By Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
NBA’de sezon başlarken Şubat ayının ortasındayken Utah Jazz‘in lig lideri olacağını söyleseler büyük olasılıkla çoğu basketbolsever bunu çok ciddiye almazdı. Ancak hem saha içinde hem de saha dışında sıra dışı bir sezon geçirdiğimiz NBA’de Utah Jazz‘in gösterdiği muhteşem performans devam ediyor ve oynadıkları basketbolla da ligin tepesine kurulmuş vaziyetteler. Bununla birlikte geride bıraktığımız dönemde Stephen Curry’nin istatistiksel olarak MVP seçildiği son seneye yakın performansı, Zion Williamson’ın oyunundaki gelişme, Boston Celtics‘in bir türlü dur diyemediği düşüşü ve
Utah Jazz’in Şakası Yok
Şu anda batı konferansının lideri olan ve NBA’deki en iyi dereceye sahip olan Utah Jazz, etkileyici bir haftayı daha geride bıraktı. Arka arkaya Indiana Pacers, Boston Celtics, Milwaukee Bucks ve Miami Heat‘i deviren Utah ekibi, oynadığı basketbolla da herkese şu ana kadar gösterdikleri performansın geçici olmadığını gösteriyor. Geçen hafta aldıkları galibiyetlerin hepsi etkileyiciydi ancak doğu konferansının en ciddi şampiyonluk adaylarından birisi olarak görülen Bucks karşısında oynadıkları oyun ve maçı kazanma şekilleri çok büyük bir övgüyü hak ediyor.
Cuma akşamı Bucks’a karşı maçın ilk anlarından itibaren üstünlük kuran Jazz’de tam 4 oyuncu 25 sayının üzerine çıkmayı başardı ki bu isimlerin arasında Mike Conley ve Bojan Bogdanovic de bulunmuyordu. Oynadıkları son 19 maçın 18’ini kazanan ve üst üste 7 galibiyet alan Jazz, zorlu batı konferansının zirvesinden inmeye hiç de niyeti yokmuş gibi gözüküyor.
Jazz’in özellikle hücum tarafında üç sayı çizgisinin gerisinden gösterebilecekleri etkinlik, kadrolarına baktığınız zaman gözünüze çarpabilecek en net sorun olarak karşınıza çıkıyor. Fakat Jazz takımı, üç sayı çizgisinin gerisinden kötü attığı gecelerde bile üst seviye bir hücumu sahaya yansıtmayı başarıyor. Utah ekibi, yayın gerisinden kötü şut attığı günlerde bile boyalı alana agresif şekilde saldırıp sayı üretmeyi başarıyor. Bu da onların hem yüksek skorlu maçları hem de daha düşük tempolu geçen karşılaşmaları kazanmalarını sağlıyor.
Geride bıraktığımız ay boyunca Jazz’in gösterdiği dominasyon tabii ki sezon sonuna kadar devam etmeyecektir. Ancak sezona 4-4’lük dereceyle başlayan Utah ekibinin oynadığı son 19 maçın 18’ini kazanmış olmasını da göz ardı etmemek gerekiyor. Bu süre boyunca Jazz, neredeyse oynadığı her takıma hem oyun hem de skor anlamında üstünlük kurmayı başardı. Şu anda ligin en iyi hücum ve savunma takımlarından birisi olduklarını söylemeye çekinmek için hiçbir sebebimiz yok.
Burada takım halinde kolektif bir basketbol oynayan Jazz takımı varken koç Quin Snyder’ın da hakkını vermek gerekiyor. NBA koçlarının genellikle normal sezonda pek yapmadığı takımını maç maç hazırlama ve rakibe göre savunmada ve hücumda ufak detayları değiştirme konusunda da önemli bir iş çıkarıyor. Jazz’in özellikle Bucks karşısında aldığı galibiyette Giannis Antetokounmpo’yu savunma konusunda bunu net şekilde gösterdiler.
