By Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
NBA’de çılgın maç sonlarının ve takas dedikodularının ön plana çıktığı bir haftayı geride bıraktık. Los Angeles Lakers, 7 maçlık deplasman turuyla sezonunun hikayesi açısından bize bazı ipuçları verirken Dallas Mavericks kötü gidişatını bir şekilde durduramadı. New Orleans Pelicans‘ın yeni bir yola giriyor gibi gözüktüğü haftada Kobe Bryant’ın 1. ölüm yıl dönümü de en çok konuşulan konulardan birisyidi.
Lafı daha fazla uzatmadan geride bıraktığımız haftanın ön plana çıkan olaylarına geçiyoruz:
Dallas Mavericks, Sezonunu Nasıl Kurtaracak?
Geçen yıl Luka Doncic önderliğinde Dallas Mavericks, çok etkileyici bir sezon geçirmişti. Sakatlıkları sebebiyle zaman zaman, özellikle playofflarda Kristaps Porzingis’ten yararlanamasalar da Doncic, etrafındaki şutörlerle birlikte muhteşem bir hücum takımını ortaya çıkarmaya başarmıştı.
117.50’lik hücum ratingine sahip olan Mavericks, sadece ligi bu alanda lider bitirmekle kalmıyor aynı zamanda tarihe geçen bir hücum performansının altına imzasını atıyordu. Ancak yaz döneminde kadroda çok dramatik değişiklikler yaşanmasa da Mavericks şu anda ligin en verimli 18. hücumuna sahip.
Bu durumda tabii ki çeşitli faktörlerin etkisi var. Luka Doncic, sezona pek de formda girmemişti. Yıldız oyuncunun son maçlarda artan bir performansı var fakat son 2-3 haftada da takımda ortaya çıkan Covid-19 vakaları sebebiyle bir türlü tam kadro oynayamadılar.
Bu da onların genel olarak performansına fazlasıyla yansıdı. Oynadığı son 10 maçta sadece 2 galibiyet alabilen Mavericks, 8-12’lik derecesiyle batı konferansının 13. sırasında yer alıyor. Seneye playofflarda saha avantajını alabilirler mi acaba sorusuyla giren Mavericks’i bu noktada görmeyi kimse beklemiyordu.
Mavericks’in şu anda lig genelinde %33.1’lik şut yüzdesiyle en kötü ikinci üç sayı takımı konumunda. Bunda Luka Doncic’in %29.4’lü üçlük atmasının tabii ki etkisi var. Eksik oyuncuların dönmesi, Doncic’in daha da forma girmesiyle bu tarz sorunların üstesinden gelebilir Mavericks. Ancak bu durum konferansın üst basamaklarına çıkmaları için yeterli olur mu orası bir muamma.
Şu anda 8. Warriors’ın tam 3 maç gerisindeler. Play-in formatıyla birlikte Mavericks’i playoffların dışında tutmak pek de kolay olmayacaktır. Kendilerini direkt olarak ilk 8’e atamasalar bile Dallas’ın bir şekilde sezon sonunda etrafta olacağını biliyoruz. Ancak batıda rekabetçi olmaya çalışan bu kadar çok takım varken, play-in’den playoffa kalıp ilk turda Los Angeles Lakers ya da Los Angeles Clippers gibi bir takımla playoff eşleşmesi oynamak Mavericks’in playofflarda başarılı olma iddiasına fazlasıyla zorluk çıkartacaktır. Sezon başında yaşanan bu talihsizliklerin faturası, Mavericks’e ağır kesilebilir.
New Orleans Pelicans’ın Yolu
Serbest oyuncu pazarını ve takas dönemini en ilginç geçiren takımlardan birisi de New Orleans Pelicans’tı. Jrue Holiday karşılığında Milwaukee Bucks’tan birçok draft hakkı aldıkları takasta kadrolarına Eric Bledsoe gibi Lonzo Ball ile birlikte uyumlu bir oyun sergilemesi dış şut zaafları sebebiyle zor olan bir oyuncu ekliyorlardı.
Bu hamleyi takip eden bir başka takasta Zion Williamson’ın yanında oynaması için Steven Adams gibi kaliteli ancak hücumda yapabildikleri kısıtlı olan, takımın sete set hücumundaki alan paylaşımına pozitif katkısı çok sınırlı olan bir oyuncuyu ekleyince Pelicans’ın verimli bir hücum takımı haline gelmesi çok daha zora girdi.
