Ben Wallace’ın Anlatılmayan Hikayeleri: Bedava Laptop, Kafa Bandı İsyanı ve Fazlası

27/Oca/22 12:00 Ocak 27, 2022

Bugra Uzar

27/Oca/22 12:00

Eurohoops.net

Mücadele, hırs, savunma ve sertlik dendiğinde NBA tarihine damga vurmuş isimlerin başında Ben Wallace gelir. Eurohoops Çeviri, efsanevi oyuncunun bilinmeyen hikayelerini derledi.

By James K. Edwards III– Çeviri: Buğra Uzar / buzar@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı The Athletic’te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Afro’yu biliyorsunuz. Dört kez Yılın Savunmacı seçilmesini, şampiyonluğu, Doğu Konferansı şampiyonluklarını, mavi yaka mentalitesini biliyorsunuz. Kısacası Ben Wallace’ı biliyorsunuz.

2021’de Şöhretler Müzesi’ne dahil edilen Wallace, şehrin zengin geçmişinde birkaç profesyonel atletin sayılabileceği Detroit şehriyle özdeşleşti. Wallace, 2000’li yıllarda Pistons‘ın tekrar takdir edilen bir takım haline gelmesinin önemli etkenlerinden birisiydi. Onu izleyen herkes, onun nasıl bir oyuncu olduğunu hatırlıyorlardır.

Wallace, Şöhretler Müzesi’ne girmesini sağlayacak bir kariyere sahip olmasına ve kendi döneminin en dinamik oyuncularından biri olmasına rağmen onun iş etiğini, esprilerini, sertliğini ve taşıdığı kalbin büyüklüğünü çok az kişi biliyor.

Geçtiğimiz altı ay boyunca The Athletic ekibi, Wallace’ın takım arkadaşlarıyla, rakipleriyle, iş arkadaşlarıyla ve arkadaşlarıyla konuştu. Onlardan Wallace’a dair kendi hikayelerini anlatmalarını istedi. 76ers koçu Doc Rivers’tan Warriors‘ın yıldızı Draymond Green’e, Pistons‘ın uzun süre ekipman yöneticiliğini yapan John “Kong” Coumoundouros da dahil olmak üzere birçok kişiden 20’ye yakın hikaye topladı. Bu sayede Wallace’ın eşsiz kariyerine ışık tutmayı amaçladı.

Doc Rivers (Wallace’ın Orlando Magic‘teki koçu): Orlando’daki işi kabul ettiğimde bir yeniden yapılanmaya gireceğimizi düşünmüştük ve öyle de yaptık. Bir sürü hamle yaptık ve onlardan birisi Ben Wallace’tı. Biten kontratlar, minimum kontratlı oyuncular arıyorduk ve Ben benim listemde ilk sıradaydı. Benim delirdiğimi düşündüler çünkü bir önceki yıl Washington’da çok nadir süre alıyordu. Onun atletizmini ve sertliğini çok seviyordum. O da geldi ve bize bu konularda destek verdi.

O yıl çok az insanın bildiği bir şey vardı. Ben her maçın ardından özel bir bot giyiyordu. Ayağında stres kırığı gibi bir şey vardı. Ama o kadar sert bir oyuncuydu ki her akşam buna rağmen forma giyiyordu. Her maçın ardından botunu giyiyordu. Hiç antrenman yapmadı. Çünkü hiç antrenman yapamıyordu. Maçtan 25 dakika önceye kadar botla yürüyordu, daha sonra sahaya çıkıp 30 ribaunt alıyordu ve sonra tekrar botunu giyiyordu. Çok sert bir adamdı.

Bir koç olarak en büyük kayıplarından birisi, dört serbest oyuncudan ikisini alacağımızı biliyordum. O isimler: Tim Duncan, Grant Hill, Tracy Mcgrady’di. Burada tutmak istediğim iki isim de Ben Wallace ve Chucky Atkins’ti. Ama kimse bunu duymadı: “Bu adamları almalıyız. Bu tip pis işleri yapan adamlara ihtiyacımız var”. Ben yoluna devam etti ve Şöhretler Müzesi’ne girecek bir kariyer elde etti. Muhteşem bir adam. Ne düşünüyorsa ve hissediyorsa ona göre yaşıyor. Onun hakkında bunu her zaman çok sevmişimdir.

