By Jason Lloyd, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı The Athletic’te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
2009-10 sezonunda Cleveland Cavaliers, sene sonunda LeBron James’in serbest kalacak olmasına ve bütün sezon boyunca bunun konuşulmasına rağmen 61 maç kazanarak normal sezonu lider bitirmeyi tamamlamıştı. LeBron’un Cleveland’da geçirdiği ilk 7 sezonun en yetenekli takımına sahip olan Cavaliers, sezon ortasında Antawn Jamison’ı da kadrosuna katmasına rağmen playoffların ikinci turunda Boston Celtics’e elenmekten kurtulamadılar. Bu çöküşün ardından Koç Mike Brown ve genel menajer Danny Ferry görevlerinden alındı.
“LeBron ile son sezonumuzda koç ekibimizin son şansını değerlendirmeye çalıştığının farkındaydık.” diyor eski Cavaliers asistanı Chris Jent. “Eğer NBA şampiyonu olamazsak ya da en azından finale kalamazsak işin bu noktaya gideceğini hepimiz biliyorduk. Boston’a kaybettikten sonra bazı karanlık günler yaşadık.”
Chris Grant, genel menajerlik görevi için Ferry’nin yerine getirildi ve en büyük görevi organizasyonu tekrar toparlayabilmekti. Byron Scott’ı Mike Brown’ın yerine göreve getiren Grant, eski oyuncu olan Scott’ın varlığının LeBron’u etkilemesini umut ediyordu.
Ancak bu hamle LeBron’u çok da etkilemedi ve serbest kalan yıldız isim, serbest oyuncu pazarında takımdan ayrılarak Miami Heat’e gitmeye karar verdi. Bu karar, Cavaliers sahibi Dan Gilbert’ın Comic Sans fontunda yazdığı o meşhur mektuba da sebep oldu.
Bir sonraki sezon LeBron’suz Cavaliers kesinlikle iyi bir takım değildi. Cavaliers’ın şampiyonluk arzusunun başarısızlıkla sonuçlanması ve LeBron’un takımdan ayrılması ellerinde uyumsuz bir kadro bırakmıştı. 2010-11 sezonunda Cavaliers üst üste 26 maç kaybederek rekor kırmış ve sezonun bir noktasında oynadığı son 37 maçın 36’sını kaybetmişti. LeBron’un Cleveland’a döndüğü ilk maçta adeta küçük düşerek sahadan mağlubiyetle ayrılmış, Lakers karşısında da organizasyon tarihinin en kötü deplasman mağlubiyetini almışlardı.
“Cleveland’a ilk gittiğimde işler o kadar da kötü değildi.” diyor Antawn Jamison. “Güneş bulutların arasından gözüküyordu. Ancak LeBron gittikten sonra güneşli bir gün bile geçirmedik.”
Jent: The Decision sırasında evdeydim. Kararını açıklamasından iki gün önce LeBron’la beraber antrenman yapmıştık ama hiçbir şey söylememişti. Eğer konuşmak isteseydim büyük olasılıkla benimle konuşurdu. Herkes bana LeBron’un ne yapacağını bilip bilmediğimi soruyordu. Organizasyon içindeki kişiler bile soruyordu. LeBron’un kararını Greenwich’te açıklayacağını öğrendiğimde geriye dönmeyeceğini anlamıştım. Çünkü öncesinde her şeyi Akron’da yapıyordu. Bu bilgiyi öğrendiğim anda LeBron’un geriye dönmeyeceğini anlamıştım.
Jamison: The Decision esnasında ofisimde oturuyordum ve en yakın arkadaşlarımdan birisi de benim yanımdaydı. LeBron’un takımdan ayrılacağına dair bazı dedikodular duymuştuk. Ofisimde otururken içten içe “Bu adamın beni Cleveland’da bırakmasının hiç imkanı yok diye düşünüyordum.”
Wes Wilcox, eski Cavs genel menajer asistanı: Cavs tesislerinin yakınında bir restoranda Acie Law ile birlikte yemek yiyordum ve takıma yapabileceğimiz serbest oyuncu eklemeleri üzerine çalışıyorduk. Genellikle zamanımız insanların kararını bekleyerek ve çok bir şey yapmayarak geçiyordu. LeBron kararını açıkladıktan sonra çabucak tesislere döndüm. Gerçekten zor ve duygusal anlar geçiriyorduk. O güne dair hatırladığım en somut şey Chris Grant’in Miami ile sign and trade yapmak için uğraş vermesiydi.
