by Bryan Kalbrosky – Çeviri: M. Bahadır Akgün / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak 11 Aralık 2020 tarihinde HoopsHype‘ta yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
LeBron James, sürekli olarak Michael Jordan ile kıyaslanıyor ve kariyerinin son demlerine yaklaştıkça o kıyaslamalar giderek daha yüksek sesle yapılıyor.
Bu anlamda fikri en kıymetli insanlardan bazıları da bu harika oyuncularla birlikte oynayan, onlarla birlikte sahaya çıkan isimler. İki efsaneye dair en iyi bilgiyi o isimler verebilir zira onlar, bu iki oyuncunun neler yaptığını ve takımlarını her gün nasıl taşıdıklarını yerinde gördüler.
Lig tarihinde hem Jordan hem de James ile takım arkadaşlığı yapmış sadece dört isim var: Scott Williams, Larry Hughes, Jerry Stackhouse ve Brendan Haywood. HoopsHype, bu isimlerin dördü ile de konuştu.
James ile 2010’da yedi maça çıkan Stackhouse, “Onları kıyaslamanın adilane olacağını düşünmüyorum. LeBron ile en iyi döneminde oynadım, Michael ile kariyerinin son yılında oynadım. Bence ikisi de inanılmaz oyuncular. Muhtemelen basketbol tarihinin 1 ve 2 numarası onlar. Ben bu kadarını söyleyetim” diyor.
Williams, Hughes ve Haywood da en keyifli basketbol hatıralarını anımsadılar, MJ ve King James ile aynı takımlarda bulundukları dönemlerden deneyimlerini aktardılar.
MJ ile nelerden bahsediyordunuz?
Scott Williams: Antrenmanda k*çıma tekmeyi bastıktan sonra “Bak” derdi, “Juanita bu akşam spaghetti yapıyor. Yemeğe gelsene!” Ekmeğimizi bölüştük, o akşam televizyonda maç izlerdik. Böyle şeyler yapıyorduk. Bundan birkaç yıl önce Chicago’da ailesini kaybetmiş ve kimseyi tanımayan biri için bu çok önemliydi. Takımın parçası olduğumu hissettiriyor, bana kucak açıyordu. Beni kardeşi gibi seviyordu. Koçun size taktikle ilgili ne dediği umurumda değil. Böyle bir adamın size sevgi göstermesinin yanına hiçbir şey yaklaşamaz.
Larry Hughes: Harikaydı. Hayatı boyunca insanın uçağa atlayıp seyahatlerde The Boss ile kumar oynayacak fırsatı çok olmuyor. Bizimkisi böyleydi. The Boss ile kumar oynuyorduk. Antrenmanlarda The Boss ile yarı sahadan şut atma oyunları oynuyorduk. Keyifliydi. Hepimiz mücadele ediyorduk. Hepimizin üç beş doları vardı. Çok uzatmadık. Puroyla görüyordunuz onu ama bu tip şeyleri kayıtlarda görebiliyorsunuz. Ben bunu yaşadım. Bu adam böyle biriydi, onu doğrulayabilirim. Benim için keyifli bir deneyimdi.
Scott Williams: Uçakta kart oyunları oynuyorduk, onun evinde kalıyordum, bilardo oynuyorduk, sarımsaklı ekmek ve spaghetti yiyor, birkaç bira içiyorduk. Tim Grover ve başka arkadaşları da onda kalıyordu, o ekibin içerisinde gerçek sevgiyi hissediyordu insan. Garanti kontratı olmayan, minimum kontrat alan bir çaylak ile 5-10 el blackjack oynayan biriydi. Takımın bir parçası gibi hissediyordum. Çok güzel bir deneyimdi. Horace Grant ve Scottie Pippen ile arkada oturabilirdi. Tüm takımın parçası gibi hissetmek istemesi hoştu. Bu tip anlar kalıyor yanınızda. Bir dostluğumuz vardı, bağımız vardı.
