by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
2000’ler geldiğinde Avrupa basketbolunda sözü geçmeye aday ekipler çok belliydi.
Zeljko Obradovic‘in Panathinaikos‘u, Ettore Messina’nın Virtus Bologna’sı, Dusko Ivanovic’li TAU Ceramica (Baskonia) gibi ekipler bu süreçte söz sahibi olacaktı.
Messina’nın yönettiği 2 takım bu süreçte söz sahibi oldu; Zeljko Obradovic için 2000’lerin başı ve sonu ihtişamlı geçse de ortalar kayıptı, Ivanovic bir türlü o dört gözle beklediği şampiyonluğa ulaşamadı.
Bu ekipler yıllar geçmesine rağmen hep konuşulurlar, bir taraflarıyla hep takdir edilirler ancak o dönemde sahne alıp üst üste 2 şampiyonlukla toplamda 6 yılı aşkın bir süreye damgasını vurmuş Maccabi Tel Aviv‘in adı çok anılmaz.
Her parçasıyla önemli bir miras olan 2000’lerin ilk yarısındaki Maccabi‘ye saygı duymak lazım. Pini Gershon ve David Blatt gibi efsanevi basketbol akılları önderliğinde eriştikleri başarılar yalnızca bir kadro bütünlüğüyle, yıldız oyuncularla açıklanamaz.
Açıklanabilecek faktörlerle açıklayalım…
Perdenin arkası
Takımın en çok konuşulan dönemi haliyle Sarunas Jasikevicius’un saha içi liderliğiyle damga vurduğu, takımın zirvenin yegâne sahibi olduğu 2003-2005 arası süreç olsa da bunun bir perde arkası elbette var.
Dönemlere damga vuran hiçbir organizasyon öyle kendi kendine, bir anda oluşmaz. “Bir andalık” hâliyle başarılı olmaz. Bu, başarıyla gerçeklik arasındaki çok temel bir bağlantıdır.
2010’larda Real Madrid‘in Pablo Laso, Fenerbahçe‘nin Zeljko Obradovic ve Anadolu Efes‘in ise Ergin Ataman’la çıktığı yolculuklarda da bu bir andalık durumu söz konusu değildir.
Her şey bir sürece bağlıdır ve bu süreçler içerisinde gösterilen icraatler bütünü; istikrarı da başarıyı da etkileyen en önemli faktördür.
2000’ler Maccabi’nin geçmişi de 1998 yılında Pini Gershon’un, İsrail’de geniş bir koçluk deneyimine sahip olan önemli bir figürün takımın başına geçirilmesiyle başlıyor. Gershon’un 2. sezonunda kadroya dahil edilen Nate Huffman ve Ariel McDonald gibi profillerle zenginleşen rotasyon, yeni ve uzun bir maceraya yelken açıyordu.
Mark Brisker de yerli rotasyonundan takıma ciddi katkı sağlayan bir oyuncu olurken skor yükünü çekme noktasında Huffman ve McDonald ile rolü bölüştükleri bir ortam söz konusuydu.
Türkiyeli basketbolseverlerin yakından tanıdığı bir isim olan Dallas Comegys’e, yine hâlihazırda camianın bir efsanesi olan Doron Jamchi’ye yer veren o Maccabi takımı o yıl normal sezonda Ülkerspor’dan yalnızca bir galibiyet fazla alarak yoluna devam edebildi.
2. Tur grubunda ise ASVEL ve Olympiakos gibi takımların önünde 10 maçta 10 galibiyetle liderlik koltuğuna oturan Maccabi, Son 8’e kaldı ve playofflarda aynı sezonun sonunda Final Four’a Selanik’te ev sahipliği yapmak gibi bir motivasyona sahip PAOK’u 3 maç sonunda geçerek Final Four’a kaldı.
Selanik’teki Final Four ise Avrupa basketbolunda yaşanacak kritik bölüşmenin evvelindeki son Final Four organizasyonu olurken Maccabi için ise daha ziyade 10 yılın üzerindeki bir sürecin ardından tekrar ait oldukları yerde bir iddia sahibi kimliğiyle mücadele edecek olmanın; yeni bir başlangıcın resmiydi.
Zeljko Obradovic yönetimindeki ve adaşı Zeljko Rebraca’nın önderlik ettiği Panathinaikos‘a finalde kaybeden Maccabi her ne kadar o sezon Avrupa’nın bir numarası olamasa da final maçında da büyük oynayan Huffman’ın öncülüğünde ne kadar tehlike arz eden bir çekirdek olduğunu kanıtladı.