Jamison: Karnınızın uyuşması hissini bilir misiniz? LeBron kararını açıkladıktan sonra ben birebir bunu hissettim. Hayal kırıklığına uğramıştım.
Ryan Hollins, eski Cavs pivotu: Herkesin hayal kırıklığı hissetmesinin en büyük sebebi, herkes kendisini LeBron tarafından esir alınmış gibi hissediyordu. Herkes ‘LeBron’un takımdan ayrılmasına sebep olacak hatayı yapmamalıyım’ diye düşünüyordu. Eğer LeBron, malzemeciden çorap isterse malzemeci dolabına 15 tane çorap götürüyordu. Kimse LeBron’un ağzında kötü bir tat bırakacak bir hata yapmak istemiyordu. O dönemde Cavaliers organizasyonunda çalışmanın nasıl bir stres kaynağı olduğunu tahmin bile edemezsiniz.
Wilcox: Chris’in Dan Gilbert ile konuştuğunu biliyorum. Baya duygusal bir konuşmaydı. Organizasyon içinde LeBron’un Heat’e giderken sign and trade yaparak ve onun kontratına ekstra yıl ve daha fazla para eklemeye karşı çıkıyordu. Chris’in hakkını vermek gerekiyor. Bu duyguları bir kenara bırakıp 2 birinci tur hakkı, bir draft değiştirme hakkı ve trade exception almayı başarmıştı. Bu varlıklar, organizasyon için uzun vadede gayet değerli hale geldi. Dan’in de akıllı bir adam olduğunu düşünüyorum. Krizi bir fırsata çevirmeyi başardı.
Chris kısa süre içerisinde harekete geçti ve daha fazla varlık elde etmeye çalıştı. LeBron, 8 Temmuz tarihinde takımdan ayrıldığını açıklamıştı. Miami ile takası 9 Temmuz’da yaptık. 14 Temmuz’da sınırlı serbest olan Kyle Lowry ile 24 milyon dolarlık bir kontrat imzaladık ama Houston bu kontratı karşıladı. Daha sonra Ramon Sessions ve Ryan Hollins’i takasla kadromuza kattık.
Jent: Genel olarak baktığınızda koçlar daha gerçekçi bir tutuma sahiptir. Bizse daha iyimser oluyoruz ve koçlarımızın oyuncuları geliştirebileceğine inanıyoruz. Ancak ilk andan itibaren işimizin zor olduğunun farkındaydım. LeBron kadar iyi bir oyuncuya sahip olduğunuzda onun soyunma odası üzerindeki etkisi de büyük oluyor. LeBron takımdan ayrıldığı anda takım olarak bu kadar sıkıntıya girmemizin sebebi de buydu.
Jamison: İşlerin bu kadar kötü gidebileceğinin farkına varmamıştım. Eğer LeBron’un serbest oyuncu pazarında takımdan ayrılacağını bilseydim Wizards’tan takas edilmek için bu kulübü bu kadar zorlamazdım. Washington’da kalıp 6 yıldır içinde bulunduğum organizasyonun geçiş sürecine yardımcı olurdum.
Wilcox: LeBron’ın yokluğu Eylül ayında çok daha fazla hissedilmeye başlamıştı. LeBron, bizimle antrenman yaparken bambaşka bir seviyede çalışıyorduk. Ancak LeBron’suz antrenmanlar pek öyle değildi ve ne kaybettiğimizi ilk o zaman anladık. O ana kadar işlerin yolunda gideceğine inanıyordum. Eylül ayı geldiğinde işler çok daha farklı hissettirmeye başlamıştı.
Daniel Gibson, eski Cavaliers guardı: İçinden geldiğimiz kültür yüzünden hala kazanabileceğimizi düşünüyorduk. Sezon başında sonuna kadar mücadele edeceğimizi ve kolay kolay pes etmeyeceğimizi düşünüyorduk. LeBron’un gitmesine rağmen biraz da olsa umudumuz vardı.
Wilcox: Danny Green’i Ekim ayında sezon başlamadan hemen önce serbest bıraktık. Bu hamlenin sebebi Manny Harris’i takımda tutmaktı. O dönemde kolej ve profesyonel oyuncuları gözlemliyordum, bununla birlikte de G League takımını yönetiyordum. Manny Harris’i gerçekten çok beğeniyordum ve bugün bile işlerin planladığım gibi gitmemesinden üzgünüm. Zaman zaman bazı oyuncuları keşfettiğinizi düşündüğünüz dönemde hatalar yaparsınız. Bu hata 10 yıl sonra bile çok kötü hissettiriyor.
