by Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bir basketbol takımının kadrosunda yer alan her oyuncu takımı için bir değer taşıyor fakat bazıları diğerlerine göre çok daha önemli… Eurohoops Fırın, Batı Konferansı’nın en önemli 15 oyuncusunu yazdı!
NBA’de normal sezonunun sonuna doğru hızla yaklaşıyoruz. Bu dönemde şampiyonluk adayları, playoff ve lotarya takımları belirginleştikçe takımların yılın son döneminden beklentileri de farklılaşıyor.
Takas ve buy-out döneminin sona ermesiyle birlikte takımlar hedeflerine yoğunlaşmaya başladı. Biz de bu dönemde performansları takımların hedefleri doğrultusunda hayati önem taşıyacak oyuncuları belirliyoruz.
Deandre Ayton, Phoenix Suns
Phoenix Suns, geçen sene finalde alınan kalp kırıcı yenilginin ardından hiç hız kaybetmemiş gözüküyor. Bu sezon şu ana kadar NBA’in açık ara en istikrarlı şekilde doğru basketbol oynayan takımı Suns oldu. Bunun meyvelerini de 48-10’luk dereceleriyle NBA’in tepesinde bulunarak alıyorlar.
Suns’ta Deandre Ayton hariç herkes ya geçen seneyle aynı seviyede ya da daha iyi şekilde basketbol oynuyor. Chris Paul 1 sene daha yaşlanmış olsa da sene başından beri takıma saha içi liderlik etme konusunda mükemmel iş çıkarttı. Devin Booker çok daha keskin ve ölümcül bir skorere dönüştü, üçlük volümünü arttırdı. Ayrıca Paul’un 2 ay sakatlandığını düşünürsek Booker’a düşecek yük daha da artacak gibi gözüküyor.
Rol oyuncuları da rollerinin yıldızı olmaya devam ediyorlar. Ancak sene başında kontrat konusunda anlaşmazlıklar yaşayan ve ara ara sakatlıklarla boğuşan takımın 3. yıldızı Deandre Ayton, bir türlü geçen seneki seviyesine ulaşamamıştı.
Son 9 maçta 26.6 dakika süre alarak 15.6 sayı – 9.3 ribaund ortalamaları tutturan Ayton, Suns için hayati önem arz ediyor. Takımın boyalı alan savunmasında getirdiği artılar, hücumda ikili oyunlardaki devrilmeleri ve pota altındaki yüksek yüzdeyle bitirme oranı Suns’a oyunun iki yönünde de büyük derinlik getiriyor.
Yıldız pivotun sezonun geri kalanında sağlıklı kalarak dakikalarını arttırması ve geçen sene playoff’larda yaptığı sıçramanın üzerine koyarak oyununa yeni katmanlar eklemesi, Suns’ın tekrar finale çıkıp bu sefer mutlu sona ulaşabilmesi için kritik olacak.
Draymond Green, Golden State Warriors
Golden State Warriors ve Stephen Curry, sezona bomba gibi bir giriş yapmıştı. Geçen sene ucundan kaçan playoff’a bu sene rahatlıkla girecekleri, hatta şampiyonluk için bile büyük iddiaları olacağı sene başından belli olmuştu. Takım hala maç kazanmaya bir şekilde devam etse oyunda bazı sıkıntılar yaşıyor ve bunun belki de en büyük sebebi Draymond Green’in sakatlığı.
Modern NBA’de artık bütün takımlar hücumunu pick&roll üzerinden şekillendiriyor, savunmaların karakteri de ikili oyunları ne şekilde savunduklarına göre değişiyor. Ancak Warriors ve Steve Kerr, hanedanlık zamanlarında bile pick&roll oyununun başrolde olduğu bir hücum planı tercih etmedi.
Bunun en büyük iki sebebi de şunlar: Draymond Green’in inanılmaz seviyedeki basketbol zekası ve tarihin en büyük yer çekimine sahip oyuncusu Stephen Curry’nin topsuz oyundaki etkinliği.
