Shane Larkin: “Micic ile Birlikte EuroLeague Tarihinin En İyi Guard İkilisi Olabiliriz”

20/Tem/21 17:40 Temmuz 20, 2021

Mehmet Bahadır Akgün

20/Tem/21 17:40

Eurohoops.net

Shane Larkin, Anadolu Efes’in EuroLeague şampiyonluğu ile taçlanan yolculuğu kendi perspektifinden paylaştı…

By Shane Larkin – Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 18 Temmuz 2021 Shane Larkin’in kişisel internet sitesinde yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Yalan söylemeyeceğim. Şampiyonluk maçına neredeyse nazar değdiriyordum.

Beş sayı farkla öndeydik ve galiba 30 saniye falan kalmıştı. Vasa, iki atış için çizgiye gitmişti ve ikisini de sokacağını varsayıyordum. İlkini atmadan önce Kruno’ya gidip “Vay be kardeşim, hakikaten başardık! İnanamıyorum” dedim.

Sonra Vasa ilk atışı kaçırdı. Kruno “Tanrım, kardeşim… Şimdi bozma. 30 saniye daha bekle. 30 saniye bekle, sonra kutlayacağız” dedi.

30 saniye sonra dayandık ve kazandık.

Son bir ay içerisinde bunu çok düşündüm.

Kazandık. Başardık.

Maç bittiğinde ellerimle yüzümü kapattım, kelime bulamıyordum. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. O an duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum çünkü oraya kadar çok uğraşmıştık.

Bazen internete, sosyal medyaya, YouTube’a girip video izliyorum, kutlamaları izliyorum çünkü bir şekilde bunları kaçırmışım gibi hissediyorum. Fazlasıyla mutlu bir andı. Yanlış anlamayın ama yaşanırken gerçek gibi gelmiyordu.

Bu son birkaç haftaya kadar hâlâ da anlayamamıştım.

Ben bir EuroLeague şampiyonuyum. Bu gerçekten çok özel. 15 yıl burada oynayıp tek bir EuroLeague şampiyonluğu kazanamayan insanlar var. Benim bunu üç sezonda başarmış olmam (ki başka bir sezonda şans bulamadık), muhteşem bir his. Ayrıca çıkıp burada oynamış en iyi oyuncular arasındaki yerimi de güçlendirdi. Dolayısıyla kesinlikle harika bir his.

Olan biten çok şey var. Çok. İki yıl önce kaybettiğimiz final, geçen sezon şampiyonluğun favorisiyken bitiremediğimiz sezon… Bu yıl da sezona böyle başladıktan, onca sakatlık sorununu yaşadıktan sonra sezon ortasında kaybettiğimiz maçların sayısı, kazandıklarımızdan çoktu. 17 maçta sekiz galibiyet almıştık. İnsanlar, playoffa kalıp kalmayacağımızı sorguluyordu.

Playofflara gittik, Real Madrid karşısında 2-0 öne geçtik, Madrid’de iki maç kaybettik, evimize döndük ve o çok acayip beşinci maçta kazandık. Sonra da Köln’e gidip çok uzun zamandır kovaladığımız işin sonunu getirdik. Bütün bunlar bu takımın karakter sınavını nasıl verdiğini gerçekten gösterdi.

Tüm olumsuzluklara rağmen savaştık. Sezon içerisinde sakatlıklar vesaire derken yaşadığımız onca şeyin bizi düşürmesine asla izin vermedik. En büyük anlarda, en büyük sahnelerde hakkını verdik ve şampiyonluğa ulaştık. Bu takımda sahip olduğumuz karakterlerimizin büyük bir göstergesi oldu.

Bunun gerçekten olduğunda insan inanamıyor.

İnanamadım, “Gerçekten başardık. Gerçekten buradayız” dedim.

İki yıl önce bizi finalde yenen takımı geçmemiz gerekiyordu, CSKA Moskova’yı. Bunu yaptık.

Sonra puan tablosunun ilk sırasında yer alan, ligin en yüksek bütçesine sahip, tüm bu yeni oyuncuları getirmiş, efsane bir isim olan Pau Gasol’u getirmiş, en çok istenen koçu getirmiş, MVP adaylarından birine sahip Barcelona’yı geçmemiz gerekiyordu.

Sanki tam da böyle olması gerekiyordu.

