayan, beraberlik yakalayamayıp top dolaşımında sıkıntı yaşayan, asla akıcı bir şekilde ikili oyun oynayamayan ve en sonunda da hücum ederken izleyiciye en hafif tabirle işkence eden bir takımdı. Bu kötü hücum eden takım olgusunun kaynağı da bir bakıma takım savunmasıydı.
Hücumda şunu bunu yapamayan, edemeyen bir takım olarak addettiğimiz Sarı-Lacivertliler işin arka tarafında da çok ümit verici görüntü çizdiği söylenemeyecek bir ekip. Topa baskı konusunda Lorenzo Brown’ın modunda olduğu günler dışında çok büyük etkinlik gösteremeyen -ki gösterdiğinde de Zenit maçını kazanıp Milano maçını son çeyrekte yakın bir noktaya getiren- bir ekip.
Çember savunmasında belki EuroLeague seviyesi için ham gözükmesine rağmen Johnny Hamilton’ın süreleri son haftalarda olduğu gibi artsa hiç değilse bir tehdit oluşturulabilir. Bunu Hamilton’dan medet ummak gibi değil de, eldeki BÜTÜN malzemeden en iyi şekilde yararlanma arzusu olarak değerlendirebiliriz. Jan Vesely‘nin tek bir hamlesiyle ya da sadece bir an iyi pozisyon almasıyla bile savunmaya sağladığı katkıyı düşünürsek Hamilton’ı da bu noktada kazanmak iyi bir tercih olabilir.
Rakibin topsuz hareketliliğine karşı duyarlılığı ise sıfır olan bir takımdan söz edeceğiz ki bu da konsantrasyonların bu denli dağınık olduğu bir ortamda hiç de beklenmedik bir şey değil. Fenerbahçe’nin beraber hareket ettiği tek alan belki de savunmada oyunu sahanın bir kanadına takım halinde yıkıp diğer taraftan bihaber olmaları. Sarı Kanaryalar bu şekilde saç baş yolduran çok fazla sayı yiyor.
Oyuncuları teker teker bireysel olarak ele aldığımızda, hepsini uygun oldukları sistemlerin icra edildiği birer takıma yollasak hepsi de bulundukları takımlarda belli başlı başarılarda ciddi katkı sahibi olabilecek türden oyuncular. Bu da aslında hem bir potansiyelden söz edebileceğimizi ama olumsuzlukları düşününce hem de bir potansiyelden söz edemeyeceğimizin habercisi. Bu oyunculardan kimisi böylesine kayıp geçen bir sezonda mücadeleleriyle takdir toplayan isimler oldular.
Yüz Akı
Ayrı bir parantez açılarak hakları teslim edilmesi gereken 3 oyuncu var: Bobby Dixon, Dyshawn Pierre ve Danilo Barthel. Takımın kan ağladığı şu dönemlerde “aslında bir kıvılcıma bakar” dedirten isimler onlar oldular. Tabii, takımın şu anki durumu hem coaching hem de sahadaki takım arkadaşlarının vücut dili takip edilirse bayağı bir kıvılcıma bakar ancak bu isimlerin kuru da olsa biraz takdiri hak ettiğini düşünüyorum.
Pierre’in fiziksel olarak ne kadar yıpratıcı olduğundan bu yazıda yeterince bahsettim. Bu noktada sergilediği özveriyle Fenerbahçe açısından bir direniş ışığını yakmış oluyor. Sırtı dönük oyundaki becerisi, hareketli oyunu ve ortalama dış şutörlüğüyle rotasyonda yer alan en mühim oyunculardan birisi olduğunu bu yıl tüm EuroLeague izleyicilerine kanıtladı. Takımın en büyük yüz aklarından birisi olduğu çok açık.
Danilo Barthel’i bu konuda ilk sıraya yazmak isteyen okurlarımızın sayısı da hiç az olmayacaktır. Büyük ölçüde haklılar da. Mesai arkadaşımız Utkan Şahin onun hakkında “fakirin Nicolo Melli‘si” tespitinde bulunurken ne kadar da haklıymış, şimdi bu çok daha iyi anlaşılıyor.
Daha iyi anlaşılıyor çünkü son sezonunda Melli‘nin de Vesely yokken 5 numaradan çok büyük ve kritik süreler aldığını ve nasıl bir mücadele ortaya koyduğunu Çekyalı uzunun 2018-19 sezonundaki sakatlık sürecinden hatırlıyoruz. Barthel’in de belli süreleri 5 numaradan oynayıp takımın genel durumuna rağmen böyle iyi performanslar ortaya koyuyor olması onun da benzer şekilde takdire şayan olduğunu gösteriyor.
Çözüm odaklı nadir oyunculardan birisi olduğunu söylemekte beis yok. Tepede top elinde patlar, çembere gitmesini bilir. Top dağıtmasını bilir. Şutu gelir, atar. Kokoskov’un sahip olduğu için şanslı hissetmesi gereken bir oyuncu.
