by Jon Greenberg / Çeviri: Bahadır Akgün / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 6 Ocak 2022 tarihinde The Athletic‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
28 Ekim 1993 günü Scottie Pippen, kendisine ait olan şeyi aldı.
O gece Pippen, Michael Jordan’sız ilk maçına çıktı. Los Angeles Clippers ile önemsiz bir sezon önü hazırlık maçıydı. Maçtan önce soyunma odasında basın mensupları varken Pippen, Jordan’ın geniş çift kişilik dolabını boşalttı, mizahi bir tavırla efsaneden kalanları deşti.
Pippen, bir Jordan tişörtünü çıkarıp basın mensuplarına “Gözyaşlarını silmek isteyen var mı?” diye sordu. Eski şekerler buldu, Jordan’ın büyülü güçlerine sahip olup olamayacağını görmek için bu şekerleri deneyebileceği konusunda bir şaka yaptı.
Fakat her şeyin ötesinde spor dünyasında bir krala ayrılan birinci sınıf mülkü devralmaktan ötürü mutlu gözüküyordu. Taht, artık Pippen’a aitti.
Eski Bulls yazarı Melissa Isaacson’ın Jordan sonrası Bulls dönemini anlattığı Transition Game isimli kitabına göre “Michael seni çok seviyorum ama gittiğin için mutluyum” diyordu Pippen, gülerek.
1993-94 sezonunda Jordan, Southern League’de beyzbolun gizemlerini çözmeye çalışırken Pippen, onun dolabını almış; Bulls’u NBA finalinin kıyısına taşımış, MVP yarışını üçüncü sırada tamamlamış ve All-Star maçının MVP’si olmuştu. Bulls, Doğu Konferansı’nda üst üste altıncı kez final oynamaya Hue Hollins’in Pippen’a çaldığı bir faul kadar uzaklıktaydı. Fakat Pippen da olabilecek en kötü zamanda devrelerini yakmıştı. Bugün bile kötü hatırlanmasına sebep olan kara bir leke bıraktı bu durum onun kariyerinde.
Pippen, ışıkların kendi üzerinde olduğu o kısa sürede hem zafere uçtu hem de büyük sorunlar yaşadı. Onu yakından takip edenler, Pippen’ın dünyasındaki gerginliği görüyorlardı. Zaman zaman Jordan’ın otoriter tavrından ötürü rahatsızlık duyuyordu fakat yine de yetenekli takım arkadaşı için mükemmel bir partner -yancı demeyin- rolünü oynuyordu.
“O dönemden ve Jordan’ın Batman’ine Robin olarak anılmaktan nefret ediyordum” diyor Pippen.
Pippen artık “Birinci Adam”dı ve sonsuza dek çok büyük gelecek birinin yerini almaya çalışıyordu. Bugün bile nereden bakarsanız bakın 33 numaranın 23 ile ilişkisi, Pippen’ın mirasını tanımlıyor.
Öyleyse nedir Pippen’ın mirası?
Altı NBA şampiyonluğu? Şöhretler Müzesi’ne girecek bir kariyer? En iyi 75 oyuncudan biri olması? Yalnızca Amerika’da görülecek türden bir sıfırdan gelip zenginliğe uzanma öyküsü?
Kendi başına da bir yıldız mı? Yoksa “yalnızca” NBA tarihinin en iyi tamamlayıcı oyuncularından biri mi?
Elbette bunların hepsi. Scottie birçok şeyi bünyesinde barındırıyor. Bu durum, her zaman güçlü ve zayıf yanı oldu.
Bir forvet vücuduna sahip bir oyun kurucuydu. Skorerdi, ribaund alabiliyordu, savunma yapıyordu, liderli ve sürekli şikayet ediyordu.
Saha dışında gizemli bir yapıya bürünebiliyordu. Sahada yeri doldurulamıyordu.