Steve Nash (Uzun yıllar Wallace’a karşı oynayan oyuncu): Bir perdeden sonra birini kovalıyordum ama o beni birçok kez yakalıyordu. Bir seferinde yakalandıktan sonra tüm gücümle ona doğru koştum. Bana bunu bir daha yaparsam beni öldüreceğini söyledi sanırım. Giriştiğiniz kızgın rekabet içerisinde bazen 1.80 metre boyunda 80 kilo biri olduğunuzu unutuyorsunuz. Ama Ben muazzam bir savunmacı, ribauntçu, çember savunucusu ve aynı zamanda çok iyi de bir perde yapıcı. İnanılmaz bir kariyeri oldu.

Malik Allen (Chicago Bulls‘tan Takım Arkadaşı): Ben ve koç Scott Skiles, kafa bandı takmaya ilişkin kavgalarını ilginç bir şekilde sonlandırdılar. O zamanlar Bulls‘ta formalar şortların içine sokuluyor ve kafa bantlarına izin verilmiyordu. Ama Ben’in olayı kafa bantlarıydı. “Buraya çalışmaya mı yoksa giyinmeye mi geldik?” diyordu. New York’ta oynuyorduk ve Ben resmen “S*kerler” diyip maç öncesinde kafa bandını taktı. Ama gerçekten maçın tam öncesinde taktı. Takım tanıtımları yapılıyordu ve tam o anda kafa bandını taktı. Herkes o an buz kesti. Hepimiz “Hayda! Kafa bandını taktı! Şimdi ne olacak” demeye başladık. Tabii ki Skiles onu kenara çekti. Ben de o an benchteydim ama sonra ben girdim ve maça başladım. Ben oynadım ve kazandık.

İkinci yarı başlarken kafa bandını çıkarttı ama tam sahaya çıkmadan önce geri taktı. Skiles tekrar onu kenara aldı ve ikinci yarı başlarken beni oyuna soktu. Benim için de garip bir durumdu çünkü Ben’i çok seviyordum ve benim için bu durum bir problem teşkil etmiyordu. Nasıl çalışırsanız çalışırsınız. Ama ben de harika bir maç çıkarttım. Dolayısıyla ona kafa bandını taktığım için teşekkür ettim çünkü ben de oynama şansı elde ettim ve iyi oynadım. Bu hep hatırlayacağım bir hikaye çünkü ben karlı çıkmıştım. Her oyuncunun hazırlanmak için kendi yöntemleri var. Bence bundan sonra yanlış hatırlamıyorsam anlaşma sağlamışlardı. Ben’i çok seviyorum.

Tyronn Lue (Uzun yıllar Wallace’a karşı oynadı): Vücut… Biz ona “Vücut” diyorduk. Detroit’e karşı oynarken ben Hawks forması giyiyordum. Sanırım o yıl ben ligde en çok sportmenlik dışı faul yapan oyuncuydum. Bizi fena yeniyorlardı ve Chauncey Billups benim en yakın arkadaşlarımdan birisiydi. Bizi paramparça ediyorlardı ve ikiye bir hücum ederlerken top Ben’e gitti. Ben de onu yere sermeye çalıştım. Bana vurdu, etrafımda döndüm ve yüz üstü yere yapıştım. Beni ayağa kaldırıp; “Ty, iyi misin?” dedi. Ben ona bulaşmaya çalıştım ama beni benzetti. Vücut’u çok seviyorum. NBA için yaptıklarını, verdiği savaşları ve mücadelesini çok seviyorum.

John “Kong” Coumoundouros (Uzun yıllar Pistons‘ın ekipman yöneticisi): “Uzun yıllar önce çok uzaklarda bir Pistons takımı vardı. Nike ID’yi ilk yaptıkları yılları hatırlıyor musunuz? Bilgisayarda onun için bunu hazırladım ve beraber yaptık. Bilgisayar berbattı. O zamanlar çok fakirdim ve babamın eski iş bilgisayarlarından birisiydi. Ekran zar zor çalışıyordu. Kablolarla TV’ye bağlıyordum, film odasına getirip projektör ekranına bağlıyordum ve bu sayede onlara yardımcı oluyordum. Bunu birkaç kez daha yaptım.

