By Shane Larkin – Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 18 Temmuz 2021 Shane Larkin’in kişisel internet sitesinde yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Yalan söylemeyeceğim. Şampiyonluk maçına neredeyse nazar değdiriyordum.
Beş sayı farkla öndeydik ve galiba 30 saniye falan kalmıştı. Vasa, iki atış için çizgiye gitmişti ve ikisini de sokacağını varsayıyordum. İlkini atmadan önce Kruno’ya gidip “Vay be kardeşim, hakikaten başardık! İnanamıyorum” dedim.
Sonra Vasa ilk atışı kaçırdı. Kruno “Tanrım, kardeşim… Şimdi bozma. 30 saniye daha bekle. 30 saniye bekle, sonra kutlayacağız” dedi.
30 saniye sonra dayandık ve kazandık.
Son bir ay içerisinde bunu çok düşündüm.
Kazandık. Başardık.
Maç bittiğinde ellerimle yüzümü kapattım, kelime bulamıyordum. Ne hissedeceğimi bilmiyordum. O an duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum çünkü oraya kadar çok uğraşmıştık.
Bazen internete, sosyal medyaya, YouTube’a girip video izliyorum, kutlamaları izliyorum çünkü bir şekilde bunları kaçırmışım gibi hissediyorum. Fazlasıyla mutlu bir andı. Yanlış anlamayın ama yaşanırken gerçek gibi gelmiyordu.
Bu son birkaç haftaya kadar hâlâ da anlayamamıştım.
Ben bir EuroLeague şampiyonuyum. Bu gerçekten çok özel. 15 yıl burada oynayıp tek bir EuroLeague şampiyonluğu kazanamayan insanlar var. Benim bunu üç sezonda başarmış olmam (ki başka bir sezonda şans bulamadık), muhteşem bir his. Ayrıca çıkıp burada oynamış en iyi oyuncular arasındaki yerimi de güçlendirdi. Dolayısıyla kesinlikle harika bir his.
Olan biten çok şey var. Çok. İki yıl önce kaybettiğimiz final, geçen sezon şampiyonluğun favorisiyken bitiremediğimiz sezon… Bu yıl da sezona böyle başladıktan, onca sakatlık sorununu yaşadıktan sonra sezon ortasında kaybettiğimiz maçların sayısı, kazandıklarımızdan çoktu. 17 maçta sekiz galibiyet almıştık. İnsanlar, playoffa kalıp kalmayacağımızı sorguluyordu.
Playofflara gittik, Real Madrid karşısında 2-0 öne geçtik, Madrid’de iki maç kaybettik, evimize döndük ve o çok acayip beşinci maçta kazandık. Sonra da Köln’e gidip çok uzun zamandır kovaladığımız işin sonunu getirdik. Bütün bunlar bu takımın karakter sınavını nasıl verdiğini gerçekten gösterdi.
Tüm olumsuzluklara rağmen savaştık. Sezon içerisinde sakatlıklar vesaire derken yaşadığımız onca şeyin bizi düşürmesine asla izin vermedik. En büyük anlarda, en büyük sahnelerde hakkını verdik ve şampiyonluğa ulaştık. Bu takımda sahip olduğumuz karakterlerimizin büyük bir göstergesi oldu.
Bunun gerçekten olduğunda insan inanamıyor.
İnanamadım, “Gerçekten başardık. Gerçekten buradayız” dedim.
İki yıl önce bizi finalde yenen takımı geçmemiz gerekiyordu, CSKA Moskova’yı. Bunu yaptık.
Sonra puan tablosunun ilk sırasında yer alan, ligin en yüksek bütçesine sahip, tüm bu yeni oyuncuları getirmiş, efsane bir isim olan Pau Gasol’u getirmiş, en çok istenen koçu getirmiş, MVP adaylarından birine sahip Barcelona’yı geçmemiz gerekiyordu.
Sanki tam da böyle olması gerekiyordu.