“Basketbolu ve bugünkü oyun tarzını değiştiren oyunculardan konuşuluyor” diyor Bulls yayıncısı Stacey King. (King, beş sezon boyunca Pippen ile birlikte oynamıştı.) “Wilt Chamberlain’e bakıyorsunuz, Wilt Chamberlain basketbolu değiştirdi. Kareem (Abdul-Jabbar) basketbolu değiştirdi. Michael basketbolu değiştirdi. Scottie, basketbolun değişiminde verdiği katkının karşılığını almıyor. Scottie’nin oyun tarzı ağacı, Grant Hill’lere, Kevin Durant’lere uzanıyor.
Bu oyuncuların savunma yapabileceğini, sayı atabileceğini biliyorsunuz. Ribaund alabiliyor, asist yapabiliyorlar. Bu anlamda Scottie Pippen’ın forvetten oyun kuran tarzına yakın bir sürü oyuncu geldi.”
The Athletic’in NBA 75 listesine 32. sıradan giren Pippen, Arkansas, Hamburg’un kırsal bölgesinde fakirlik içinde, bir düzine kardeşten biri olarak büyüdü. Ağabeyi Ronnie, 13 yaşındayken felçli kalıyor. 10 yıl sonra ise babası, Pippen henüz 13 yaşındayken vefat ediyor.
“1960’ların sonu ve 1970’lerin başında Amerika’nın küçük kasabalarında sık sık görülen huzurlu çocukluklardan birini yaşasaydım keşke” diyor kitabında. “Fakat öyle olmadı.”
Pippen zorluklara göğüs gerdi ve University of Central Arkansas’a gitti. Küçük bir üniversiteydi ve NBA’e çıkan yolları kayıp gözüküyordu. Özellikle de Pippen, uygulamada takım menajeri olarak başlamıştı kariyerine. Fakat alışılmadık başarı hikayesi de tam olarak burada başladı aslında. Boyu iki metreye çıktı ve NBA’e adım atabilmek için çok çalıştı.
NBA’in gözlemcilik efsanesi Marty Blake’ten tüyoyu alan Jerry Krause, Pippen’ı draft öncesi gözlemcilik platformu Portsmouth Invitational’da ilk gördüğünde kendi gözlemcisi Billy McKinney’i arayıp “Pippen olacak” dedi. Krause nereden biliyordu o olduğunu? McKinney, Playing for Keeps: Michael Jordan & The World He Made isimli kitap için verdiği demeçte David Halberstam’a “Bunlar, gördüğüm en uzun kollar” diyordu.
İnsanlar onu görünce Pippen’ın yıldızı parladı. Bulls, 1987 NBA Draftı’nın ilk turunda onu alabilmek için Seattle SuperSonics ile takas ayarladı.
Halberstam’ın kitabında yazdığına göre Bulls güç koçu Al Vermeil, draft öncesi Pippen ile ilk çalıştığında Pippen’ın nadir bulunan bir esnekliğe, hareketlerinde ender görülen bir akıcılığa sahip olduğunu gördü. Sanki koşarken enerji harcamıyor gibiydi. Çaylak sezonunda Jordan ile aralarında öğrenci-öğretmen ilişkisi var gibi gözüküyordu. Jordan, ham Pippen’ın üzerinde North Carolina antrenmanlarını uygulamaya çalışıyordu. Eski Bulls koçu Doug Collins’in ifade ettiği üzere Jordan, Pippen’da neredeyse kendisini klonlamış ve savunmayı düşünen, sert bir kanat oyuncusu yaratmıştı.
Belki de bu durum, Jordan’ın sürekli büyüyen gösterisinde oynamanın nasıl bir şey olduğunu öğrenen Pippen’da dargınlığa yol açmıştı. Öğrenciler, zaman zaman öğretmenlerine darılabiliyorlar ve Jordan da karşı özgüveni, gücü ve sınırsız varlığı ile takım arkadaşlarına tepeden bakıyordu.
Pippen’ın Bulls kariyerinin tamamını yakından takip eden ve Jordan Rules isimli kitabı yazan Sam Smith, “Aslında Jordan ile ilgili bu merak dolu duygu ikilemini yaşıyordu” diyor. “Kabul edilmek ve Jordan’ın yörüngesinin bir parçası olmak istiyordu. Bu da bence çıkış noktasından kaynaklanıyordu. Hep iştahlıydı fakat Michael gibi bir köpek balığı, bunu fark ediyordu. İnsanların bunu yapmak istediğinin çok farkındaydı.