Genelde Warriors hücumları top Green’in elindeyken şekillenir. Green de harika oyun görüşü ve pasörlüğü sayesinde hücumları bir oyun kurucudan bile daha iyi şekilde yönlendirebiliyor. Curry ve Green’in dakikalarının da neredeyse hep beraber ayarlanması, iki oyuncunun aynı anda sahadayken birbirlerinin verimini arttırmasından kaynaklanıyor.
Bu sadece işin hücum kısmında Green’in önemini belirten noktaydı. Savunmada ise işler daha da hayati. Sezon genelinde savunma verimliliğinde Golden State Warriors lig lideri konumunda. Bunun en büyük sebebi de Draymond Green’in varlığı. Nitekim Green’in forma giymediği 19 maçlık dönemdeki savunma verimliliği sırasında Warriors 9. sırada yer alıyor.
Green sadece gerçekten her pozisyonu savunabilen bir oyuncu olmasıyla değil; saha içinde kime nerde konumlanmasını, nerde ne hareketi yapması gerektiğini söylemesiyle de takım savunmasına majör bir etki yapıyor. Timberwolves dönemlerinde savunmada vasat seviyede olan Wiggins’in Warriors’ta 1 sene geçirmesinin ardından etkili bir kanat savunmacısına dönüşmesinde en büyük paylardan biri Green’e verilmeli.
Oyunun iki yönü için de hayati önem taşıyan Green’in nasıl döneceği, Klay Thompson’ın playoff’lara kadar ritim bulup bulamayacağı ve Stephen Curry’nin üstünden formsuzluğunu atıp atamayacağı Warriors’ın playoff’ta ne kadar iddialı olacağını da belirleyen noktalar olacak.
Ja Morant, Memphis Grizzlies
Bu sezon Cleveland Cavaliers ile birlikte NBA’in en tatlı sürprizi Memphis Grizzlies‘in yükselişi oldu. Bunda da en büyük payı 3. senesini geçiren ve artık bir All-Star olan Ja Morant’e vermek gerekiyor.
Morant, geçtiğimiz sene Play-In karşılaşmasında Warriors‘a karşı çok büyük oynayarak takımını playoff’a sokmuştu. Ancak tecrübesiz ve genç bir kadro olan Grizzlies, ilk turda Utah Jazz‘e elenmekten kurtulamamıştı. Bu sene senaryo biraz daha farklı işliyor. An itibariyle konferansta 3. sırada bulunan ekip, playoff’a bu sefer daha iddialı şekilde girecek ve genç kadronun buna nasıl tepki vereceği de onların tavanını belirleyen şey olacak.
Sayı ortalamasını 19.1’den 26.8’e çıkartan Morant, deliciliği ve pota altındaki bitiriciliği ile inanılmaz fark yaratırken yay gerisinden de daha fazla deneyerek daha yüzdeli isabet buluyor. En önemlisi, oyuna ne zaman ağırlık koyması gerektiğini artık daha iyi biliyor ve büyük oyuncu olmanın en önemli belirtilerinden biri burdan geçiyor.
Grizzlies bu sene playoff’ta çok ilerleyemese de bu onlar için çok büyük problem olmayacaktır. Genç ve birbiriyle uyumlu bir nüve yakalayan ekip, oyuncuların beraber tecrübe kazanmasını kazanmaktan daha çok ön planda tutmalı. Ancak biz bu seneyi konuşuyorsak, ona göre yorum yapmalıyız.
Morant şu anda süper yıldız seviyesinin çok yakınında bir oyuncu. Ancak gerçek bir süper yıldız olabilmek için kendini playoff ortamında da kanıtlaması, orada tecrübelenmesi şart. Süper yıldız olmanın en zor kısmı da şu ana kadar başardıklarından çok bundan sonra oyununa özellikle mental olarak katması gereken şeyler.
Morant’in bunları bu sene özelinde başarıp başaramayacağı Grizzlies’in de sezonunu belirleyecek. Ancak oyuncunun tecrübe kazanması takım için her şeyden önemli. Yıldız oyun kurucunun oyunun kaderini değiştirebilen seviyede bir oyuncu olacağı kesin gibi, merak edilen sadece bu playoff’larda o oyuncu olup olamayacağı.