Sanki bir yerlere, bir şeylerin üzerine yazılmış gibi.
Kaderimiz buydu sanki.
ARALIKTA BİR GÜN
Bir önceki blog yazımda sezonun nasıl bir aşağı bir yukarı giden bir lunapark treni gibi olduğunu yazmıştım. Şimdi sezonun tamamına geri dönüp bakınca gerçekten dikkatimi çeken birkaç an var. En büyüğü ise Aralık ayındaki o an.
Üst üste üç maç kaybetmiştik. Kötü mağlubiyetler almıştık. Aralık’ta birkaç maçta fark yedik. Keza yakın geçen ve kazanmamız gerekirken kaybettiğimiz maçlar da oldu. Böyle bir süreç yaşadık ve bir sonraki maçta evimizde Barcelona ile oynadık. EuroLeague’in zirvesinde yer alıyorlardı ve herkes, şampiyonluk için onları favori gösteriyordu.
Sinan Erdem’e geliyorlardı ve kaybetsek biz bir daha ayağa kalkamayabilirdik.
Bir takım toplantısı yaptık ve her şeyi masaya yatırdık. Hepimiz, takımda neler olup bittiği ile ilgili konuştuk. İyisiyle, kötüsüyle… Neleri daha fazla yapmamız gerektiğini, neleri daha az yapmamız gerektiğini konuştuk ve hepimiz bir anlamda içimizi döktük. Verimli bir toplantı oldu.
Daha sonra hepimiz o maça çıktık. Barcelona’nın ligin en iyi takımlarından biri olduğunu biliyorduk ve bir şeyleri kanıtlamak istiyorduk. Bence sezon orada döndü. O maçı kazandık. Sonlara doğru epey farklı öndeydik ama Barcelona, seri bulup maçı yakın bitirdi. Yine de kazandık ve bence bu özgüvenimizi kazanmamıza yardımcı oldu.
Sonrasında bir ritim bulduk. Üst üste maçlar kazanmaya başladık. Rakiplerimize fark atmaya başladık. Sonlara doğru yalnızca birkaç maç kaybettik. Bence bizi ileri götüren, yeniden Final Four’da olmak ve şampiyonluk şansı bulmak için olmamız gereken konuma getiren an veya maç o’ydu.
BİR LİDER OLARAK DERSLER ÇIKARMAK
Zor bir yıl oldu. Böyle bir sezonda daha önce karşılaşmadığınız birçok farklı zorluk yaşıyorsunuz.
Genelde takımın dışında yaşanan çok daha fazla şey oluyor. Herkes farklı ama birçoğumuz için kötü bir maç ya da süreç geçirdiğimizde ya da evimizde bir şeyler olup bittiğinde keyif veren türlü kaçamaklar oluyor. Çıkıp takım arkadaşlarınızla akşam yemeği yiyebiliyorsunuz. Çıkıp bir filme gidebiliyorsunuz. Vapura binebiliyorsunuz. İstanbul’da aklınızı basketboldan uzaklaştırmak için yapabileceğiniz çok şey var.
Fakat bu yıl basketbolu düşünmek dışında yapılacak pek bir şey yoktu.
Türkiye’de yılın büyük bir bölümünde tam karantina vardı. Restoranlar kapalıydı. Alışveriş merkezleri kapalıydı. Sinemalar kapalıydı. Parklar kapalıydı. Aklınızı basketboldan uzaklaştırabilecek hiçbir şey yoktu.
Hepimiz için bu bir zorluk oldu. Alışmamız gerekiyordu ve bence kişisel olarak takım arkadaşlarımla sesimi daha çok duyurduğum bir liderlik rolü üstlenmem gerekiyordu.
Bu sezon bir lider olmaya dair öğrendiğim en büyük şey, takımda benim söylediklerimin ne kadar önemli olduğu ve nasıl mantıklı konuşmalar yapabileceğim oldu.
