by Daniel Chin / Çeviri: Bahadır Akgün / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 4 Şubat 2022 tarihlerinde The Ringer‘da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Şubat 2012’de birkaç hafta boyunca Jeremy Lin, bir süper kahraman olarak görülüyordu. Shang-Chi, Marvel Sinema Evreni’ne gelmeden çok uzun zaman önce Lin, bariyerleri kıran, muhteşem fiziksel performanslar gösteren ve üzerinde forma varken seyircileri etkileyen nadir Asya-Amerikalılardan biriydi ve onu izlemek için sinemaya veya başka bir dünyaya gitmenize gerek kalmıyordu. Tek yapmanız gereken televizyonu açmak veya Madison Square Garden’da bir New York Knicks maçına bilet almaktı. Tabii bilet bulabilirseniz… Daha sonrasında Harvard University’den çıkıp draftta seçilmeyen bu oyun kurucunun her akşam rakipleri mahvedişini izleyebiliyordunuz.
O sezon NBA’i izlemediyseniz çok yazık olmuş fakat izlediyseniz muhtemelen Lin’in neredeyse bilinmeyen bir isimken evrensel bir süperyıldızlığa geçişine dair noktaları ve olayları hatırlarsınız. 2010 NBA Draftı’nda tercih edilmeyen Lin, Dallas Mavericks formasıyla Yaz Ligi’nde güçlü bir performans gösterip Golden State Warriors‘tan ilk yılı garantili iki yıllık bir kontrat aldı ve memleketinin takımında, arkadaşları ve ailesinin önünde oynama fırsatı buldu. Fakat Palo Alto’lu oyuncu, çaylak sezonunda Warriors ile o dönem Warriors’ın D-League’deki takımı olan Reno Bighorns arasında gidip geldi. Neticede sezon bittikten sonra takımdan kesildi ve 2011’in sonlarında sakatlıklarla boğuşan Knicks kadrosuna katıldı.
4 Şubat 2012 günü sıkıntılar yaşayan Knicks, lokavt nedeniyle ligin kayıp zamanı telafi etme çabasıyla üç günde üçüncü maçına hazırlanıyordu. Sezonun geri kalanında kontratların garanti altına alınması için bir haftadan az zaman kalmıştı ve New Jersey Nets, Madison Square Garden’a konuk oluyordu. Bu sırada Lin’in NBA hayali, sürüncemede bekliyordu. “Doğru zamanda çok fazla şeyin bir araya gelmesi gerekiyordu. Başka çıkış yolum yoktu” diyor Lin. “Benim için son gelecekti. Menajerim maçtan önce beni arayıp ‘Bugün iyi oynamazsan muhtemelen NBA’deki son maçın olacak’ dedi. Gerginlik, baskı ve utanç üst üste binmişti. Neticede NBA’de sahne alıp beklentileri veremedikten sonra tamamen kaybolma ihtimali ile karşı karşıyaydım. Bunu hazmetmek gerçekten çok ama çok zor olurdu.”
Lin kenardan gelip 25 sayı ve 7 asist üretirken Knicks de çok ihtiyacı olan o maçı kazandı. Son 13 maçında 11 mağlubiyet almıştı takım. Lin, iki gün sonra Utah Jazz karşısında 28 sayı ve 8 asist ile oynadı ve takımı bir kez daha kazandı. Ondan iki gün sonra takımın üst üste üçüncü galibiyetinde 2010 NBA Draftı’nın 1 numarası John Wall’a karşı oynuyor ve Washington Wizards karşısında smaçlar yapıyordu. Daha sonrasında da Garden’da Kobe Bryant ve Los Angeles Lakers ile karşılaştılar. Lin, bu maçta 38 sayı atarken Lakers benchinin tam önünden bir de üçlük yolladı. 14 Şubat günü Toronto Raptors karşısında maçın son anlarında skor eşitken perdeden çıktı ve son saniyede maçı kazandıran üçlüğü attı.
Kariyerinin ilk 5 çıktığı ilk beş maçında Harvard’lı Kahraman, 136 sayı attı ve NBA-ABA birleşmesinden bu yana bu anlamda rekoru kırdı. New York’u da 13 maçta 10 galibiyete taşıyan Lin, Basketbolun Kutsal Toprakları’nda kayıp gözükmeye başlayan bir sezonu tersine çevirdi. Lin, arkadaşlarının ve ailesinin evinde kanepede uyuyorken önce Madison Square Garden’daki güvenlik görevlileri tarafından takımın antrenörlerinden biri sanılmaya başladı; daha sonra da Sports Illustrated’ın arka arkaya sayılarında derginin kapağına yerleşti ve Time’ın Dünyanın En İlham Verici 100 İnsanı listesinde kendisine yer buldu. Çin/Tayvan kökenli ve Amerika doğumlu ilk NBA oyuncusu, ligin en büyük pazarında oynayan, draftta seçilmemiş bir oyun kurucu için daha önce görülmemiş bir performansa imza attı ve Knicks’in playoff umutlarını canlı tuttu. Sezon bitmeden önce menisküs yırtığı yaşadı ve bu büyülü yolculuğunu, romanlara layık bir sonla süsleme şansını kaybetti.
