By Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bir Eurohoops geleneği 2020-21’de de devam ediyor.
Geçtiğimiz 4 yıl boyunca sizlerle Turkish Airlines EuroLeague’in yıldızlarını NBA’e taşıyan yaklaşık 15 kişilik kadro tercihlerimizi paylaşmıştık.
Bu sizin de teveccühünüzle 5. yılına kadar ulaşmış bir gelenek haline geldi.
EuroLeague ve NBA arasındaki, Avrupa basketboluyla NBA arasındaki farklılıkların ardında kalan kesişim noktalarını ve güzelliklerini harmanlayan bu kadrolar elbette fantastik bir hayal dünyasının ürünü.
Fakat gerçeklikten tam olarak uzak değil. Harmanlanan kesişim noktalarından kastımız tabii ki de NBA’de en başarılı olabilecek kadro fikrini ön plana çıkaran bir düsturdur.
Eurohoops Fırın, Eski Kıta ile Yeni Dünya’yı birbirine bağladığı İstanbul Eurohoopers’ın 5. sezonuyla karşınızda!
Önceki yıllarda kurduğumuz kadrolar:
NBA’e EuroLeague’den Takım Kurduk: İstanbul Eurohoopers
EuroLeague’den NBA’e Takım Kurduk: İstanbul Eurohoopers Vol. 2
NBA’e EuroLeague’den Takım Kurduk: İstanbul Eurohoopers Vol. 3
NBA’e EuroLeague’den Takım Kurduk: İstanbul Eurohoopers Vol. 4
Oyun Kurucular: Ordu Yoksa Kurulur, Skor Yoksa Bulunur
Shane Larkin – Vasilije Micic – Wade Baldwin IV
Şöyle söyleyelim, her rotasyonun üçüncü oyuncusunu birer alternatif isim olarak düşünebilirsiniz. Yani yaklaşık 14-15 kişilik bir kadro oluştururken normalde bu kadar çok yıldızı bahis konusu edemezsiniz. Ancak burada hem bir rotasyon örgüsüyle kurduğumuz kadroyu geliştirmeye hem de NBA’de iyi performans gösterebileceğine inanılan herkesi dahil etmeye odaklandık.
Bu bakımdan son 2 sezondur ligin en öne çıkan guardlarını bu oyunun en üst seviyesine taşımamak da hadsizlik olarak addedilirdi.
İlk seçeneğimiz olan Shane Larkin zaten bunun içinden gelen, bağrından kopmuş bir isim olarak şu anda tamamen oyununu o noktaya taşıdı. Bu rotasyona aldığımız 3 oyuncu da zaten NBA’in acayip bir seviyeye çıktığı şut yaratma (shot making) meselesini ileri taşıyabilecek isimler olarak göze çarpıyor.
Bu pozisyon oluşturma meselesi EuroLeague’de de güçlendikçe skor bakımından bir devrim yaşanıyormuş gibi, oyun değişiyormuş gibi bir algı oluşuyor ancak elbette böyle şeyler olmuyor. Oyun değişmiyor ve Avrupa basketbolu mentalitesini yürütmeye niyetli koçların varlığıyla da oyun olduğu gibi kalmaya devam eder.
Bunun yanı sıra bireysel bazda hücumların çok büyük gelişim gösterdiğinden bahsetmek mümkün. Larkin’in geçen sezon akla mantığa sığmayan skor performanslarının benzerlerini en son 2000’li yılların başında görüyor, izliyorduk…
Anadolu Efes‘in yıldızları bu skora yürüme işinde son 3 sezondur lige öylesine damga vurdular ki hem takımı belki de EuroLeague tarihinin ofansif anlamda en dominant takımı haline getirdiler hem de isimlerini tarihe altın harflerle yazdırdılar.
Vasilije Micic ise bu işin daha doğrulara odaklı tarafında. Fiziksel olarak da dünyanın her yerinde basketbol hayatını sürdürmeye uygun bir isim olmasının dışında IQ – beceri harmanı değerlendirmesinde oyuna büyük değer kattığını söylemeliyiz.
