by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
1980’li yılların NBA basketbolu anlatılırken akla gelen şeyler çok bellidir.
Yeni yeni adapte olunan üçlük çizgisi, resmen ölümüne agresif oynanan pis bir oyun, o oyunun en önemli aktörleri olarak “Bad Boys” Detroit Pistons ve devamında ise oyunun en güzel yanı olarak Boston Celtics – Los Angeles Lakers rekabeti…
Boston Celtics – Los Angeles Lakers rekabetinden başlayalım ve onun en güzel alt başlığına gidelim.
Celtics’in Garden’ında, Lakers’ın Forum’unda (o dönem Staples Center yoktu) oynanan birbirinden muazzam final serilerine ev sahipliği yapan bu rekabetin bünyesinde bir de bireysel rekabet harlandı.
Geçtiğimiz günlerde işlediğimiz Bill Russell – Wilt Chamberlain rekabeti kadar oyuna öncülük eden bir rekabet olmasa da oyunu değiştiren rekabetlerden birisi oldu.
O çekişmenin başrolleri de Celtics tarihinin en büyük oyuncularından Larry Bird ile Lakers ve NBA tarihinde oyuncu profili bakımından çok büyük yeri olan Magic Johnson’dı…
Eurohoops Fırın anlatmaya devam ediyor…
Earvin “Magic” Johnson ve Larry Bird. Tarih onları ilk kez büyük bir finalde karşı karşıya getirdiğinde tarihler 1979’un mart ayını gösteriyordu.
İkili, kolej basketbolunun en büyük potansiyelleri olarak çıktıkları maçta, 1979 NCAA Finali’nde boy göstereceklerdi. Michigan State Spartans ve Indiana State Sycamores’u karşı karşıya getiren bu mücadelede Michigan State’in 20’lik yıldızı Magic Johnson ile Indiana State’in senior sezonunu oynayan oyuncusu Larry Bird kozlarını paylaşacaklardı.
Bird önceki sene drafta girip Celtics tarafından 6. sıradan seçilmişti ve 23 yaşına ayak basmaya hazırlanan bir kolej oyuncusu olarak senior yılını oynamayı tercih etti. Bu tercih, ona ilerleyen yıllarda kendisini zaman zaman mutlu edecek, zaman zaman canını sıkacak bir rekabetin ilk adımlarını attıracak türden bir tercih oldu.
Bu tercihi onun NBA’e girişi öncesinde deneyimini katlayan ve olumlu değerlendirmelere tabi tutulabilecek bir karar olarak tarihe geçti. Belki lige adımını epey geç attı ancak o adımı çok sağlam attı.
Salt Lake City’de oynanan 1979 NCAA şampiyonluk maçında ise bu tecrübeye acı bir son vererek NBA’in yolunu tutacaktı.
Magic Johnson’ın Spartans’ı, Larry Bird’ün Sycamores’unu 64-75 yenerek ulusal şampiyonluğa ulaşan kolej takımı oluyordu.
Johnson’ın oyuncu profili de, Bird’ün oyuncu profili de o dönem o yaşlarında çok farklı bir görüntü çizmiyordu. Günümüz kolej oyuncularıyla ligde halihazırda yer alan profesyoneller arasında çok derin farklar olur ve bu isimler de profesyonel yaşamlarında çok büyük deneyimler kazanarak bir dönüşüm geçirirler.
Johnson ve Bird’ü sanki 7-8 yıl sonraki hallerinden geriye döndürüp kolej basketboluna atmışlar gibi bir halleri var.
Magic’in ribaund üzeri açık saha organizatörlüğü, Larry’nin sırtı dönük oyundaki olağanüstü estetikliği hep aynı. Larry o maçta hücum bazında çok ciddi bir sunum sergileyemese de iyi savunma yapıyor. Magic ise klasik performanslarından birisiyle takımını şampiyonluğa taşıyor.
Bu ikili daha çok finalde, karar maçında karşı karşıya geleceklerdi.