Jamison: Antrenman kampının başından itibaren bizim için zorlu bir yıl olacağının farkına varmıştım. Takımda birçok genç oyuncu vardı. Bazı oyuncular da kariyerlerindeki bir sonraki hamlenin ne olması gerektiğini anlamaya çalışıyordu. Bir önceki sene takım tamamen tecrübeli oyunculardan oluşuyordu ve herkes şampiyonluk kazanmak istiyordu. Mo Williams ve takımdaki bazı diğer oyuncuların takımdan ayrılmak istediğini net şekilde belli ettiğini hatırlıyorum.
Wilcox: LeBron, Aralık ayında bizle oynamak için Cleveland’a geri döndüğünde herkesin ne kadar duygusallaştığını ve zorlandığını hatırlıyorum.
Jamison: O maçtan önce inanılmaz bir heyecan vardı. Genç oyuncuların çoğu “Kral geri dönüyor, ona gününü göstermemiz lazım.” diye düşünüyordu. O maç için biz de en az LeBron kadar heyecanlıydık.
Hollins: Bir boşanmadan sonra üzgün bir eşle konuşmaya benziyordu. Maçtan önce herkes bana LeBron’a dirsek atmamı ve yere düşerken itmemi söylüyordu. Herkes için kişisel bir sorundu.
Gibson: Taraftarın sinirli olmasını anlayabiliyorum ancak bir oyuncu olarak NBA’de başarılı olmamda LeBron’un çok büyük payı vardı. Bu yüzden o maçın LeBron için de pek rahat geçmediğini söyleyebilirim. Bu adamlarla beraber savaştım ve daha sonra farklı bir yere gitmeye karar verdim. Şimdi bu adamların sizle sorunu olmadığını ve hala aile gibi olduğunuzu görüyorsun. Ancak daha sonra sahaya çıktığınız anda birçok oyuncu karmaşık duygulara sahip oluyor ve bunu kontrol etmek de çok kolay değil.
Hollins: Bir oyuncu olarak o maçta oynadığım esnada takıma yapılan tezahürattan çok LeBron’a bağıran insan duydum.
Jamison: Büyük olasılıkla hayatım boyunca oynadığım en uzun maçtı.
Hollins: Birçok kişi LeBron’u yuhalıyordu. Kavga çıkacak mıydı? Neler yaşanacaktı? Garip bir ortam vardı. LeBron da çok rahat hareket edemiyordu ve garip hareketleri oldu. Benche gelip oradaki oyuncularla konuşmaya çalıştı. Ne yapıyor diye düşündük. Sonraki beş dakika üzerimizden smaç yapacağı için mutlu olmayacaktık. Bütün bu nefretten ötürü o da mutlu değildi sanırım.
Jamison: O maçtan sonra 15-20 maç kendimize gelemedik. Maçtan sonra her şey kötüye gitti. O maçtan sonra bir girdaba kapıldık ve içinden bir türlü kurtulamadık.
Gibson: O gece adeta mahvolduk, o gece “Bu sezon eskisi gibi olmayacak” diye düşünmeye başlamıştık. Takım olarak güvenimizi kaybetmiştik.
LeBron, Cleveland’a döndüğü maçı 38 sayı – 8 asist – 5 ribauntla bitirdi ve Cvaliers Miami Heat’e 118-90 kaybetti. Cleveland sonraki 26 maçını kaybederek en uzun mağlubiyet serisi rekorunu kırdı ve 37 maçının 36’sını kaybetti.
Jent: O mağlubiyet serisi gerçekten çok kötüydü. Oyuncular için, koçlardan çok daha zor bir durumdu. Kimse evinden bile çıkmak istemiyordu.
Hollins: O mağlubiyet serisi NBA’deki en kötü deneyimimdi. Beni çok ağır etkiledi. Bir daha öyle bir şey yaşamak istemiyordum.
Wilcox: Bizim için çok zor bir durumdu. Anderson Varejao’yu takas etmek istiyorduk, kadroda kalan en değerli parça oydu. Chris buna karşı çıkmıştı ve Varejao’yu kadroda tutmamız gerektiğini, onun etrafında bir kültür kurabileceğimizi düşünüyordu. Ancak bir noktadan sonra başka bir yol olmalı diye düşünmeye başlamıştık. Chris’in bir planı olmalıydı.
Gibson: Benim için 26 maçlık mağlubiyet serisi tek bir maç gibiydi. Bu kadar arka arkaya maç kaybettiğinizde insan içine bile çıkmak istemiyorsunuz. Geceleri uyuyamıyordum, o seri benim için büyük bir kabus gibiydi.