Jazz’in fikstürünün zor bir kısmında olduğunu da belirtmek gerekiyor. Utah ekibi önümüzdeki 5 karşılaşmad sırasıyla Philadelphia 76ers, Los Angeles Clippers, Charlotte Hornets ve Los Angeles Lakers ile karşılaşacaklar. Bu süreci iyi geçmeleri durumunda hem batı konferansındaki hem de lig genelindeki üstünlüklerini iyice pekiştirebilirler.
Zion Williamson Seviye Atlıyor
Diz sakatlığı sebebiyle geçen sene normal sezonun çok ufak kısmında oynayan Zion Williamson, basketbolseverleri heyecanlandıran bir performans sergilemişti. Ancak yıldız oyuncu, Orlando Fanusunda oynanan karşılaşmalara bu performansını taşıyamayınca devamlılığı ve genel olarak yıldız potansiyeli hakkında da bazı soru işaretleri oluşmuştu.
Ancak bu sezon takımın net şekilde liderlerinden birisi haline gelen Zion, özgüveninin de artmasıyla birlikte özellikle son dönemde çok daha ayrı bir basketbol oynamaya başladı. Özellikle potaya yüzü dönük şekilde de daha etkili oynamaya başlayan Zion, bunun sayesinde durdurulması çok daha zor bir oyuncu haline gelecek gibi gözüküyor.
Sezon öncesinde Zion ve Steven Adams’ın beraber oynadığı dönemlerde takımda Lonzo Ball ve Eric Bledsoe gibi dış şutu soru işareti oluşturan oyuncular olduğu için New Orleans Pelicans‘ın nasıl hücum edeceği ciddi bir sorundu. Pelicans‘ın bu sorunların üzerinden tamamen geldiğini söylemek doğru olmaz ancak oynadıkları son 11 maçta gösterdikleri hücum performansıla offensive rating istatistiğinde lig genelinde 7. sıraya kadar çıkmayı başardılar. Bunda dış şutlarını, sezonun ilk kısmına göre daha verimli kullanmalarının önemli bir etkisi olsa da esas farkı yaratan Zion’ın potaya daha fazla penetre etmesi ve takım arkadaşlarına uygun şut pozisyonları hazırlamasının çok önemli rolü var.
Ocak ayının sonundan beri çembere çok daha fazla penetre etmeye başlayan Zion, topu rakip yarı sahaya daha fazla taşımaya ve Pelicans’ın hücumunu çok daha fazla kontrol etmeye başladı. Koç Stan Vun Gundy, Zion’a topu emanet edip onu çok daha fazla pick and roll aksiyonuna sokuyor ve bu da genç yıldızın hem çembere daha kolay gitmesini hem de boştaki takım arkadaşlarını bulmasını daha kolay bir hale getiriyor.
Bunlara ek olarak Zion’ın oyununun zaaflarından birisi olarak görülen faul çizgisinde de gösterdiği gelişimi göz ardı etmemek gerekiyor. Geçen sene boyunca faul çizgisinden %61’le oynayan yıldız isim, son 14 maçta kullandığı faul atışlarında %75.6’lık bir isabet oranı yakalamış vaziyette. Bu karşılaşmalarda ortalama 8.0 kere faul çizgisine geldiği düşünülünce bu Zion için gayet önemli bir gelişim olarak göze çarpıyor.
Zion’ın savunmadaki zaafları ve sağlığıyla alakalı soru işaretlerini cevaplamak tabii ki çok daha uzun sürecektir. Ancak bu sezon 24.3 sayı – 6.8 ribaunt – 2.9 asist ortalamalarıyla oynayan yıldız oyuncunun özellikle son 3-4 haftalık dönemde gösterdiği performans, gelecek adına önemli sinyaller veriyor.
