by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
EuroLeague’de sezona 9 maçta 9 mağlubiyetle başlamak hemen hemen hiçbir takımın beklentileri dahilinde olacak bir durum değil.
Mesela Barcelona ilk 5 ya da 10 maçta fire vermemeyi hedefleyebilir. Ancak mesela Monaco ilk 10 maçta galip gelemeyeceğini öngörebilir miydi?
Muhtemelen Martin Schiller yönetiminde geçen sezon iyi bir basketbol ortaya koyan Zalgiris Kaunas da 2. haftanın sonunda koç değiştireceğini, ilk 9 maçını kaybedeceğini düşünemezdi.
2 koç, değişen saha içi liderler, yeni yüzler, kayıplar, sakatlıklar gibi gerçeklikler çerçevesinde Zalgiris‘in sezonu kağıt üzerinde berbat ilerleyişini sürdürüyor.
Peki hiç mi bir kazanım elde etmiyorlar? Sezona ilişkin pozitif herhangi bir emare gösteremiyor muyuz? Elbette gösterebiliriz.
Zalgiris hâlihazırda ligin en az sayı atan, en az ribaund alan takımı. Top çalma istatistiğinde ortalama olarak sondan 2. konumdalar. İkilik isabet yüzdesinde, true shooting’te ligin son sırasındalar.
Üstelik bunları yaşadıkları sezona da epey iddialı hamlelerle girdiler. Çok ciddi kayıplar yaşadılar ancak gerçekten fena sayılmayacak bir yapıyla sezona girdiler. Schiller’in geçen sezonki performansıyla belki de taşıyabileceği bir ekipti.
Neden çöktüler?
İlerleme
Zalgiris Kaunas’ta 2020 yazında G-League’de başarılarıyla adını duyuran Martin Schiller’i bünyesine katarken ilk sezonu aslında beklenenden de iyi geçti.
Litvanya’nın ekol ekibi o sezon özelinde 6 maçta 5 galibiyetle yaptığı başlangıcı daha sonra sezonun ortasında yakaladığı bir seriyle daha, üstüne de aralara serpiştirdiği galibiyetlerle playoff potasının çok yakınında konumlandı.
Schiller yönetimindeki o takım normal sezonun sonunu belki de biraz daha iyi geçirseydi playofflara adını yazdırabilecek kadar kaliteli bir basketbol ortaya koyuyordu. Yani aslında Schiller kendisini kanıtlamak durumunda olduğu bir sezonu beklenenden çok daha iyi geçirdi.
Üstelik bunu Sarunas Jasikevicius gibi Zalgiris‘te kendi standardını oturtmuş bir koçun üzerine sağlamış olmak oldukça pozitif bir çıktıydı. Fakat bunu sağlarken ellerinde bulunan kadronun epey erişkin bir bütün olduğu da açık.
Thomas Walkup gibi Saras tedrisatını tatmış bir guardın yanında Rokas Jokubaitis gibi şimdilerde geleceğinin ne kadar parlak olduğuna daha da yakından şahitlik ettiğimiz bir bench katkısı, Lukas Lekavicius gibi tempoyu çabucak yükseltebilen bir başka guard…
Kanatlarda sezon içerisinde bazı zayıflamalar yaşamış olsalar da Marius Grigonis gibi takımın en büyük hücum potansiyeli olarak öne sürülmeye müsait bir ismi bünyelerinde bulundurdular. Arturas Milaknis’in de neler sunabildiği ortada…
Uzunlarda ise Joffrey Lauvergne tercihleri şaşırtıcı olsa da Augustine Rubit gibi bir potansiyel ve Paulius Jankunas gibi bir “ağabey” figürü…
Nitekim bu çekirdek sezona yaptığı iyi başlangıçla, sergilediği iyi oyunla takdir topladı. Martin Schiller de bu çekirdeği kumanda eden isim olarak aynı takdiri aldı. Jasikevicius döneminden sonra bu yaşananlar bir duraksamaya değil, ilerlemeye davetti.
Zalgiris Genel Menajeri Paulius Motiejunas, Schiller hamlesinin sorgulanacağını öngörerek imzanın arkasında “Schiller’le organizasyonu büyütmeye devam edebiliriz” değerlendirmesiyle durdu.
34+2 maçta Schiller ne olursa olsun Avrupa basketbolunda Zalgiris gibi geleceğe dönük faaliyetiyle dikkat çeken bir organizasyonun başındaki insan olabileceğini göstermişti. Peki, neden ilk 2 hafta beklendi?
