by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Unutmamalı, o güzel günleri
Anılarla gönülleri hoş tutmalı, avutabilmeli
Hatırlamalı, sevgiyle anmalı
Ümitlerle yarınları hoş tutmalı, ayırmamalı
Dünya basketbolundan bir Luis Scola geçti. Gerçekten de damaklarda güzel bir tat bırakarak geçti. Halen daha geçiyor olabilir ancak resmi bir duyuru yapmamış olsa da artık kariyerine devam edecek gücü olmadığını belirtmiş bulunuyor.
2000’li yılların efsanevi performanslar sergileyerek EuroLeague’in oldukça geniş bir dönemde şampiyonluk adayları arasında yer alan Baskonia‘nın (o zamanki sponsor adıyla TAU Ceramica) en büyük parçalarından; 2001 EuroLeague Finalleri’nde karşılıklı mücadele ettikleri Manu Ginobili’yle birlikte Arjantin’i 10 yıllık bir dilimde deyim yerindeyse sırtında taşıyan oyunculardan, tüm bunların yanında NBA bünyesinde de ne kadar kıymetli bir figür olduğunu kanıtlamış Luis Scola…
Okurlarımız arasında hatırlayanlar mutlaka olacaktır; geçen yaz Arvydas Sabonis, Dino Meneghin gibi dünya basketbolunun efsanelerinde saygı duruşunda bulunurken onların uzun ömürlülüklerinden de övgüyle bahsetme fırsatımız olmuştu. Sabonis 40 yaşına kadar mücadelenin içerisinde yer alırken Meneghin 44 yaşına kadar basketbol sahnesinde kalmış; oğluyla karşılıklı oynama fırsatını bile elde etmişti.
Belki yarın da Pau Gasol’den aynı bu şekilde övgüyle bahsederiz. Bugünün öznesi 2004’te Olimpiyat altını kazanmış Luis Scola…
İlk Adımlar
İlk adımlar demişken perdeyi direkt olarak Avrupa basketboluna adımını attığı ilk dönemden değil, kariyerinin başlamasına vesile olan babasından açalım.
Scola, babasının yarı-profesyonel bir basketbol oyuncusu olmasının kendisiyle babası arasında diğer kardeşleriyle oluşan bağa göre çok daha benzersiz bir bağ oluşturduğunu ve çocukluğunda bunun kendisini “Evet, benim yapmam gereken şey basketbol oynamak” düşüncesine ittiğini Kyle Hines’la yaptığı röportajda anlatıyor.
Çocuk yaşta bir insan için aile bireyleriyle vakit geçireceği bir ortak alan bulabilmiş olmak önemli bir ayrıcalık. Scola da bunu basketbol oynayarak başardığını ve bu oyunu seçmesinin sebebinin aslında babası olduğunu belirtir.
Hatta bugün aynı şeyi 15 ve 14 yaşlarındaki oğullarıyla da yaşadığını ve onlarla bağ kurabilmesinin en güçlü yolunun bu olduğunu söylüyor.
15 yaşında olduğu dönemde Arjantin 19 Yaş Altı Milli Takımı’na seçilmesinin ardından Baskonia‘yı Arjantin’le tanıştıran ve Fabricio Oberto, Andres Nocioni, Pablo Prigioni gibi isimlerle buluşturan genel menajer Alfredo Salazar onu yoğun biçimde istiyor.
Ailesinin o dönem kendisinin ülkeden ayrılmasına olumlu bakmadığını ifade eden Scola, Salazar’ın 2 koca yıl boyunca ailesini darladığını ifade ediyor. Belki de bugün Luis Scola’nın Luis Scola olmasını sağlayan kariyeri oluşturan başat etkenlerden birisi de Alfredo Salazar’ın o darlamalarıdır.
Baskonia‘nın yaşadığı dönüşümün baş mimarı olan başkan Jose Antonio (Josean) Querejeta’nın başkanlığa başladığı 80’li yıllarda göreve getirdiği Salazar, euroleague.net’teki Natxo Mendaza imzalı röportajında genç Scola’yı şöyle anlatır:
“Luis Scola farklı bir olaydı. Çok gençti ancak aynı zamanda çok olgundu. Ne istediğini çok iyi biliyordu; istediği şey de NBA’e gitmekti. Onu Avrupa’ya gelmesinin kendisi için iyi olacağı, eğer iyi oynarsa kendisini NBA scoutlarının daha sık izleyeceği fikrine ikna etmek için neredeyse her gün buluşuyorduk. Fakat gel gelelim, onu ikna edemiyordum. Başkanı sürekli arayıp arayıp Scola’nın bize gelmeyi reddettiğini söylediğimde bana ‘Onu almadan buraya gelme’ diyordu. Orada koca bir ay boyunca kaldım!”