Knicks taraftarı, 1990’lı yıllardan bu yana yaşanan süreçte o dönemi, organizasyonun en güzel dönemlerinden biri olarak bugün bile anıyor ve hangi takımı tuttuklarından bağımsız olarak birçok Asya-Amerikalı taraftar, Linsanity’yi bir gurur ve ilham kaynağı olarak görüyor. Lin’in Houston’da James Harden, Los Angeles’ta ise Bryant ile yaşadığı deneyimlerin hayal kırıklığı ile sonuçlanmış olması veya Brooklyn Nets‘ten 2016 yılında takımın yıldızı olmak için nihayet şans bulduğunda sakatlıkların elindeki fırsatı mahvetmiş olması da bu anlamda pek önemli değil. Bir zamanlar, yalnızca bir aylığına da olsa NBA’de bir süper yıldız olmuştu ve ligdeki dokuz yıllık kariyerinde NBA seviyesinde bir oyuncu olduğunu kanıtlamıştı.
Fakat Lin’in o başlardaki başarısı, NBA kariyerinin büyük bölümünde kendisine musallat oldu. Onu hem Asya-Amerikalılar hem de Asyalılar için dünya genelinde sembolik bir isim hâline getiren Linsanity’nin yarattığı imajın gölgesinden mücadeleye hazır olsa da olmasa da kaçamadı. “Küçükken asla yalnızca basketbolcu olamazdım” diyor Lin. “Her zaman farklı görülüyordum. İnsanlar, ya kötü olduğumu düşündükleri için ya da benim gibi gözüken biri tarafından utandırılmak istemedikleri için benden intikam almak istiyorlardı. Bütün hayatım boyunca ben hep o Asyalı çocuktum ve bundan çok sıkılmıştım. Yeteneklerim ve sahaya koyduğum şeylerle tanınmak istiyordum.
Linsanity sürecini yaşadıkça, daha farklı şeyler yaşadıkça dünyayı olduğu gibi, adaletsizliklerle, ırkçılık ve tektipleştirme ile dolu bozuk bir dünya olarak görmeye başladım. İşte o zaman bunun, benim kaçmam gereken bir şey olmadığını fark ettim. Bu, benim müdahale etmem gereken bir şeydi.”
Lin, bu yolda derin dini inançlarını sınadı ve bu yol, uzun bir yolculuk oldu fakat zamanla Linsanity’yi zamanında geçmiş özel bir dönem olarak kabullenmeyi başardı. Kariyerine yurt dışında devam ederken huzuru buldu ve sosyal meselelere dair konuşacak özgüveni de kazandı. Bir zamanlar konuşmaktan korkuyordu. Lin, Nets karşısında efsanelere konu olan performansından 10 yıl sonra başarılarını bizlerle kutlayabiliyor ve görmek istediği geleceği şekillendirmek için geçmişinin güzelliklerini kullanabiliyor.
Lin’in kariyerini Harvard günlerinden bu yana takip eden Pablo Torre, “Lin’in favori olmayan, D-League oyuncusu, spor delisi olmuş bir inek gibi gözükmesinin de altında tüm bu öykünün benim için can alıcı noktası, içinde bulunduğu mücadele. Asya-Amerikalılar, en klasik stereotipleri gerçekten yıkacak birini çok uzun zaman boyunca aradılar. Linsanity, Asya-Amerikalıların bir kez olsun bir filmde ana karakter kendileriymiş gibi hissetmelerini sağladı belki de” diyor.
Lin’in Knicks formasıyla, draft edilmemiş 23 yaşında bir çocuk olarak Şubat 2012’de yaptıkları, nesnel bir açıdan bakıldığında inanılmaz bir spor öyküsü oldu. Galibiyetler ve istatistikler, yalan söylemiyorlar. Fakat bu kadar zorlu bir hikaye başlangıcını yapan, ülkeye ve tüm dünyaya bu yeniliği sunan da Lin’in kendisiydi. Savunmaları yarıp geçerken, Tyson Chandler’a alley-oop pasları atarken ve Carmelo Anthony ile Amar’e Stoudemire gibi dev yıldızlarla sahayı paylaştığı anlarda takımını yönetirken ana akım medyadaki Asyalılarda pek görülmeyen bir rahatlık ve özgüven ile bunu yapıyordu.