Stephen Curry, MVP Formuna Geri Döndü
Sezona Golden State Warriors‘ın kötü başladığı dönemde Stephen Curry’nin özellikle dış şutlarda etkisiz kalması, yıldız oyuncu hakkında bazı soru işaretlerini de gündeme getirmiş hatta onun liderlik özelliklerinin bile sorgulanmasına sebep olmuştu. Warriors‘ın hala ligin üst seviyedeki takımlardan birisini söyleyemeyiz ancak Steph niye jenarasyonunun ve tarihin en iyi oyuncularından birisi olduğunu herkese göstermeye devam ediyor.
Bu sezon 29.9 sayı – 5.4 ribaunt – 5.9 asist ortalamaları yakalayan ve şu anda %49.3 saha içi, %42.9 üç sayı ve %93.2’lik serbest atış oranına sahip olan Curry’nin en büyük silahı olarak her zaman üç sayılık atışları kabul edilmiştir. Ancak yıldız oyuncu bu sezon oyununun başka alanlarını da çok efektif şekilde kullanabileceğini parkeye adım attığı her anda kanıtlıyor.
Bu sezon son yıllarda alışık olduğumuzdan çok daha farklı bir Warriors kadrosu izliyoruz. Klay Thompson’ın sakatlığı ve kadroda gerçek bir ikinci yaratıcı diyebileceğimiz bir oyuncunun bulunmaması sebebiyle Curry’nin sorumlulukları haliyle çok daha fazla arttı. Curry’nin oyunundaki en büyük silahın üç sayı tehdidi olduğunun herkes farkında. Takım arkadaşlarının çok ciddi üç sayı tehdidinin bulunmaması da savunmaların yıldız oyuncuya odaklanmasını çok daha kolay hale getiriyor. Ancak buna rağmen Curry, önceki yıllarda alışık olduğundan daha dar alanlara saldırmak zorunda kalsa da çemberin 3 metre etrafından kullandığı iki sayılık atışlarda %57, kullandığı göz yaşı şutlarında ise %51’lik bir yüzde yakalamış durumda.
Yıldız oyuncunun performansının da MVP seviyesinde olduğunu söylemek gerekiyor. Evet, MVP oylamasında takım başarısının da neredeyse oyuncu performansı kadar önemli olduğunun farkındayız. Ancak Curry’nin bu sezon yakaladığı istatistiklerin oy birliğiyle MVP ödülünü kazandığı sezondan çok da farklı olmadığını belirtmek gerekiyor.
2015-16 | 30.1 sayı | 6.7 asist | 20.2 şut denemesi | 66.9% true shooting |
2020-21 | 29.4 sayı | 6.1 asist | 20.3 şut denemesi | 64.9% true shooting |
Curry’nin MVP adayı olduğunu söylemek tabii ki doğru olmaz. Ancak sene başında bir lotarya takımı gibi gözüken Warriors’ı 14-13’lük dereceyle batı konferansının playoff yarışının içinde tutmayı başaran Curry’nin en azından MVP adaylarından birisi olarak adının geçmesi gerektiği de aşikar.
Boston Celtics’in Önlenemez Düşüşü
Boston Celtics, sezona özellikle genç yıldızları Jaylen Brown ve Jayson Tatum’ın harika performansıyla fena olmayan bir giriş yapmıştı. Ancak son 1 ayda yeşiller adına işler iyice sarpa sarmış durumda. Takımın halihazırda dar bir rotasyona sahip olması sezon öncesi de Celtics hakkında yapılan en büyük eleştirilerden birisiydi. Geride bıraktığımız dönemde takım, çok ciddi bir sakatlık yaşamasa da dar rotasyonda kritik rol taşıyan isimlerin dönem dönem maç kaçırması hem devamlılık hem de oynanan oyunun kalitesi olarak Boston ekibine ciddi bir zarar vermiş gibi gözüküyor.