Brendan Haywood: İlişkimiz çok güzeldi çünkü UNC’ye gitmiştim. Carolina’dan geldiğim için o bağımız, o Carolina sevgimiz vardı. Fakat aynı zamanda içinde bulunduğum profesyonel hayatın farkındaydım. Çok garipti çünkü MJ, o dönemde aynı zamanda yöneticiydi. Teknik olarak patronumdu ve takımda oynuyordu. Beni sevse de hiç ona çok yakın olmadım. O benim patronumdu. Antrenmanlar çok rekabetçi geçiyordu. Her zaman sınırlarınızı zorluyor, avantaj yakalamaya çalışıyordu. Bizim ilişkimiz daha ziyade öğretmen-öğrenci ilişkisi gibiydi. Her zaman öğretiyordu ve ben de hepsini öğrenmeye çalışıyordum. Onunla arkadaş olmaya çalışmıyordum ama ondan öğrenebileceğim çok şey olduğunu biliyordum. Ne kadar çok çalıştığını ve adanmışlığını gördüm. MJ, antrenman 11’de başlayacak olsa da sabah 8’de orada olurdu. O iş ahlakı akıl dışıydı. Ben salona erken geldiğimi sanıyordum. Bir keresinde tecrübeli oyuncularına gelmesine gerek yoktu. Ben de onun neden geldiğini sordum. Dedi ki “Doğru soru, neden seni burada yendim?” Tarihin en iyi oyuncusu ile aynı takımda bulunarak bu tip şeyler öğrendim.
LeBron ile nelerden bahsediyordunuz?
Brendan Haywood: LeBron ile oynamak harikaydı çünkü o gelmiş geçmiş en iyi takım arkadaşlarından biri. Gerçekten herkesin dahil olmasını istiyor. Herkesin aynı fikirde olmasını istiyor. Saha dışında da herkesin birbiriyle iletişimi olması için birlikte bir şeyler yapmak istiyor. Bazen takımı bir filme götürüyor, bazen bir otel odasında herkes oturup televizyon izliyor, bir şeyler yiyor, oyun oynuyor. Şehirde dolaşmaya çıkamayacağımızı biliyorduk fakat yine de odadan çıkabiliyorduk. Bu anlamda düşünceli biri. Her zaman takım arkadaşlarına nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyor ve tarihin en iyi hediye vericisi. Hepimizde Beats by Dre kulaklıkları vardı. Sanki bunun reklamını yapıyor gibi bizde 10 tane vardı bunlardan. Onda Samsung telefon varsa herkeste oluyordu. Yeni LeBron ayakkabıları çıkarsa herkes onu alırdı. İnanılmaz, düşünceli bir takım arkadaşı. Bu da etrafındakileri onun için düz duvara doğru koşmaya cesaretlendiriyor. Takım arkadaşlarının daha da çok çalışmasını sağlıyor. Bence Heat‘te bu anlamda çok şey öğrendi. Dwyane Wade ve Pat Riley, ona herkesi nasıl dahil edeceğini öğretti ama o bunu bir sonraki seviyeye taşıdı.
Larry Hughes: Her zaman rekabetten, asla pes etmemekten ve kimsenin sizin üzgün olduğunuzu veya elinizden geleni yapmadığınızı görmesine izin vermemekten bahsediyorduk. Çok sağlam bir duruş sergilemekten ve takım arkadaşlarınızın duruşunuzu biliyor olmasından emin olmaktan bahsettik. Her durumda, kariyeri boyunca gördüğümüz üzere LeBron, grubun lideridir. Bunu en başından bilmesini istiyordum. “Biz peşinden geleceğiz. Sen sadece vücut dilin ve iletişiminin oyunun ve olmak istediğin insan ile aynı çizgide olduğundan emin ol. Bence iyi bir takım arkadaşıydı. Gençliğinden bu yana her alanda kendini geliştirdi. Artık ligin tecrübeli oyuncularından biri.
