by Bryan Kalbrosky – Çeviri: M. Bahadır Akgün / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak 11 Aralık 2020 tarihinde HoopsHype‘ta yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
LeBron James, sürekli olarak Michael Jordan ile kıyaslanıyor ve kariyerinin son demlerine yaklaştıkça o kıyaslamalar giderek daha yüksek sesle yapılıyor.
Bu anlamda fikri en kıymetli insanlardan bazıları da bu harika oyuncularla birlikte oynayan, onlarla birlikte sahaya çıkan isimler. İki efsaneye dair en iyi bilgiyi o isimler verebilir zira onlar, bu iki oyuncunun neler yaptığını ve takımlarını her gün nasıl taşıdıklarını yerinde gördüler.
Lig tarihinde hem Jordan hem de James ile takım arkadaşlığı yapmış sadece dört isim var: Scott Williams, Larry Hughes, Jerry Stackhouse ve Brendan Haywood. HoopsHype, bu isimlerin dördü ile de konuştu.
James ile 2010’da yedi maça çıkan Stackhouse, “Onları kıyaslamanın adilane olacağını düşünmüyorum. LeBron ile en iyi döneminde oynadım, Michael ile kariyerinin son yılında oynadım. Bence ikisi de inanılmaz oyuncular. Muhtemelen basketbol tarihinin 1 ve 2 numarası onlar. Ben bu kadarını söyleyetim” diyor.
Williams, Hughes ve Haywood da en keyifli basketbol hatıralarını anımsadılar, MJ ve King James ile aynı takımlarda bulundukları dönemlerden deneyimlerini aktardılar.
MJ ile nelerden bahsediyordunuz?
Scott Williams: Antrenmanda k*çıma tekmeyi bastıktan sonra “Bak” derdi, “Juanita bu akşam spaghetti yapıyor. Yemeğe gelsene!” Ekmeğimizi bölüştük, o akşam televizyonda maç izlerdik. Böyle şeyler yapıyorduk. Bundan birkaç yıl önce Chicago’da ailesini kaybetmiş ve kimseyi tanımayan biri için bu çok önemliydi. Takımın parçası olduğumu hissettiriyor, bana kucak açıyordu. Beni kardeşi gibi seviyordu. Koçun size taktikle ilgili ne dediği umurumda değil. Böyle bir adamın size sevgi göstermesinin yanına hiçbir şey yaklaşamaz.
Larry Hughes: Harikaydı. Hayatı boyunca insanın uçağa atlayıp seyahatlerde The Boss ile kumar oynayacak fırsatı çok olmuyor. Bizimkisi böyleydi. The Boss ile kumar oynuyorduk. Antrenmanlarda The Boss ile yarı sahadan şut atma oyunları oynuyorduk. Keyifliydi. Hepimiz mücadele ediyorduk. Hepimizin üç beş doları vardı. Çok uzatmadık. Puroyla görüyordunuz onu ama bu tip şeyleri kayıtlarda görebiliyorsunuz. Ben bunu yaşadım. Bu adam böyle biriydi, onu doğrulayabilirim. Benim için keyifli bir deneyimdi.
Scott Williams: Uçakta kart oyunları oynuyorduk, onun evinde kalıyordum, bilardo oynuyorduk, sarımsaklı ekmek ve spaghetti yiyor, birkaç bira içiyorduk. Tim Grover ve başka arkadaşları da onda kalıyordu, o ekibin içerisinde gerçek sevgiyi hissediyordu insan. Garanti kontratı olmayan, minimum kontrat alan bir çaylak ile 5-10 el blackjack oynayan biriydi. Takımın bir parçası gibi hissediyordum. Çok güzel bir deneyimdi. Horace Grant ve Scottie Pippen ile arkada oturabilirdi. Tüm takımın parçası gibi hissetmek istemesi hoştu. Bu tip anlar kalıyor yanınızda. Bir dostluğumuz vardı, bağımız vardı.
Brendan Haywood: İlişkimiz çok güzeldi çünkü UNC’ye gitmiştim. Carolina’dan geldiğim için o bağımız, o Carolina sevgimiz vardı. Fakat aynı zamanda içinde bulunduğum profesyonel hayatın farkındaydım. Çok garipti çünkü MJ, o dönemde aynı zamanda yöneticiydi. Teknik olarak patronumdu ve takımda oynuyordu. Beni sevse de hiç ona çok yakın olmadım. O benim patronumdu. Antrenmanlar çok rekabetçi geçiyordu. Her zaman sınırlarınızı zorluyor, avantaj yakalamaya çalışıyordu. Bizim ilişkimiz daha ziyade öğretmen-öğrenci ilişkisi gibiydi. Her zaman öğretiyordu ve ben de hepsini öğrenmeye çalışıyordum. Onunla arkadaş olmaya çalışmıyordum ama ondan öğrenebileceğim çok şey olduğunu biliyordum. Ne kadar çok çalıştığını ve adanmışlığını gördüm. MJ, antrenman 11’de başlayacak olsa da sabah 8’de orada olurdu. O iş ahlakı akıl dışıydı. Ben salona erken geldiğimi sanıyordum. Bir keresinde tecrübeli oyuncularına gelmesine gerek yoktu. Ben de onun neden geldiğini sordum. Dedi ki “Doğru soru, neden seni burada yendim?” Tarihin en iyi oyuncusu ile aynı takımda bulunarak bu tip şeyler öğrendim.