“Basketbol, emeği, gerginliği görebildiğiniz sporlardan biri” diyor Torre. “Açık bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Bir basketbol maçını izlemek, diğer tüm sporlara kıyasla teatral bir eseri izlemeye daha çok benziyor. Gerçekten çok yakın. Bütün mesele sahadaki 10 insan. Jeremy’nin yaptığı şey, performans sanatı gibiydi. ‘Böyle gözüküp bu kadar özgüvenli olabilirsin’ diye düşündü insanlar. Tüm bu insanların ilham bulması için o kişi, hiç benzemedikleri halde benzerlik bulmak zorunda kaldıkları o kişi olabilirsin.
Asya-Amerikalı olarak büyüdüğünüz zaman böyle oluyor” diyor Torre. “Tüm kahramanlarınız, sizin gibi gözükmediği hâlde kendinizle özdeşleştirmek zorunda kaldığınız insanlar oluyor. Çünkü başka bir seçeneğiniz olmuyor.”
Son yıllarda Asya-Amerikalıların Hollywood’daki temsili, çok yavaş da olsa aşama kaydetti. Bu durum, 2018’de Crazy Rich Asians filminin tamamı Asyalı oyuncu kadrosunda Constance Wu’nun başrol oynaması ile başladı. Hollywood’daki hiçbir yapımda 1990’ların başından beri durum bu olmamıştı. Spor endüstrisi ise Asya-Amerikalılar için girilmesi daha da zor bir alan oldu. Her anlamda uzun zamandır süregelen yetersiz temsil durumu nedeniyle henüz 10 yıl öncesine kadar bile Asya-Amerikalıların popüler kültürde hiçbir yeri yoktu.
“Linsanity, Crazy Rich Asians’tan çok uzun zaman önce, Asyalı insanların ilk kez birlikte kutlayabileceğimiz ve dil sınırları ve etnik farklılıkları düşünmeden taşıyabileceğimiz ortak bir değer buluşuydu” diyor Jeff Yang. “O maçlara gidip etrafınızda Asya-Amerikalı insanların oranına bakmışsanız dört katına, beş katına çıktığını görmüşsünüzdür. Baktığınız her yerde Asya-Amerikalı insanlar oluyordu. Ellerinde işaretler oluyordu, çığlık atıyor, Lin’in forma numarası ve isminin yazdığı formaları giyiyorlardı. Bizler için bu, bizi birleştirecek, bizi böylesi bir umut ve hedefin etrafında bir araya getirecek başka bir şeylerin olmadığı bir toplumda bir araya geliş gibiydi.”
Lin, basketbol umurunda bile olmayan birçok insan için birleştirici bir güç, görülmesi gereken bir etkinlik hâline gelmişti. Smaç yapmak için sıçramasına bile gerek kalmayan Çin doğumlu efsanevi 2.29’luk Yao Ming’in aksine Lin, 1,91 boyunda, 90 kilogramdı ve basketbol hayallerini yeşertip büyüttüğü ABD’de doğup büyümüştü. “Birçoğumuz için Jeremy Lin, bizleri temsil ediyor” diyor Rise: A Pop History of Asian America From the Nineties to Now with Yang and Philip Wang isimli kitabın yazarlarından Phil Yu. “Bizler, sadece basketbol parkesinde, sadece sporda değil, genel olarak o hafife alınan kişiydik. Asyalı insanlara bakıyorsunuz, insanlar hemen bize bir puan veriyor ve düzenli olarak kim olduğumuzu biliyor gibi davranıyorlar. Bu durum okulda, işte, mesleki hayatlarımızda böyle. Jeremy Lin ile ilgili görüşler çoğunlukla ‘Vay be, bunu nasıl kimse fark etmedi? Bu çocuk nereden çıktı? Bu çocuğu nasıl kimse görmedi?’ şeklinde ilerliyordu. ‘Neden görmediğinizi biliyorsunuz’ diye düşünüyorduk biz de.”