Saha dışındaki liderin oyuna etki etme noktasında güçlük çektiğinden dilim döndüğünce bahsettim, bahsedeceğim ancak biraz da Fenerbahçe‘nin saha içinde umut bağladığı o yıldıza değinmek gerekir.
Lider?
Karanlık üstüme dökülüp
Renkleri etrafa saçılıp
Umudum bir köşeye sürülünce
Bir yer var mı ölümden öte
Varsa söyle, acıma yete
Sen beni buralardan götürünce
Yaz sezonunda takımın kurulumunun tamamlandığı aşamaya bir geri dönüş yaptığımız zaman ben de ağızlardan dökülen cümle şuydu:
“Bu artık De Colo’nun takımı, göstersin marifetini!”
Bu cümlenin altında çoğunlukla -her ne kadar benim açımdan öyle değildiyse de- Kostas Sloukas‘ın ayrılığı sonucunda artık De Colo’nun sahada büyük bir rahatlama yaşayacağı varsayımı yatıyordu. Fakat durum hep bundan çok uzaktı. CSKA Moskova’daki son sezonunda çok büyük yıldızlarla top paylaşmak zorunda kalıp bir şekilde verimli olmayı başaran, kariyerinin önemli bir bölümünde Milos Teodosic gibi bir oyuncuyla aynı sahayı paylaşan De Colo sahiden de Obradovic takımında Sloukas‘ın takımdan ayrılmasıyla mı rahata erecekti?
Şimdiye kadar gördüğümüz De Colo pek de rahata ermiş bir görüntüde değil. Hatta belki de kariyerinde oynadığı en zorlayıcı sezonu geçiriyor dahi olabilir. Çünkü oyununun hiçbir evresinde soyunmadığı bir rolü alarak sahaya çıkmak zorunda ve bu da onun verimini yarı yarıya düşürdü.
Bu da Nando De Colo’yu oyuncu profili olarak tekrar sorgulamamızı gerektiren bir alanı yarattı. De Colo bir lider mi yoksa süper yıldız statüsünde bir skorer mi? Bunun cevabını bu sezon 2. seçenek olarak fazlasıyla almış olmalıyız. De Colo’yu katıksız bir lider olarak görme yanılgısı hem oyuncuya hem de takıma ciddi bir eziyet verdi. Yani burada da eleştiriler oyuncuya değil ona biçilen role, rolü de biçen isme gidiyor.
Takıma psikolojik olarak da liderlik eden ne kaptan olsun ne de takımda uzun zamandır var olan demirbaşlar olsun ön plana çıkmayınca yük de teknik sebeplerden ötürü De Colo’ya yıkılabiliyor.
Üzerinde daha fazla “bir şeyler yaratmalıyım” baskısı var, daha fazla arkadaşlarını beslemeye odaklı ve artık daha az skor fırsatı buluyor. Geçen sezonki şut denemeleriyle 2018-19’da şampiyon oldukları takımla sergilediği deneme istatistikleri arasında uçurum bir fark olmadığı gibi CSKA‘yla 34, Fenerbahçe‘yle 24 maça çıkmıştı. Bu sezon ise bu rakamlar çıktığı 10 maçta diğer sezonlara oranla felaket bir düşüş içerisinde.
Bununla beraber 2010-11 sezonu haricinde kariyerinde en kötü üçlük attığı sezonu geçiriyor. De Colo’nun skor üreticiliği hiçbir şekilde tartışılıp sorgulanamaz ancak bir takımın birincil yaratıcısı olmak tam anlamıyla bambaşka bir şey. Bu ayrımları da takım kurup strateji belirlerken iyi yapmamız gerekiyor.
Sloukas’la gerçekten de çok iyi bir ikili olabileceklerine inandırmıştım kendimi. Hâlâ da arkasında olduğum bir tutum bu. Eğer geçen sezonki takımın transferlerinde bazı hamleler daha yerinde oyunculardan seçilseydi ve yönetimin de köstek olmadığı bir yapıda kimya belli bir düzeyde tutulabilseydi bu ikilinin birlikteliğinden iyi sonuçlar alınabilirdi.
Geçmiş geçmişte kaldı. Geleceğe bakmak gerekirse Fenerbahçe Beko adına lider tartışmalarını harlamayacak düzeyde ancak önemli bazı gelişmeler yaşandı. Bunlardan bazıları Alex Perez’in transferi ve Barcelona yolcusu olan Leo Westermann’ın sözleşmesinin feshiydi. Bir de eski yıldızlaı Marko Guduric‘i yeniden kadroya kattılar.
Ne Değiştirir?
