By Brendan Marks & CJ Moore – Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı TheAthletic’te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Tarihin en iyi basketbolcularından birisi şansa keşfedilmişti.
1992 yazında Wake Forest mezunu Chris King, birkaç NBA Draftına girecek oyunuyla birlikte Virgin Adaları’nı ziyaret ediyordu. King, Winston-Salem’e döndüğünde takımın koçu Dave Odom, seyahati hakkında onunla görüşmek istedi.
“İlgimizi çekebilecek kimseyi görmedin mi?” diye sormuş Odom. King de ona uzun, ince bir çocuk gördüğünü ama ismini bilmediğini söylemiş.
Odom, daha sonra ekibinde çalışanlara Virgin Adaları’nda kimseyi tanıyıp tanımadığını sormuş. Yardımcı koç Larry Davis, Tim Duncan isminde bir genç tanıdığını söylemiş.
Geçtiğimiz günlerde St. Croix çıkışlı o çocuk, Basketbol Şöhretler Müzesi’ndeki yerini aldı. Kariyeri boyunca 2 kez All-American, Kolejde Yılın Oyuncusu seçilen Duncan, 5 NBA şampiyonluğu kazanırken 2 MVP ödülü aldı ve 15 kez de All-Star seçildi.
Bu macera Odom, King’in gizli bir cevheri bulup bulmadığını anlamak için Virgin Adaları’na seyahat ettiğinde başlamıştı.
Dave Odom: Pazar günleri adadaki herkes bir sahada toplanırdı. O esnada Duncan sahaya çıktı ve biraz şut attı. Daha sonra güçlü bir kona sesi duydum. Yanımdakilere bu sesin ne olduğunu sordum ve bana Hess Oil’ın çıkış zili olduğunu söylediler. Onlar sahaya gelene kadar oynamaya başlamıyorlardı. Orada birçok genç oyuncu vardı ve adadaki en iyi oyuncuların bir kısmı da Hess Oil’deydi. Hepsi sahaya gelmek için sabırsızlanıyordu çünkü bir koçun onları izlemeye geleceğini duymuşlardı.
Daha sonra oyuncular ısınmak için sahaya çıktı ve Tim de gelip benim yanıma oturdu. Ona “Tim, ne yapıyorsun? Bu kadar yolu seni izlemek için geldim.” dedim. O da bana “Koç, eğer şu an sahaya çıkarsam beni en kötü takıma koyarlar ve kazanamayabiliriz. Eğer kazanamazsak sonraki 1 saat boyunca kenarda otururum ve beni izleyemezsin. Ancak bekleyip daha iyi oyuncuların olduğu takıma gidersem daha fazla oynarım ve sen de beni daha fazla izlersin.” dedi. Daha sonrasında da aynen bu söyledikleri oldu.
O zaman sadece 16 yaşındaydı. Bu kadar yüksek bir farkındalığa sahip olması beni etkilemişti. Diğer çocuklar, heyecanla sahaya çıkıp boyunun ölçüsünü alırdı. Ancak Tim, bana bir amacı olduğunu ve buna uygun şekilde hareket ettiğini göstermişti.
Randolph Childress, guard: Bir sabah telefonum çaldı ve takıma gelebilecek genç bir oyuncuyu şehre getirdiklerini, beni de onunla kahvaltı yapmak için beklediklerini söylediler. Ben de çocuğun kim olduğunu sorduğumda Virgin Adaları’ndan geldiğini söylediler. Ben de onlara Virgin Adaları’nda basketbol oynayan kimsenin olmadığını ve benim yerime başkasını bulmalarını söyledim.
Jerry Wainwright, asistan koç: Bizi ziyarete geldiğinde ona neler düşündüğünü sordum. O da bana cevap olarak “Sanırım buraya geleceğim.” dedi.
Childress: Tim’in sınıfında sürekli Ricky Peral ve Makthar Ndiaye’nin isimlerini duyuyorduk. Makhtar, ülkenin en iyi lise takımında oynuyordu. Daha önce Jerry Stackhouse ve Jeff McInnis gibi oyuncularla oynamıştı o yüzden ondan beklenti çok fazlaydı. İnsanların “Timmy hemen hazır olmayacaktır. O seviyeye gelene kadar zaman geçmesi gerekecektir.” dediğini hatırlıyorum.
Ricky Stokes, asistan koç: Tim, o dönemde bir dipnottan fazlası değildi.
Wainwright: İlk başlarda Tim’i ilk sezonda oynatmamayı bile düşündük.
