by Christopher Klein / Çeviri: Bahadır Akgün / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 15 Aralık 2016 tarihinde History‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Henüz kış resmen gelmemişti ve çocuklar, yerlerinde durmuyorlardı. Bir kar fırtınası, Massachussetts, Springfield’ı etkisi altına aldıktan günler sonra hayli bulaşıcı bir kapalı alanda kalma rahatsızlığı, Uluslararası Genç Erkek Hıristiyanlar Birliği Eğitim Okulu’na sıçradı. Haylaz öğrenciler, koridorlarda gürültü ile ortalığı ayağa kaldırırken seslerini düşürmüyorlardı. Salonda oynadıkları değiştirilmiş futbol bile aşırı enerjilerini atmalarına yetmiyordu.
Yüksek lisansta ikinci yılını geçiren ve kısa süre önce beden eğitimi öğretmenliğine atanan James Naismith, kış aylarında öğrencileri aktif tutacak bir oyun geliştirme görevini üstlendi. 30 yaşındaki Kanadalı, rugby, lacrosse ve bir şeyler atmayı içeren taştaki ördek isimli çocuk oyunu bilgilerini yeni bir spor hayali oluşturmak üzere bir araya getirdi.
21 Aralık 1891 günü Naismith, salonun ahşap parkesinden spor ekipmanlarını topladı ve eline bir futbol topu aldı. Hademelerden birinden iki adet kare kutu bulmasını istedi fakat hademe, ancak iki tane şeftali sepeti bulabildi. Naismith, bu sepetleri salonun balkonunun alt demirine astı, yerden yükseklikleri yaklaşık üç metreydi.
“Çocukları salona çağırdım, dokuzar kişilik takımlar hâline getirdim ve ellerine küçük bir futbol topu verdim” diyordu Naismith, 1939’da WOR-AM, New York City’de katıldığı radyo programında. “Onlara salonun iki tarafına astığım şeftali sepetlerini gösterdim ve temel hedefin, topu rakip takımın şeftali sepetine atmak olduğunu söyledim. Düdüğü çaldım ve ilk basketbol maçı böyle başladı.”
Naismith’in çocuklara verdiği tek kural, topu şeftali basketinden geçirmekti. Daha sonrasında balkonda bekleyen diğer çocuklar, topu sepetin içinden çıkarıyorlardı. Fakat kural eksikliği, kısa süre sonra sorunlara yol açtı. “Çocuklar, birbirlerine müdahale etmeye, tekme atmaya, yumruk atmaya başladılar. Ben onları ayıramadan çocuklardan biri yığılıp kalıyordu. Bazılarının gözleri morarıyordu. Birinin omzu çıktı. Tam bir cinayetti” diyordu Naismith, 1939’daki o yayında. Sesinin yalnızca o yayında kaydedildiğine inanılıyor Naismith’in.
Oyun sertti ama keyifliydi. “İlk maçın ardından birbirlerini öldüreceklerinden korktum ama bir daha oynamak için başımın etini yediler. Ben de birkaç kural belirledim” diyordu Naismith. Beden eğitimi öğretmeni, oturmuş ve icadı için 13 kural belirlemişti. Bu kuralları, iki sayfalık kağıda geçirmesi için sekreterine verdi ve sekreteri de salona astı.
En önemli kural, topla koşmanın yasak olmasıydı. Top yakalandığı anda ya pas verilecek ya da sepete atılacaktı. “Bu durum müdahale ve yumruklaşmaların önüne geçti” diyordu Naismith. “Oyunu bu kurallarla denedik, zayiat olmadı. Temiz, hoş bir sporumuz oldu.”
Naismith, faul yapan takımlar için serbest atış kuralını getirmeyi düşünmüş fakat bir miktar antrenman sonrasında iyi bir atıcının neredeyse her defasında bunu avantaja çevirebileceği kanısına varmıştı. Bunun yerine ilk kurallarda sayı atılmadan önce üst üste iki faul yapan oyuncunun bir sonraki isabete kadar kenarda oturması kuralı vardı. Bir takımın üst üste üç faul yapması hâlinde ise rakibe bir sayı yazılıyordu. Omuz atmak, tutmak, itmek, çelme takmak veya vurmak her şekilde yasaktı ve maç, 15’er dakikalık iki devreden oluşuyordu.