Ertesi sezon FIBA safında kalan ve SuproLeague formatında mücadele etme kararı alan Maccabi’de Gershon’un iddialı takımı sezona yine çok iyi girdi.
Efes Pilsen ve Partizan gibi ekiplerle demirbaşlarını oluşturdukları 10 takımlık bir normal sezon grubunda 18 maçta 15 galibiyet alan İsrail ekibi, liderliğin getirdiği de bir şansla eşleştiği A Grubu’nun 8. sırasında bulunan Slask Wroclaw ile Son 16 Turu eşleşmesini rahat geçti.
Sekizli Final’de karşısına çıkan Scavolini Victoria Libertas’ı da geçmesini bilen Tel Aviv, Paris’teki organizasyonda yeniden yer almaya hak kazandı. CSKA Moskova’yı yarı finalde geçen Maccabi, finale yine Efes‘i yenerek gelen Obradovic Panathinaikos’uyla karşılaşmak üzere hazırlıklarını yaptı.
Maç elbette epey kızıştı ve akıllarda daha çok Zeljko Obradovic’in maçın hakemlerinden Pascal Dorizon’un inanılmaz hiddetli biçimde üstüne yürümesiyle kaldı ancak o yıllara damga vuran Maccabi – Panathinaikos rekabetinde yeni kazanan İsrail ekibiydi.
Gershon’un o takımında Nate Huffman apayrı bir yerdeydi. Günümüzde nasıl sahayı yönetebilecek, atletik, el becerisi sağlam bir uzun bulunduğu her takıma çok kıymetli katkılar yapabiliyorsa o zaman da durum böyleydi.
Muhtemelen basketbolu sakatlığı sebebiyle erkenden bırakmasıyla ilişkilidir ki; tarihte en underrated kalmış oyunculardan birisi de Huffman’dır.
Etrafına kurulan takımı 2001 yılında SuproLeague şampiyonluğuna taşırken aslında kökleri çok sağlam bir yapının temelini de atıyordu.
Dejan Bodiroga, Zeljko Rebraca, Fragiskos Alvertis gibi oyunculardan kurulu Panathinaikos karşısında elde ettikleri şampiyonlukta kadroda bulunan isimler zaten genel itibarıyla bu süreci taşıyan isimler olarak kayıtlara geçti.
Güç uyanıyor
2002 yılına gelindiğinde Nate Huffman artık Toronto Raptors‘ın bir parçasıydı ve yerini doldurmak da Pini Gershon için ciddi bir meseleydi. Bunu da Jugoplastika döneminin sona ermesiyle bir çöküşe giren Split’te 6 yılını geçirip ASVEL’le garba açılan Nikola Vujcic’i şarklı yaparak sağladılar.
Tarihlerindeki bu kadar önemli bir kaybı daha sonra tarihlerinde bu kadar büyük yer edinecek bir isimle telafi edebilmiş olmaları belki de organizasyonun bu dönemde yakaladığı tüm başarıların kilit noktası olabilir. Çünkü Vujcic seneler içerisinde Huffman’ın sağlayabileceği pek çok şeyi sağlayabilecek bir konuma zaten gelmişti. Tam olarak olmasalar da benzer profilde oyunculardı.
2002-03 sezonu onlar adına genel olarak bir kayıplar sezonuydu. Takımın Gur Shelef, Tal Burstein’lı yerli çekirdeği yerinde duruyordu ancak Huffman’ın yanı sıra Anthony Parker ve Ariel McDonald gibi büyük isimleri de kaybetmişlerdi.
2003 yılı ise bir milattı.
O yıl Barcelona’da Bodiroga, Duenas, Navarro, de la Fuente’li kadroyla EuroLeague şampiyonluğu yaşayan Litvanyalı yıldız oyun kurucu Sarunas Jasikevicius’un başantrenör Svetislav Pesic’le olan anlaşmazlıkları Maccabi organizasyonunun miladını temellendirdi.
Saras’la beraber o yıl yaptıkları harekâtta Roma’daki sezonu beklentilerini karşılamayan Parker’ı ve Raptors‘tan daha önce Badalona’yla bir Avrupa deneyimi olan Amerikalı forvet Maceo Baston’ı kadroya dahil ettiler. Artık çok daha zeki, çok daha atletik ve çok daha becerikli bir takım olmuşlardı.
Hikaye de burada başladı.