Rudy Gobert, Utah Jazz
Senelerdir normal sezonda çok iyi bir basketbol oynayarak göz dolduran ve konferansı yüksek sıralarda bitiren ancak playoff ortamında sürekli hayal kırıklığı yaşayan Jazz‘da işler bu sezon bir tık daha kötü gözüküyor.
Joe Ingles’ın neredeyse sezon boyunca takıma eksi yazdığını söyleyebiliriz. En sonunda zaten takımdan takaslandı. Bu da Utah Jazz’in zaten topla ilişkisi sıkıntılı oyunculardan dolayı kanat rotasyonunu bu konuda bir seviye daha alta indirdi. Mike Conley’in de bir sene daha yaşlanması, Donovan Mitchell’a büyük yük bindirdi. Sezon başında takım biraz tökezlese de Mitchell’ın dönmesiyle şubat ayı onlar için biraz daha parlak geçti diyebiliriz.
Şubat ayında hücum verimliliğinde 2, savunma verimliliğinde 3. sırada bulunan ekipte öne çıkan 2. isim ise Fransız pivot Rudy Gobert. Yıllardır istikrarlı bir şekilde ligin çemberi en iyi savunan oyuncusu olmayı başarıyor. Bu da Utah Jazz’in savunmasını normal sezonda belli bir seviyenin üstünde tutuyor. Ancak iş playoff’lara geldiğinde bu olay biraz tersine dönüyor.
Playoff ortamında rakipler karşı takımın zaaflarına saldırmaya yönelik bir oyun planı çiziyor. Gobert’in de çok belirgin olan bir zaafı var. Oyuncunun ayakları NBA kısalarına ve kanatlarına göre çok yavaş. Boyalı alanda ne kadar iyi bir savunmacıysa boyalı alandan çekildiğinde de zaafları o kadar ortaya çıkıyor.
NBA’in geldiği noktada kısaların perde sonrası şut tehditi, Gobert’in de ikili oyunlarda tepeye çıkmasını zorunlu kılıyor. Bu da Utah Jazz’in savunmasına hem pota altındaki caydırıcılığı kaybettiriyor hem de Gobert’in toplu oyuncuyu savunmasıyla başbaşa kalmak zorunda bırakıyor.
Oyuncunun fiziksel özellikleri sebebiyle bu konuda Draymond Green kadar iyi bir kısa savunucusuna dönüşmesini beklemek adil olmaz. Ancak en azından rakiplerin rahatlıkla saldırabileceği bir zaaf olmaktan çıkması, Jazz’ın playoff yolunda nerelere kadar gidebileceğini belirleyen en büyük etkenlerden olacak.
Jalen Brunson, Dallas Mavericks
Bu sezona yavaş bir giriş yapan Dallas Mavericks’te Luka Doncic’in iyileşmesiyle birlikte işler yoluna girdi. Ancak sezonun büyük bölümünde takımın en azından su üstünde kalmasını sağlayan en önemli oyunculardan biri Jalen Brunson’dı.
4 senedir Mavericks forması giyen oyun kurucu, her zaman iyi bir rol oyuncusu olarak karşımıza çıkıyordu. Ancak bu sene artan rolü, onu daha da önemli bir oyuncu haline getirdi. Doncic’le beraber de oynayabilen oyuncu, yıldız oyuncu sahada yokken hücumları yönlendirme konusunda da neredeyse hatasız bir performans sergiliyor.
Gerçekten NBA’in en önemli rol oyuncularından biri olan Brunson, saha içinde takıma neredeyse hiç zarar vermeden istikrarlı bir şekilde katkısını veriyordu. Ancak takasın son günü Kristaps Porzingis’le vedalaşıp kadrosuna Spencer Dinwiddie’yi ekleyen Mavericks, Doncic-Brunson-Dinwiddie üçlüsünün sürelerini nasıl ayarlayacak merak konusu.
Dinwiddie zaten kötü bir sezon geçiriyordu, ancak tekrardan Nets günlerine döndüğünü düşündüğümüz durumda bile topu çok domine eden bir oyunu olduğunu biliyoruz. Bu durumda Dallas sürelerini olabildiğince Doncic’le ayırmaya çalışacaktır.