Motiejunas bu sezon verdiği bir röportajda Schiller’in kovulmasıyla ilgili olarak yazın kağıt üzerinde iyi giden işlerin, kadro yapılanmasının sahaya iyi yansımadığını öne sürdü. Yazın yolları ayırmamalarının sebebiniyse bir nevi ortalık yerde konuşmak istemediğini ifade etti.
Saras’ın ayrılığı sonrasında bir “hangover” hali yaşadıklarını belirten Motiejunas ayrıca Schiller’le oturtmak istedikleri ilerlemeci, inovatif projenin çuvalladığını itiraf etti.
Fakat iç duruma tam olarak hakim olmamakla birlikte dışarıdan bir perspektifle bakmak gerekirse Zalgiris’in şu anki gelenekselliğinden ziyade Martin Schiller’le tıpkı Motiejunas’ın ifade ettiği gibi inovatif bir çuvallamanın evla olduğu açık. Çünkü EuroLeague’de geleneksellik artık tam olarak kazandıran stratejileri oluşturmuyor.
Buna her ne kadar sezon tam anlamıyla sona ermemiş ve çok büyük bir playoff şansı hâlen devam ediyor olsa da Fenerbahçe özelinde de örneklendirmeler yapılabilir. Zira her ne kadar ayrılığı Schiller gibi kulübün yönetim aklının insiyatifi olmasa da Igor Kokoskov da ilerici bir denemeydi ve işlerin geldiği son noktada çok da çuvallamış bir işten söz etmek mümkün değildi.
Zaten -yukarıda bahsedilen diğer örneklerden bağımsız biçimde Zalgiris özelinde- bir projenin henüz 2. haftadan çuvallaması gibi bir ihtimali konuşmak da kolay bir şey değil.
Fakat evet, kadro yapılanması tam da Motiejunas’ın beyan ettiği gibi sahaya iyi yansımadı. Aslında kağıt üzerine de iyi yansımamıştı ya…
Tercihler, elde olmayanlar ve daha fazlası
Zalgiris Kaunas’ın 2021-2022 sezonuna girerken kaybettiği isimleri bir sıralamak gerekirse sayıma başlayalım: Marius Grigonis, Thomas Walkup, Nigel Hayes-Davis, Rokas Jokubaitis, Augustine Rubit…
Takımın ana çekirdeğini oluşturan en önemli isimlerin bir anda kuş olup yuvadan uçtuğu bir ihtimal bu. Profesyonel düzeyde boy gösteren hemen her takım için bir felaket senaryosudur. Zalgiris gibi kısıtlı bütçelere hükmedebilen, “inovatif olmayı” bir zorunluluk haline getirmesi gereken ve hâlihazırda finansal sıkıntılar yaşayan ekipler için ise bir yıkım.
Bu yıkımın ardından tercihleriyse Emmanuel Mudiay, Janis Strelnieks, Mantas Kalnietis, Josh Nebo, Tyler Cavanaugh ve Niels Giffey gibi oyuncular oldu. Daha sonrasında da epey değişik tercihler yaptılar ancak girişi yaz aylarından yapmak lazım.
Burada Josh Nebo gibi İsrail Ligi’nde çıkış yapmış ve atletizmiyle tam bir Zalgiris transferi olarak değerlendirebileceğimiz, çok da sorgulamayacağımız bir isim var.
Tyler Cavanaugh da yine kağıt üzerinde iyi bir hamledir. Schiller’in takımın başında olduğu ilk hafta deplasmanda oynanan ASVEL maçında olsun, takımın ilk galibiyetlerini aldığı süreçte olsun sahada kıymetli işler gören bir oyuncudur. Fakat ona bağlanan bir yılı opsiyonlu 3 yıllık sözleşmenin de eleştiriye açık tarafları olabileceği gerçeği su götürmez.
Janis Strelnieks ve Niels Giffey. Strelnieks çoğu zaman eline güvenebileceğiniz bir tecrübedir. Bu tercihin aslında çok sorgulanabilir bir yanı yok. Ancak iş Giffey’e geldiği zaman orada bir durup düşünmek lazım. Schiller’in ilk 2 haftada kısa beşlerde undersized 4 numara olarak dahi kullandığı bu kanat oyuncusu Grigonis’in sağlayabildiği neleri sağlayabilir? Topsuz oyunu çok mu iyi oynar? Topla çembere atak edebilir mi? Eli kadifeden midir?