Tony Rutland, guard: Wake Forest’a ilk resmi ziyaretimi gerçekleştirdiğimde çaylak oyuncuların kaldığı yurtları bana göstermişlerdi. Tim, lobide tek başına oturmuş dondurma yiyordu. Bana onu gösterip “Kilo alması gerekiyor.” demişlerdi.
Makhtar Ndiaye, pivot: Wake’teki ufak sahada kendi aramızda maç yapıyorduk. Bir gün Randolph geldi ve “Çaylağı takımıma alacağım.” dedi. Ben, Randolph Childress, Ricardp Peral, Tim ve sanırım Barry Canty ya da Stacey Castle vardı. O gün bizi kimse yenemedi. Gerçekten, salondaki herkesi darma duman etmiştik. O günden itibaren Tim’in özel bir oyuncu olabileceğini düşünmeye başlamıştım.
Lynne Heflin, idari asistan: Randolph Childress bir gün bana geldi ve “Duncan’ı ilk sene oynatmamayı bence tekrar düşünmelisiniz.” dedi.
Wainwright: Randolph, profesyonel oyuncu olmadığı sürece başka hiçbir oyuncu hakkında hoş bir şey söylemezdi.
Marc Blucas, guard: Duncan her şeyi çok hızlı öğreniyordu. İlk yılında inanılmaz gelişmişti.
Jerry Stackhouse, North Carolina guardı: Tim’in birçok blok yaptığını, ellerinin hızlı olduğunu bu sayede toplara müdahale ettiğini ve ribauntları çekebildiğini biliyorduk. Tim ile ilk kez sahada karşılaştığımızda Rasheed Wallace’ı bloklamıştı ve o seneki ilk kötü maçını oynamasını sağlamıştı. Sheed’in da maçta etkili olduğunu anlar oldu ama Tim bambaşka bir seviyedeydi.
Ernie Nestor, asistan koç: Ted Turner, Goodwill Games isimli bir organizasyonun parçası olmuştu. Mini Olimpiyatlar gibi bi şey düzenliyorlardı. Amerika’nın da organizasyonda bir takımı vardı ve koçluğunu George Raveling yapıyordu. Beni Temmuz ayında aradı ve “Kadronuzda çaylak bir uzun varmıştı. Bizimle antrenman yapmak için birkaç haftalığına buraya gelebilir mi? Kadromuzda uzun oyuncu yok.” dedi. Tim o esnada adadaydı ve bunu ona sorduğumuzda katılabileceğini söyledi. Antrenmanlara katıldıktan 2 gün sonra bizi aradılar ve “Rusya’ya da bizimle birlikte gelse olur mu? O gerçekten çok iyi” dediler. Daha sonra takımla beraber Rusya’ya gidip Goodwill Games’te oynadı.
Daha sonra Amerika’ya döndüler ve Dream Team 2 ile hazırlık maçları yaptılar. Shaq’ın karşısına çıkıyordu. Onu izlemek için Oakland’a gitmiştik. Saha kenarında oturarak maçı izlemiştik. Tim, maçta Shaq’ı 2 kez bloklamıştı. O anı hala hatırlıyorum. Shaq bloktan sonra etrafına bakıp onu kimin durdurduğunu anlamaya çalışıyordu.
Herman Eure, bioloji profesörü: Tim çok komik birisiydi.
Childress: Sarkastik bir yapısı vardı. Ukalaca yaptığı yorumlar asla bitmezdi.
Deborah Best, psikoloji profesörü: Mesafeli stand-up’çılardan birisi olabilirdi.
Blucas: Onun olayı zaten buydu. Robert De Niro’yu Meet the Parents ya da Goodfellas’da izlediniz mi? O kadar beklenmedik anlarda şaka yapıyordu ki daha da komik hale geliyordu.
Tracy Connor, Duncan’ın arkadaşı/Wake Forest kadın basketbol takımının yıldızı: Koç Odom eskiden bizi eşleştirirdi. Tim buna bir türlü inanamazdı.
Blucas: St. Croix’tayken şnorkel kullanmayı öğrenmişti ve adeta bir balık gibiydi. Kolejdeyken sporcu olduğum için her şeyi yapabileceğimi düşünüyordum. Şnorkel konusunda da gayet tecrübeli olduğumu düşünüyordum. Daha sonra Tim beni adeta mahvetmişti. O esnada ben bir deniz kestanesinin üzerine bastım. Tim bana “Onun üzerine işemen gerekiyor.” dedi. Ben buna inanmamıştım ve bana yalan söylediğini düşünmüştüm. Ancak Tim gayet ciddiydi ve bana bunun bilimsel açıklamasını yaptı. Daha sonra “ister inan ister inanma, ama seninle dalga geçmiyorum.” dedi. Daha sonra gülerek “İstersen ben yapabilirim.” diye ekledi.