Scott Williams: LeBron harikaydı. Onunla bir konuşmamızı hatırlıyorum, o kesin hatırlamaz. Pek iyi oynamıyorduk. Takım biraz zorlanıyordu. Salondaki antrenman tesisinde çalıştık. Bir gün sadece ikimiz vardık. Asansör ile yukarı çıkıyordu. Sezonun gidişatı nedeniyle yüzü asıktı. O anı atlatmak için ufak bir şeye ihtiyacı olduğunu anlıyordum. Dedim ki “LeBron, sen ne yapıyorsan ona devam et. Neticede bu oyuncular senin etrafına dizilecek, sana destek olacak ve nihai hedefine ulaşmana yardımcı olacaklar.” O da başını kaldırdı, tek kelime etmeden gülümsedi. Gözünde o ışık yanmıştı. Tekrar sahaya indiğimizde enerjisi yerine gelmişti, oynamaya hazırdı. O anı hatırlamayacağına eminim. (Gülüyor) Fakat ben asla unutmayacağım çünkü daha yaşlı bir oyuncu olarak Cleveland’da olmamın sebeplerinden biri de soyunma odasındaki ortamı düzeltmekti. Biraz kopuk bir takım vardı. Daha önce Stephon Marbury ve Penny Hardaway ile bunu yapmıştım. Cleveland’a getirilmemin sebeplerinden biri de buydu. Zaten emekli olmuştum. Cabo sahilindeydim. Sonra menajerim aradı, Cleveland’ın beni istediğini söyledi. Amar’e Stoudemire’a çaylak döneminde yardım ettiğim gibi genç oyunculara yardımcı olduğumu duymuşlardı.
Larry Hughes: MJ ile birlikte oynamış olmamdan konuşuyorduk fakat birçok takım arkadaşımdan konuşuyorduk. Iverson’ın büyük hayranıydı. Allen ile ilgili her şeyi bilmek istiyordu. MJ ile ilgili merakı ise o dönemde biraz farklıydı çünkü Michael ile bir ilişkisi vardı ve çok sorusu yoktu. Fakat her zaman AI’ın o boyuyla nasıl oynadığını soruyordu. Ayrıca AI’ın soyunma odasında da nasıl biri olduğunu bilmek istiyordu.
Scott Williams: Hemen fark ettiğim şey, oyuna olan iştahı olmuştu. Şehirlere gidip gelirken farklı oyuncularla ilgili beni soru yağmuruna tutar, birlikte oynadığım oyuncularla ilgili sorular sorardı. Jordan’dan Pippen’a, Dirk Nowitzki’den Allen Iverson’a herkesi sorardı. Liste böyle uzar gider. Bu süper yıldızların neler yaptığını bilmek istiyordu. James Donaldson ile ilgili sorular soruyordu bana. Onun yaşındaki bir oyuncunun Donaldson’ı bilmesi bile beni şaşırtıyordu. Gerçekten etkileyiciydi. NBA’deki yalnızca mevcut oyuncuları değil, basketbolu bırakmış oyuncuları da biliyordu. Birçok farklı kişi hakkında birçok farklı şey bilmek istiyordu. Güçlü yönleri nelerdi? Hangi konuların üzerine çalışırlardı? Basketbola nasıl bir yaklaşımları vardı?
Michael Jordan ile ilgili ilk izlenimleriniz nelerdi?
Brendan Haywood: Sürekli bir şeyler öğrendiğim bir deneyimdi. Onu o yapan şeylerin neler olduğunu yakından görüyordunuz. Sanki 40 yaşında gibiydi. Kanıtlayacak hiçbir şeyi yoktu ama hâlâ en çok çalışanlardan biri o’ydu. Bobby Simmons’a post oyununda nasıl sayı atacağını gösterirken ayak hareketlerini öğretirdi. Yaptığı her şeyi hesaplı yapıyordu. Hiçbir şeyi kazara yapmıyordu. Hangi ayağınızın önde olduğuna bakıyordu. Nereye gideceğini, sizin dengenizi nasıl bozacağını, şuta nasıl kalkacağını ve sert oynuyorsanız sizden nasıl kurtulacağını biliyordu. Onu izlerken çok şey öğreniyordunuz. Büyüleniyordum. Çocuk olarak MJ’i izlerken “Vay be,” diyorsunuz,”Gerçekten iyi.” Fakat yetişkin olarak onun birilerine bir şeyler öğretmesini izlerken bu adamın yaptığı her şeyin hesaplı olduğunu görüyorsunuz. Ne yapacağını çok iyi biliyor çünkü bunu antrenmanlarda sürekli yapmış oluyor.