Yılın başlarında takımla değildim. Miami’de idman yapıyor, tekrar sağlığıma kavuşmaya çalışıyordum ve sezona istediğimiz gibi başlayamadık. İlk dört maçta bir galibiyet aldık. Oyuncular, koçlar ve teknik ekip, sahada olup bitenlerle ilgili beni arıyordu. Muhtemelen takımın %90’ı falan aradı. Bu da bir anlamda bana takımın bana ne kadar saygı duyduğunu gösterdi.
Artık başka oyuncuların gelip işler istedikleri gibi gitmediğinde konuştukları biri olmakla gurur duyuyorum. Olumsuz dönemler veya tatsız zamanlar geçiren takım arkadaşlarımla konuşabiliyor, onlar için bir anlamda rahatlama noktası oluyordum. Takım arkadaşlarımın büyük bir baskı altında olduğuna ya da olumsuz bir enerji olduğuna dair işaretleri aramayı öğrendim ve her an takım arkadaşlarımla konuşup yanlarında olmaya çalıştım.
Bu sezon bir lider olarak en büyük gelişimimi bu alanda gösterdim. İşler iyi gitmediğinde konuşabileceğiniz insan oldum. Ben size özgüven vereceğim ve duruma dair daha iyi hissetmenizi sağlayacak, belki de başkalarının söylediği kadar kötü bir durumdaymış gibi hissetmemenizi sağlayacağım.
Benim için mesele sesimi daha fazla duyurmak ve bu benim için zorlu bir sınav çünkü ben genelde davranışlarıyla örnek olan bir insanım. Sahada baktığınız zaman asla aklımın çok havada ya da moralimin çok bozuk olduğunu görmezsiniz. Bana baktığınızda özgüvenli olduğumu görebilirsiniz ve umarım o özgüven, takımdaki herkese de bir anlamda sirayet etmiştir.
Fakat ben bu sezon sözlerimi de daha fazla kullanmayı, sahada sakinleştirici bir faktör olmayı, kötü durumlarda takım arkadaşlarımı ayağa kaldırmayı da öğrendim. Bazen takım arkadaşlarımı başları yerde görüyordum ve gidip onlarla konuşuyor, onları daha iyi hissettirmeye, başlarını kaldırmaya çalışıyordum. Antrenmandan sonra ekstra çalışma yapan veya tedavi alan biri olunca ben de kalıyordum. Takımda bir güven ortamı oluşturma, takım arkadaşlarıma rahatlama, kendileri olma fırsatı verme, ne olursa olsun yanlarında olacağımızı gösterme ve hak ettikleri güveni verme meselesi.
Bunun bana da çok faydası oldu çünkü bu sezon zaman zaman sahada en iyi oyunumu oynayamıyordum. Her akşam çıkıyorduk ve herkes benim ligin en iyi skorerlerinden biri olduğumu biliyordu. Dolayısıyla rakip takımın odak noktası, benim sayı atmamı durdurmak oluyordu.
Sayı atabilen birçok oyuncumuz var ama ben çıkıp yüksek düzeyde sayı atabilirsem rakibin uzun bir gece geçirmesini sağlayabiliyorum. Birçok kez rakipler bana karşı farklı savunmalar, perdede değişmeler, iki ve hatta bazen üçlü sıkıştırmalar gönderdi ki ben hücumda ritmimi bulamayayım. O anlarda takım arkadaşlarıma “Agresif olmanız lazım. Şutları atmanız lazım. Yaratmanız lazım çünkü ben rakibin bu kadar hedefinde olacaksam sizin üzerinizdeki baskı daha az demektir. Daha fazla fırsatınız ve başarılı olmak için daha iyi bir konumunuz olacaktır” diyordum.
Lider olarak bu anlamda da geliştim. Sahada gördüklerimi dile getiriyor, bazı setleri başlatıyor, sahada gördüğüm farklı açıları kullanıyor, serbest atışlarda takım arkadaşlarımla konuşuyordum. Tüm bunların hedefi takım olarak mümkün olduğunca çok başarı yakalamaktı.