Orhun Ene, Sarunas Jasikevicius gibi harika guardlarla çalışmış olmasının yanında Ergin Ataman’ın Avrupa’nın zirvesini kollayan yapılanmasında Micic’in böyle bir yıldız haline gelmiş olması şaşırtıcı gözükmüyor. Ondan bir patlayıcı performans izlemek gibisi yok. Yalnızca fiziğiyle çembere atak etme noktasında değil, ikili oyunlardan saha görüşünü konuşturduğu uzun paslara kadar pek çok alanda Vasa’nın hikmetlerinden bahsetmek mümkün.
Bir diğer konuk olan Wade Baldwin ise Avrupa kariyerine Olympiacos‘ta pek de olumlu anabileceğimiz bir şekilde başlamadı. Olympiacos‘ta barınmanın zor olduğu bir dönemde Pire ekibinde yer alan Baldwin, bu sezon başında Bayern Münih’in yaptığı tüm transferler gibi sorgulanır vaziyetteydi.
Ama o da tıpkı Bayern Münih kadrosunun geri kalanının yaptığı gibi bütün sezon boyunca güneşi yokladı. Baldwin’in Larkin ve Micic’e göre ana opsiyon olmak bakımından bu kadroda çok zamanı var ancak onun oyununda bu yıldızların izlerinin olduğunu görmek de mümkün.
Tamamen bir kadronun anahtarını çekinmeden verebileceğimiz 3 oyuncuyu aynı rotasyonda birleştirmenin ne kadar iyi bir fikir olduğu sorgulanmaya açık olsa da geri kalan rotasyonlardaki seçimlerimizi kadro mühendisliğinde denge ilkesini göz önünde bulundurarak yapmaya çalıştığımızı temin ederim.
2 Numaralar: X-Faktör
Jordan Loyd – Shavon Shields – Kevin Punter
Oyun kurucu rotasyonundaki öncelikli ball handler statüsüne sahip lider özellikli oyuncuların ardından akıcılığı koruyacak hamlelerle 2-3-4 numara rotasyonlarını oluşturmamız ve öylece uzun rotasyonuna geçmemiz gerekecekti…
Bu bakımdan takım içinde dengeyi sağlayacak kriter ölçümünü göz önünde bulundurarak aynı zamanda skor potansiyelini yukarı çekebilecek oyunculara gitmek istedik.
Bu bakımdan Jordan Loyd – Shavon Shields – Kevin Punter isimleri önceliklerimiz arasında yer alan oyuncular oldular.
Shavon Shields’ın aslında bu üçlü arasında ön plana çıkarılacak isim olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü burada istediğim isim daha çok bir rol oyuncusu olmalıydı. Saf skorerlerden de bir rol oyuncusu çıkarmak mümkün olur ve Kevin Punter’ı da bu yönde değerlendirmeye alabiliriz. Ancak Shields’ın oyunun çok farklı alanlarında boy gösteren bir isim olması hasebiyle ilk opsiyon olarak kıymete bineceğini ifade etmekte yarar var.
Özellikle Baskonia performansının ardından Olimpia Milano‘nun da yine değerli parçaları arasında yer alışıyla burada olmayı çoktan hak etti. Aslında bulunduğu ortamların daha müsait olmasından da kaynaklı bir yükselişe imza attığını söyleyenler olabilir ancak Shavon’ın o “bulunduğu ortamları” daha değerli ortamlar haline getirdiğinden bahsetmek lazım.
Kevin Punter ise tıpkı Wade Baldwin gibi Olympiacos dönemindeki kısıtlı özgürlük ortamında daha tartışılır bir oyuncuydu ve bu rotasyonun son alternatifi olmaktan daha ileri gideceğini zannetmiyorum. Kadronun en skorer profilde isimlerinden olmasının dışında halen istikrarlı bir görüntü çizeceğinin garantisini alamadığımızı söylemek lazım. Yine de elde bulunması gerekenlerden.
Kızılyıldız’ın aslanı Jordan Loyd bu hoş üçlünün arasındaki yıldız oyuncu konumunda yer alıyor. Varlığı bana kalsa Shields’a göre daha önemli bir oyuncu değil ancak karar anlarında kendisini hissettirebilecek bir yan parça olarak kadroda yer almasının kimselere bir zararı olmaz diye düşünüyorum.
Valencia‘da daha çok gösterdiği gibi yanındaki parçalara bağlı olarak performansı da ciddi ölçüde değişim gösterebiliyor. Onu bir süredir alışık olduğu gibi merkezine alacağımız bir takım inşa etmemiz mümkün değil ancak bununla yetinmesi gerek.