Kariyerinin neredeyse her adımında Lin, fark edilmeyen biri oldu. Kimi zaman kolejde oyuncu arayan kişiler, kimi zaman NBA Draftı için değerlendirmelerde bulunan kişiler veya genel menajerler… Yıllar boyunca yetenek değerlendirmelerinde Lin’den çekinildi. “Pek atletik gözükmüyor”du. Dönemin Houston Rockets genel menajeri Daryl Morey, 2016 yılında The Undoing Project isimli kitabında yazar Michael Lewis’e durumu açıklarken Lin’in 2010 draftı öncesinde her takımın değerlendirmesinde parladığına ve 15. sıradan, lotaryanın hemen dışından seçilmesinin beklendiğine dikkat çekiyordu. Fakat Morey ve diğerleri, kendi modellerine körü körüne güvenmeye hazır değillerdi. Asya-Amerikalı bir çocuk olarak Lin, göz testini geçememişti. Houston ve diğer tüm takımlar Lin’i draftta gözardı ettikten bir yıl sonra Rockets, bir oyuncunun ilk iki adımının hızını ölçmeye başladı ve Lin, ölçülen her oyuncudan daha çabuktu. “İnanılmaz atletik” diyordu Morey, Lewis’e. “Fakat işin aslı, ben de dahil olmak üzere herkes atletik olmadığını düşündü. Bunun da sebebi, Asyalı olması dışında bir şey olamaz bence.”
Lin’de kolej ve NBA seviyelerinde yetenek seçme sınavını yapan kişilerin gördüklerine (veya görmediklerine) rağmen Lin, Linsanity fırtınası başlamadan çok önce Asyalılar arasında ilgi çekici bir insan hâline gelmişti. Bunu, Harvard’da oynadığı dönemde, modern dönemin ilk Asya-Amerikalı NBA oyuncusu olmanın eşiğindeyken başarmıştı.
Lin, Palo Alto Lisesi’nde oynadığı dönemde Kaliforniya’da Vikings’e son yılında 33 maçta 32 galibiyet aldırdı, Mater Dei karşısında Kaliforniya II. Lig şampiyonluğu yaşattı ve bir lise yıldızı hâline geldi. Division I’dan hiç teklif alamayınca Cambridge, Massachussetts’e gitti. Daha mütevazı Ivy League camiasında başarılı olan Lin, Asya-Amerikalı bir sporcu olarak hâlihazırda ender görülen bir başarıya ulaşmıştı ve ülke genelinde, dünya genelinde insanlar onu fark etmeye başlamıştı. “O zamanlar bile Çin ve Tayvan’da çok konuşuluyordu” diyor Torre. “Çin’den gelen muhabirler, kolej maçlarını izliyordu. Bir merak vardı ama gerçek de bir meraktı.”
Film yapımcıları Christopher Chen ve Evan Jackson Leong için Lin’in Ivy League yıldızı olmaya giden yolculuğu, hâlihazırda anlatılmaya değer bir hikayeydi. Chen, bunu bir belgesele dönüştürmek istedi. Lin ise Tanrı, aile ve basketbolu tam da bu sırayla önemseyen mütevazı, dindar bir Hıristiyan’dı. Onu ikna etmek gerekiyordu fakat Lin’in kolej günleri son bulmadan önce Leong ve belgesel ekibi, onu kampüste Last Dance’e hazırlanan Michael Jordan gibi takip ediyorlardı. “O dönemde NBA’e gitme ihtimali çok düşüktü” diyor Leong. “Fakat biz ‘Bir sonraki Jeremy Lin’in Division I’a girebilmesi için bu büyük bir ilham kaynağı olur. Belki de daha iyi olur ve NBA’e gider’ diye düşünüyorduk. NBA’e gidemese de her zaman ‘Eğer papaz olursa yine sonu güzel olur’ diye düşündük.”
Yao’nun sakatlıklarla dolu kariyeri geride kalmış ve basketbol dünyasında kaybolup gitmişken Lin, Leong’un Linsanity belgeselini herhangi birinin yazabileceğinden çok daha güzel bir son ile süslemeden önce de Asyalılar, umutlarını ve arzularını ona bağlıyordu. Fakat Lin’in NBA yolculuğu, Yao’dan çok daha farklı olacaktı. Yao, NBA’e gitmeden önce de Çin’de profesyonel olarak oynamıştı ve bir yıldızdı. Dev boyu ile Shaq bile küçük gözükebiliyordu. Lin ise parkede rakiplerinin önünde dikildiği zaman onlara korku salmıyordu. Hep basketbol oynamıştı ve azınlık olduğu bu ülkede büyümüştü. Lin, Amerika’nın büyük spor liglerinde herhangi bir Asya-Amerikalının hiç yapamadığı kadar büyük bir başarının ihtimalini temsil ediyor, çocukların imrenerek bakacağı yeni bir rol model ve yeni bir hayal sunuyordu.