Madrid serisinin dördüncü maçında çıkıp bizi dağıttılar. Maçın başına 17-0 gerideydik. Kenara gelip herkese rahatlamasını söyledim. “Herkes sakin olsun” dedim. “Harika bir takımız. Şu an kötü bir durumdayız ama geri dönüp maçı çevirecek kabiliyete fazlasıyla sahibiz.”
O maçta bunu yapamadık ama bunun, bizi serinin dışına itmesine de izin vermedik. Beşinci maçta büyük çaba sarf ettik, karakterimizi gösterdik ve kazandık.
Mesele hiçbir zaman ben değildim. Ben, önce kendisini düşünen biri değilim. 20 sayı atmışım, 5 sayı atmışım hiç fark etmez. Kazandığımız sürece benim için önemli değil.
GERÇEK BİR HAYAL
Şampiyonluk yürüyüşümüz boyunca takımdaki birçok kişi sorumluluk aldı ve izlerini bıraktı.
Vasilije Micic, sezon boyunca bizim için inanılmazdı. Hem normal sezon hem de Final Four’un MVP ödülünü kazanmasının bir sebebi var. Sezon boyunca ligin en iyi oyuncusu oydu. O çok yetenekli bir oyuncu. Pas verebilen, şut atabilen, top kontrolü çok iyi olan, pozisyon yaratabilen bir oyuncu ve benim üzerimden de baskıyı alıyordu. Ben de zaman zaman onun üzerinden baskıyı aldığımı düşünüyorum. Bazen bizi galibiyetlere taşıyan isim Micic oldu, bazense bu sorumluluğu ben üstlendim. İkimiz de aynı anda iyi oynarsak Avrupa’da bizi yenebilme şansı olan çok az takım var.
Guard rotasyonunda bu kadar yetenekli, böyle bir zihniyete ve karaktere sahip bir partnere sahip olmak parkeye adım attığım anda benim işlerimi çok daha kolay hale getiriyor.
İyi oynamadığım ya da ritim bulamadığım zaman sorumluluk alacak bir takım arkadaşım olduğunu biliyorum. O formda olmadığı zaman da aynısını ben onun için yapabiliyorum. Maç boyunca durum ne olursa olsun birbirimize destek olarak üstesinden gelebiliyoruz. Bu işlerin çok daha kolay olmasını sağlıyor.
Micic’in bu sene MVP ödülünü kazanması, geçen sezon da benim MVP olarak kabul görmem ne kadar özel bir ikili olduğumuzu gözler önüne seriyor. Ben Avrupa’da uzun süredir forma giymiyorum. Tarih boyunca Avrupa’da oynayan guard ikililerine çok hakim olmadığımı söyleyebilirim. Ancak bildiğim kadarıyla bizim, tarihin en iyi ikilileri arasında yer aldığımı söyleyebilirim. EuroLeague tarihinde bir arada oynamış en iyi guard ikilisi bile olabiliriz.
Bizim için çok büyük işlere imza atan bir diğer oyuncu ise Sertaç Şanlı‘ydı. Onun son birkaç senede takım içerisindeki en çok gelişim gösteren oyuncu olduğunu söyleyebilirim. Benim Anadolu Efes‘te oynadığım önceki yıllarda bu kadar süre almıyordu. Ancak bu sene onun patlama senesi oldu.
Geçen sezon Bryant Dunston bizim ilk beş pivotumuzdu ama yaşadığı talihsiz sakatlık sonrasında uzun süre takımdan uzak kaldı. O dönemde kendi aramızda “Transfer yapmamız gerekiyor mu? Bryant’ın yerini doldurabilecek bir uzun transfer etmeli miyiz?” diye konuşuyorduk. O arada Sertaç oynamaya başladı ve bu konuşmaların hepsine nokta koydu. İnanılmaz oynadı. Sorumluluk aldı ve işini yaptı.