Sanki bir yerlere, bir şeylerin üzerine yazılmış gibi.

Kaderimiz buydu sanki.

ARALIKTA BİR GÜN

Bir önceki blog yazımda sezonun nasıl bir aşağı bir yukarı giden bir lunapark treni gibi olduğunu yazmıştım. Şimdi sezonun tamamına geri dönüp bakınca gerçekten dikkatimi çeken birkaç an var. En büyüğü ise Aralık ayındaki o an.

Üst üste üç maç kaybetmiştik. Kötü mağlubiyetler almıştık. Aralık’ta birkaç maçta fark yedik. Keza yakın geçen ve kazanmamız gerekirken kaybettiğimiz maçlar da oldu. Böyle bir süreç yaşadık ve bir sonraki maçta evimizde Barcelona ile oynadık. EuroLeague’in zirvesinde yer alıyorlardı ve herkes, şampiyonluk için onları favori gösteriyordu.

Sinan Erdem’e geliyorlardı ve kaybetsek biz bir daha ayağa kalkamayabilirdik.

Bir takım toplantısı yaptık ve her şeyi masaya yatırdık. Hepimiz, takımda neler olup bittiği ile ilgili konuştuk. İyisiyle, kötüsüyle… Neleri daha fazla yapmamız gerektiğini, neleri daha az yapmamız gerektiğini konuştuk ve hepimiz bir anlamda içimizi döktük. Verimli bir toplantı oldu.

Daha sonra hepimiz o maça çıktık. Barcelona’nın ligin en iyi takımlarından biri olduğunu biliyorduk ve bir şeyleri kanıtlamak istiyorduk. Bence sezon orada döndü. O maçı kazandık. Sonlara doğru epey farklı öndeydik ama Barcelona, seri bulup maçı yakın bitirdi. Yine de kazandık ve bence bu özgüvenimizi kazanmamıza yardımcı oldu.

Sonrasında bir ritim bulduk. Üst üste maçlar kazanmaya başladık. Rakiplerimize fark atmaya başladık. Sonlara doğru yalnızca birkaç maç kaybettik. Bence bizi ileri götüren, yeniden Final Four’da olmak ve şampiyonluk şansı bulmak için olmamız gereken konuma getiren an veya maç o’ydu.

BİR LİDER OLARAK DERSLER ÇIKARMAK

Zor bir yıl oldu. Böyle bir sezonda daha önce karşılaşmadığınız birçok farklı zorluk yaşıyorsunuz.

Genelde takımın dışında yaşanan çok daha fazla şey oluyor. Herkes farklı ama birçoğumuz için kötü bir maç ya da süreç geçirdiğimizde ya da evimizde bir şeyler olup bittiğinde keyif veren türlü kaçamaklar oluyor. Çıkıp takım arkadaşlarınızla akşam yemeği yiyebiliyorsunuz. Çıkıp bir filme gidebiliyorsunuz. Vapura binebiliyorsunuz. İstanbul’da aklınızı basketboldan uzaklaştırmak için yapabileceğiniz çok şey var.

Fakat bu yıl basketbolu düşünmek dışında yapılacak pek bir şey yoktu.

Türkiye’de yılın büyük bir bölümünde tam karantina vardı. Restoranlar kapalıydı. Alışveriş merkezleri kapalıydı. Sinemalar kapalıydı. Parklar kapalıydı. Aklınızı basketboldan uzaklaştırabilecek hiçbir şey yoktu.

Hepimiz için bu bir zorluk oldu. Alışmamız gerekiyordu ve bence kişisel olarak takım arkadaşlarımla sesimi daha çok duyurduğum bir liderlik rolü üstlenmem gerekiyordu.

Bu sezon bir lider olmaya dair öğrendiğim en büyük şey, takımda benim söylediklerimin ne kadar önemli olduğu ve nasıl mantıklı konuşmalar yapabileceğim oldu.

Yılın başlarında takımla değildim. Miami’de idman yapıyor, tekrar sağlığıma kavuşmaya çalışıyordum ve sezona istediğimiz gibi başlayamadık. İlk dört maçta bir galibiyet aldık. Oyuncular, koçlar ve teknik ekip, sahada olup bitenlerle ilgili beni arıyordu. Muhtemelen takımın %90’ı falan aradı. Bu da bir anlamda bana takımın bana ne kadar saygı duyduğunu gösterdi.