3 Numaralar: Sinir Bozucu Atletizm
Will Clyburn – Dyshawn Pierre – Vladimir Lucic
Forvet rotasyonunda biraz atletizm kovalama taraftarıyız. Çünkü eğer NBA’de oynayacak bir takım kuruyor olsaydık Larkin ve Shields’ın önderlik edeceği kısa savunmasında baskı unsurunun forvetler kısmında zirve yapmasını, fiziksel olarak iddialı bir konuma gelmeyi düşlerdik.
3 numara rotasyonu için yaptığımız seçimlerde de daha atletik, eşleşmelerde yenilmeyecek ve sırtı dönük oyunda ön plana çıkabileceğini düşündüğümüz isimlere yöneldik.
Bu bakımdan rotasyonun ilk 2 oyuncusu olarak ön plana çıkan Will Clyburn ve Dyshawn Pierre üzerinden giderek sağlıklı bir yapılanma oluşturabiliriz.
Avrupa’daki yükselişini ratiopharm Ulm formasıyla başlatan Clyburn daha sonra Darüşşafaka‘da koç David Blatt’in elinde oyununu daha da ilerletti. Artık kıtanın bir devinde forma giyeceği açık ve net görünüyordu. O dev, Dimitris Itoudis’in yönettiği CSKA Moskova oldu.
CSKA‘da ise oyununu zirveye taşıdı. Muhteşem bir kariyer planlamasıyla yoluna devam eden Will Clyburn bu takımın en nadide parçalarından birisi. Forvetlerden yüzü dönük çembere atak etme becerisinin yanında sırtı dönük oyundaki becerisiyle de çok göze çarpan isimlerden.
Onun ardından gelen isim aslında ligin halihazırda en potansiyelli oyuncuları arasında ilk 5’e yazabileceğimiz bir isim. Fenerbahçe‘nin bu sezon yükselişiyle gözleri kamaştıran Kanadalı forveti Dyshawn Pierre’den bahsediyoruz elbette.
Gianmarco Pozzecco’nun Dinamo Sassari’sinde uzunca bir süre dikkatleri üzerinde toplayan oyunculardandı ve yeni bir yapılanmanın yolunu tutan Fenerbahçe‘yle anlaştı. Gerisiyse onun basamak atlama hikayesinden başka bir şey değil.
Son iki sezonluk süreçte Pierre izleyicisi olma deneyimim inanılmaz bir hayranlığı bünyesinde barındırıyor. Böyle bir oyuncunun uyum sağlamayacağı herhangi bir takım bence dünyada yok. Sırtı dönük oyundaki becerisi, nokta şutör olarak alan genişletebilmesi, savunmada fiziksel olarak sinir bozan yıpratıcılığı…
Onunla ilgili çok fazla edecek lafımız var ancak o kadar zamanımız yok. Dyshawn Pierre bu takımın olmazsa olmazıdır ve her zaman görünür – görünmez en “hamallık” mahiyetindeki işleri layıkıyla yerine getirdiğinden haberdar olacağımız bir isimdir.
3 numaraların 3 numarası ise Bayern Münih’in yıldız ismi Vladimir Lucic. Yaşını göz önüne bulundurduğumuz zaman onu “ondan geçti bu işler” sınıfına dahil etmemiz gerekiyor ancak hâlâ oyununu izlerken yaşını göz önünde bulunduramıyoruz.
Partizan’da başlayan EuroLeague serüvenini önce Valencia‘da hiç görünmeden, gizemli bir şekilde sürdürdü. Ardından ise Bayern Münih’te daha görünür hale geldi. Elbette tanınan bir oyuncu ama hak ettiği değeri görmediğini düşünüyorum ve bunun arkasındayım.
Dusko Vujosevic; Velimir Perasovic, Carles Duran, Pedro Martinez, Dejan Radonjic ve Andrea Trinchieri gibi önemli koçlarla çalışmasının yanı sıra onun kariyerine önemli etki eden Sasha Djordjevic’le birlikteliklerinden de çok şey kapmış olmalı.
