by Tyrese Haliburton / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 14 Şubat 2022 tarihinde The Players Tribune‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Yarım saat. Her şey yarım saatte gerçekleşti. Geçen hafta, yarım saatlik süreçte Sacramento’da gelecek 10 yılı geçireceğimi düşünürken hayatımın en büyük sürprizini yaşadım.
Hepsi, takasın son gününden iki gün önceki salı günü saat 10 civarlarında başladı.
Menajerim beni aradığında kahvaltımı yeni bitiriyordum. İlk başta takımımızın takasla kadroya katmak istediği oyuncular hakkında bana haber veriyor diye düşünmüştüm.
Öyle değildi.
“Merhaba dostum. Sadece bir konuşmak istedim çünkü takaslanmış olabilirsin.”
Gerçekten şaka yaptığını düşünmüştüm. “Hadi oradan” diye düşünmelik bir durumdu. Beni takaslamıyorlardı. Çeneni kapa. Ancak 2 saniye sonra, olayın gerçek olduğunu anladığımda… Olayı dramatikleştiriyormuş gibi görünebilirim ancak ailenizden ya da yakın arkadaşlarınızdan birinin başına kötü bir şey geldiğinin haberini aldığınızda birkaç saniyeliğine kalbinizin durduğunu hissedersiniz ya… Sanki vücudunuz boşalmıştır. İşte o an hissettiklerim tam olarak böyleydi.
Telefonu kapattıktan sonra tuvalete yürüdüm ve sessice lavabonun karşısındaki boşluğa oturdum. Birkaç dakika sonra kız arkadaşım geldi ve ne olduğunu sordu. Ona takaslanma ihtimalim olduğunu söylediğimde başta bana inanmadı. Ciddi olduğumu anladığında ise endişelenmeye başladı. “Sadece bekleyelim ve önümüzdeki günlerde ne olacağına bakalım. Büyütmeye gerek yok. İyiyiz.” dedim.
5 dakika bile geçmeden telefonum tekrar çaldı: Menajerim tekrar beni arıyordu.
“Indiana” dedi. “Indiana gibi gözüküyor.”
“Ne?????”
“Sana haber vermeye devam edeceğim.”
Bundan bir-bir buçuk dakika sonra telefonumun ışığı yandı. Ekrana baktım ve Monte yazıyordu. O, bizim genel menajerimiz Monte McNair’di. Ve yalan söylemeyeceğim, o ismin telefonumda çıktığını gördüğümde kalbim acıdı. İşte o zaman bittiğini anladım.
Kısa bir konuşmaydı. Sonuç odaklıydı.
“Merhaba dostum. Sadece bir takas yaptığımızı, seni Indiana’ya gönderdiğimizi haber vermek istedim. Senin için en iyisini diliyorum.”
Bu cümleden sonra birkaç kelime olmuştur ya da olmamıştır. İkimiz de birbirimize teşekkür ettik.
Sonrasında telefonumu bıraktım ve gözlerim çıkana kadar ağlamaya başladım.
Bir süre sonra kendimi toparlamayı başardım ve oyuncularla olan sohbet grubumuza ilk benden duymaları için kısa bir mesaj yolladım. Kısa ve tatlı: “Az önce Pacers‘a takaslandım. Hepinizi seviyorum çocuklar.”
Herkes neredeyse aynı yorumla cevap verdi.
“Kapa çeneni.”
“Şakayı bırak.”
“Bu konu hakkında niye şaka yaparsın ki?”
“Yalan söylüyorsun.”
“S*ktir git buradan!”
Ancak sonrasında Tristan, kendisinin de takaslandığını söyledi. Artık o noktada herkes işin ciddi olduğunu anladı.
Birkaç dakika sonra Woj, haberi bütün dünyaya tweet’ledi.
Ve işte bu kadardı. “İmkansız”dan takaslanmaya 30 dakika.
Haber yayıldıktan sonraki birkaç saat bulanık. Ailem ve arkadaşlarımdan milyonlarla telefon ve mesaj geldi. Davion beni arayan ilk insandı. Buddy ve adamım Rico Hines ile konuştum. Koç Gentry ve koç Walton ulaştı. De’Aaron ve ben neredeyse yarım saate yakın konuştuk. Harrison bugüne kadar şahit olduğum en cesaret ve destek verici konuşmalardan birini yaptı.
Ve sonra Mezie’den arama geldi. Daha doğrusu bir FaceTime aramasıydı. Normalde bu bir problem değil fakat bu durumda gözyaşları hala dökülüyor. “Beni bu halde çirkin bir şekilde görmesine izin vermeli miyim?” modundaydım. Bu yüzden telefonu açtığımda kamerasını tavana bakacak şekilde ayarladım. En iyi anlarımdan biri değildi… Ancak bazen öyle olması gerekiyor, bilmem anlatabildim mi?