Bu sezona da Tibor Pleiss ve Bryant, rotasyonumuzun ana pivotu olarak sezona girmişti. Ancak Bryant bu sene bu sefer bir göz sakatlığı yaşadı. Tibor da ayağından sakatlandığında Sertaç tekrar sorumluluk almak zorunda kaldı. Sezonun ortasına doğru takımın ilk beş pivotu olduğunu söyleyebilirim. Sezonun ikinci yarısında inanılmaz bir basketbol oynadı. Zorlandığımız zamanlarda işleri değiştirip üstesinden gelmemizi sağladı. Bir uzun olarak sahada alanı açmamızı sağladı. Çember savunmasında harika işler yaptı. Bu da son 3 yıldır genellikle kullandığımızdan çok daha farklı seçeneklere sahip olduk.
Bireysel performans olarak baktığımızda Sertaç’ın gerçekten çok büyük sorumluluk aldığını ve bütün EuroLeague’deki en önemli pivotlardan birisi olduğunu gösterdiğini düşünüyorum.
Bryant Dunston, bizim en iyi savunmacımızdı ve o gerçek bir savaşçı. Pick and roll hücumunda çok etkili, rakibe sürekli olarak blok tehdidi yaratıyor ve çok aktif ellere sahip. Chris Singleton ve Bryant aynı anda oynadığında çok kuvvetli bir pota altı savunmasına sahip oluyoruz. Belki de ligdeki en iyi savunmalardan birisi.
Chris, ona ihtiyaç duyduğumuz anlarda hücumda da çok önemli işlere imza attı. Eğer Chris olmasaydı Real Madrid karşısındaki 5. maçı kazanamazdık. Madrid’in alan savunmasına cevap verebilmek için uzun oyuncularımızdan birinin harika bir maç oynamasına ihtiyacımız vardı. Chris tam olarak bunu yaptı.
SEZONUN EN ÖNEMLİ 2 MAÇINDA İŞLERİ BİZİM İÇİN GERÇEKTEN DEĞİŞTİREN İSİM İSE TIBOR PLEISS’TI. O KESİNLİKLE GİZLİ BİR KAHRAMAN VE İNSANLAR ONA HAK ETTİĞİ ÖVGÜYLE SAYGIYI YETERİ MİKTARDA VERMİYOR.
Uzun oyuncularımız genellikle hücumumuzun odak noktası olmuyordu. Genellikle işler ben, Vasa, Kruno ve Roddy üzerinden dönüyordu. Pick and roll hücumlarını ve izolasyon hücumlarını çembere gidebilmek için kullanıyorduk.
Ancak Madrid ile oynadığımız 5. maçta Chris’in alan savunmasının ortasına oturup iyi bir performans göstermesine ihtiyacımız vardı. Maçın başından itibaren ona yöneldik, Chris de onu savunmaya çalışan herkesi cezalandırdı. Hem uzun oyuncularına hem de guardlarına çok zor anlar yaşattı. Chris’in hakkını sonuna kadar vermek gerekiyor. Sezonun en büyük maçında baskı zirvedeyken Efes kariyerinin en iyi maçını oynadı.
Onun kendisine adamasına ve konsantrasyonuna çok büyük saygı duyuyorum. EuroLeague play-off’larındaki bir serinin 5. maçında 26 sayı – 8 ribaundla takıma liderlik etmesi çok önemliydi.
Bu hikayenin bir parçası olduğum için ve Chris’in parladığını gördüğüm için çok mutluyum.
Roddy Beaubois, yarı final maçında çok iyi oynadı. Takımda yükü omuzlayabilecek oyunculardan birisi da oydu. Roddy’nin bizi bir devre ya da bütün maç boyunca taşıdığı anlar oldu. Takımımızın katalizörlerinden birisi oydu.
