By Brendan Quinn – Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 11 Mayıs 2021 The Athletic‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Bu hikayeyi anlatan kişiler gayet güvenilir, çünkü gönümüzde bile hala gördüklerine inanamıyorlar. Bir kolej gözlemcisi olduğunuzu düşünün: lise seviyesindeki en iyi oyuncuları izliyorsunuz ve değerlendiriyorsunuz. Gördüğünüz, adını sık sık duyduğunuz bir oyuncu var. Listeler hazırlıyorsunuz. Daha sonra 2.10 boyunda 108 kiloluk bir devin basketbol sahasında karşısına çıkan herkesi mahvettiğini görüyorsunuz. Smaçlar, bloklar, durdurulamaz post uplar…
Bu kim diye sormaz mısınız?
Günümüzde, hatta son 25 yılda bu pek mümkün bir şey değil. Bir basketbolcu lisedeki ilk yılını oynadığı andan itibaren gözlemciler tarafından izleniyor, değerlendiriliyor. Peki sıra dışı oyuncular? Fiziksel olarak Marvel çizgi romanlarından fırlamış gibi olan oyuncular çoktan herkes tarafından tanınmış ve izlenmiş oluyor.
Şöyle bir düşünün. Hakkında anlatılanların gerçek olup olmadığını anlamak için canlı gözle izlemeniz gereken son oyuncu kimdi? Tüm basketbolu değiştirebilecek bir oyuncunun bir anda ortaya çıktığını en son ne zaman hatırlıyorsunuz? Bunun bir örneğini bulabilmek için internet öncesi döneme gitmeniz gerekiyor.
Bu ay boyunca Amerika’daki kolej koçları ülkenin dört bir yanını gezerek potansiyelli lise oyuncularını kadrolarına katmaya çalışacak.
Belki de bu yüzden şu an, 1988 yazını hatırlamak için uygun bir dönemdir.
“Eğer günümüzde olsaydık 16 yaşında 10 milyon takipçisi olurdu diyor. “ Amerika’daki basketbolun en eski yüzlerinden birisi olan Sonny Vaccaro. “Ancak o zamanlar tamamen yabancıydı.”
“Kimse Shaquille O’Neal’ın kim olduğunu bilmiyordu.” diyor Vaccaro.
Teknik olarak onu tanıyan 2 kişi vardı.
1985 yazında LSU’nun koçu Dale Brown, görevindeki 13. sezonu tamamlıyordu. Baton Rouge’daki dönemi gayet çılgın geçmişti. Takımı son 7 SEC şampiyonluğunun 4’ünü kazanmış ve 1981 yılında da Final Four’a kalmıştı. Ancak Tigers taraftarları genellikle takımlarının beklentileri karşılayamamasından şikayet ediyordu. Brown, gelenekçi birisi değildi. Bu yüzden yönettiği program, NCAA çevrelerinin hedef tahtalarından birisi haline gelmişti. Buna rağmen kuruma adeta savaş açan Brown, NCAA’in büyük bir iki yüzlülükle açtığı soruşturmalarla da mücadele ediyordu. O türünün tek örneğiydi ve LSU bu yüzden onu takımda tutmaya karar vermişti. 1985 yılının Nisan ayında 5 yıllık yeni bir kontrat imzalayan Brown’ın sözleşmeyi imzalamadan önce Oral Roberts ile anlaşabileceğine dair dedikodular çıkmaya başlamıştı.
Brown’ın en önemli özelliklerinden birisi de onun inanılmaz bir motivasyoncu olmasıydı. Sık sık doğumundan 3 gün sonra babasının ailesini terk etmesini ve annesinin North Dakota’daki tek odalı bir evde yetiştirdiğini anlatırdı. Babasının yokluğundan doğan boşluğu, Brown basketbol ile doldurduğunu söylüyordu. Basketbol ona ihtiyacı olan disiplini ve yönü kazandırmıştı.
“Dale bir koç değildi. Yani tabii ki harika bir koçtu ama o daha çok bir vaiz gibiydi.” diyor Vaccaro.
Herkes bunun farkındaydı, Amerika Dışişleri Bakanlığında çalışan kişiler de bu gruba dahil. Aynı yaz Brown, liderlik üzerine eğitim almak için Almanya’ya gitmeye karar vermişti. Bu seyahat esnasında LSU’nun yardımcı koçu Ron Abernathy de onun yanındaydı. Ron, aynı yaz Belçika2nın Namur şehrinde düzenlenecek olan uluslar arası altyapı turnuvasında koçluk yapmayı kabul etmişti.