Pippen, eşit görülmek istediği zaman küçümseniyordu. Öyle olunca da olmak istediği gibi kabul edilmediği için bir anlamda pişman olup Horace Grant ve diğerlerinin yanına dönüyordu.”
Pippen ve Jordan, uzun vadeli kontratlar imzaladılar fakat kısa süre sonra bu kontratlar, piyasanın çok altında kaldı. Fakat Jordan, asıl parasını basketbol dışındaki işlerinden kazanıyordu. O sırada kimsenin Pip Gibi Ol şeklinde bir şarkı yazdığı falan yoktu.
Muhtemelen insanların yaptıkları işte en iyileri karşılaştırdıklarında Jordan’ın birileri ile kıyaslanması da işleri daha kötüye götürdü. Eğer birisi, bu insanların kıymetli bir ortağıysa ancak o zaman Pippen ile kıyaslanıyordu.
“Michael Jordan olmadan Scottie Pippen kim?” mantıklı bir soruydu. Fakat “Scottie Pippen olmadan Michael Jordan kim?” sorusu da öyle.
Pippen’ın hikayesini, Jordan’ı katmadan anlatamazsınız. Pippen da bu sabit gerçeği kitabında kanıtlıyor zaten. O kitap, sanki Pippen’ın Jordan kadar, hatta belki de daha iyi olduğunu kanıtlamak için yazılmış gibi.
Onu uzun zamandır tanıyan Smith, Pippen’ın yakınma turları nedeniyle şaşırmamış fakat hayatlarının bu noktasında öfkesini Jordan’a yöneltmiş olması nedeniyle kafası karışmış. Jordan, tarihin en sevecen takım arkadaşı değildi fakat genelde kamuoyu önünde Pippen’dan övgüyle söz ederdi. Örneğin Jordan, kutuplaştırıcı Şöhretler Müzesi konuşmasında ilk olarak Pippen’dan söz etmişti.
Konuşmasından önce yayınlanan görüntülerde “Tüm videolarda sadece beni değil, Scottie Pippen’ı da görüyorsunuz. Kazandığım her şampiyonlukta o var” diyordu.
Kendisini dünyanın en iyi oyuncuları ile bir araya getiren 1992 Rüya Takım’a seçildiğinde Pippen’ın NBA kulislerindeki itibarı, tarihe kazındı. Jordan, Barcelona Olimpiyatları’ndan döndüğünde Pippen’ın en iyi oyuncular arasındaki performansı ile basketbol semalarında yerini nasıl gerçekten sağlamlaştırdığını Phil Jackson’a anlatıyordu. Pippen, 5.9 asist ortalaması ile takım lideri olmuş ve saha içinden yaklaşık %60 ile şut atmıştı. Tüm bunları, kendisinden daha fizikli rakiplerini savunmada kilitlerken yapmıştı. Bulls‘un dördüncü şampiyonluğu sonrasında 1996’da NBA tarihinin en iyi 50 oyuncusu arasında gösterildi.
Jordan’ın verdiği aradan gecikmeli olarak geri döndüğü 1994-95 sezonunda bireysel kimliği ile ilgili sorunlar yaşarken Pippen, Bulls‘un sayı, ribaund, asist, top çalma ve blok lideri oldu. Bu, LeBron James ve Kevin Garnett gibi oyuncuların yakaladığı cinsten, zirve bir istatistikti fakat Pippen’ın en iyi hâlinde bile Bulls’un Jordan’a ihtiyaç duyduğu açıktı. O da bunu biliyordu.
9 Mart 1995 günü Cavaliers ile oynanan bir maçta Pippen, ayağını kaldırdı; önce ayakkabısındaki Jordan logosunu, sonra da kamerayı işaret etti. Bulls’a geri döneceği konuşulan Jordan’a geri dönmesi için sesleniyordu.