Maccabi normal sezon grubunda 14 maçın 11’ini kazanarak müthiş bir giriş de yaptığı 2003-04 sezonunda Son 16 Turu G Grubu’nda Zalgiris, Valencia ve Ülkerspor’la eşleşti. Kağıt üzerinde tüm bu takımlardan üstün bir ekiptiler ancak grup zorlu bir gruptu.
EuroLeague’in o dönemki formatına göre 4 tane Son 16 Grubu’ndan lider çıkan ekipler Final Four’u oluşturuyordu.
Sezonun bütün hikayesi de o grupta yatıyor. Sondan bir önceki maçta İstanbul’da Serkan Erdoğan’ın taşıdığı Ülker’e yenilen Maccabi son müsabakada kazananın liderliği alacağı bir gerilimi yaşadı.
Bitime 2 saniye kala sahasında Zalgiris‘e karşı 3 sayıyla yenik olan Maccabi, Gur Shelef’in tam sahadan çıkardığı topla Derrick Sharp’tan gelen mucizevi basketle Final Four’un yolunu tuttu. Arvydas Sabonis’in son sezonu ise böylece tarihe karışmış oldu.
Modern EuroLeague tarihinin en hayret verici anlarından birisi yaşanırken Maccabi de EuroLeague’in sefiri olmak adına artık en büyük adımını atmak üzereydi.
Yarı finalde Marcus Brown, JR Holden, Mirsad Türkcan’lı CSKA Moskova’yla karşılaşan ve net bir takım oyunuyla; Anthony Parker ve Sarunas Jasikevicius’un 45 sayıyı deviren toplamının yanında Baston ile Vujcic’in ribaundları bu galibiyette etken olurken finaldeki rakip Siena’yla çok yorucu bir yarı final maçı oynayıp pazar gününe hazırlanan Fortitudo Bologna’ydı.
Zaten normal şartlarda da Maccabi’yi yenme şansı çok kuvvetli olmayan ancak Milos Vujanic, Gianmarco Pozzecco, Gianluca Basile, Carlos Delfino ve Erazem Lorbek gibi önemli isimlere sahip olan o takımla karşılaşmaları zorlu mu geçti dersiniz? Ya ya, ne demezsiniz…
O finali çok anlatmaya gerek yok. Saras’la makine gibi başladıkları, David Blu ve Tal Burstein gibi yerlilerin şov yaptıkları, Anthony Parker’ın da tıpkı takımın geneli gibi kusursuza yakın şut attığı ve Bologna’yı tamamen paramparça ettikleri bir karşılaşma.
118-74. Çat! Bitti gitti. Tarihte daha dominant bir final performansı daha yok.
Sezonun sonunda Gershon yardımcısı David Blatt’i kaptırdı. Blatt, 2004 yılında kurulup bütçesiyle geleceğe umutla bakan ancak 2006’da gerisi geriye kapanacak olan Dynamo St. Petersburg’un yolunu tutarak başantrenörlük macerasına girişti.
Fakat bu da Gershon’dan çok bir şey götürmedi. O sezona tıpkı başarıya ulaşmış ve istikrar hedefleyen pek çok takım gibi kadronun ana çekirdeğini bozmayıp bazı ufak tefek eklemeler ve çıkarmalarla yollarına devam ettiler.
Çok daha farklı bir sezon onları bekliyordu. Yaptıkları muazzam başlangıçla 4 maçta 4 galibiyet alırken sezonun ilk yenilgisini Olimpija Ljubljana’dan aldılar. 14 maçlık normal sezon sürecinde 10 galibiyet – 4 yenilgiyle esip gürlemekle kalmadılar, daha iyi bir performansı Son 16’da Cibona, Ülker ve Siena’lı gruba taşıdılar.
Maccabi bu gruptan 6 maçta fire vermeden çıktı. Sezon resmen Anthony Parker’ın sezonuydu.
20 maçta 20 galibiyet aldıktan sonra bu sefer Pesaro’yla çeyrek finalde karşılaştılar. Bu aşama önceki sezonda yoktu.
Normal sezonda bir maçta yenildikleri Pesaro’yu 2 maçta geçmeyi başaran Maccabi yine, yeniden Final Four’daydı.
Yarı finalde rakip, son yıllarda çok kez bu tarz maçlarda karşılaştıkları Zeljko Obradovic’li Panathinaikos’tu. Obradovic’in Panathinaikos takımları 1998-2006 arası sürece damga vuran Maccabi takımlarının hikayesinde hep bir yer tuttu.