Alfa
13 yaşında teyzesini ziyarete giden bir çocuk olarak Indiana’da oynadığı maçta fırtınalar estiren Bird o günü “basketbola aşık olduğum gün” olarak nitelendiriyor. Aslında herkesin böyle günleri yok mudur? Çocukluğunda bir sporu harika icra ettiği ve aynı zamanda aslında o spordan ne kadar keyif aldığını hissettiği günler…
Mavi yakalı fakir bir ailenin 6 çocuğundan birisiyseniz böyle günlere tutunmak istemeniz, gece yatarken kendinizi çok büyük bir formanın içerisinde o son saniye şutunu yollarken hayal etmeniz pek zor olmuyor. Genç Larry, okuldan basketbol oynayabilmek için burs aldığında ne durumda olduğunu şöyle anlatıyor:
“Hiç param yoktu. Hiç. Okula cebimde 75 dolarla gittim. Neredeyse hiç kıyafetim bile yoktu.”
İçinden geldiği o sınıf için 1980’li yıllarda bir sembol haline gelecekti. Nüfusunun önemli kısmı beyaz işçi sınıfının mensubu olan Boston’da Bird’ün etkisi işte bu şekilde anlatılır.
Onun beyaz olduğu için promote edilip gündeme sokulduğunu düşünenler oldu. Detroit Pistons oyun kurucusu Isiah Thomas bizzat bu düşüncesini 1987 Doğu Konferansı Finalleri’nde oynadıkları bir maçın ardından dile getirerek “Siyah olsaydı böyle süperyıldız olarak görülmezdi” dedi.
Bird’ün buna yanıtı ise “Özgür bir ülkede yaşıyoruz ve herkes istediği şeyi söyleyebilir” şeklinde oluyordu. Kazanmak haricindeki şeyleri çok da dert ettiği söylenemezdi.
Bununla birlikte inanılmaz bir basketbol oyuncusuydu. Harika bir savunma oyuncusu olduğu yetmezmiş gibi muhteşem bir hücumcuydu. Çok zekiydi.
Savunmaya oturduklarında gezgin bir profil çizerek adeta topu koklayan bir sırtlan gibiydi. Savunmaya yeterince oturamadıklarında da harika bir savunmacıydı.
İleride ise sırtı dönük oyunda parmak hassasiyetini çok iyi kullanan ve takım arkadaşlarını beslemesini bilen bir kanat oyuncusuydu. Skorerdi, ribaundçuydu, hırslıydı. Çok atletik bir isim değildi fakat onu akranlarından her zaman daha ön planda tutan çok fazla şey vardı.
Kevin McHale, Robert Parish, Danny Ainge, Dennis Johnson gibi oyunculardan çok beslendi. O onları, onlar da onu çok yukarı çekti.
Kavgacı bir oyuncu olarak ligin zirvesine tırmanmayı bildi. Her zaman sakin kalamayabilirdi.
Saçından ayak parmaklarına kadar her şeyiyle rekabeti besledi.
Büyü
Magic, Larry’ye göre biraz daha rahat ancak aynı sınıfın mensubu olduğu bir hayattan geliyordu. “İhtiyacımız olan her şeye sahiptik. Ebeveynlerimiz, soframızda yemeğimiz ve tüm ailemizin beraber geçireceği zamanımız” diye anlattığı bir çocukluk dönemine sahip. Aslında babasının para kazanabilmek ek işler yapmak durumunda kaldığı bir hayattan geliyordu ancak bir yetinme yahut kabullenme hali söz konusu olabilir.
Bird’den daha farklı olarak dönemin pek çok siyah çocuğu için olduğu gibi basketbol onun açısından da bir çıkış noktası, kurtuluşa eren yol. Bu sebepten ötürü basketbolla çok daha erken ve çok daha yorucu bir tanışması oluyor.
Johnson’ın beyaz ağırlıklı bir lisede basketbol konusunda çok yetenekli olduğu için bir köprü görevi gördüğü de anlatılır. Bu köprü olma haline zaten Larry ile birlikte NBA’i gelecek kuşaklara ulaştırırken de erişecekti.
Bu ikiliyi zorluklar çoğu zaman bırakmadı. Magic 5 şampiyonluğuyla ulusal bir spor efsanesi haline gelmişken 1991 yılında HIV pozitif çıkınca bir anda tekrar ülkenin gündemine oturdu. Ancak bu sefer hiç istemeyeceği bir şekilde oturdu.
O süreçte de tıpkı Bird ve Jordan’la ilgili hakkında yaşananlar gibi onunla ilgili de Isiah Thomas’ı ilgilendiren bazı iddialar ortaya atıldı. Thomas’ın, Magic’in cinsel yönelimine ilişkin bazı söylentiler yaydığı haberleri çıktı. Thomas bunları reddetti ancak bu tarz iddiaların muhatabı olması bile o dönemin bütün yıldızları için nasıl apaçık bir düşman figür olabildiğini gözler önüne seren bir olay. O Pistons takımının “Kötü Çocuklar” lakabını alması hiç boşa değil.