Larry Hughes: Ben küçüklüğümde MJ’den ötürü basketbol oynuyordum. Onunla oynama fırsatım olunca taraftar olarak görmediğiniz her küçük detayı izleyebildim. Basın ile ilişkilerini nasıl hallediyordu? Ne zaman tedaviye gidiyordu? Maç planı ve ilerleyen yaşlarda bile nasıl oynaması gerektiğine dair anlayışı konularında ne kadar istikrarlı olduğunu öğrendim. Adımı yavaşlamıştı ama hâlâ etkiliydi.
Scott Williams: Sevdiği şeylerden biri, oyununa yeni boyutlar kazandırmaktı. Ligdeki ilk iki yılımda alçak post ve sırtı potaya dönük oyunlarını geliştirmek istiyordu. Antrenmanlardan sonra sık sık bire bir oynuyorduk. Birisi ona topu atardı, o alırdı ve pivot ayağı ile oynardı. Kendi fiziğine sahip oyuncularda sorun yaşamayacağını bildiği için daha uzun, daha güçlü oyuncuların etrafından dönmeye çalışırdı. Yüzünde el varken şut atmayı öğrenmesi gerekiyordu. O bire bir antrenmanlarda onu hiç yenemedi. Belki bir noktada maçı kazanacak sayıyı attım ama topla yürüme falan demişti galiba. (Gülüyor) Herhangi birimiz ile oynayabilirdi ama draftta seçilmemiş bir oyuncu olarak daha iyiye gitme iştahımı gördü. Hep beni seçmesinin çok güzel olduğunu düşünüyordum. Belki de UNC çıkışlı olmamın da yardımı olmuştur.
Bu tip şeyler beni geliştirdi. Daha hızlı bir oyuncunun hızına alışmamı sağladı. Bence insanlar onun ne kadar çabuk olduğunun farkında değil. Oyuncuların ayakları ters basıyor, yavaş kalıyorlardı neredeyse. Herkesten çok daha hızlı bir çabuklukta hareket ediyordu. Allen Iverson gibiydi ama ondan 20 santimetre daha uzundu ve topu yere vurup bir anda patlayabiliyordu. İnsanlar onu sadece arkadan görebiliyordu. Bu sebeple ikili sıkıştırma gelene kadar ben savunduğum oyuncunun önünde yeterli süre kalabiliyordum. Savunma konusunda bana fadası oldu, böylece ligde 15 yıl kalabildim.
LeBron ile ilgili ilk izlenimleriniz nelerdi?
Scott Williams: Her zaman söylemişimdir, ben NBA tarihinin en kötü yetenek gözlemcisi olabilirdim. Yakalayacakları büyük başarılar hakkında bazı takım arkadaşlarımı gözden kaçırmıştım ama LeBron’ın yıldız olacağını görmek için parlak bir gözlemci olmanıza gerek yoktu. LeBron bunu daha en başından gösteriyordu. Ham yeteneği ve atletik becerileri vardı. Onun gelişimini ve hep yeni parçalar eklemesini ön sıradan izledim. Muhteşemdi. İzlemesi büyük keyifti.
Larry Hughes: Genç bir oyuncu olarak Bron’ın iyi bir düşünce akışı vardı. Önce dinler, kendisi için en mantıklı olan şeyleri uygulardı. LeBron, uçakta ve soyunma odasında hem tecrübeli oyuncularla hem de takıma yeni katılan isimlerle, takım arkadaşları ile sohbetler ederdi. Herkesin oyun görüşü ile ilgili açık bir bakışı vardı. Bu gerçekten fark yaratıyordu. Büyük oyuncu olacağı belliydi. Tüm fiziksel becerilere sahipti. Fakat zihni, hepsinin üzerindeydi. Sadece oyunla ilgili düşünceleri değil, takım arkadaşları ile ilgili düşünceleri ve herkesin bakış açısını anlamaya çalışması ile de farklıydı.
Scott Williams: Her zaman çok güçlüydü, orası kesin. (Gülüyor) Antrenman kampının ilk günlerinde ben savunmamdan övgüyle söz ediyordum. Sadece tek bir oyun biliyordum. Antrenmanda genelde LeBron’a karşı oynuyordum. Bir keresinde bulduğu koridordan potaya gitmek istedi ve ben önüne çıktım, hücum faul almaya çalıştım. Doğru yerdeydim. Uzun zamandır hissetmediğim bir güçle bana çarptı. İlk düşüncem, ona zarar vermediğimi ummak oldu. İkinci düşüncem ise onun bana zarar vermediğini ummak oldu. Gözümde şimşekler çakıyordu. Çok sağlam çarptı. O yerden kalktı ve beni diğer tarafa doğru çekti.