Sezonun en önemli 2 maçında işleri bizim için gerçekten değiştiren isim Tibor Pleiss’tı. O kesinlikle gizli bir kahraman ve insanlar ona hak ettiği övgüyle saygıyı yeteri miktarda vermiyor. Madrid serisi boyunca Tibor fazla süre almamıştı. Ancak 5. maçın son çeyreğinde koç ona güvendi. Oyuna girdikten sonra çok kritik bir üçlük soktu, önemli bir pozisyonda blok yaptı ve rakiple aramızda ihtiyacımız olan farkı yarattı.
Daha sonra aynısını final maçında da yaptı. Maçın başında çok da iyi oynamıyorduk. Koç, Tibor’u oyuna soktu ve o da girer girmez köşeden çok kritik bir şut soktu. Daha sonra çok önemli bir üçlük soktu ve bu bizim güvenimizi yerine getirdi. Bu tarz anlardan fazla bahsedilmez. İstatistik kağıdına baktığınızda bu anların önemini göremezsiniz. Tİbor, büyük olasılıkla final maçında 6-7 dakika oynamıştır. Ancak o dakikalar bizim için çok önemliydi.
Kendini hazır tutup ritmini bulamadan takıma yaptığı katkı gerçekten inanılmazdı. Sezonun son birkaç ayında fazla süre alamamıştı. Ancak buna rağmen takıma kattıkları çok büyüktü. O kesinlikle gizli bir kahraman.
Benzerini Krunoslav Simon için de söyleyebilirim. Kruno, çok kritik anlarda kritik şutlar soktu. Real Madrid serisinin 6. maçında attığını hepimiz asla unutmayacağız. O çok çok önemli bir andı.
Kruno, seri boyunca zorlanmıştı. Genellikle çift haneli skor üreten ve 4-5 ribaund çekip 4-5 tane de asist yapan bir oyuncuydu. Ancak takımdaki çoğu isim gibi o da Madrid’in savunmasına karşı zorlanıyordu. Eşleşmeli alan savunması yapıyor ve sürekli savunmalarını değiştiriyorlardı. Bu da takımdaki çoğu oyuncunun ritmini kaybetmesine sebep oldu.
Özellikle serinin ilk 4 maçında bu durum Kruno’yu çok etkilemişti. Ancak serinin 5. maçına çok agresif başladı. O maçta Kruno’nun iyi performansına çok ihtiyacımız vardı. Takımın kilit oyuncularından birisiydi. Onun gibi tecrübeli ve bu anları daha önce yaşamış bir oyuncuya ihtiyacımız vardı. Onun sorumluluk almasını bekliyorduk, o da bunu yaptı.
Takımdaki herkes Kruno’yu hem sahada hem de saha dışında çok seviyor. Soyunma odasında her zaman istikrarlı, dengeli bir oyuncu oldu. Yaptıkları sebebiyle herkes ona saygı duyuyor. O kadar kritik bir anda, takımın bütün sezon hissettiği baskıya rağmen o şutu sokması devasaydı. Bu, daha iyi birisinin başına gelemezdi.
Takımımızla alakalı en önemli şey bu. Herkes üzerine düşeni yaptı. Herkes farklı anlarda sorumluluk aldı ve katkı verdi.
Bazı maçlarda belirli bir oyuncunun sorumluluk almasına ihtiyaç duyduk. Yolculuğumuz boyunca farkı oyuncuların bu rolü üstlendiğini gördük. Kadrodaki ilk oyuncudan 15. oyuncuya kadar herkes sorumluluk aldı. Biz gerçek bir takımız. Bu kadrodaki herkes, başarımız için aynı derecede önemliydi.
Savunmada iyi oynadığımız zaman bunun sorumlusu tek bir oyuncu değildi. Herkesin sisteme bağlı kalmasıyla bu mümkün oldu. Herkes birbiri için savaşmayı göze alıp, ortada kalan toplar için mücadele etti. Bu tarz şeyler, rakiplerimiz için bizle mücadele etmeyi çok daha zor hale getirdi.