Blucas: “Jane Austen Book Club” isimli bir filmin çekimleri için seçmelere girecektim. Filmde Emily Blunt’ın kocasını oynayacaktım. Emily de hayatı boyunca hiç Fransa’ya gitmemiş bir Fransızca öğretmenini canlandırıyordu. Sonunda Fransa’ya gitme şansı yakaladıklarında Spurs, NBA Finallerine kalıyordu ve benim karakterim de Paris seyahatini maça gidebilmek için iptal etmeye çalışıyordu. O esnada “Merak etme, eğer Tim Duncan’a yıldırım çarpmazsa Spurs seriyi 4 ya da 5 maçta bitirecektir.” cümlesini kuruyordu.
Tim benim en yakın arkadaşımdı. Bu yüzden onu aradım ve senaryoyu okumaya başladım. Tim’e, seçmelere gittiğimde onunla arkadaş olduğumu söyleyeceğimi ve bunu işi alabilmek için kullanacağımı söyledim.
Daha sonra işi aldım ve yapımcılara “Tim benim arkadaşım. Karakterimi Spurs taraftarı yapsak olmaz mı?” diye sordum. Daha sonra Tim, filmde oynadığım karakterin adı olan Dean için bir forma imzaladı ve bunu da karakterimin ofisine yerleştirdik. Tim, NBA’den izin almamız için filme de yardımcı oldu. Daha sonra çekimlere başladığımızda Duncan ile uğraşmak istediğimi ve kamera arkasında bile olsa kullanabileceğimiz bir şeyler çekmek istediğimi söyledim. Yapımcılar da bunu kabul etti. Ben de az önce bahsettiğim sahneyi çekerken 30 saniye boyunca Duncan’ın oyun tarzıyla dalga geçtim.
Birkaç ay sonra Duncan, şehre geldiğinde ona filmin benim onun oyunuyla dalga geçtiğim versiyonunu izlettik. İzledikten sonra Duncan’ın suratını görmeniz gerekiyordu. Bana baktı ve “Seni pislik” dedi. Daha sonra bana doğru yaklaştı ve bugüne kadar onun ağzından duyduğum en acayip cümlelerden birisini söyledi. “Ben zenginim, sabırlıyım. Bunun intikamını alacağım. Ne kadar beklemem gerekirse gereksin bunun intikamını alacağım. Ama şimdilik sen kazandın.”
Best: Tim eskiden benim evime gelir ve oğlumla zaman geçirirdi. Odanın köşelerine ufak kaleler kurup savaş oyunları oynarlardı.
Scott: Tim, zamanını eğlenerek geçirmekten başka bir şey istemiyordu. Eğer ondan bir şey isterseniz yardımcı olmak için elinden geleni yapardı.
Matt Simpson, guard: Video oyunlarını çok severdi. Eskiden “Coach K College Basketball” oyununda sürekli kapışırdık. Oyunda Wake Forest da olduğu için ikimiz de aynı takımı alıp birbirimizle maç yapardık.
Rusty LaRue, guard: “Mortal Kombat” favori oyunlarından birisiydi.
Wainwright: Ping-pong’ta da çok iyiydi. 2.08 boyunda olmasına rağmen çok rahat hareket edebiliyordu. Skor tutulan her şeyde kazanmak için oynardı.
Blucas: Birkaç yıl önce Tim, asistan koçluk yaparken ben de Atlanta’da bir film çekiyordum. Onu arayıp “Bu akşam maçın olduğunu biliyorum ama bir arkadaşım Suicide Squad 2’nin setinde çalışıyor. Sete gelmek ister misin?” diye sordum. O da bana bunu çok isteyeceğini söyledi.
Duncan’ın şampiyonluklar kazandıktan, finaller kaybettikten, birçok hayal kırıklığı yaşadıktan sonra etrafında bulundum. Tim’in hissedebileceği bütün duygulara şahit olduğumu düşünürdüm. Onu bu kadar heyecanlı gördüğümü hatırlamıyorum.
Connor: O hala kocaman bir çocuk. Şakalaşmaktan, video oyunları oynamaktan her zaman çok keyif aldı. Şu anda evinin bir oyun alanından farkı yok. Bir çocuk gibi yaşamaya çalışıyor.