By Eric Koreen– Çeviri: Buğra Uzar / buzar@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı The Athletic’te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Raptors‘ın tarihindeki ilk draft seçimi 1995 yılında geldi. Genişleme anlaşmaları sonucunda Vancouver Grizzlies altıncı sıradan, Toronto Raptors ise yedinci sıradan seçecekti. Raptors’ın patronu Isiah Thomas ise gözüne bir adamı kestirmişti. Daha doğrusu bir “çocuğu”. Kevin Garnett’i…
Minnesota, beşinci sıra seçiminde Garnett’i kaptı. Bu yüzden Raptors da Damon Stoudamire’ı seçti ki bu seçim de onlar için yeterince iyi sonuç verdi. Yine de Thomas, liseden direkt olarak lige gelen bir oyuncuyu seçmekten korkmadığını, hatta bu fikrin kendisi için ilgi çekici olduğunu göstermişti. İki yıl sonra dokuzuncu sıra seçiminde bir başka şans daha elde etti. Zayıf, sıska, çok yönlü bir kanat oyuncusu, Thomas’ın hedefindeydi. Bu çocuğun ismi ise Tracy McGrady’di.
Raptors, 1997 yılında McGrady’i dokuzuncu sıradan seçtiğinde Thomas’ın baş asistanı olan ve 2000 yılında T-Mac, Orlando Magic‘e gitmek için ayrıldığında Genel Menajer olan Glen Grunwald; “Isiah ona aşık olmuştu” diyor. “Isiah, o zamanlar şimdi olduğumuz zamanlara yaraşır bir teoriye sahipti. Şu anda Raptors aslında Scottie Barnes ve Pascal Siakam’la bu teoriyi deniyor. 2 metreden uzun, birçok yeteneği olan, adam değişimi yaparak tüm pozisyonları savunabilen, sahanın her noktasında oynayabilen, oyun kurabilen ve şut atabilen forvetler istiyordu. Ama bu oyuncuları bulması kolay değildi. Isiah onun potansiyelinden heyecan duyuyordu. Sonuçta haklı olduğu da ortaya çıktı”.
Gerçekten özel bir oyuncu bulmuşlardı.
Grunwald sözlerine şöyle devam ediyor: “Her zaman oyun hakkında harika hisleri vardı. Pas vizyonu üst seviyedeydi. Şutu ise her zaman en çok şüphe duyulan şeydi. Klasik bir şutör değildi. Maç başına 30 sayı ürettiğinde dahi durum böyle değildi. Ama şutları giriyordu. Bizim düşündüğümüzden çok daha iyi bir şutör oldu”.
NBA tarihinde sadece 13 oyuncu, McGrady’nin 2002-03 sezonunda elde ettiği 32.09 sayı ortalamasından daha yüksek sayı ortalaması elde etti. Bu listede Kevin Durant, Stephen Curry, LeBron James, Jerry West gibi inanılmaz skorerler yok. San Antonio Spurs‘le Aralık 2004’te oynanan maçta Bruce Bowen ve Tim Duncan’ın üzerinden üçlükleri yağdırıp 33 saniyede 13 sayı üretebilecek kadar iyiydi. Spurs o zamanlar savunma gücü açısından üst seviyedeydi, açık ara ligin en iyisi onlardı. Ama o akşam McGrady’i durdurabilecek kadar güçlü değillerdi.
1997’de McGrady’nin seçildiği sıra; Ron Mercer, Adonal Foyle, Danny Fortson, Austin Croshere gibi oyuncuların seçimlerinin arasında kalmıştı. Liste daha da uzayabiliyordu. Thomas tartışmasız doğru seçimi yapmıştı.
Toronto Raptors, ilk beş sezonunda profesyonel spor organizasyonlarının nispeten istikrarlı liglerde olabileceği kadar acemiydi. İlk star oyuncuları takas edilmişti. Altıncı sezonlarında dördüncü koçları vardı. Hem takım sahipleri arasında hem de yönetici seviyesinde hastalıklı güç savaşları vardı. Bazı oyuncular, Raptors onları kadroya kattıktan sonra Toronto’ya gelmek dahi istemiyorlardı.
McGrady, 2000 yazında serbest kalıp Orlando Magic‘e imza attıktan sonra şehre dönüp ilk maçına çıktığında Toronto’daki basketbol severler kalplerinde bir özlem taşıyorlardı. Raptors, McGrady’nin kuzeni olan ve aynı zamanda ligin en heyecan verici genç oyuncusu Vince Carter’a sahipti.
Yine de geçmiş kolay kolay unutulmuyor. O yaz birçok takım McGrady ile konuşmak için sıraya dizilmişti. Gelen dedikodulara göre onu seçen ve şans veren takımla konuşmak dahi istememişti. Carter’la Michael Jordan – Scottie Pippen tarzı bir ikili oluşturmak ve yeni sözleşme imzalamak onun planlarında yoktu.