Nihayet 1998 yılında imzalar atıldı. Scola’nın ilk 2 yılı Gijon’da kiralık olarak geçerken 2000-2001 sezonunda ilk kez Baskonia’nın formasını sırtına geçirdi ve takım da o sezon finale yükselmeyi başardı. 2001 yılında seri üzerinden oynanan finalde Manu Ginobili’nin vitrine çıkış takımı olan Ettore Messina komutasındaki Virtus Bologna’yla oynadıkları final serisini 3-2 kaybettiler.
Scola o sezon kısa saçları ve alışık olmadığımız sakal stiliyle rotasyonun önemli oyuncularından birisiydi ancak takımın genel hücum yükünü çeken isimler dönemin guardı Elmer Bennett, dönemin en iyi şutörlerinden Saulius Stombergas, Victor Alexander ve Luis’in milli takımdan arkadaşı Fabricio Oberto gibi isimlerdi.
Altın
Arjantin basketbolunda Altın Jenerasyon’un tarihinde 1999’daki FIBA AmeriCup’ın önemli bir yeri var. Steve Nash’li Kanada’ya kaybeden o takım bronz madalyanın sahibi olurken Scola o dönemde “Evet, sahiden de iyi takımız!” dediklerini ve kendilerini buna inandırarak milenyuma hazırladıklarını söylüyor.
2002’de Indianapolis’te düzenlenen Dünya Kupası’nın finalinde Yugoslavya’ya kaybederek gümüş madalya kazanan o jenerasyon aslında turnuvaya kendilerini epey küçümseyerek, 5. veya 6. olma ümidi ve hedefiyle giderken; yenilgisiz ilerledikleri ve ABD gibi bir ekibi de geçtikleri turnuvada 2. olarak gençlik döneminden çıkıp yavaş yavaş olgunlaşma sürecine giriyordu. O takımda Walter Herrmann gibi isimlerin yanı sıra 2002’de EuroLeague şampiyonu olan Panathinaikos‘un kısalarından Pepe Sanchez de vardı.
Ruben Magnano yönetimindeki o takımda 22 yaşındaki Scola’nın rolü Fabricio Oberto ve Ruben Wolkowyski gibi uzunların arkasında kalmış bir bench oyuncusu rolü olsa da turnuvada 9.2 sayı – 3.3 ribaund – 1.1 asist ortalamalarıyla başarıda pay sahibiydi. Zaten turnuva genelindeki oyuncu profili ve sahadaki duruşuyla da istatistiklerinin örtüştüğü bir görüntü hakim. Hareketliliği ve sırtı dönük oyundaki yetenekleriyle fark yaratabilen, fiziksel olarak kat etmesi gereken yolu olan bir genç o zamanlar.
“Aradan 2 yıl geçtiğinde ise kendimizi artık küçümsemiyorduk. İyi bir takım olduğumuzun farkındaydık” diyor Scola. 2 yılın sonunda daha birikimli bir oyuncu kadrosu var. Manu Ginobili’nin EuroLeague şampiyonluğu sonrası geliştirdiği NBA deneyimi, kendisinin Baskonia‘daki macerası, Andres Nocioni’nin gelişimi…
Böylece Scola artık Oberto ve Wolkowyski’nin ardında kalan oyuncu değil, kadronun en değerli 2 oyuncusundan birisi haline gelmiş oluyor. 2004 Atina Olimpiyatları’nda grup maçlarında artık Pau Gasol’le karşılıklı düello atan bir uzun haline gelmiş oluyor.
Artık yavaş yavaş oyun karakteristiğinin de geliştiği bir turnuva olan 2004 Olimpiyat Oyunları’nda takımında Ginobili’nin ardından en skorer 2. oyuncusu olan Scola 17.6 sayı – 5.1 ribaund – 1.3 asist – 1.0 top çalma ortalamalarıyla o yaz sürecine damga vururken altın jenerasyon adına altın madalya kaçınılmaz oluyor. Hem de 2004 ABD Milli Takımı’nın bir fiyasko olarak anılmasına sebep olacak şekilde bu madalyayı kazanıyorlar.