Brendan Haywood: Ben Dallas’tayken LeBron, Miami’ye gitmeyi düşünüyordu. Heat‘e gitmeden önce başka oyuncuları Cleveland’a gitmeye ikna ediyordu. Ben de bilmediğim bir numaradan bir mesaj aldım. LeBron’dan geliyordu. “N’aber? Ben King James” yazmıştı. Kendisine “King James” demesi biraz garipti ama cevap verdim. Cavs için oyuncu almaya çalıştığını söylüyordu. Piyasada bulabileceklerimi vermeyeceklerini bildiğini söyledi ama maaşımda biraz indirime gidip özel bir şeyin parçası olmak isteyip istemediğimi sordu. 92 Bulls‘ta oynamak için bile indirim yapmazdım. Dostum, sen saha dışında 100 milyon dolar kazanıyorsun. Bu benim son fırsatım! Şampiyonluk kovalamak için maaşımda indirim yapacak kadar para kazanmadım kariyerimde. Ona karşı o kadar çok playoff serisi oynadım ki onu başka bir oyuncu olarak görüyordum. Ligde oynadığınız zaman diğer oyunculara farklı bakıyorsunuz. O, benden geçti. Onu herhangi biri gibi görüyordum.
Michael Jordan, takımınıza “kazanma” kimliği anlamında nasıl katkı yaptı?
Scott Williams: MJ’in hırslı yapısı, başka bir seviyeydi. Her zaman için kendimi hırslı biri olarak görmüşümdür. Herhangi bir sporda profesyonel olmuş kimsenin öyle bir hırsa ve agresifliğe sahip olduğunu sanmıyorum. Kimse bu konuda Michael gibi değildi. Bu konu yazılıyor çiziliyor. Fakat çaylak yılımda onun henüz şampiyonluk yüzüğü yokken MJ ile oynadım. Bir oyuncunun yaptığı her şeye bu kadar asıldığını hiç görmemiştim, sabah kalkar kalkmaz böyle uyanıyordu. Antrenman tesisindeki durumundan bahsetmiyorum bile. Bütün gün, gece nihayet yatana kadar böyle. Tek düşündüğü şey NBA şampiyonluğuydu. Konsantrasyonu başka bir seviyedeydi. Çok acayipti. Antrenmanlardaki yoğunluk yüzünden insanın tüyleri diken diken oluyordu. Maçlardan bahsetmiyorum bakın, antrenmandan bahsediyorum! Antrenman kamplarımız, playoff basketbolu gibi geçiyordu. Bu adam hasta gibiydi bu konuda. İnsanların onu bu konuda tam olarak anlayabildiklerini sanmıyorum.
Brendan Haywood: Mike, kalbinizi söküp almak isterdi. Ondan korkmanızı isterdi. Mike hem hücumda hem de savunmada sizi domine etmek isterdi. Bu anlamda farklılar. Sizinle trash talk yapmak isterdi. Onu savunamayacağınızı size bildirmek isterdi. Antrenmanda bazı günler Byron Russell’a söyledikleri utanç verici şeylerdi. Bu adamın peşini bırakmazdı! Onu sevmediğinden falan da değil. Karakteri böyleydi. Antrenmanda mücadele ederlerdi ama Russell, cezayı sanki severdi. O da her gün MJ ile trash talk yapardı. Fakat o savaşı kazanamazsınız. Bir gün MJ onu mahvediyordu ve kaldırıp maçı kazandıran şutu attı. Dedi ki “Bu yüzden sana ‘yürüyen güzel hareket’ diyorlar. Kendi hareketlerin olduğu için değil de ben hepsinin içinde olduğum için.” İşte en iyi cinsten trash talk buydu. Konu orada kapandı.