LeBron ile nelerden bahsediyordunuz?
Brendan Haywood: LeBron ile oynamak harikaydı çünkü o gelmiş geçmiş en iyi takım arkadaşlarından biri. Gerçekten herkesin dahil olmasını istiyor. Herkesin aynı fikirde olmasını istiyor. Saha dışında da herkesin birbiriyle iletişimi olması için birlikte bir şeyler yapmak istiyor. Bazen takımı bir filme götürüyor, bazen bir otel odasında herkes oturup televizyon izliyor, bir şeyler yiyor, oyun oynuyor. Şehirde dolaşmaya çıkamayacağımızı biliyorduk fakat yine de odadan çıkabiliyorduk. Bu anlamda düşünceli biri. Her zaman takım arkadaşlarına nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyor ve tarihin en iyi hediye vericisi. Hepimizde Beats by Dre kulaklıkları vardı. Sanki bunun reklamını yapıyor gibi bizde 10 tane vardı bunlardan. Onda Samsung telefon varsa herkeste oluyordu. Yeni LeBron ayakkabıları çıkarsa herkes onu alırdı. İnanılmaz, düşünceli bir takım arkadaşı. Bu da etrafındakileri onun için düz duvara doğru koşmaya cesaretlendiriyor. Takım arkadaşlarının daha da çok çalışmasını sağlıyor. Bence Heat‘te bu anlamda çok şey öğrendi. Dwyane Wade ve Pat Riley, ona herkesi nasıl dahil edeceğini öğretti ama o bunu bir sonraki seviyeye taşıdı.
Larry Hughes: Her zaman rekabetten, asla pes etmemekten ve kimsenin sizin üzgün olduğunuzu veya elinizden geleni yapmadığınızı görmesine izin vermemekten bahsediyorduk. Çok sağlam bir duruş sergilemekten ve takım arkadaşlarınızın duruşunuzu biliyor olmasından emin olmaktan bahsettik. Her durumda, kariyeri boyunca gördüğümüz üzere LeBron, grubun lideridir. Bunu en başından bilmesini istiyordum. “Biz peşinden geleceğiz. Sen sadece vücut dilin ve iletişiminin oyunun ve olmak istediğin insan ile aynı çizgide olduğundan emin ol. Bence iyi bir takım arkadaşıydı. Gençliğinden bu yana her alanda kendini geliştirdi. Artık ligin tecrübeli oyuncularından biri.
Scott Williams: LeBron harikaydı. Onunla bir konuşmamızı hatırlıyorum, o kesin hatırlamaz. Pek iyi oynamıyorduk. Takım biraz zorlanıyordu. Salondaki antrenman tesisinde çalıştık. Bir gün sadece ikimiz vardık. Asansör ile yukarı çıkıyordu. Sezonun gidişatı nedeniyle yüzü asıktı. O anı atlatmak için ufak bir şeye ihtiyacı olduğunu anlıyordum. Dedim ki “LeBron, sen ne yapıyorsan ona devam et. Neticede bu oyuncular senin etrafına dizilecek, sana destek olacak ve nihai hedefine ulaşmana yardımcı olacaklar.” O da başını kaldırdı, tek kelime etmeden gülümsedi. Gözünde o ışık yanmıştı. Tekrar sahaya indiğimizde enerjisi yerine gelmişti, oynamaya hazırdı. O anı hatırlamayacağına eminim. (Gülüyor) Fakat ben asla unutmayacağım çünkü daha yaşlı bir oyuncu olarak Cleveland’da olmamın sebeplerinden biri de soyunma odasındaki ortamı düzeltmekti. Biraz kopuk bir takım vardı. Daha önce Stephon Marbury ve Penny Hardaway ile bunu yapmıştım. Cleveland’a getirilmemin sebeplerinden biri de buydu. Zaten emekli olmuştum. Cabo sahilindeydim. Sonra menajerim aradı, Cleveland’ın beni istediğini söyledi. Amar’e Stoudemire’a çaylak döneminde yardım ettiğim gibi genç oyunculara yardımcı olduğumu duymuşlardı.
Larry Hughes: MJ ile birlikte oynamış olmamdan konuşuyorduk fakat birçok takım arkadaşımdan konuşuyorduk. Iverson’ın büyük hayranıydı. Allen ile ilgili her şeyi bilmek istiyordu. MJ ile ilgili merakı ise o dönemde biraz farklıydı çünkü Michael ile bir ilişkisi vardı ve çok sorusu yoktu. Fakat her zaman AI’ın o boyuyla nasıl oynadığını soruyordu. Ayrıca AI’ın soyunma odasında da nasıl biri olduğunu bilmek istiyordu.