Bu da Brunson ile Dinwiddie’nin sürelerinin daha çok çakışması anlamına gelecek. Dallas’ın da Brunson’ın elinden topun alınıp Dinwiddie’yi verilmesi olayından çok bir kazanç sağlaması mümkün gözükmüyorken Brunson için durum daha da kötü hale gelebilir.
Playoff ortamında artık sahada 1’den fazla topu yere vurabilen oyuncu bulundurmak zorundasınız. Brunson da bu konuda Doncic’in yanında en çok isteyeceğiniz oyunculardan biri. Brunson’ın süreleri ve rolünün nasıl ayarlanacağı, Mavericks’in sezonunu belirleyecek konulardan biri.
Nikola Jokic, Denver Nuggets
Geçtiğimiz sezon mükemmel bir yıl geçirerek sonuna kadar hak ettiği MVP ödülünün de sahibi olan Jokic, bu sene performansından hiçbir şey kaybetmişe benzemiyor.
Kariyerinin 13.8 ribaundla açık ara en çok ribaund aldığı sezonunu geçiren oyuncu, savunmada da hiç olmadığı kadar iyi bir seviyede. Ayrıca Denver Nuggets, Nikola Jokic’in sahada olduğu dakikalarda olmadıklarına göre 20.7 net rating farkı yaşıyor. Bu da en az 500 dakika sahada kalmış 330 oyuncu arasındaki en büyük sayı olarak göze çarpıyor.
Jokic, takımın en önemli ikinci ve üçüncü oyuncuları Jamal Murray ile Michael Porter Jr.’ın sakat olduğu sezonda Denver’ı Batı Konferansı’nda playoff potasında tutmayı başarıyor. İki oyuncunun da bu sezon muhtemelen dönemeyeceğini düşününce Jokic’in üstüne binen yük daha da artıyor.
İki senedir bu kadar yüksek seviyede basketbol oynayan bir oyuncunun sezonun en kritik anlarında bu kadar yardımsız kalması ve nispeten daha zayıf kadrolarla mücadele etmesi bir basketbolsever olarak beni çok üzüyor.
Denver Nuggets’ın en önemli oyuncusunu seçerken de kesinlikle ondan başkasını seçemezdim. Takım Jokic’le yaşıyor ve Jokic’in onları götürdüğü yere kadar yaşayabilecek.
Wolves bu sezon NBA’de belli bir oyun kimliği edinmeyi başardı. Yarı sahada çok fazla zaafa sahip oyuncu barındıran kadro, sürekli tempoyu zorluyor ve açık alandaki kaostan yararlanmayı hedefliyor. Takımın 3 yıldızı D’Angelo Russel, Anthony Edwards ve Karl-Anthony Towns da bu oyuna gayet iyi ayak uydurabiliyor.
Genelde Wolves hücumlarında bu üç oyuncu harici karar veren biri olmuyor. NBA’in en hızlı oynayan 3. takımında ise patlayıcılığı ve atletizmi ile öne çıkan Anthony Edwards kadar bu durumdan memnun olan başka oyuncu yoktur.
2. senesindeki oyuncu; sayı, asist, saha içi yüzdeleri gibi majör kategorilerin hepsinde ortalamasını yükseltmeyi başardı. Ölümcül bir skorer olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Edwards, takımın geleceğine de umutla bakmasına sebep oluyor.
Play-In maçlarında oynayacağı kesin olan ekibin işi o noktada daha zor olacak. Çünkü takımlar o maçlarda tempoyu düşürüyor, yarı saha hücumlarına daha çok iş düşüyor. Edwards’ın o noktada nasıl bir reaksiyon göstereceği ve sezonun geri kalanında kendini ne kadar geliştireceği Wolves’ın hem bu senesinde hem geleceğinde en çok rol oynayan etkenlerden biri olacak.
Los Angeles Clippers‘a geldiğinden beri playoff ortamında yaşadığı akıl tutulmalarıyla eleştirilen Paul George, geçtiğimiz sene tarihinde ilk kez konferans finallerine ulaşan ekipte çok önemli bir rol oynamıştı ve Kawhi Leonard’ın yokluğuna rağmen takımın orada bulunmasındaki kahramanlardan biri oydu.