Açık sahada oynanan tempolu oyunun isteyeceği isimlerden birisi Lucic. Bununla beraber dipçizgiden yaptığı topsuz koşular ve sahaya kattığı atletizmin yanı sıra köşe üçlükleri, savunma eforu gibi pek çok hikmetiyle bu kadrodaki varlığı keyif verici.
4 Numaralar: Mesafe Tanımıyoruz
Nikola Mirotic – Sasha Vezenkov – Alex Poythress
İçeride iş bitirecek çok fazla oyuncumuz olduğunu şimdiye kadar gördünüz, 5 numara rotasyonunda da zaten göreceksiniz. Biraz daha yayın gerisine odaklı olmak için seçtiğimiz kısım ise 4 numaralar, yani uzun forvet pozisyonundaki oyuncular oluyor.
Denge dediysek her şeyde denge. Sertlikte denge; içe bağımlılıkta, dışa bağımlılıkta, fiziğe bağımlılıkta, belli başlı ellere bağımlılıkta, her şeyde denge dedik. Takımın geri kalanından en fazla ayrışan pozisyondaki oyuncular da 4 numaralarımız oldu.
Şaşırtıcı bir rotasyon mu? Bana göre değil. Geçen sene de buna benzer, şutör bir uzun forvet üçlüsünü tercih etmiştik çünkü onlara yakışan bu.
Oyunun son 20 yılındaki gelişimin gözler önüne serdiği 4 numara evriminde son mahsüller olarak görebileceğimiz iki tür oyuncu var. Birinci tür 4 numara prototipi olarak Nicolo Melli, Nemanja Bjelica gibi oyuna farklı farklı alanlarda etki edebilen ve aynı zamanda dışarıdan da oyunu iyi değerlendirebilen isimleri sayarız. İkinci türümüzde karşımıza çıkan örnekler ise oyunlarını dışarıdan idame ettirerek süperyıldız olanların hikayesine önderlik eder.
Nikola Mirotic o ortamın zaten yabancısı değil. Uzun yıllarını NBA’de geçirdi ve geçirse hâlâ geçirir. Mirotic gibi oyunculara zaten bu sebepten ötürü saygım büyük. O ortam varken bu ortamı seçenler ve bunu mümkünse halka açık alanlarda sebepleriyle belirtenler çok daha büyük saygıyı hak ediyor.
Ama bugün NBA’de mücadele edecek bir Avrupa takımı çıkarmamız gerekse yazacağımız ilk isim herhalde Mirotic olurdu. Hele ki yukarıda da bahsettiğim gibi yayın gerisinde keskin bir el istiyorsak…
Şimdilerde Barcelona’nın ihtiyaçlarına cevap olmayı kollayan Karadağ asıllı İspanyol forvet son iki sezonun takviminde ligin en değerli yıldızlarından birisi olduğunu kanıtlamak için fazlasıyla zamana sahip oldu. Sorumluluk aldığı neredeyse tüm kritik anlarda da bunu kanıtladı. Coaching olarak özellikle geçen sezon iyi bir örnek sergilenmeyen Barça’da Mirotic genellikle takımı sırtında taşıyan oyuncuydu.
Olympiacos‘un Bulgaristanlı forveti Sasha Vezenkov ise hakkında konuşmak üzere biraz erken sayılabilecek oyuncular arasında yer alıyor ancak ona güvenim de tam. Sorumluluk alabilmesi bakımından şu an kendine uygun bir organizasyonda bulunmasının yanı sıra o sorumluluğu alacak bilince sahip olduğunu da göstermesi bu sezonun sürpriz gelişmelerinden oldu.
Bu takımda, yayın gerisinde Vezenkov gibi keskin ve gözüpek oyunculara ihtiyacımız olacak. Ancak onun potansiyeli daha çok Avrupa’da geçer akçe olacak bir potansiyel gibi hissettiriyor.
Avrupa’ya adımını ilk olarak Galatasaray formasıyla atan Alex Poythress ise yine NBA ortamını görüp tatmış ve yine Vezenkov gibi Avrupa için daha uygun profilde isimlerden birisi olarak karşımızda. Ancak yine de bu kadroda yer alıp atletizmiyle bir alternatif statüsünde yer almasında fayda var.
Zenit St. Petersburg’un aslında bir sürpriz sayılabilecek çıkışında önemli pay sahiplerinden birisi de Poythress’tı. Bu sezonki performansıyla beğeni topladı.