Ancak 2002’den 2006’ya kadar yaşadıkları gerileme hissedilebiliyordu. Dimitris Diamantidis’in takımdaki ilk sezonuydu, sağlam bir giriş yapmıştı.
Maccabi yarı finalde PAO’yu Derrick Sharp’ın skorer performansının yanı sıra Saras’ın harikulade oyun aklıyla geçmeyi başarırken finalde rakip her zamankinden daha aç bir TAU Ceramica’ydı…
2000’li yılların ilk yarısında Maccabi kadar ihtişamlı olmasa da Baskonia da epey adı anılan, etkili takımlardan birisiydi. Luis Scola, Jose Calderon, Pablo Prigioni, Tiago Splitter, Arvydas Macijauskas gibi isimlerden kurulu bir kadro, başlarında ise Dusko Ivanovic vardı.
Maça fırtına gibi bir giriş yapan Maccabi ilk çeyrekten skoru eline alması bir yana, Baskonia kısalarına nefes dahi aldırmadı. Öyle ki, takım halinde maç genelinde sadece 8 asist yapabildiler.
Sarunas Jasikevicius o gün o maçı almaya gelmişti. Baskonia çift hane dolaylarında gezinen farkı son 10 dakikaya girilirken 3’e kadar indirmeyi başarsa da son periyotta ipin ucunu bırakmaya hiç niyetli değildi Maccabi.
Üst üste 2. kez Avrupa şampiyonluğunu yaşayan Maccabi artık kıtanın yegâne hakimi olmasa da hakimlerinden birisiydi.
Triple-peat de vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi
2005-06 sezonuna gelindiğinde Maccabi, Sarunas Jasikevicius’u NBA’e kaptırmıştı. Artık liderliği emanet etmeleri gereken başka bir isim bulacaklardı ve bu isim olarak Willie Solomon’u seçtiler.
Saras’la çok benzer bir profil olmamasına rağmen Solomon kesinlikle iyi bir seçimdi. Uzunların verimliliğini düşürüp düşürmediği tartışma konusu olarak bir kenarda dursun. Zaten Vujcic’in playofflardaki performansı ortada böyle bir soru işareti bırakmaya çok müsait değil.
Maccabi yine ligin büyük favorilerinden birisi olarak sahnede olduğu normal sezonda Efes’in grubundaydı ve Efes’le aynı derecede averaj farkıyla lider olarak Son 16’ya kaldı.
O yıl kadrolarında daha sonra TED Kolej ve Trabzonspor’da da oynayacak olan Kirk Penney’yi dahi bulunduruyorlardı.
Son 16 grubunda Real Madrid, Fortitudo ve Ülker’in önünde net bir performans bütünlüğüyle liderliği bırakmadılar.
Playofflarda ise Sofoklis Schortsanitis’in çıkardığı tüm zorluğa rağmen 2-1’le Prag’daki Final Four’a uçuş hakkını kazandılar.
Yarı finaldeki rakipleri de önceki sezonun finalinin rövanşını almaya istekli Baskonia’ydı. Onlar da tıpkı Maccabi gibi yavaş yavaş o yıllar süren bütünlüğün dağılacağına yönelik sinyaller veriyorlardı.
Ancak Maccabi gerçek bir süpergüç reaksiyonuyla Baston ve Parker’ı forvetten çok etkili kullanarak maçı daha ilk yarıdan bitirdi ve finalin yolunu tuttu.
Final maçı adeta bir heyecan fırtınasıydı ve karşılarında o sezon şampiyonluğu en az onlar kadar hak eden bir takımla karşı karşıyaydılar.
Ettore Messina CSKA’sı, takımın 35 yıl sonraki ilk Avrupa şampiyonluğu için oluşturulmuş özel bir ekipti ve artık bunu elde etmemeleri için hiçbir sebep yoktu.
Willie Solomon belki o sebep olabilirdi. Muhteşem bir maç geçirdi. Hem savunmada hem hücumda harika oynadı ancak CSKA’nın dış şutları karşısında direnemediler ve three-peat yapma şansını kaybettiler.
Oradan sonra bu büyük organizasyon da bir dağılma sürecine girdi. Marcus Morris’li kadro 2008’de tekrar CSKA’ya kafa tutsa da Messina yine kazanmasını bildi.
96’dan 2011’e kadar takımın formasını giyen Sharp, 4-5 numara rotasyonunu fiziğiyle inanılmaz rahatlatan Baston, tipik bir Yugoslav pivot figürü olarak Vujcic, Saras, Parker, yerliler…
Bu kıtadan Gershon’un aslanları geçti.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!