Brown, Almanya sınırındaki Amerika askeri kuvvetlerine konuşmalar yapıyordu. Çıktığı bu turun son durağı ise Wildflecken isimli ufak bir üstteki basketbol kliniğiydi. Burada Çavuş Philip Harrison isimli bir asker vardı. Yaklaşık 10 yıl önce New Jersey’de Lucille O’Neal isimli bir kadınla evlenmişti ve bu kadının 3 yaşında Shaquille isimli bir oğlu vardı. Harrison, Shaquille’i tıpkı kendi oğlu gibi yetiştirmişti ve daha sonra 1984 yılında Almanya’ya atandığında ailecek Avrupa’nın yolunu tutmuşlardı.
Brown’ın gerçekleştirdiği basketbol kliniğinin ardından birisi tecrübeli koçun omzuna dokundu. Brown, arkasına dönüp karşısındaki kişiyi gördüğü anda gözleri kocaman olmuştu. Burada şu notu düşmek lazım, bu hikaye yıllar boyunca anlatıldıkça bir şehir efsanesine döndü ve gitgide detayları değişti. Associated Press bu hikayeyi ilk olarak 1988 yılında yazdığında 13 yaşındaki Shaquille O’Neal 1.93 boyundaydı. Daha sonra Sports Illustrated bu hikayeyi 1991 yılında yayınladığında 13 yaşındaki Shaq’ın boyu 1.98’e yükselmişti. Shaq’ın Orlando’daki çaylak sezonu esnasında hikaye gazetelerde ve dergilerde anlatıldığında Shaq’ın boyu 5 santim daha uzayarak 2.03 olmuştu. En son Shaq, 2020 yılında Players Tribune’ün podcastinde bu hikayeyi anlattığında boyu 2.05’e kadar uzamıştı.
Shaq’ın tam olarak o günkü boyunu bilmiyoruz ama uzun olduğu ortada.
Gergin ve genç Shaquille, koç Brown’dan bacaklarını kuvvetlendirmek ve zıplama yeteneğini geliştirebilmek için tavsiye istiyordu. Shaq, hala smaç basamadığı için şikayetçiydi. Karşısındaki kişinin fiziğini dikkatli şekilde inceleyen Brown, “Senin rütben ne asker?” diye sordu.
Shaquille gülümsedikten sonra şu cevabı verdi: “Koç, ben 13 yaşındayım.”
“Ne? baban buralarda mı?” diye sormuş koç Brown.
O’Neal, koç Brown’ı o an saunada olan ve 1.93 boyundaki Çavuş Harrison’ın yanına götürdü. Harrison, ilk anda karşısındaki kişiye çok da güvenmemişti. Kendisini tanıtan Brown, Harrison’a kartvizitini vermişti. Ancak Çavuş Harrison, oğlunun eğitiminin basketboldan daha önemli olduğunu söylüyordu. Brown da Harrison’a bunun kesinlikle doğru olduğunu söylüyordu.
“Phil’e birbirimizin en yakın arkadaşı olacağımızı söyledim.” diyor Brown, 36 yıl sonra o günü hatırlarken.
İkisi el sıkıştıktan sonra Brown, Shaquille’e bazı antrenman programları yollamak için adresini istemiş.
Wildflecken’den ayrıldıktan sonra Brown, trenle Belçika’ya geçerek Abernathy’nin yanına gitmiş ve Shaquille O’Neal isimli inanılmaz bir çocukla tanıştığını söylemiş. Aldığı adresi Abernathy’ye vermiş. Amerika’ya döndükten sonra Abernathy, LSU’nun antrenörüyle bir araya gelmiş ve bazı antrenman programlarını toplayarak onları Almanya’ya yollamış. Bir sonraki sene Shaq ile mektuplaşmaya başlamışlar.
“10. sınıfa geldiğinde bana sürekli olarak yazarak neler yaptığını anlatıyordu. Bir gün okuduklarıma inanamadım ve hızla koç Dale’in odasına gittim. ‘Koç, buna inanmayacaksın ama Almanya’daki çocuğun boyu 2.00 metre olmuş” diyor Abernathy.