Jent: Sene sonunda Anthony Parker gibi birkaç oyuncu bana gelip “Bir sezonda daha çok keyif almış mıydım hatırlamıyorum. Her gün aynı şevkle çalışmaya çalıştınız.” demişti. Bu bana en azından biraz moral olmuştu. Bu kadar kötü bir sezon geçirdiğinizde bu tarz ufak şeylerle mutlu olmaya çalışıyorsunuz.
Jamison: Takımda maçları benim kadar ciddiye almayan ya da başarılı olmaya yetecek kadar ciddiye almayan kişiler vardı. Christian Eyenga ve Samardo Samuels’i bu isimlere örnek olarak gösterebilirim.
Hollins: Genç oyuncular için zor bir deneyimdi. Süre alıyorlardı ama takımın esas amacının maçları kaybetmek olduğunun farkında değillerdi. Christian kendisini dünya üzerindeki en iyi oyuncu gibi hissediyordu. Ama maç başına 20’de 5 şut attığının ve takımın her an onu kadrodan yollayabileceğinin farkında bile değildi.
Jamison: Deplasman maçları için uçağa giderken çaylak oyuncuların atıştırmalık bir şeyler alması gerkeiyordu. Ancak Christian “Size atıştırmalık falan almam.” diyordu.
Hollins: Çok küstahtı.
Christian Eyenga, Baron Davis ve Mo Williams, bu yazıda yer almak istemediler. Eyenga ve Davis ile Williams’ın temsilcileri, bu yazı için onlarla iletişime geçtiğimizde bize cevap vermediler.
Jent: Christian’a çok sinirliydim. Boston’da ilk kez oynamaya gitmiştik ve takımdaki bazı oyuncularla önce 3’e 3 oynuyordum. Boston’lı oyuncuların çok fiziksel oynayıp onu zorlayacağını Christian’a söylemiştim. Ancak o hiç umursamamıştı bile, hiç de ciddiye almamıştı.
Gibson: Ona hoşuna giden bir şey söylediğinizde sizi anlıyordu ama ona duymak istemediğiniz bir şey söylediğinizde sizi anlamıyormuş gibi davranıyordu. Sadece sahada koşturup smaç basmayı kafaya takıyordu. Savunmada teknik bir konu üzerine onla konuşmaya çalıştığımızda ne olduğunu anlamamış gibi davranıyordu.
Jent: Kobe’ye karşı oynayana kadar Christian böyle takılmıştı. İdolüne karşı oynayacağı maçta elinden gelen her şeyi yapmıştı.
Hollins: Antawn, Christian’ın arabasını popcornla doldurduğunda biraz daha durumu anlamıştı.
Jamison: Yeni bir araba almıştı ve arabasını çok seviyordu. Bir jeep almıştı ve biz de kendi aramızda “Christian hakkında bir şey yapmamız gerekiyor. Bu durumu çözmemiz gerekiyor.” diye konuşuyorduk. Bu yüzden mümkün olduğu kadar fazla popcorn aldım ve takımdaki oyuncuları organize ettim.
Hollins: Christian yetenekli bir oyuncuydu, onun neden draft edildiğini anlayabiliyordunuz. Zıplayabiliyordu, şut atabiliyordu, atletikti. Odaklanması ve sürekli olarak çalışması gerekiyordu.
Jamison: Adeta yavru köpeğe dönmüştü. “Arabama yapma ‘Twan, arabam olmaz” diye geziniyordu. 2 hafta sonra bile arabasının sağından solundan popcorn çıkıyordu. Arabanın bazı yerleri yağ olmuştu ve Christian bu yağı çıkaramadığı için şikayet ediyordu. Geriye dönüp bakınca biraz kaba olduğunu kabul etmek gerekiyor ancak basketbol dışında eğlenmemi sağlayacak bir şeye ihtiyacım vardı. Arabasının temizlenme masraflarını ben karşıladım. O henüz çaylak kontratındaydı ve popcornun arabanın derisine nasıl zarar verebileceğini tahmin etmemiştim. Ancak bu şakadan sonra işleri daha ciddiye almaya başladı.
Gibson: Christian’ın ne yapacağı gerçekten hiç belli olmuyordu.
Jamison: Sonraki ay boyunca bütün takıma atıştırmalıklar almaya başlamıştı.
Benzer bir şaka 2012-13 sezonu esnasında Cavs çaylağı Dion Waiters’a da yapılmıştı.