Noel zamanından kısa süre önce oturuyordum. Hiçbir şeyden haberim yoktu. Yanıma geldi ve bana bir MacBook verdi. 2.000 dolar değerindeydi. Belki de daha fazla. Bütün filmler, her şey vardı. Dopdoluydu. Tam “Vücut’a” göre bir şeydi. Geldi ve “Hey, bu senin için” dedi. Daha sonra da gitti. Şoka girmiştim. O zaman farkına varmaya başladım. Hiçbir şeyim yoktu. Belki 5 tane DVD’ye sahiptim. Bu hayatımı değiştiren bir şeydi. Bunu ortada hiçbir şey yokken yaptı.

All-Star Haftasonu boyunca F-650’sini almama izin vermişti. Şehir dışında olacaktı ve tüm hafta sonu benim kullanmama izin verdi. Bunun gibi bir sürü hikaye var. Bu tip şeyleri bir sürü insana yapıyordu.

Darvin Ham (Wallace’ın Washington ve Detroit’ten takım arkadaşı): Size komik bir şey anlatacağım. Geçen akşam Ben’le birlikte akşam yemeği yedik. Orada da bu konuyu konuşuyorduk. Ligdeki ikinci yılımızda Washington’da forma giyiyorduk. Birbirimizle ilk kez tanışmıştık. Yavaş yavaş birbirimizi tanıyorduk. Virginia Birliğindeyken Richmond Kolezyum’unda oynuyorlardı. Ben de Texas Tech’te oynarken North Carolina’ya karşı o salonda panyayı kırmıştım. Onun çoktan çemberi mahvettiği söylenir. Ben de gittim ve son darbeyi buldum. O anlatırken çemberin çoktan eğik olduğunu söyler.

Bir başka komik hikaye ise NBA günlerimizde çok idman yaptık ama kendinize de uzun süreler vakit ayırabiliyorsunuz. Futbol maçlarını izliyorduk, bira içiyorduk. Bir gün onun dairesine gittim, üst kata çıktı ve o sırada tüfeğini temizliyordu. Ben Saginaw, Michigan’ın Doğu tarafındanım. Daha önce vuruldum. 14 yaşında vurulmuştum. “Hey, birader, ben daha önce vurulmuştum. Aklını topladığın zaman beni tekrar ara” dedim. O da; “Yok be adamım, kaldırıyorum” demişti. Güzel bir akşam geçirdik.

Lloyd Pierce (Wallace’ın Cleveland’taki koçu): En sevdiğim hikayeyi paylaşamayacağım.

Ben’Le o zamanlar çok yakın arkadaş olduk ve Ben’in en iyi yanı dürüstlüğü ve her zaman doğruyu söylemesidir. New York’a gidiyorduk ve Cleveland’tan ayrılmadan önce şut idmanı yapıyorduk. Aslında New Jersey’le oynayacaktık. Bu yüzden Jersey’deki Sheraton’da kalacaktık. Biz nerede kalacağımızı biliyorduk ama Mike Brown oyunculara da sordu: “Hey millet! New York’a gidiyoruz. Bir iş seyahati olacak. New York’ta kalmayı sevdiğinizi biliyorum ama Sheraton’da kalabiliriz ve bunu bir iş seyahati olarak tutabiliriz. Ya da New York’tan bir yer bulabiliriz?” Konuşma sona erdikten sonra Ben kafasını kaldırdı ve; “Benim sabaha karşı 3 ya da 4’te mi gelmemi istiyorsunuz?” dedi. Bunu söyledi çünkü New Jersey’de kalacak olsaydık o başka yerde kalacaktı ve onu buraya getirmek için ekstra bir saat daha harcamam gerekecekti. Birisi de “Anlaşıldı” dedi.

Birlikte takıldığım en akıllı insanlardan birisiydi. Bir gün antrenmandan sonra ben ve bir başka asistan koç Melvin Hunt’la birlikte orada duruyorduk ve Ben’e postta nasıl savunma yaptığını sorduk. Bir buçuk saatin ardından bize tekniği hakkında tam teşekküllü bir eğitim vermişti.