Ne kadar denerse denesin Pippen, dominant bir skorer olarak Jordan’ın yerini doldurma konusunda isteksiz ve belki de yetersizdi. Jordan yokken Pippen, maç başına 17.8 şut atıyor ve 22 sayı ortalaması ile kariyer rekorunu kırıyordu. Bir önceki sezon sayı ortalaması 16.4’tü. 1994-95 sezonunda maç başına 16.7 şut denemişti.
Hiçbir zaman MJ olmayacaktı. Mükemmel bir Scottie’ydi.
Baş edemeyeceği bir skandal ile hiç karşılaşmayan Michael’ın aksine Scottie, üzerindeki ilgi ile baş etmekte zorlanıyordu. Isaacson’ın 1994’te kaleme aldığı kitabındaki ifade ettiği üzere Pippen’a kariyeri boyunca ve hatta bugün bile “sorunlardan kaçma konusundaki yetersizliği” yük oluyordu.
Bizzat Jordan’ın yapımcılığını üstlendiği, 1997-98 Bulls takımını anlatan Last Dance belgeseli, bazı yaraları yeniden açtı. (Pippen, GQ’ya yaptığı açıklamada “İstese bu kadar aşağılayamazdı” diyordu.) Pippen daha sonrasında bir kitap yazdı ve yakınma turu olarak bilinen açıklamaları için basın ile röportaj turuna çıktı. Herhangi bir şeyi düzeltmek değil, saygısızlığa maruz kaldığına dair hislerini anlatmak istiyordu.
“Hem bireysel savunmada hem de takım savunmasında Michael’dan daha iyi olduğuma dair aklımda en ufak bir şüphe yok” diyordu kitapta. “Tabii ki basın, Michael’ın hiçbir şeyi yanlış yapamayacağına inandığı için NBA’de her sezon Yılın Savunmacısı ödülüne ben değil, o aday gösteriliyordu.”
Ben, Michael’ın kariyeri boyunca olabileceğinden çok daha iyi bir takım arkadaşıydım” diyordu önsözde. “İkimizle de oynamış herkese sorabilirsiniz.”
Kitap, ne yazık ki bu şekilde anlatılar konusunda tatsız. Nefes alır gibi sayı atan Jordan, NBA’de klasik bir liderken Pippen, kendi yıldız rolünü “iş kolaylaştıran ve savunma yapan” bir yıldız olarak tanımlıyordu. Bu roller ise birbirleriyle çelişmiyor.
Jordan, takım arkadaşlarını uçlara sürükleyen kişiyse Pippen onları daha ziyade içeriye yaklaştırıyordu. Birlikte, iki farklı dönemde üst üste üçer şampiyonluk kazanarak toplamda altı şampiyonluk aldılar. Bu seriler yalnızca Jordan’ın ara verdiği dönemde ve takımın dağıldığı dönemde bozuldu.
“Pippen, saha dışında ‘Bahşişsiz Pippen’ olarak anılmasına katılmama konusunda tek kalıyor. Ona bu lakabı veren de ben değilim, diğer oyuncular” diyor Smith. “Sahada, ancak bu kadar özverili olabilirdi. Aslında Michael Jordan için gelmiş geçmiş tüm oyuncular arasında mükemmel oyuncuydu, Michael’ın ihtiyaçlarına en uygun isimdi.”
Kariyerinin başlarında Jordan, başka kimseye güvenmediği için topun kendi elinde olmasını istiyordu. Fakat Pippen’ın topu yarı sahayı taşıması ve hücumu başlatması konusunda ona güvenmeye başlayınca Jordan, daha az enerji harcayıp sayı atmak gibi hücumda en iyi yaptığı işlere odaklanabileceğini fark etti. Smith, onları bir kitap üzerinde kusursuz bir şekilde beraber çalışan iki yazara benzetiyordu.
“Scottie, sıradan bir ‘İkinci Adam’ olmaktan daha fazlası” diyor Smith. “Bu da muhtemelen kırgınlığının bir kısmını oluşturuyor. Onun yeri daha ziyade 1A gibiydi. Çünkü Michael’ın ihtiyaçlarına kimse onun kadar uygun değildi.”