BÖYLE BİR SEZONDA KOÇ ATAMAN, HEDEFTEN ASLA ŞAŞMADI
Takımın, hedefimize ulaşabilmesi için takımdaki herkesin sorumluluk alması gerekti.
Bu yüzden Koç Ataman’ın da hakkını vermem gerekiyor. Son 3 yıldır nasıl hazırlanıyorsak, bu sene de aynı istikrarla devam etmemizi sağladı. o çok özgüvenli bir koç ve bu özgüveni oyuncularına da bulaşıyor. Yeteneklerimizi sahaya yansıtıp potanisyelimize ulaşmamızı sağladı.
Bu kadar fazla belirsizliğin yaşandığı bir sezonda kimin ne zaman oynayabileceğiniz, kimin Covid yüzünden takımdan ayrı kalacağını tahmin edemiyorduk. Buna rağmen böyle bir sezonda Koç Ataman, hedeften asla şaşmadı.
Sezonun ilk kısmında çok iyi oynamamamıza rağmen büyük değişiklikler yapmadı. Her zaman duyduğu güveni hissettirdi. Oyuncularına güvendiğini gösterdi. Sistemimizden vazgeçmedi. Bir noktada ritmimizi bulup herkes sağlığına kavuştuktan sonra form tutacağımızı biliyordu. Bu ok büyük cesaret isteyen bir şey. Batıyormuş gibi gözüken bir gemide kalıp işleri yoluna sokmak için çok cesur olmanız gerekiyor.
GELECEK NE GETİRECEK?
Şampiyonluğu bu sene kazanmak çok önemliydi. Çünkü çoğumuzun geleceğinde ne var bilmiyoruz. Kesin olan tek şey Anadolu Efes‘in önümüzdeki sezon başladığında biraz daha farklı bir görüntüye sahip olacağı.
Kariyerimde ilk kez bir takımda 1 sezondan daha fazla kalıyorum. Son 3 yıldır buradayım ve takım arkadaşlarımla hayat boyu sürecek arkadaşlık ilişkileri kurdum. Hepimiz için şampiyonluğu kazanmak, son 3 yıldır yaşadıklarımızın nişanesi oldu.
Tüm yaşananlara baktığımız zaman bunun muhteşem bir hikaye olduğunu söyleyebilirim.
İlk sezonumda takıma yeni gelen 8-9 tane oyuncu vardı. Birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Daha sonra EuroLeague finaline kadar çıktık ama kupayı kazanamadık. EuroLeague’de finali kaybetmemize rağmen Basketbol Süper Ligi’nde son 10 yılda ilk kez şampiyon olduk.
Bir sonraki sezon döndüğümüzde amacımız Avrupa’nın en iyi takımı olmaktı. Herkese şampiyonluğu kazanabilecek kalitede olduğumuzu kanıtlamak istiyorduk. Sezon boyunca harika oynamıştık ama Covid-19 salgını her şeyi mahvetti.
Bir önceki yaz benim NBA’e gidebileceğime ya da takımdaki diğer oyuncuların başka takımlarla kontrat imzalayacağına dair birçok söylenti vardı. Ama hepimiz geri dönmeye karar verdik. Hepimiz, Efes formasıyla 1 sezon daha oynayıp başarabileceğimizi düşündüğümüz şeyi kazanmak istedik.
Sezonu hem Basketbol Süper Ligi’nde hem de EuroLeague’de şampiyon olarak tamamlayarak Avrupa’nın en iyi takımı olduğumuzu kanıtladık. Bu konuda tartışmaya bile gerek yok.
Gerçekten harika bir hikayeydi. Harikaydı. Özel bir grup adam, özel bir takım ve hepimizin kariyerlerinin çok özel bir parçasıydı. Bu dönemi hepimiz hayatımızın sonuna kadar hatırlayacağız. Bu şampiyonluk, her zaman bizim ortak bağımız olacak.