Zion Williamson, fiziksel olarak eşine benzerine az rastlanan bir oyuncu olsa da şu ana kadar hem kendisine hem de takım arkadaşlarına kolay sayı üretebilme açısında pek de NBA seviyesinde olmadığını gösterdi. Bununla birlikte Zion’ın hakkını korumak gerekirse Adams gibi bir uzunla beraber oynaması da alan paylaşımı açısından onun da pek işini kolaylaştırmıyor.
Pelicans’ın ilk beşine baktığımız zaman özellikle sete sete hücumunda ne bireysel skorunu üretme ne de şut atarak takım arkadaşlarına alan sağlama konusunda iyi olmayan 4 tane oyuncuyu karşımızda buluyoruz. Takımın yarı sahada elinde bulunan en iyi bitirici ve yaratıcının Brandon Ingram olması da hücumun bütün yükünü onun omuzlarına bindiriyor ve bu da Pelicans hücumunun fazlasıyla sıkışmasına neden oluyor.
Şu ana kadar oynadığı maçlarda 7-11’lik bir dereceye sahip olan Pelicans, batı konferansının sondan ikinci sırasında bulunuyor. Daha da kötüsü takım ne kadar sezona umutlu girmiş olsa da eldeki kadroyla özellikle batı konferansında rekabetçi olmak pek de kolay değil. Ki Pelicans da aynı fikirde olacak ki geçtiğimiz hafta içerisinde Eric Bledsoe, Lonzo Ball ve JJ Redick gibi önemli kısa oyuncuları takas marketine koyduklarına dair haberler çıktı.
Pelicans’ın son dönemde yaptığı Anthony Davis ve Jrue Holiday takaslarıyla birlikte elinde ciddi bir draft hakkı cephanesi var. New Orleans ekibi bu oyuncuları takas ederek hem bu cephaneyi güçlendirme hem de Nickeil Alexander-Walker ve Kira Lewis gibi genç oyuncularının daha çok süre alarak pişmesini amaçlıyor.
Bu hamlelerin doğasına bakınca da Pelicans’ın sezonun erken kısmından itibaren önümüzdeki yıllarda Ingram – Zion etrafına daha sağlıklı bir çekirdek kurmaya çalıştığını anlayabiliyoruz. Ingram son dönemlerde çok ciddi gelişim gösterse de özellikle Zion’ın oyun tarzı sebebiyle bu çok kolay bir iş değil. Pelicans’ın sağlıklı bir yapı kurması için önünde uzun bir yol var. New Orleans temsilcisi de erken kalkan yol alır düşüncesiyle şimdiden bu alana yatırım yapmaya başlamış gibi gözüküyor.
Los Angeles Lakers’ın Şakası Yok
Los Angeles Lakers’ın şampiyonluğunun üzerinden sadece 3.5 ay geçti. Alışılmışın dışında NBA takvimi sayesinde çoktan bir sonraki sezonun ilk 20 maçını devirmiş durumdayız. Bu kadar kısa aranın verildiği, antrenmanların gerek sıkışık takvim yüzünden gerekse sağlık ve güvenlik protokolleri nedeniyle doğru düzgün yapılmadığı bir dönemde birçok kişi Lakers’ın sezona daha rölantide girmesini bekleyen bir kitle vardı.
Hatta açık konuşmak gerekirse ben de sezonun ilk kısmında 37 yaşına giren LeBron James ve sakatlık sorunları yaşayan Anthony Davis’i daha fazla dinlendirerek normal sezonun ilk kısmını çok da kafaya takmayacaklarını düşünüyordum. Sonuçta ligin en iyi yıldız ikilisine sahip son şampiyonun playofflar geldiğinde herkese karşı yine favori olacağı kesindi. Ancak Lakers, sezonun ilk kısmında sergilediği tutum ve gösterdiği performansla benim gibi düşünenleri haksız çıkarmayı başardı. 22 Ocak tarihinde Milwaukee Bucks galibiyetiyle başlayan 7 maçlık deplasman turundan önce de 11-4’lük bir dereceye sahiplerdi.
Buck karşısında alınan galibiyetle başlayan deplasman turunun ilk kısmında Lakers gayet iyi bir performans gösteriyordu. Bulls’u farklı geçtikleri maçın ardından LeBron James’in eski takımı Cavaliers’a 46 sayı attığı maçta gayet zorlu geçen bir karşılaşmayı da galibiyetle kapatıyorlardı. Fakat bu mücadeleden 2 gün sonra oynanan Philadlephia 76ers maçında işler biraz değişti.