MJ, iyi oynuyorsanız sizi severdi fakat iyi oynamıyorsanız sizi sevmezdi. Kwame Brown’a bakın. Hepimiz Michael’ı idol alarak büyüdük. MJ ona sataştığı zaman onu yaraladı çünkü eleştiri, Jordan’dan geliyordu. 19 yaşında ve Michael Jordan ona takmış. Tamamen farklı. Kwame, başka bir takım tarafından seçilse bambaşka bir kariyeri olabilirdi. Bir yere gitmesi, oynaması, hatalar yapması ama gelişmeye devam etmesi gerekiyordu.
Scott Williams: Hiç şampiyonluğu yokken üç şampiyonluğa giden yolunu gördüm. Bazı hareketlerini yumuşatmıştı. Maç günlerinde o canavar gibi yanı yine oluyordu fakat etrafına her gittiğinizde de Ekim 1990’da olduğu gibi sizi saran hâli yoktu artık. Onunla Washington’da oynayan oyuncular için antrenmanların nasıl geçtiğini merak ederim. Benim çaylak yılımdaki antrenmanlara benziyor muydu hiç bilmiyorum.
Larry Hughes: MJ, üçgen hücumda oynuyordu. Ayrıntılara verdiği önem ile her açıyı üst düzeyde anlıyordu. Üçgen hücumu o yönetmezse başarılı olmuyordu. Bron da setleri hatırlayıp analiz etme konusunda benzer. Bunları görebildiği zaman ister devrede ister molalarda gerektiği yerde gereken şeyi yapma konusunda o bilgiyi kullanabiliyor. Benim onlarla oynadığım dönemde kariyerlerinde bulundukları nokta açısından farklı bir durum.
Brendan Haywood: Biz, tüm hücumu 40 yaşında, yaşlanmış bir süper yıldıza bağlı bir takımdık ve playofflarda sekizinci sıradan girmek istiyorduk. O dönemde sadece top oynadığımı düşünüyordum ama yaşım ilerledikçe düşündüm ki takım kurmak için en aptalca yollardan biriydi bu. Genç oyuncularınıza fırsat vermeli, onlara şans tanımalı ve hata yaparak gelişmelerine izin vermelisiniz.
LeBron, takımınıza “kazanma” kimliği anlamında nasıl katkı yaptı?
Brendan Haywood: En büyük ortak noktalara, kazanmaya yaptıkları katkı fakat tamamen farklı yollar seçiyorlar. Bu yüzden de LeBron’ın her zaman Mike ile kıyaslanması hiç adil değil. Mike gibi oynamıyor! Mike gibi sürekli domine etmeye çalışmıyor! LeBron sahada bütüncül bir oyun oynamak istiyor. Bron, daha ziyade Magic Johnson gibi ama atletizmi bir üst seviyede. Bu da inanılmaz şeyler yapmasını sağlıyor. LeBron, 8-10 asist yapmak istiyor. Ribaund almak istiyor. 26-27 sayı atmak istiyor. Sayı atmamayı dert etmiyor. Sizi mahvetmeye çalışmıyor. Kaç sayı atacağı onu düşündürmüyor.
Scott Williams: Garip bir yıl oldu. 2020 b*k gibi geçti. Bunu söyleyelim. Fakat bu kopuk sezonda birçok takım, kendi oyununun dışına çıktı. LeBron ve liderliği burada fark yaratıyor. Sezon tekrar başladığında o takımına tekrar enerji ve konsantrasyon verebildi. Bir takımın bir maçta ne kadar mücadele edeceği konusunda en büyük etkiyi sahadaki oyuncular yapar. Koçlar, setleri çizer ama oyuncular konsantre değilse bitiricilikleri ağır kalır. Şampiyonluğu bilen böyle bir yıldızınız ve Anthony Davis gibi iştahlı bir genç oyuncunuz varken herkesi bir araya getirebilirsiniz.
LeBron’a dair fark ettiğiniz en büyük değişiklikler neler?