Hem Abernathy hem de Brown, Shaq ve ailesiyle olan iletişimlerini devam ettirmiş. Sürekli olarak Wildflecken’e mektuplar ve antrenman programları yollamaya devam etmişler. Ancak ilerleyen günlerde neler olacağına dair en ufak bir fikirleri yokmuş.
“1987 yazında başka bir mektup aldım ve koşarak Dale’in ofisine gittim.” diyor şu anda 70 yaşında olan Abernathy. “Odasına girdim ve ‘Koç buna inanmayacaksınız ama Almanya’daki çocuk boyunun 2.08 olduğunu ve ailesiyle birlikte San Antonio’ya taşınacaklarını söyledi’ dedim.” diyor Abernathy.
Texas’taki Amerikan askeri üstünde Robert G. Cole Lisesi isimli bir devlet okulu vardı. Shaquille, 15 yaşındayken 1987-88 sezonunda liseye başladı. O esnada boyu 2.08’di, kilosu 106’ydı ve ayakları 50 numaraydı. Shaq, vücut koordinasyonuyla alakalı sıkıntılar yaşıyordu. Almanya’dayken basketbolu bırakıp futbol kalecisi olması ona tavsiye edilmişti.
“O çok atletik bir çocuktu.” diyor Cole lisesinin koçu Dave Medura. “Burada özel bir yetenek olabilir diye düşünüyordum.”
Lisedeki ilk senesinde Shaq, maç başına 18 sayı – 14 ribaunt – 6 blok ortalamarı yakalamıştı. Teksas eyaletindeki küçük okullara karşı Cole Lisesini 32-1’lik dereceye taşıyan Shaq, takımının bölge finallerinde yer almasını sağladı. Cole Lisesinin sezonu, Shaq’ın ilk çeyrekte 4 faul aldığı ve sadece 8 sayı ürettiği Liberty Hill Lisesi maçını 79-74 kaybederek sona ermişti. (Shaq, bir sonraki sezonun bölge finalinde Liberty Hill Lisesi karşısında 40 sayı – 29 ribaunt – 11 ribauntluk bir performansla intikamını aldı.)
Shaq’ın lisedeki ilk senesi esnasında LSU dışında ona ilgi gösteren tek okul University of Texas’tı. Takımın yardımcı koçu Mike Wacker, Cole Lisesindeki dev çocuktan haberdar olmuştu. “Bir gün koç Ken Burmeister’ın ofisine girdi ve ona bir mücevher bulmuş olabileceğini söyledi.” diyerek o günü hatırlıyor o dönemde öğrenci asistanlığı yapan Glynn Cyprien. Bunun sonucu olarak Burmeister, Shaq’ı bir maçı izlemesi için kampüse davet etmiş.
“Maç başlamadan önce tüneldeydim ve karşıdan bana doğru yürüyen bir dev gördüm. “diyor asistan koç Gary Marriott. “Yüksek sesle ‘Bu da kim böyle?’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Burmeister yanıma geldi ve onun Shaquille O’Neal olduğunu söyledi. Bana ‘Şu çocuğa bak, onu takıma almamız lazım!’ dedi.”
Burmeister, Shaq’ı ikna etmek için elinden gelen her şeyi yapmış. Ancak onu kadroya katmak için pek de şansları olmamış. Çünkü Shaq, lisedeki ilk senesinin çok büyük kısmı boyunca LSU’nun da radarındaydı.
“Günümüzde Shaq 8. veya 9. sınıfa geldiğinde herkes onu izlemek için sıralara girerdi.” diyor LSU’nun eski asistanı Johhny Jones. “Dergilere kapak olurdu, her yerde onu görürdük. Ancak o sene boyunca Shaq’tan haberi olan sadece bizdik.”
Abernathy, Shaq ve ailesi Amerika’ya döndükten sonra onlarla iletişime giren ilk koçtu. Bu, Shaq’ın lisedeki ilk yılının başlarında yaşanmıştı.
“Okuldaki ufak salona girdim ve girer girmez gördüklerime inanamamıştım.” diyor Abernathy. “Telefonla koçu arayıp ‘Bu çocuk canavara dönüşmüş.’ dediğimi hatırlıyorum.”