Lin, Şubat 2012’de o hayali gerçekleştirdiğinde bir anda yakaladığı şöhret ve arşa çıkan beklentiler, Harvard döneminde kameralar ve yabancı muhabirlerden gördüğü ilgiyi minicik gösterdi. “Düşünün, herkes bir süper kahraman gibi olmamı istiyordu fakat ben %100 insanım” diyor Lin. “Bu beklentiyi karşılayamam. Hep üzerime büyük gelen bir beklenti var ya da sanki ne yaparsam yapayım üzerimde daha büyük bir beklentinin gölgesi var gibi. Asla yeterli olamıyorum. Diğer insanlar bir dünya beklentiye giriyor benden. Bu yüzden bunlardan kaçmak istedim.”
Lin; Vikings, Crimson veya Knicks forması giydiği dönemlerde dikkatler üzerine çevrildiğinde parlamayı neredeyse hiç bırakmadı ve beklenti arttıkça onun da performansı zirveye çıktı. Harvard’daki son yılında Kemba Walker ve UConn karşısında 30 sayı atacak veya Raptors‘ın Air Canada Centre isimli salonunda taraftar sayısı ile sezon rekoru kırılmışken 20.000 kişinin önünde maçı kazandıracak üçlüğü atacak kafa yapısına sahipti. Fakat Linsanity, saha dışında da onu kamuoyunun dikkatine bırakınca Lin, yalnızca basketbol oynamak isteyen ve bütün bu ekstra ilgi olmadan da hayatına devam edebilecek mütevazı çocuk olmaya devam etti.
“Onunla ilk tanıştığım zaman Jeremy, toplum içerisinde en zor durumda kalan insanlardan biriydi” diyor Torre, gülerek. “Doğuştan çok utangaçtı ve herkese mâl olmuş bir figür olmayı hiç istemiyordu. Linsanity denmesinden bu yüzden kaçıyordu. Kameraların ve mikrofonun önünde huzursuz oluyordu. Linsanity döneminde New York City’de mümkün olan en büyük şöhretlerden birine ulaşmış, bir yıldız olarak devamlı haber döngüsünün içine girmiş olsa da saklanmaya devam etti. Knicks‘in sakar ve üretkenlikten uzak basın stratejisi ile Lin’in doğal huzursuzluğu, onu sakladı. Benimle bile konuşturmadılar. Tüm bu basın fırsatlarından onu sakladılar.”
Lin, dergi kapaklarında yer alma ve ESPY ödülü kazanma gibi onurlara erişse de bir gecede ünlü olmanın getirdiği şoklarla da başa çıkmak zorunda kalıyordu. Bir anlamda hem iyi, hem de kötü sonuçları ile yüzleşiyordu. Paparazziler her adımını takip ediyor, haber vermeden kaldığı otel odasının kapısına insanlar geliyordu. (Lin ayrıca Kim Kardashian ile hakkında çıkan gizli aşk iddiaları sonrası bir sansasyon daha yaratmıştı. Ne günler.) Bir de ırkçı agresiflikler ile artık bir Asya-Amerikalıyı ana haber yapmak zorunda kalan ve onun farklılığını şakaya veya “nüktedan” bir kelime oyununa vuran basın endüstrisinin ortaya koyduğu saf, temiz bir cahillik söz konusuydu.
“Ana akım medya, birçok açıdan Asya-Amerikalıları konuşmaya hazır değildi” diyor Yu. “Mesela ‘Chink in the Armor’ın yaşandığı zamanı düşünün. Bunu savunan ya da en azından ‘Bilmiyordum. Böyle bir şey yapılabileceğini bilmiyordum’ diyen insanlar vardı. Popüler kültürde Asya-Amerikalıları konuşma konusunda bir kör nokta var. Çünkü sayıları çok az.”
Linsanity neticede son buldu fakat Lin, dört yıllık, 28 milyon dolar değerindeki bir kontratla Houston’a gittikten sonra bile Linsanity için doyumsuz, yeni bir bölüm onun peşinden gitti. Knicks ile geçirdiği tek sezondan sonra henüz 23 yaşında olmasına ve oyunundaki zaafları – çok sayıda top kaybı, zayıf bir sol el ve istikrarsız bir şut- kapatıp gelişmek için önünde uzun bir zaman olmasına rağmen yaptığı her şey, Linsanity döneminde gösterdiği muhteşem performans ile karşılaştırılacak ve böyle değerlendirelecekti. “İlk yıllarda Linsanity ile çok düşmanca bir ilişkim vardı” diyor Lin. “Sanki insan olarak kimliğimi ortaya koymam gerekiyordu. Sanki Jeremy Lin değil de bu fenomen, basketbol oynayan ve bunu da çok iyi yapan o kişi olmam gerekiyordu.”