Sixers, doğu konferansında sezonun en formda takımı ve Joel Embiid de gerçekten sene başından beri inanılmaz bir basketbol oynuyor. Buna rağmen Lakers, galibiyetin Tobias Harris’in attığı son şutu kaçırması kadar yakındı. Bu karşılaşmadan hemen sonraki gün Davis’in sakatlığı sebebiyle oynamadığı karşılaşmada ligin dip kısmında yer alan Pistons karşısında gelen yenilgi biraz şüpheleri uyandırmıştı.
Ancak Lakers, bu mağlubiyetlerin ardından şampiyona yakışan bir geri dönüşle ezeli rakibi Boston Celtics deplasmanında galibiyetle geri dönmeyi başardı. Bu maç özelinde koç Frank Vogel’ın da rotasyonu daraltması, Lakers’ın daha playoff rotasyonuna benzer bir rotasyonda sahada yer alması galibiyeti onlara getiren faktör oldu.
Lakers’ın deplasman turunda geriye sadece Atlanta Hawks ile oynayacakları maç kaldı. Bu maçın kolay geçmeyeceğini Hawks’ın bu sezon oynadığı diğer büyük maçların skorlarına bakarak gayet rahat anlayabilirsiniz. Buna rağmen Los Angeles, bu deplasman turunda son şampiyonun şakası olmadığını herkese gösterdi.
Russell Westbrook Deneyimi
Sene başında John Wall karşılığında Russell Westbrook’u kadrosuna katan Washington Wizards, yaşadığı sakatlıklar sebebiyle performansı hakkında soru işaretleri olan bir oyuncuyu takımdan yollarken fiziksel durumundan daha emin olacağı bir yıldızı kazandığını düşünüyordu. Ancak sezonun ilk kısmında Russell Westbrook’un parkede pek de sağlıklıymış gibi durduğunu söylemek pek de mümkün değil.
Bu sene oynadığı ilk 10 maçta 30 sayının üzerine hiç çıkamayan Westbrook, Wizards’a geldiği günlerde Bradley Beal ile birlikte başkent ekibini playofflara taşıyıp taşıyamayacakları konuşuluyordu. Ancak Wizards, dün gece Brooklyn Nets karşısında aldığı mucizevi galibiyetle derecesini 4-12’ye geliştirdi ve doğu konferansının son sırasında yer alıyor.
Bu tabloda ilk 10 maçında 18.9 sayı – 9.6 asist – 9.3 ribaunt ortalamalarına sahip olan ve saha içinden %38.1’le şut atan Westbrook’un da önemli bir payı var. İstatistikleri fena gibi gözükmese de verimlilik anlamında gayet sorun çeken Westbrook, savunma yapmak için neredeyse hiç çabalamayan Wizards gibi yetenek tavanı çok da yüksek olmayan bir takımın 2 hücum taşıyıcısından biri olunca işler ister istemez sarpa sardı.
Westbrook’un ilerleyen yaşı ve yaşadığı sakatlıklarla birlikte fiziksel olarak bir noktada yavaşlamaya başlayacağı ortadaydı. Ki bunun emarelerini son yıllarda da görüyorduk. Şu anki halinin de Wizards’ın sezonunu kurtarmak için yeterli olmadığı ortada. Eğer son günlerde çok konuşulan Bradley Beal takası gerçekleşirse, Westbrook’un liderlik ettiği vasat Wizards kadrosunu izlemek ilginç bir deneyim olabilir.
Kobe Bryant’sız 1 Yıl
Geride bıraktığımız haftanın tartışmasız en büyük gündem maddelerinden birisi de NBA ve Los Angeles Lakers dünyasının efsane ismi Kobe Bryant’ın ölümünün birinci yıl dönümüydü.
Pau Gasol’ün eski takım arkadaşına kardeşim diye seslendiği mektubu okumaktan, Black Mamba’ya karşı ve onunla birlikte oynamış oyuncuların anılarını, hikayelerini dinlemek geride bıraktığımız hafta boyunca en fazla yaptığım şeylerden birisiydi. Özellikle ESPN’den Rachel Nichols’ın NBA’in yıldızlarıyla yaptığı ve “İlk kez Kobe’ye karşı oynadığınızda neler hissetmiştiniz?” sorusuna dayanan röportajı, beni hem duygulandırdı hem de Kobe’yle alakalı hafızamda oluşan ilk anıları canlandırdı.