Scott Williams: Hemen fark ettiğim şey, oyuna olan iştahı olmuştu. Şehirlere gidip gelirken farklı oyuncularla ilgili beni soru yağmuruna tutar, birlikte oynadığım oyuncularla ilgili sorular sorardı. Jordan’dan Pippen’a, Dirk Nowitzki’den Allen Iverson’a herkesi sorardı. Liste böyle uzar gider. Bu süper yıldızların neler yaptığını bilmek istiyordu. James Donaldson ile ilgili sorular soruyordu bana. Onun yaşındaki bir oyuncunun Donaldson’ı bilmesi bile beni şaşırtıyordu. Gerçekten etkileyiciydi. NBA’deki yalnızca mevcut oyuncuları değil, basketbolu bırakmış oyuncuları da biliyordu. Birçok farklı kişi hakkında birçok farklı şey bilmek istiyordu. Güçlü yönleri nelerdi? Hangi konuların üzerine çalışırlardı? Basketbola nasıl bir yaklaşımları vardı?
Michael Jordan ile ilgili ilk izlenimleriniz nelerdi?
Brendan Haywood: Sürekli bir şeyler öğrendiğim bir deneyimdi. Onu o yapan şeylerin neler olduğunu yakından görüyordunuz. Sanki 40 yaşında gibiydi. Kanıtlayacak hiçbir şeyi yoktu ama hâlâ en çok çalışanlardan biri o’ydu. Bobby Simmons’a post oyununda nasıl sayı atacağını gösterirken ayak hareketlerini öğretirdi. Yaptığı her şeyi hesaplı yapıyordu. Hiçbir şeyi kazara yapmıyordu. Hangi ayağınızın önde olduğuna bakıyordu. Nereye gideceğini, sizin dengenizi nasıl bozacağını, şuta nasıl kalkacağını ve sert oynuyorsanız sizden nasıl kurtulacağını biliyordu. Onu izlerken çok şey öğreniyordunuz. Büyüleniyordum. Çocuk olarak MJ’i izlerken “Vay be,” diyorsunuz,”Gerçekten iyi.” Fakat yetişkin olarak onun birilerine bir şeyler öğretmesini izlerken bu adamın yaptığı her şeyin hesaplı olduğunu görüyorsunuz. Ne yapacağını çok iyi biliyor çünkü bunu antrenmanlarda sürekli yapmış oluyor.
Larry Hughes: Ben küçüklüğümde MJ’den ötürü basketbol oynuyordum. Onunla oynama fırsatım olunca taraftar olarak görmediğiniz her küçük detayı izleyebildim. Basın ile ilişkilerini nasıl hallediyordu? Ne zaman tedaviye gidiyordu? Maç planı ve ilerleyen yaşlarda bile nasıl oynaması gerektiğine dair anlayışı konularında ne kadar istikrarlı olduğunu öğrendim. Adımı yavaşlamıştı ama hâlâ etkiliydi.
Scott Williams: Sevdiği şeylerden biri, oyununa yeni boyutlar kazandırmaktı. Ligdeki ilk iki yılımda alçak post ve sırtı potaya dönük oyunlarını geliştirmek istiyordu. Antrenmanlardan sonra sık sık bire bir oynuyorduk. Birisi ona topu atardı, o alırdı ve pivot ayağı ile oynardı. Kendi fiziğine sahip oyuncularda sorun yaşamayacağını bildiği için daha uzun, daha güçlü oyuncuların etrafından dönmeye çalışırdı. Yüzünde el varken şut atmayı öğrenmesi gerekiyordu. O bire bir antrenmanlarda onu hiç yenemedi. Belki bir noktada maçı kazanacak sayıyı attım ama topla yürüme falan demişti galiba. (Gülüyor) Herhangi birimiz ile oynayabilirdi ama draftta seçilmemiş bir oyuncu olarak daha iyiye gitme iştahımı gördü. Hep beni seçmesinin çok güzel olduğunu düşünüyordum. Belki de UNC çıkışlı olmamın da yardımı olmuştur.
Bu tip şeyler beni geliştirdi. Daha hızlı bir oyuncunun hızına alışmamı sağladı. Bence insanlar onun ne kadar çabuk olduğunun farkında değil. Oyuncuların ayakları ters basıyor, yavaş kalıyorlardı neredeyse. Herkesten çok daha hızlı bir çabuklukta hareket ediyordu. Allen Iverson gibiydi ama ondan 20 santimetre daha uzundu ve topu yere vurup bir anda patlayabiliyordu. İnsanlar onu sadece arkadan görebiliyordu. Bu sebeple ikili sıkıştırma gelene kadar ben savunduğum oyuncunun önünde yeterli süre kalabiliyordum. Savunma konusunda bana fadası oldu, böylece ligde 15 yıl kalabildim.