Artık başka oyuncuların gelip işler istedikleri gibi gitmediğinde konuştukları biri olmakla gurur duyuyorum. Olumsuz dönemler veya tatsız zamanlar geçiren takım arkadaşlarımla konuşabiliyor, onlar için bir anlamda rahatlama noktası oluyordum. Takım arkadaşlarımın büyük bir baskı altında olduğuna ya da olumsuz bir enerji olduğuna dair işaretleri aramayı öğrendim ve her an takım arkadaşlarımla konuşup yanlarında olmaya çalıştım.

Bu sezon bir lider olarak en büyük gelişimimi bu alanda gösterdim. İşler iyi gitmediğinde konuşabileceğiniz insan oldum. Ben size özgüven vereceğim ve duruma dair daha iyi hissetmenizi sağlayacak, belki de başkalarının söylediği kadar kötü bir durumdaymış gibi hissetmemenizi sağlayacağım.

Benim için mesele sesimi daha fazla duyurmak ve bu benim için zorlu bir sınav çünkü ben genelde davranışlarıyla örnek olan bir insanım. Sahada baktığınız zaman asla aklımın çok havada ya da moralimin çok bozuk olduğunu görmezsiniz. Bana baktığınızda özgüvenli olduğumu görebilirsiniz ve umarım o özgüven, takımdaki herkese de bir anlamda sirayet etmiştir.

Fakat ben bu sezon sözlerimi de daha fazla kullanmayı, sahada sakinleştirici bir faktör olmayı, kötü durumlarda takım arkadaşlarımı ayağa kaldırmayı da öğrendim. Bazen takım arkadaşlarımı başları yerde görüyordum ve gidip onlarla konuşuyor, onları daha iyi hissettirmeye, başlarını kaldırmaya çalışıyordum. Antrenmandan sonra ekstra çalışma yapan veya tedavi alan biri olunca ben de kalıyordum. Takımda bir güven ortamı oluşturma, takım arkadaşlarıma rahatlama, kendileri olma fırsatı verme, ne olursa olsun yanlarında olacağımızı gösterme ve hak ettikleri güveni verme meselesi.

Bunun bana da çok faydası oldu çünkü bu sezon zaman zaman sahada en iyi oyunumu oynayamıyordum. Her akşam çıkıyorduk ve herkes benim ligin en iyi skorerlerinden biri olduğumu biliyordu. Dolayısıyla rakip takımın odak noktası, benim sayı atmamı durdurmak oluyordu.

Sayı atabilen birçok oyuncumuz var ama ben çıkıp yüksek düzeyde sayı atabilirsem rakibin uzun bir gece geçirmesini sağlayabiliyorum. Birçok kez rakipler bana karşı farklı savunmalar, perdede değişmeler, iki ve hatta bazen üçlü sıkıştırmalar gönderdi ki ben hücumda ritmimi bulamayayım. O anlarda takım arkadaşlarıma “Agresif olmanız lazım. Şutları atmanız lazım. Yaratmanız lazım çünkü ben rakibin bu kadar hedefinde olacaksam sizin üzerinizdeki baskı daha az demektir. Daha fazla fırsatınız ve başarılı olmak için daha iyi bir konumunuz olacaktır” diyordum.

Lider olarak bu anlamda da geliştim. Sahada gördüklerimi dile getiriyor, bazı setleri başlatıyor, sahada gördüğüm farklı açıları kullanıyor, serbest atışlarda takım arkadaşlarımla konuşuyordum. Tüm bunların hedefi takım olarak mümkün olduğunca çok başarı yakalamaktı.

Madrid serisinin dördüncü maçında çıkıp bizi dağıttılar. Maçın başına 17-0 gerideydik. Kenara gelip herkese rahatlamasını söyledim. “Herkes sakin olsun” dedim. “Harika bir takımız. Şu an kötü bir durumdayız ama geri dönüp maçı çevirecek kabiliyete fazlasıyla sahibiz.”

O maçta bunu yapamadık ama bunun, bizi serinin dışına itmesine de izin vermedik. Beşinci maçta büyük çaba sarf ettik, karakterimizi gösterdik ve kazandık.

Mesele hiçbir zaman ben değildim. Ben, önce kendisini düşünen biri değilim. 20 sayı atmışım, 5 sayı atmışım hiç fark etmez. Kazandığımız sürece benim için önemli değil.