Alex Perez transferiyle ilgili gerekli değerlendirmeleri halihazırda yayınlanmış olan yazımızda yapmıştık. Marko Guduric‘in renklere bağlanmasıysa çok ani bir gelişme oldu. İyi de oldu. En azından burada oluşan kültürden, Fenerbahçe‘de olmanın, daha doğrusu EuroLeague’in bu seviyesinde bir kulüpte bulunmanın nasıl bir sorumluluk hissiyatı yarattığından haberdar olan bir kişi daha eklenmiş oldu kadroya.
Guduric takıma katılmasıyla beraber an itibarıyla kağıt üzerinde bu kadronun en yetenekli 2-3 oyuncusundan biri oldu. Ama bu Guduric’in aman aman yetenekli bir oyuncu olmasından mı kaynaklı yoksa kadronun yetenek tabanının düşük olmasından mı kaynaklı diye bir soru yöneltecek olursak cevap da açıkça belli.
Koçun tercihlerine bağlı olarak top kullanma noktasında bazı problemleri çözebilecek bir oyuncu ancak takımı bir anda playoff potasına sokacak hamle değil. En azından bu sezonun planlaması dahilinde değil. Çözüm getirdiği sorunlar teknik heyet safında da yanıt bulur da takımda işler iyiye gitmeye başlarsa orası şu an konuştuğumuz şeyden daha farklı bir meseleye evrilir.
Obradovic‘le çalıştığı dönemde gelişimi her geçen gün daha yükseğe doğru gidiyordu ancak maç yapma noktasında boş geçirdiği çok uzun bir süreç oldu. Açıkçası kadroya katıldığı haliyle de eski halinden kütle olarak biraz farklı gözüküyor.
O yükselişi yeniden yakalayabilmesi için oyun stilinde de bazı köklü değişiklikler yaşamış olması gerekiyor. O yükseliş derken hem kendi açısından hem de takıma etkisi bakımından. Yani takıma öyle inanılmaz etkiler yapabilmesi için Bogdan Bogdanovic’in buradaki son sezonu gibi topu yönlendirebiliyor olması gerekiyor. Guduric’le Bogdanovic arasında yapılan kıyaslara her zaman uzak durdum ancak bugün onun en yararlı olabileceği formu aktarabilmek için de 2017 Bogdanovic’ten daha iyi bir örnek olamaz.
Tabii, bu durum ekstradan yapılması muhtemel bir kısa takviyesine daha bağımlı duruyor. Top yönlendirecek bir ismi kadroya katar veya Alex Perez’e o noktada bazı sorumluluklar yükler de Nando De Colo’yu bir şekilde rahatlatmayı başarırlarsa Marko Guduric de bir yan parça olarak efektif olabileceği düzleme oturtulur.
Son Olarak
Burada bir kıyasa girmek gerekirse Anadolu Efes‘in oturmuş bir takım olması sebebiyle saha içindeki durumu çok daha düzeltilebilir ve ince işlere ihtiyaç duymayan bir konumda. Fenerbahçe Beko açısından bu durum tamı tamına tersi ve maç ritmi her ne kadar önemli olsa da maç yapmadan hazırlandıkları her an onlar için artı yazacak konumda.
Defaatle anlattığım gibi; bir oyuncu takviyesi de olur, takımda gözle görülür radikal stratejik değişikliklerle de olur. Ancak insanlar artık tepkisizlikten artık çok sıkıldı. Basın toplantılarındaki tepkisizlik, ertesi maçta sahada karşılaşılan o tepkisizlik, sürekli olarak bir reaksiyon gösterememe durumu…
Taraftarlar bütçenin de, takımın etinin budunun da farkında olsa bu mücadelesizlik herkesi yormaya başladı. Buna yönetim – teknik heyet – oyuncu kadrosu el ele bir son verilmesi şarttı, farz oldu. Ancak o zaman seyircisini mutlu eden bir takımla karşı karşıya oluruz. Aksi takdirde basketbol izlemesi zorunlu olan bizler için bile katlanması çok zor anlar meydana geliyor.
NBA’de sezon açılışını yapmak üzere oynanan Brooklyn Nets – Golden State Warriors mücadelesi esnasında Warriors‘ın durumunu anlatmak adına bir hesabın attığı “Warriors’ın birkaç hazırlık kampına daha ihtiyacı var” tweetini Fenerbahçe‘ye uyarlamak da pek tabii mümkün.
Bu noktada birkaç hazırlık kampı daha geçiremeyeceklerini göz önüne alırsak yapılan ve yapılacak hamlelerin bu sezonu kurtarmak adına jet hızıyla etki etmesi gerektiği gerçeğini de gözden kaçırmamak lazım. Fenerbahçe, sahaya hem koç hem de oyuncu bazında akıl katarak playofflara kalmasa dahi en azından gönüllerde hâlâ çok daha iyi bir pozisyona gelebilir.
Çok fazla en azından demek durumunda kaldım çünkü Sarı-Lacivertliler fazlası olmazsa azına razı olmak zorunda olduğu bir sezonu geçiriyor. Fazlasının olması için de belirgin sorunların çözümü için ivedi hamleler yapılması elzem.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!