Bu sezona da Kawhi Leonard’ın yokluğunda başlayacak Clippers’ta George’dan beklentiler çok büyüktü. Sezon başında da bu beklentileri karşılamayı başararak Clippers’ta en çok sayı attığı sezonu geçirdi. Ancak aralık ayından beri sakatlıklarla uğraşan George, istemeden de olsa takımını yalnız bırakmak zorunda kaldı.
Clippers, iki büyük yıldızından yoksun olmasına rağmen Play-In potasına tutunabilmiş durumda. Paul George’un ise sezon sonuna dönebileceği hala konuşulan ihtimaller arasında. Eğer takım sezonun geri kalanında oralarda kalmayı başarır ve George sağlıklı bir şekilde dönebilirse Clippers’ın da playoff’taki iddiası 180 derece değişim gösterecektir.
Anthony Davis, Los Angeles Lakers
Sezonu tepetaklak giden Los Angeles Lakers, yazın yaptığı hamlelerin ceremesini çekiyor. Russell Westbrook’un deliciliğini de kaybetmesi sonrası LeBron James ve Anthony Davis’in yanına iyi bir fit olmadığı açıktı. Sezon başından beri bu durumun baş göstermesi de Westbrook eklemesinden memnun olmayanları haklı çıkarır nitelikte.
LeBron James 37 yaşında ve hala üst düzey basketbol oynuyor. Buna rağmen kadronun çok yaşlı ve uyumsuz olması hem hoş bir basketbol izlememizi hem de Lakers’ın şampiyonluk hedeflerini minimize ediyor.
Takımın 2. yıldızı Anthony Davis ise bu sezon sakatlıklardan dolayı 21 maç kaçırdı. Davis, oynadığı maçlarda sahada etkisini hissettirmeyi başarsa da bir türlü oynama ritmini tutturamaması Lakers’ın da istikrarı bulmasını engelliyor. All-Star öncesindeki Utah Jazz karşılaşmasında yine bir sakatlık yaşayan oyuncu, Lakers’ın en az gelecek 11 maçında yine sahada olamayacak.
Bu durumun yol açtığı korkunç bir istatistik mevcut. Lakers, bu sene en çok sahada kalan 5’lisi 100 dakika bile beraber oynayamamış tek takım. LeBron ve Davis’in bulunduğu en çok kullanılan 5 ise sadece 47 dakika beraber sahada kaldı.
Bu durumdaki bir takımdan zaten nasıl istikrarlı olmasını bekleyebiliriz ki? An itibariyle Play-In potasında bulunan ekibin sezonunu ve LeBron James’in bırakacağı mirası en çok etkileyecek faktörlerden biri kesinlikle oyunun iki yönünde de takımın çehresini değiştiren Anthony Davis’in sağlığı.
Damian Lillard’ın sakatlanarak sezonu kapatması ve CJ McCollum, Robert Covington, Norman Powell gibi isimlerin takımdan takaslanmasıyla Blazers bu yıl için kepenkleri kapattı diyebiliriz. Ancak nasıl olduysa takım son 4 maçının 4’ünden de galip ayrıldı.
Bu galibiyetlerin istikrarlı şekilde gelmesi ve Blazers’ın Play-In potasına girmesi neredeyse imkansız olsa da Anfernee Simons’ın takımın yıldızları yokken koyduğu yüreği de takdir etmemiz gerekiyor. Son 23 maçta 23.6 sayı – 6.1 asist ortalamalarıyla oynayan şutör guard, yay gerisinden maç başına 10.6 şut deneyerek %41 ile isabet buluyor. Bu volümle atarken yakaladığı yüzde gerçekten çok etkileyici.
Sezonun geri kalanında takımın ana hedefi, Lillard’ın da yokluğuyla beraber takımın birincil yönlendiricisi konumuna gelen Anfernee Simons’ın gelişimini devam ettirerek oyununa yeni katmanlar eklemesi olacaktır.