1 Nisan 2001’de Air Canada Center’daki taraftarlar kızgındı. McGrady’nin Magic’ten takım arkadaşı Darrell Armstrong; “O maçı hatırlıyor muyum? Daha dün gibi. Asistan koçlarımızdan birisi bir önceki gece o maç için hazırlık yapmıştı. Her birimize o akşam McGrady’nin sırtını kollamamızı tek tek söyledi. Endişelenmesine gerek yoktu çünkü onun düşmesine izin vermeyecektik. T-Mac’e ‘Bu anın tadını çıkart. Bu akşam göreceğin her şeye hazırlıklı ol. Tüm duyguları yaşa ve yoluna devam et’ dedi. O da böyle yaptı. Bir kötü kahraman olmasıyla yüzleşti. Sahaya çıktıktan sonra ısınmalarda topla her dokunuşunda onu yuhaladılar. Çok gürültülüydü.” diyor.
McGrady’nin Toronto’dan takım arkadaşı olan ve o akşam rakip olan Alvin Williams ise şunları ekliyor: “Çılgın bir atmosfer vardı. Bununla yüzleşti. Kötü bir kahraman olmasıyla yüzleşti. Bence bu Tracy’nin sevdiği bir şeydi. İçinde böyle bir his vardı. Bunu sevdi”.
Carter o akşam kuzenine karşı 28 sayı üretirken McGrady ise 24 sayı üretti. Her ikisi de 44’er dakika sahada kaldılar. McGrady topla her dokunuşunda yuhalandı ve taraftarlar onun her kaçırdığı şutta keyiften dört köşe oldular ama maçı kazanmayı bildi.
McGrady, maçın ardından şunları demişti: “Beni hala seviyorlar. Beni sevmeselerdi beni yuhalamazlardı. Bu bana iyi hissettirdi. Yani taraftarları susturmak. Benim için en heyecan verici nokta buydu. Bunun her noktasını bekliyordum ve benim canımı sıkmadı. Bundan beslendik”.
McGrady’nin Şöhretler Müzesine girmesini sağlayan kariyeri yaptıkları ve yapamadıklarıyla tanımlanıyor. McGrady’nin Toronto’daki, Orlando’daki ve Houston’daki takımları, yedi kez NBA play-off’larının ilk turunda elendi. Buna Magic’le sonunda şeytanın bacağını kıracağını düşündüğü , 2003 senesinde Detroit’e karşı 3-1’lik üstünlük kurdukları play-off serisi de dahil.
Buradan ortaya çıkan ve muhtemelen doğru olan sonuç, McGrady’nin Jordan’ın Pippen’dan aldığı yardıma, daha doğrusu sağlıklı bir Pippen’a ihtiyaç duyduğuydu. Toronto’da bu senaryodan ayrılmayı tercih etti. Orlando’da ise Grant Hill’in bitmek bilmeyen ayak bileği sakatlığından dolayı bunu yakalayamadı. Houston’da ise onun ve Yao Ming’in sürekli sakatlanmaları bu yardımı almasına sebep oldu. Muhtemelen bu, onun NBA tarihinin en iyi 75 oyuncusu listesinde yer alamamasının tek ve en büyük sebebi.
McGrady, 2013 yılında NBA finallerinde Spurs benchinin sonlarında yer alırken Marc Spears’a şunları söyledi: “Bence kimse bu şekilde olmasını beklemiyordu. Ama bazılarımız farklı kaçlar seçtiler. Ne yazık ki ben diğer All-Star’larla ya da harika oyuncularla oynayamadım. Birçok insan fark etmiyor ama ben sadece bir All-Star’la birlikte oynayabildim. O da Yao’ydu.
Kariyerim boyunca hiçbir sağlıklı All-Star ile oynayamadım. Orlando’da kimse yoktu. Yao sakatlıklar yüzünden bir vardı bir yoktu. Şu anda gördüğünüz oyuncular Şöhretler Müzesi’ne giren iki ya da üç oyuncuyla aynı takımda oynadılar. Benim böyle bir imkanım yoktu”.
McGrady haklıydı. En iyi sezonları, Kobe Bryant’ın en iyi sezonlarıyla yaraşır seviyedeydi. O belki de Bryant kadar iyi bir üç sayıcı değildi. Ama Bryant da McGrady’nin 2002-03 sezonunda yakaladığı PER’i (30.3) yakalayamamıştı. Bryant, McGrady’i istikrar, kritik anlarda başarı, play-off başarısı gibi alanlarda alt etmişti ama ikisinin de zirve yaptığı bölümler bireysel açıdan benzerlik gösteriyordu.
Play-off’taki başarısızlıkları onu tanımlayan şey oldu ama bunun tek suçlusu o değildi. Ana opsiyon olduğu ilk dört play off serisinde -Orlando ile üç, Houston ile bir- McGrady 30+ sayı, 6+ ribaunt ve 4+ asist ortalamaları yakalamıştı. McGrady rakipleri için kabus gibiydi. Süper yetenekli, üstün atletik özellikleri olan ve gelecekten gelmiş gibi bir vizyona sahip bir kanat oyuncusuydu.