Mantas Kalnietis. Yuvasına dönmüştür. Şu yaşında Walkup’ın atletizmiyle gördüğü hangi işi görebilir? Mudiay’in statik bir guard olmamasına ne kadar güvenilebilir ki, Zalgiris onun çevresini bu denli statik oyuncularla dolduruversin? Mudiay patlarsa diye B planı olarak Kalnietis’in ardına sahne alacak bir Lukas Lekavicius’a mı güvenildi?
Ekonomik şartlar dahilinde bu sorulara cevap üretmek çok zor. Ancak inovasyona giden yolda bir çöküşü kabul edip, onu bir çöküş olarak ele alıyorsak tercihler mutlaka beraberlerinde soruları getirir.
Flaş transferleri Mudiay. Muhtemelen onlara finansal açıdan en çok zarar veren oyuncu olmuştur. Yalnızca kendi götürüsüyle değil, yarattığı açığın ardından yerine getirilen 2 oyuncunun maddi yüküyle beraber bunu söylemek mümkün. Henüz ilk haftalardan buralarda çiçeklenmeyeceği apaçık ortadaydı. Tercihler diyorsak, onun sahadaki tercihlerine de güvenilip yola çıkılmayacağı belliydi.
Bu noktada belirtilmesi gereken bir şey var: Bu tercihlerin resmiyete dökülmesinde elbette ki Schiller’in parmağı da olabilir. Peki ya sonrasında acil durumda camı kırmak adına yaptıkları işler? Koçluğa Jure Zdovc’u getirerek belki yaklaşımı değiştirmeyi ümit etmiş olabilirler. Buna da Lauvergne ve Nebo gibi tüm kusurlarına rağmen uzun rotasyonunun demirbaş isimlerinin sakatlıkları hiçbir şekilde izin vermeyecekti.
Zdovc’un takımını sezon başladıktan sonra sihirli değnekle değiştirecek özne daha önceden EuroCup seviyesinde dahi güvenilirliği sorgulanan Tai Webster’ın engin yetenekleri mi olacaktı? Yoksa hâlihazırda onun görebileceği birçok işi görebilecek Janis Strelnieks ve Arturas Milaknis gibi isimler kadrodayken Zoran Dragic’i kadroya dahil etmek mi? Bir kahve içmek mi tüm yaraları saracaktı?
Sarmadı.
Ümit
Zalgiris adına sezonun en güzel yanı ne oldu? Böyle bir sezonun güzel bir yanı olabilecekse bu geleceğe dönük bir ismin parlaması olabilirdi.
Marek Blazevic o isim oldu. Sezon boyunca performanslarıyla Zalgiris‘in yüzünü güldüren Blazevic, yine Fenerbahçe‘den bir örnek vermek gerekirse Şehmus Hazer’in Sarı-Lacivertliler’e sağladığı serotonini Avrupa basketboluna salgıladı. Gerçi son oynanan maçtaki karşılaşmaları pek de Marek’in lehine olmadı ancak…
Geleneksellik dedik ancak böyle isimlerin parlamasına olanak tanıyabilen basketbol akılları demek ki var. Blazevic’in sezon başından beri sunduğu potansiyel özel.
Dışarıdan neredeyse hiçbir üretim sunmamasına rağmen Zdovc onu Schiller’in ilk 2 haftadaki tutumuna nazaran daha çok tercih etti.
Dirsek ve tepe bölgelerinde topla buluştukça topsuz oyunu ve topun dolaşımını iyi okuyan, bu işleri iyi kıvıran bir uzun olarak Lauvergne ve Nebo’nun yokluğunda rolü yükseldi ve bunun hakkını da bir şekilde verdi.
Rebounding bakımından takımın tüm sorunlarını belki çözmüyor fakat burada yorumlamaya çalıştığımız şey Blazevic’in hâlihazırda nasıl bir oyuncu olduğundan ziyade taşıdığı potansiyel. Oyununun üzerine yapacağı eklemelerle kendisini farklı bir yere taşıyabilir.
Zalgiris’in bu sezon adına ümit edeceği başka bir şey de kalmadığına göre Marek Blazevic’i bu sezon onlar adına yüz akı olarak tayin edebiliriz. Belki bu, yaraları bir nebze sarar…
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!