Johnson yaşananlar üzerine basketbola döndü ancak eski seviyesinde boy gösteremedi. Tıpkı Bird gibi o da 12-13 senelik NBA kariyerine çok şey sığdırdı. Hatta o daha çok şey sığdırdı.
Bir oyuncu olarak Magic, Bird’den daha kütleli gözüken, fiziksel olarak daha yıpratıcı olabilecek bir isimdi ancak oyunu daha çok kuran bir profilde olması onun daha ciddi bir dönüşüme imza atmasını sağladı. Bugün gördüğümüz Luka Doncic, LeBron James; dün gördüğümüz Toni Kukoc gibi fizikli ve asli görev olarak oyun kuran isimlerin öncüsü Magic Johnson’dır.
Bu sebeple oyuna kattıkları asla tartışılacak işler değil. Hiç değilse koskocaman bir “Showtime Lakers” kültürünü literatüre soktu. Kareem, James Worthy, Kurt Rambis, Byron Scott, Bob McAdoo ve çok daha fazlası…
En Büyükler
1979-1980 sezonundan itibaren artık Bird resmen bir Celtics oyuncusuyken Johnson da lige yeni gelen bir süperyıldız adayı olarak Lakers‘ın kadrosundaydı. O dönemin NBA’i alışkanlıkları bakımından günümüz NBA’inden kolaylıkla ayrılabilecek, daha farklı bir NBA idi.
3 sayı çizgisinin ilk olarak bir yıllık denemeyle getirildiği ve devamının da geldiği sezonda lige adımını atan bu büyük isimler ise oyunu dönüştürecek ve bugünkü haline gelmesinde ilk temellerini atacak oyuncular olacaklardı.
Oyun öyle bir haldeydi ki Bird ve Magic’in ilk sezonunda maç başına 2.8 üçlük denemesi yapılırken 0.8 isabet ortalaması vardı. Zaten izlediğiniz zaman oyunun eski alışkanlıklardan kopmakta zorlanan ve dönüşüm sürecinin ancak başlayabildiği bir oyun görüyorsunuz 1990’lı yıllarda.
Dış şutörlerin halen o kadar önemli olmadığı ancak öyle görülmeye biraz olsun başlandığı bu yıllarda hem boyalı alanı hem de orta mesafeyi birleştiren oyuncuların önemi bir iki kat daha artmıştı. Larry ne kadar rakibinden ayrılarak üçlük çizgisinin dışından da etkili olduğu bir kariyere imza atmış olsa da ikisi de hemen hemen benzer profilli oyunculardı.
Lige girdikleri dönemde genel intiba olarak Celtics‘in 13 şampiyonluk inanılmaz bir dominasyonu altında Lakers‘ın 5 şampiyonluğu vardı. Zaten son şampiyonlukları da 1972’de Jerry West – Wilt Chamberlain ikilisinin basketbolu bırakmadan önce kazandıkları şampiyonluk.
Yani, ABD’deki batı – doğu düşmanlığından, ırksal ayrımcılık ve düşmanlık hallerinden çok ayrı bir mesele bu.
Ancak o dönemde Celtics’in durumu Lakers kadar umut vadeden noktada değil. Bird takımı 29-53’lük bir normal sezon serisinden alıyor. Dave Cowens sezon öncesi kampında basketbolu bırakınca Nate “Tiny” Archibald, Cedric Maxwell gibi bir kadroyla yola çıkıp daha sonra Pete Maravich’i kadroya dahil ediyorlar.
Larry’nin etkisi ligde çok çabuk hissediliyor ve Celtics o sezon final oynayacak Philadelphia 76ers‘ın önünde konferans lideri olarak bitiriyor. Bu kısa vadede bir şey ifade etmeyecek çünkü Julius Erving, Mo Cheeks, Bobby Jones gibi oyuncularla bezenmiş Sixers onları püre haline getirerek finale çıkacaktı.
Batıdan ise Magic Johnson gelecekti o sezon finale. Kareem Abdul-Jabbar’ın muhteşem başladığı seriyi Magic inanılmaz performanslarla bitirince Lakers 6. kez şampiyonluğa ulaşarak 80’li yıllardaki büyük üstünlüğünün ilk adımını atmış olacaktı.