Larry Hughes: Ben Bron ile oynarken henüz yeni çıkış yapan genç bir yıldızdı. Yarı sahayı geçer, perde üzerinden şut atar ya da uzak bir üçlük için bir adım kenara gelirdi. Normaldi de bu, her gün onun için oynanıyordu fakat şampiyonluk kazanmaya, yüksek seviyelere çıkmaya çalışıyorsanız basketbolun nasıl oynanacağına dair bir anlayış var. O tüm yeteneğe sahipti. Sadece LeBron için doğru sistemi ve teknik ekibin doğru yönlendirmesini bulmak gerekiyordu. Takım arkadaşları, onun şampiyonluk basketbolu oynaması için ne yapacaktı? LeBron biraz kalıplandığında ve koç eğitimi aldığında çıkışa geçeceğini biliyordum.
Scott Williams: Savunmaları ve onu nasıl savunacaklarını anlama yeteneğini kattı kendisine. Tabii dış şut kattı. Daha ikinci yılında edindi bunu. Takımların ona karşı nasıl oynayacağına, topu nasıl paylaşacağına, topu yere vurma yeteneklerine, soyunma odasında nasıl lider olacağına dair algılarını geliştirdi. Bazen başlarda ligdeki tecrübeli oyunculara danışırdı fakat o yetenekleri ile liderlik rolüne giden olgunlaşma süreci, sahada koçların uzantısı olma, takım arkadaşlarını motive etme, onları antrenmanda daha iyi olmak için iştahlandırma sürecini yaşadı. İster sadece oyun planını sahaya koyma konusunda olsun, ister sezon arasında hazırlık ve adanmışlık sürecinde olsun, takım arkadaşlarına sorumluluklar yükledi.
Larry Hughes: Bana göre sadece basketbolda gelişmedi. İnsan olarak da çok olgunlaştı. Kendi sesini duyurabiliyor. Liderlik edip hak ettiği ilgiyi görebiliyor. Ben onunla oynarken genç bir oyuncuydu. Cleveland’daki gibi iyi oynama, yetişkin bir karar vererek kariyer hedeflerini Miami’de kovalama fırsatı vardı. O karar nedeniyle gördüğü tepkilere, o tepkileri nasıl yönettiğine ve o sürecin onu nasıl yoğurduğuna tanıklık ettim. Benim bakış açımdan, o sürec onun neleri başarmak istediğini anlamasını sağladı. Ben böyle gördüm. Sahada güçlü bir isim. Sesiyle de güçlü bir isim. Bence Miami’ye gitmese buna sahip olamayabilirdi.
Scott Williams: Saha dışındaki aktivizmini de gördüm, I Promise School’da olduğu gibi. Topluma verdikleri de çok önemli. Sosyal adalet ve oy haklarına dair ilgisi çok etkileyici. Gerçekten kendi başına bir figür oldu. Tüm bunlar, ben Cleveland’dan gittikten sonra yaşandı. Birçok gence verdiği mesaj çok kıymetli. Onlara, oylarının ne kadar güçlü olduğunu fark ettiriyor.
Brendan Haywood: Kariyerinin başlarında LeBron, toplum için pek bir şey yapmıyordu. Bunun da sebebi gençliğin gençlerle harcanıyor olması. Gençken, NBA’deyken sadece basketbola odaklanıyorsunuz. Yaş aldıkça, daha fazla şey öğrendikçe ve topluma bir şeyler verme sorumluluğunuzu fark ettikçe bir uyanış yaşamaya başlıyorsunuz. LeBron, onu birkaç yıl önce yaşadı fakat asla sosyal adalet konusunda konuşmadık. I Promise School projesini düşündüğünü bilmiyordum. Sosyal adalet son dönemde ön plandaki bir konu. Ben onunla daha ziyade basketbol konularında konuştum. O yüzden toplum için yaptıkları inanılmaz. Siyah halkın buna ihtiyacı var ve toplum için bir şeyler yapma meselesi söz konusu olunca birçok yıldızın onun izinden gitmesi gerekiyor. O, sesini çıkarmaktan çekinmiyor. Konuştuğu konulara yatırım yapmaktan çekinmiyor. Topluma yatırım yapmaktan çekinmiyor. LeBron gibi insanların bunları daha fazla yapması gerekiyor. Bu güce ve etkiye sahip olduğunuz zaman insanlar sizinle çalışmak istiyor. O, genç oyuncuların takip etmesini umduğum bir emsal oluyor. Onunla daha fazla gurur duyamazdım. Topluma bir şeyler katma konusunda yüreğini ve ruhunu bu işe verdi.