Dejounte Murray, San Antonio Spurs
San Antonio Spurs bu sezonda da diğer takımlara göre nispeten daha zayıf kadrosuyla sezonun 2. yarısına playoff iddiasıyla girmeyi başardı. Burda da en büyük payı yine Gregg Popovich’e verirken bu sefer yanına bir de saha içinden yıldız ekliyoruz: Dejounte Murray.
Spurs’un takım halinde asist/top kaybı oranı 2.23. Bu sayı top kayıplarının tutulmaya başladığı 45 yıllık süreçteki en yüksek sayı. İşte tam da burada Dejounte Murray devreye giriyor. Murray, oyun olgunluğunu ve basketbol zekasını inanılmaz geliştirmiş durumda. Spurs’ün net şekilde saha içindeki lideri ve bu rolün altından muhteşem kalkıyor.
19.9 sayı – 8.3 ribaund – 9.3 asist ortalamaları tutturan oyuncu o kadar fazla topla oynamasına rağmen sadece 2.4 top kaybı yapıyor. Böylesine bir saha içi liderle oynayınca da takım ne kadar yetenek tavanı olarak kısıtlı olsa da hala Play-In potasının sadece 2 maç gerisinde bulunmayı başarabiliyor.
Her şeyin etkisiyle kariyerinde ilk kez All-Star maçına da seçilmeyi başaran Murray’in sezonun 2. yarısında göstereceği performans da bu sezon playoff resminde Spurs’ü görüp göremeyeceğimizi belirleyecek.
Zion Williamson, New Orleans Pelicans
2019 draft’ının son yıllardaki diğer draft’lardan farklı bir özelliği vardı. LeBron James’ten sonra belki de lige giren en büyük yetenek olarak konuşulan Zion Williamson, bu draft’a katılıyordu. Draft öncesi 1. sıradan gideceği kesin olan oyuncu için takımlar birbirinden sabırsızdı.
Piyango Pelicans‘a vurdu ve ilk sırayı alan ekip düşünmeden Zion Williamson’ı seçti. İlk senesinin büyük çoğunluğunu sakatlıklardan ötürü kaçıran Zion, sezon sonuna doğru dönüp performansıyla tüm organizasyonu heyecanlandırmıştı.
2. senesinde büyük bir patlama yaparak 27 sayı – 7.2 ribaund – 3.7 asist ortalamaları tutturan genç yetenek, yine de takımıyla Play-In potasına bile giremedi.
Zion pota altında bitiricilik, açık alanda yarattığı tehdit, delicilik ve güç konularında herkesi etkilemişti. Geçen sene sezon ortasından itibaren hücumları da yönlendirmeye başlayan oyuncu, bu işi de kotardı ve kendisine “Point Zion” denmeye başlandı.
Ancak oyununda bazı temel eksikler hala bulunuyordu. NBA’e girerken savunma potansiyeliyle de övülen Zion, ligde bu konuda korkunç bir performans sergiledi. Fazla kiloları sebebiyle çabuk yorulan oyuncu, işin hücum kısmında ekstra efor sarf ettiği için savunmada hayalet gibi dolaşıyordu.
Ayrıca menzilini de yayın gerisine çıkaramayan oyuncu, savunma zaafları sebebiyle 5 numara oynayamadığı için yanına kesinlikle şutör, iyi savunmacı bir pivot istiyordu. Steven Adams da asla bu oyuncu değildi.
Neyse ki yazın yapılan takas sonrası Jonas Valanciunas takıma dahil oldu ve Steven Adams ayrıldı. Ancak bu sefer de Zion sakatlandı ve sezon başından beri forma giyemiyor.
Çok kilo fazlası olduğu gözlenen oyuncu için hala net bir dönüş tarihi yok. Son çıkan haberlere göre Zion’ın takımla bağlantısı iyice kopmuş, takım oyuncunun nerede olduğunu bile bilmiyormuş.
Çok büyük beklentilerle seçilen ve camianının geleceğini üzerine kurmak istediği bir oyuncunun bu şekilde davranması Pelicans’ın da maalesef ki hem bu sezon hem de ilerleyen sezonlarında kaderini belirleyen nokta olacak.