Celtics şu anda asist / top kaybı oranında 23., 100 pozisyon başına yapılan asist sayısında 26., hücum verimliliğinde 10., savunma verimliliğinde ise 17. sırada bulunuyor. Bu performansı gösteren bir takım için en iyimser tablo da bile vasat demekten başka bir şey elimizden gelmiyor.
Celtics’in dar rotasyonu hem savunmada hem de hücumda fazlasıyla işlerini zorlaştırıyor. NBA’in en az üç sayılık atış kullanan 9. takımı olan Celtics, Brown – Tatum ve Kemba Walker dışında gerçek bir dış yaratıcıya sahip değil. Yaratıcıya sahip olmayı geçtim, bir bitirici olarak da güvenebilecekleri oyuncuların kadroda yer aldığını söylemek doğru olmaz.
Belki de bu noktada sene başında takımdan ayrılan Gordon Hayward’ın yokluğunun, Celtics için ne kadar kritik bir rol taşıdığı bir kez daha gözler önüne çıkıyor. Hayward hiçbir zaman Celtics’te inanılmaz istatistikler yakalayan, takımı taşıyan bir oyuncu olmadı. Ancak sahada her şeyi en kötü ortalama seviyede yapabilen Hayward, Celtics’in çok daha dengeli bir hücum ve savunma takımı olmasını sağlıyordu.
Her ne kadar Hayward’ın Charlotte Hornets‘ten aldığı kontratın karşılığını verebilecek bir oyuncu olduğu ve yaşadığı sağlık sorunları sebebiyle Celtics kariyeri sorunlu olsa da Boston ekibinin onun seviyesinde bir kanat oyuncusunu aradığı da çok ortada. Tabii ki Celtics’in sorunlarını sadece Hayward’ın yokluğuna bağlamıyoruz. Eldeki malzemenin, oyuncuların gösterdiği efor seviyesinin ve koç Stevens’ın da tartışmalı kararları var. Ancak eldeki kadronun geriye hiçbir şey kazanmadan Hayward’ın takımdan ayrılmasını kaldıramayacak kalitede olduğu da ortada. Bu noktada da genel menajer Danny Ainge’in cevaplaması gereken çok fazla soru var gibi gözüküyor.
Damian Lillard ve Portland Trail Blazers’ın Yükselişi
Portland Trail Blazers, yaz döneminde kadrosuna yaptığı eklemelerle sezona belki de en güçlenerek girdiği düşünülen takımlardan bir tanesiydi. Fakat normal sezonun ilk kısmında savunmada gösterdikleri performansla birlikte Damian Lillard’dan sonra kadronun en iyi iki oyuncusu olan Nikola Jokic ile CJ McCollum’un yaşadığı sakatlıklar da Portland ekibi adına işleri daha zor bir duruma sokmuştu.
Ancak Damian Lillard’ın vites yükseltmesiyle birlikte Blazers, kötü gidişata dur diyerek tekrar yükselme trendine girmiş vaziyette. Bu sezon 29.2 sayı – 7.3 asist ortalamalarıyla oynayan Lillard, takımını taşımak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Lillard’ın kötü başlangıçtan sonra gösterdiği performansla etrafındaki oyuncuların da üretimini daha üst seviyeye çekmesi Blazers’ı batı konferansının beşinci sırasına kadar taşımış durumda.
Sezona MVP adaylarından birisi olarak giren Lillard, son dönemde gösterdiği harika performansla kesinlikle bu seviyede olduğunu bir kez daha kanıtlamış durumda. Liderlik olarak ligin en önemli oyuncularından birisi olarak kabul edilen Lillard, bu sene bu özelliklerini sonuna kadar kullanıyor. Blazers’ın sakat oyuncuların dönmesiyle birlikte ilerlemesi gereken daha çok yolu var. Ancak Lillard, Blazers’ı yıllardır olduğu gibi yine taşımak için elinden gelen her şeyi yapacak gibi gözüküyor.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!