Abernathy, daha sonra Shaq’ın ailesinin evine gidip Lucille O’Neal ve Çavuş Harrison ile oturmuş Lucille, aileyi bir arada tutan tutkal, Harrison ise disiplini sağlayan kişiydi. İkisi beraber Shaq’ı adeta inşa etmişlerdi.
San Antonio’yu ziyaret eden bir sonraki LSU asistanı ise Craig Carse olmuştu.
“Okullar kapanmıştı ve biraz değişik bir deneyimdi çünkü salondaki tek koç bendim.” diyor Carse. “Dale’i aradım ve ona ‘Dostum, buraya gelip bu çocuğu görmelisin.’ dedim”
LSU’nun koç ekibi, kısa bir süre içerisinde karşılarına çok büyük bir transfer şansı çıktığının farkında varmışlardı.
“O zamanlar daha farklıydı.” diyor Carse. “Bir gece Shaq ile telefonda 7 saat boyunca konuşmuştum. Chris Jackson (Mahmoud Abdul-Rauf) ile de aynısını yapmıştım. Eskiden sabahları Gulfport’a 139 millik bir yolculuk yapardım. Chris’i ziyaret etme hakkımız yoktu. O yüzden onun evinin balkonuna çıkmasını beklerdim. Kaldırımda tek kelime bile etmeden bekler, sadece el sallar ve daha sonra geri dönerdim. Her güne 139 millik bir yolculuk yaparak başlıyordum. Chris Jackson gibi oyuncuları şanslı olduğunuz için transfer edemezsiniz. Bunun için çalışmanız gerekiyor. Aynısı Shaq için de geçerliydi.”
Abernathy, transfer işini ülkede en iyi yapan koçlardan bir tanesiydi. Ailelerle neredeyse tanışmazdı bile. Oyuncuların büyük anneleriyle Pazar günleri klişeye giderdi. 1984 yılında tüm ülkenin en gözde potansiyeli olarak görülen John Williams’ı kadroya katmayı başarmıştı. Bunu da yıllar boyunca sürdürdüğü ilişki sayesinde başarmıştı.
Brown da yorulmak bilmeyen birisiydi. Her zaman “Ne ekerseniz onu biçersiniz” derdi. Brown, bu sözün hakkını vererek yaşadı. Carse, Brown’ın California’da oynayacakları bir şampiyonluk maçından önceki 2 günü New Orleans, Boston ve Chicago’ya görüşmelere giderek geçirdiğini örnek gösteriyor.
Brown, Shaq’ın lisede olduğu dönemde onu 2 kez canlı izlemişti. Birisi oynana bir Yaz Ligi maçı, diğeri ise normal sezon maçıydı. Lisenin 3. yılındayken Shaq’ın evini de ziyaret eden Brown, “Phil, Shaq’ın yazın düzenlenen etkinliklere katılmasına izin vermen gerekiyor.” demiş.
O esnada Brown’ın yanında oturan Carse, sessiz bir şekilde “Koç, ne yapmaya çalışıyorsun?” diye sormuş.
Çünkü LSU o dönemde basketbol dünyasındaki en büyük sırra sahip olduğunu düşünüyordu. Ancak Brown, Shaq’ın ailesine bu sırrı herkese açıklamalarını söylüyordu.
“Asla unutmuyorum.” diyor Carse o günü hatırlarken. “Dale bana baktı ve ‘Merak etme, Shaq bizde’ dedi.”
Basketbol dünyası bu teoriyi ilerleyen günlerde test edecekti.
1989 yılında liseden çıkacak oyuncular arasındaki en iyi oyuncu olarak oyun kurucu Kenny Anderson görülüyordu. Ohio’da Jimmy Jackson isimli iyi bir şutör guard vardı. Bobby Hurley isimli New JJersey’li bir başka oyun kurucu da gayet ilgi çekiyordu. Chicago çıkışlı forvet Deon Thomas ve Lousville çıkışlı Allan Houston da dikkat çeken bir şutör guarddı. Bu isimlerin hepsi yıldız olarak görülüyordu. Hepsinin posta kutuları kolejlerden gelen mektuplarla doluydu. İsimleri sürekli sıralamalarda yer alıyordu. 1988 yazında bu isimlerin hepsi Vaccaro’nun düzenlediği ABCD, Howard Garfinkel’in Five Star ve Dave Bones’un Blue Chip Basketball kamplarında oynayacaklardı.