Yarı final maçında Oberto’yla oluşturduğu ikili sayesinde Tim Duncan ve Lamar Odom gibi uzunlarla pençeleşen Luis artık Olimpiyatlar gibi muhteşem bir turnuvanın en iyi oyuncularından birisi konumunda. İtalya karşısındaki 25 sayı – 11 ribaundluk final performansı da bu noktada büyük bir etken.
O Arjantin takımları için her şey her zaman güllük gülistanlık değildi. Peki, iyi sonuçlar alan bir takımın mı kimyası iyi olur yoksa iyi kimyası olan bir takım mı iyi sonuçlar alır? Scola’ya göre ilki:
“Sonuçlar sizi daha iyi bir noktaya taşır. O bağlantıları kurmanıza yardımcı olur. Milli takımdaki o kadroda zor zamanlar yaşadığımız da oldu ancak bir şekilde işleri rayına oturtmayı başardık.”
Devleşiyor
Luis Scola’nın bireysel kariyeri özelinde devleştiği dönemler Baskonia için de parlak dönemlerdi. Querejeta’nın uzun yıllar süren yöneticiliği sonucunda yakalanan ivme sonunda onları Avrupa basketbolu için bir ekol olma yoluna taşıdı.
Bu noktada elbette Salazar’a verdiği Güney Amerika keşfi görevinin sonucu olarak sağlam bir iskelet oluşturulurken 2000’lerin ortalarında artık söz sahibi bir camia olarak Baskonia‘dan bahsedilebiliyordu. Dusko Ivanovic’in de inşasında büyük pay sahibi olduğu o yapıyı izlemeye yetişemeyenler dahi gençlik çağlarında “TAU Ceramica da ne takımdı be” söylemlerini sık sık duydukları bir ortamda Avrupa basketboluna sevdalandılar.
O sürecin başlarında EuroLeague’deki kan kaybını da iyi değerlendirerek adını duyuran Baskonia için inşa edilen o yapı Final Four gediklisi bir ekip yarattı. 2005-2008 arasında toplamda 4 sezonun tamamında Final Four’da yer almış ve 2005’te ikincilikle taçlanmış bir serüvendi bu. Scola burada 4 Final Four’un 3’ünde takımın bir parçasıydı.
2005 Finali’nde o dönem fırtınalar estiren Maccabi Tel Aviv‘le karşı karşıya geldiler. Fortitudo Bologna’nın fişini önceki sezonun finalinde 44 sayılık farkla çeken Maccabi. Baş etmesi kolay bir takım asla değildi ancak Baskonia için de aynı şey söylenebilirdi.
Tartışmayı Baskonia kadrosunun o dönem bünyesinde bulundurduğu Jose Calderon, Arvydas Macijauskas, Pablo Prigioni, Travis Hansen gibi çok değerli oyuncular bulunuyordu. O ekip final maçında da iyi iş çıkardı. Maç boyunca çift hanelerde giden fark son çeyrekte kapanırken Macas ve Hansen’ın dış şut katkısıyla Calderon’un da aldığı sorumluluğun payı önemliydi.
Prigioni’nin 8 dakika sahada kalıp üretime katkı sağlayamadığı o karşılaşmada Scola 37 dakikanın üzerinde süre alıp 21 sayı – 9 ribaundluk katkısıyla takımı sırtlayan oyuncu konumundaydı. Macas’tan biraz daha ekstra katkı yakalayabilselerdi şampiyonluğa ulaşabilecekleri bir maçtı ancak vatandaşı Sarunas Jasikevicius da çılgınlar gibi oynuyordu.
Macijauskas gibi bir efsanenin 13’te 11 serbest atış isabetinin yanı sıra saha içinden 5’te 1 gibi bir oranla oynaması final maçında beklenecek bir iş değil ancak Pini Gershon’un takımı ağlarını onun etrafında örmüştü. Şampiyonluğa en yakın oldukları mücadelede böylece yenildiler.
Ama bu Baskonia için elbette bir son olamazdı. Ertesi sezon Macijauskas gibi bir yıldızın ayrılığı üzerine Roko Ukic, Serkan Erdoğan, Casey Jacobsen gibi eklemeler yapıp Tiago Splitter’ın da rolünü biraz daha genişleterek Velimir Perasovic önderliğinde Final Four’a ulaştılar. Bunu yaparken o yıl şampiyon olan Messina CSKA‘sına karşı TOP 16’deki 2 maçta bir galibiyet elde edip playofflarda Zeljko Obradovic‘in duraksama dönemindeki Panathinaikos‘u 2-1’le geçtiler.