Bu üstünlük ki onlara, Magic’e 5 şampiyonluk kazandıracaktı o 8-9 yıllık süreçte.
1980-81 sezonunda Dallas Mavericks‘in lige gelişiyle Houston Rockets yeniden Batı Konferansı’nın bir parçası oldu (daha önceden Doğu Konferansı’ndaydı). O dönem ligin en popüler, en yetenekli oyuncularından birisi olan Moses Malone’a sahiplerdi ve 40-42’lik bir seriyle finale kadar gelmeyi başardılar.
Son sıradan playofflara girip 1981 NBA Finalleri’ne kadar Lakers’ı da eleyerek gelen o Rockets‘ın karşısına Cedric Maxwell çıktı. Larry belki seriyi 15 sayı – 15 ribaund ortalamalarıyla tamamladı ama bu serilerde kritik deplasmanlarda kim ötüyorsa o işe yarıyor. Maxwell kritik deplasmanlarda ötmeyi başaran isim oldu. Celtics’in 14. şampiyonluğu da bu şekilde gelmiş oldu.
Çok kopmadan Bird – Magic rekabetine dönecek olursak sıra sıra kazandıkları bu şampiyonluklarla bir rekabet ortamını harlamaya başladılar. 1970’lerde “ligin siyah ağırlıklı olduğu” gerekçesiyle elini ayağını çeken beyaz topluluk sebebiyle çok kötü durumda olan NBA reytinglerini de harlayan gelişmelerdi bunlar.
Ligin yüzlerinin kim olacağı her zaman NBA kamuoyu için çok önemlidir. Belki net biçimde belirtmiyorlarsa dahi şu anda da ligin yüzlerinin Avrupalı yıldızlar olması ligin popülarite bakımından yükseliş hızını düşüren etkenler arasında (Final serilerinin izlenme oranları vb. veriler kontrol edilebilir).
Bu, 70’lerde de siyah-beyaz meselesiyle yön bulmuş bir gerçeklikti. Larry’nin ligde hakim unsurlardan birisi oluşu bu noktada da NBA’i dönüştüren ve belki de bugünlere bu seviyelerde gelmesini sağlayan hareketliliklerden birisi oldu.
80’ler NBA’i bu rekabetle özelleşti. “Bu rekabetin sonunda Larry Bird’ün 3 şampiyonluğu, Magic Johnson’ın 5 şampiyonluğu vardı; bu ikili 1984, 1985, 1987 Finalleri’nde karşı karşıya geldi” gibi detaylar bu rekabeti anlatmak adına yeterli veriler olmayacak. Bunlar zaten ulaşması çok zor tarihsel kayıtlar değil.
Magic, 1987’de verdiği bir röportajda Larry Legend hakkında “İkimiz de kazanmayı felaket derecede istedik ve bu yüzden birbirimizden nefret ettik. Ona hep saygı duydum ancak onu hiç sevmedim” demişti.
O dönemlerde yeni figürler de doğuyordu. Doğu Konferansı’nda işler her zaman Magic’in batıda ilerletebildiği gibi gitmiyordu. Michael Jordan’lı yeni Chicago Bulls, “Bad Boys” Detroit Pistons gibi ekipler Bird’ün daha fazla kazanmasının önündeki yeni setler olarak görünüyordu.
Ancak bu ikili döneminin en büyükleri olarak bayrağı hiç bırakmadı. İkisinin de hayatı yaşanmışlıklarla doluydu. Bird – Magic rekabetini özelleştiren meselelerden birisi de halkın ayrıcalıksız sınıfından gelen ve feci şekilde birbirine düşmüş farklı ırklara mensup 2 süper yetenekli çocuğun yaklaşık 10 yıl boyunca koskoca bir ülkenin gündeminin ana maddeleri arasında oturuyor olması, bu rekabetin ne kadar özel bir değerlendirmeyle ele alınması gerektiğini kanıtlar.
Varlıkları ve tarihe düştükleri her bir not, her zaman için ligi öne taşıyan bir unsur oldu. Russ – Wilt rekabetini nasıl ligi yukarı tırmandıran bir rekabet olarak andıysak onlardan sonra doğan boşluğu doldurup ligi Jordan’ın, daha sonrasında LeBron’ın ve bugün Luka’nın, Giannis’in ellerine emanet eden rekabette de Larry Bird – Magic Johnson ikilisinin imzası var.
NBA Tarihinin Büyük Rekabetleri: Bill Russell – Wilt Chamberlain
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!