Yedi kez All-Star seçilen McGrady’nin Orlando’dan takım arkadaşı olan Monty Williams; “Çok haksızca. Play-off’lardan bahsederken hala takımdan bahsediyorsunuz. Harika oyuncular, play off’larda takımlarını yükseltirler. Ama onun play-off’lardaki istatistiklerine baktığınızda onun kendi üstüne düşeni yaptığını görebilirsiniz. Ben o takımda ilk beş oyuncusuydum ve her zaman ona yardım etme konusunda üzerime düşeni yapamadığımı düşünmüşümdür. Rol oyuncuları olarak ben, Darrell ve Bo Outlaw olarak bizim görevimiz ona yardım etmekti. Ben hiçbir zaman Tracy’nin playoff’larda yeterince mücadele etmediğini düşünmedim. Bana göre bu argüman, bir insanın değerini düşürmek için yoktan var edilen bir durumdan ibaretti” diyor.
Birçok farklı alternatif evrende McGrady’nin tıpkı Pippen’ın yaptığı gibi kendi payından vazgeçip dünyanın en iyi savunmacılarından birine dönüştüğünü ve point forvet olmaya odaklandığını düşünebiliriz. Kendi seçtiği yolda başardıklarını düşününce onun oyunu değiştirebilecek bir isimken biraz klasik bir oyuncu olduğunu söyleyebiliriz. Bu yolda McGrady başarı konusunda eksik kaldı. Carter ve Bryant gibi bir takıma liderlik etmek istedi. Grant Hill’in Orlando’da, kendisinin ve Yao’nun ise Houston’da yaşadıkları sakatlıklar yüzünden kazanma açısından yetersiz kaldı.
Grunwald’a göre Raptors, McGrady’i asla klasik bir ilk opsiyon gibi görmedi. Onunla yeniden sözleşme imzalamayı çok istediler. Grunwald, çaylak kontratlarının o zamanlar da şimdiki gibi olması halinde McGrady’nin bu kadar çabuk ayrılmasının zor olacağı konusunda yakınıyor. Bu da onun tercih ettiği yoldan çok daha farklı sonuçlar verebilirdi.
Daha mı iyi olurdu? Buna yanıt verebilmek imkansız. Daha mı ilgi çekici olurdu? Yeteneklerinin üstünlüğünü düşününce belki de bunu söylemek adil olurdu.
Alwin Williams; “Savunmadaki çok yönlülüğü çok önemliydi. 2 metre boyunda, atletik, kendisine verilen tüm pozisyonları savunabileceğine dair sahip olduğu özgüven… Hücum anlamında bizim için odak noktalarından biriydi. Şutu henüz oturmamıştı ama potaya atak yapabilecek bir isimdi. Hücum ribauntları alabilecek bir isimdi. Kendisine atılan paslarla alley-oop’ları tamamlayabilecek bir isimdi. Sahada oldukça verimliydi. Onda point forvet olmasına oldukça yardımcı olabilecek bir özellik vardı. Başkalarına servisler yapabiliyordu. O ikisi sahadayken Vince’i doğal pozisyonuna, dominant atletik oyunculuğa koyabilirdiniz. Zamanının ötesinde miydi bilmiyorum ama özel bir parçaydı. O takımda çok özel bir parçaydı” diyor.
Sonuç olarak kariyeri fazlasıyla kabul edilebilirdi. Orlando’daki ilk yılında NBA’in En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu ödülünün sahibi oldu. İki kez sayı krallığını elde etti ve yedi kez de NBA’in en iyi beşlerine seçildi. Ama yine de onun play-off’larda biraz daha fazla maça çıksaydı ve taraftarları daha çok susturma imkanları olsaydı ne olurdu diye düşünmek merak uyandırıyor.
Monty Williams şunları ekliyor: “Bence o Durant’e daha çok benziyor. En azından ben öyle görüyorum. O uzunlukta ve çabuklukta bir oyuncu. Üstelik çok atletik ve oyununda zayıflık hiç yok. Sol tarafını kapatırsanız sağa gider. Sağ tarafını kapatırsanız sola gider. Onu yakından savunursanız yanınızdan geçip gider. Geriden alırsanız üzerinizden şut atar. Geçiş hücumlarında durdurulamaz. Oyun onun için çok yavaş kalıyor”.
Şu konuda bir “keşke” yok: Eğer fırsat bulsaydı bunlar karşısında sinmezdi. Bu fırsatları değerlendirirdi, kötü kahraman olmayı kabul ederdi ve meslektaşlarına büyük problemler yaratabileceğini kanıtlardı.
Kariyer İstatistikleri: Maç: 938, Sayı: 19.6, Rib.: 5.6, Ast.: 4.4, FG%: 43.5, FT%: 74.6, PER: 22.1
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!