By Shane Larkin – Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 18 Temmuz 2021 Shane Larkin’in kişisel internet sitesinde yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Yalan söylemeyeceğim. Şampiyonluk maçına neredeyse nazar değdiriyordum.
Beş sayı farkla öndeydik ve galiba 30 saniye falan kalmıştı. Vasa, iki atış için çizgiye gitmişti ve ikisini de sokacağını varsayıyordum. İlkini atmadan önce Kruno’ya gidip “Vay be kardeşim, hakikaten başardık! İnanamıyorum” dedim.
Sonra Vasa ilk atışı kaçırdı. Kruno “Tanrım, kardeşim… Şimdi bozma. 30 saniye daha bekle. 30 saniye bekle, sonra kutlayacağız” dedi.
30 saniye sonra dayandık ve kazandık.
Son bir ay içerisinde bunu çok düşündüm.
Kazandık. Başardık.
Maç bittiğinde ellerimle yüzümü kapattım, kelime bulamıyordum. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. O an duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum çünkü oraya kadar çok uğraşmıştık.
Bazen internete, sosyal medyaya, YouTube’a girip video izliyorum, kutlamaları izliyorum çünkü bir şekilde bunları kaçırmışım gibi hissediyorum. Fazlasıyla mutlu bir andı. Yanlış anlamayın ama yaşanırken gerçek gibi gelmiyordu.
Bu son birkaç haftaya kadar hâlâ da anlayamamıştım.
Ben bir EuroLeague şampiyonuyum. Bu gerçekten çok özel. 15 yıl burada oynayıp tek bir EuroLeague şampiyonluğu kazanamayan insanlar var. Benim bunu üç sezonda başarmış olmam (ki başka bir sezonda şans bulamadık), muhteşem bir his. Ayrıca çıkıp burada oynamış en iyi oyuncular arasındaki yerimi de güçlendirdi. Dolayısıyla kesinlikle harika bir his.
Olan biten çok şey var. Çok. İki yıl önce kaybettiğimiz final, geçen sezon şampiyonluğun favorisiyken bitiremediğimiz sezon… Bu yıl da sezona böyle başladıktan, onca sakatlık sorununu yaşadıktan sonra sezon ortasında kaybettiğimiz maçların sayısı, kazandıklarımızdan çoktu. 17 maçta sekiz galibiyet almıştık. İnsanlar, playoffa kalıp kalmayacağımızı sorguluyordu.
Playofflara gittik, Real Madrid karşısında 2-0 öne geçtik, Madrid’de iki maç kaybettik, evimize döndük ve o çok acayip beşinci maçta kazandık. Sonra da Köln’e gidip çok uzun zamandır kovaladığımız işin sonunu getirdik. Bütün bunlar bu takımın karakter sınavını nasıl verdiğini gerçekten gösterdi.
Tüm olumsuzluklara rağmen savaştık. Sezon içerisinde sakatlıklar vesaire derken yaşadığımız onca şeyin bizi düşürmesine asla izin vermedik. En büyük anlarda, en büyük sahnelerde hakkını verdik ve şampiyonluğa ulaştık. Bu takımda sahip olduğumuz karakterlerimizin büyük bir göstergesi oldu.
Bunun gerçekten olduğunda insan inanamıyor.
İnanamadım, “Gerçekten başardık. Gerçekten buradayız” dedim.
İki yıl önce bizi finalde yenen takımı geçmemiz gerekiyordu, CSKA Moskova’yı. Bunu yaptık.
Sonra puan tablosunun ilk sırasında yer alan, ligin en yüksek bütçesine sahip, tüm bu yeni oyuncuları getirmiş, efsane bir isim olan Pau Gasol’u getirmiş, en çok istenen koçu getirmiş, MVP adaylarından birine sahip Barcelona’yı geçmemiz gerekiyordu.
Sanki tam da böyle olması gerekiyordu.
Sanki bir yerlere, bir şeylerin üzerine yazılmış gibi.
Kaderimiz buydu sanki.
ARALIKTA BİR GÜN
Bir önceki blog yazımda sezonun nasıl bir aşağı bir yukarı giden bir lunapark treni gibi olduğunu yazmıştım. Şimdi sezonun tamamına geri dönüp bakınca gerçekten dikkatimi çeken birkaç an var. En büyüğü ise Aralık ayındaki o an.
Üst üste üç maç kaybetmiştik. Kötü mağlubiyetler almıştık. Aralık’ta birkaç maçta fark yedik. Keza yakın geçen ve kazanmamız gerekirken kaybettiğimiz maçlar da oldu. Böyle bir süreç yaşadık ve bir sonraki maçta evimizde Barcelona ile oynadık. EuroLeague’in zirvesinde yer alıyorlardı ve herkes, şampiyonluk için onları favori gösteriyordu.
Sinan Erdem’e geliyorlardı ve kaybetsek biz bir daha ayağa kalkamayabilirdik.
Bir takım toplantısı yaptık ve her şeyi masaya yatırdık. Hepimiz, takımda neler olup bittiği ile ilgili konuştuk. İyisiyle, kötüsüyle… Neleri daha fazla yapmamız gerektiğini, neleri daha az yapmamız gerektiğini konuştuk ve hepimiz bir anlamda içimizi döktük. Verimli bir toplantı oldu.
Daha sonra hepimiz o maça çıktık. Barcelona’nın ligin en iyi takımlarından biri olduğunu biliyorduk ve bir şeyleri kanıtlamak istiyorduk. Bence sezon orada döndü. O maçı kazandık. Sonlara doğru epey farklı öndeydik ama Barcelona, seri bulup maçı yakın bitirdi. Yine de kazandık ve bence bu özgüvenimizi kazanmamıza yardımcı oldu.
Sonrasında bir ritim bulduk. Üst üste maçlar kazanmaya başladık. Rakiplerimize fark atmaya başladık. Sonlara doğru yalnızca birkaç maç kaybettik. Bence bizi ileri götüren, yeniden Final Four’da olmak ve şampiyonluk şansı bulmak için olmamız gereken konuma getiren an veya maç o’ydu.