İzlediğim ilk NBA maçının 2001 yılında Sixers ile Lakers’ın oynadığı final serisine ait olduğunu hayal meyal hatırlıyorum. Ama ne hangi maç olduğunu ne de Kobe’nin tam olarak nasıl oynadığını doğal olarak hatırlayamıyorum. Ama ilerleyen yıllarda birçok Kobe Bryant anısına hem ergenlik yıllarını basketbol oynamış hem de bir Boston Celtics taraftarı olarak fazlasıyla hakimin.
Dönüp bakınca doğal olarak hafızalarda ilk canlanan şey Kobe’nin 81 sayılık performansı oluyor. Ki o performansın da geçtiğimiz günlerde 15. yıl dönümüydü, Kobe’nin ölüm yıl dönümünden birkaç gün önce olan bu tarih de o maçın özetini tekrar izlerken farklı bir acı verdi.
Daha sonrasında aklımda canlananlar ise Dallas Mavericks’e attığı 62 attığı karşılaşma, Phoenix’e karşı attığı son saniye basketi, 60 sayılık son maçı, kopuk aşil tendonuyla attığı faul ve Celtics taraftarı olarak izlediğim Final serilerinde hissettirdiği korkuyla karışık saygı ve Black Mamba karakteri oldu. Kobe’nin emekli olduktan sonra nasıl bir hayat yaşadığı; kendisini kızlarına nasıl adadığı ve birçok profesyonel sporcunun emekli olur olmaz sahip olamadığı iç huzuru nasıl keşfettiği defalarca anlatıldı.
Geride bıraktığımı 1 yıl boyunca verdiği eski röportajlardan katıldığı canlı yayınlara, kendi özel hayatını ve düşünce yapısını hayranlarına açtığı videoları izledikçe doğrusuyla yanlışıyla Kobe’nin ne kadar ders çıkarılabilecek bir hayat yaşadığını bir kez daha anladım.
Basketbol oynarken hareketlerini taklit etmeye çalıştığım ergenlik yıllarımdan, hayata ve işine karşı yaklaşımını izlediğim daha yetişkin hayatıma kadar Kobe’yi ilk izlediğim günden beri farklı konularda bana ilham vermeye devam ediyor. Hayatını kaybettikten sonraki 1 yılda da bu durum hala değişmedi. Tüm anılar ve dersler için bir kez daha teşekkürler Mamba…
Efsanevi maç sonları
Basketbolun en heyecanlı anlarından birisi de şüphesiz son saniyelerde gelen maç kazandıran basketler. Bu basketler bazen öyle senaryolarla gerçekleşiyor ki aksiyon filmlerinde görseniz “e abi bu kadar da abartılmaz” dediğiniz anlar parkelerde yer alabiliyor.
Geride bıraktığımız haftada da tam olarak böyle iki maç sonuna şahit olduk. Bu iki karşılamada da geride olan takım, yaklaşık 12 saniyede 5 sayı geriden gelerek galibiyeti almayı başardı.
İlk olarak 30 Ocak günü oynanan Portland Trail Blazers – Chicago Bulls maçında Damian Lillard, son 10 saniyede bulduğu 2 üç sayılık basket ile takımını 123-122’lik galibiyete taşımayı başardı. Lillard 44 sayı – 9 asist – 5 ribaunt ile oynadığı maçı bu şaheser maç sonuyla süslemeyi başardı.
#NBA @trailblazers – @chicagobulls maçının nefes kesen son anları…???pic.twitter.com/V9tlDhq0Eu
— Eurohoops Türkiye (@EurohoopsTR) January 31, 2021
Dün gece de Washington Wizards, ligin son dönemdeki en korkutucu takımlarından Brooklyn Nets’i son saniyelerde Bradley Beal ve Russell Westbrook’un kaydettiği üç sayılık atışlarla 5 sayı geriden gelerek devirdi. Russell Westbrook maçı 41 sayı – 10 ribaunt – 8 asistle tamamlarken Bradley Beal da 37 sayı – 6 ribaunt ile tamamladı.
BEAL FOR 3.
MATHEWS STEALS IT.
RUSS FOR 3.The @WashWizards erase a 5-point deficit in the final seconds, from EVERY ANGLE! pic.twitter.com/aA5iLhdAaS
— NBA (@NBA) February 1, 2021
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!