Benim haberim bile olmadan arkadaşlarım beni kontrol etmek için eve gelmeye başladı. IY (video koordinatörümüz ve en iyi arkadaşlarımdan biri), Miggy (ekipman menajerimiz), Joel (asistan eğitmenimiz), Lucas (asistan ekipman menajerimiz)… Hepsi kapıma geldiler ve benimle oturdular. Gecenin sonunda Rico, Moe ve Kings ailesinden oluşan büyük bir kalabalık vardı evde. Bütün o destek, benim için çok anlamlıydı.
Hiçbirimiz gerçekten ayrıldığıma inanamıyorduk. Şunun garantisini verebiliyorum: O sabah soyunma odamızda bir oylama yapsaydınız ve “Bu takımdaki oyunculardan hangisi en çok uzun süre Kings‘te kalmak istiyor?” diye sorsaydınız, herkes benim ismimi verirdi. Günün sonunda bütün o duygular ve gözyaşları da buna bağlanıyor.
Değer verdiğim bir şey bitmesi gerekenden çok daha erken bitiyormuş gibi hissettim.
Gerçekten Sacramento ile büyük bir bağ kurmuştum ve bundan utanmıyordum. İnsanlara direkt olarak “Bu şehrin yeni Chris Webber’ı olmak istiyorum.” derdim. Mantalitem tam olarak buydu. Bir yer tarafından draft edilen ve orada hem saha içinde hem saha dışında bir miras inşa eden oyuncular olur ya… Onlardan biri olmak istiyordum. Sacramento insanlarının kendi taraflarında olacağını bildiği birisi olmak istiyordum.
Ve bu takasın canımı yakmasının bir sebebi de tam topluluk ile uzun sürecek bağlar kurduğumu hissediyor olmam. Şehirdeki ilham veren ve bağlı birçok lideri tanımaya başlamıştım: Kar amacı gütmeyen yardımseverler, mahallelerini daha iyi bir hale getirmek için uğraşan inanılmaz öğrenciler (Christian Brothers Lisesi’ndeki dostum Morning Cloud’a selam olsun!), hayatlarının her gününü diğer insanlar için her şeyi daha iyi hale getirmeye adayan insanlar… Bu tarz insanlarla tanışmaya bayılıyordum. Ve bu insanlarla ortaklaşa yapmayı planladığım birçok güzel fikrim vardı.
Bu yüzden Sacramento şehrinden ayrıldığım için çok üzgünüm.
Bu, başınıza gelmeden anlayamayacağınız bir şey ancak takaslanmak… Olay sadece “takaslanmak” değil. Size birçok yönden vuruyor bu olay. Kendinizi sorgulamaya başlamamanız çok zor. “İyi oynamıyor muydum?”, “Yeterince şey yapmadım mı?”, “Bir şeyi yanlış mı yaptım?” Ama kalbimin derinliklerinde hiçbir şeyi yanlış yapmadığımı biliyordum. Gerçekten çok emek verdiğimi ve kendimi geliştirdiğimi biliyorum. Ancak yine de o tarz anlarda böyle düşünceleri aklınızdan uzak tutmak çok zor oluyor. Bir anda kafanızda beliriveriyorlar.
Düşündüğüm bir diğer büyük şey ise Sacramento hakkında özleyeceğim her şeydi. Yalan yok: Kanepemde oturup televizyon izlerken bir anda “Lanet olsun Kev… O adam gittiğim en iyi berberlerden biriydi.” diyeceğimi biliyorum. Harika keserdi. Sürekli kripto paralar hakkında konuşurdu. O adamı özleyeceğim! Ya da uçakta olacağım ve bir anda Ames’in, köpeğimin, yan komşumuzun köpeği Rover’ı özleyeceği aklıma gelecek. Bu şeyler sürekli kafamda dönüyor. Tekrar tekrar…
Ancak aynı zamanda başka bir takıma gittiğim gerçeğini de kabullenmem gerektiğinin farkındayım. Sevdiğim bir şehir ve takımdan ayrıldığım için üzgün olsam da, yeni gelen şeyler için de heyecanlıyım.
Ortabatıdan gelen biri olarak Pacers‘ta oynayacak olmama heyecanlanmamam imkansız. Indianapolis, benim memleketim Oshkosh’a araba sürme mesafesinde. Ailemin eve yaklaşmama çok sevineceğini biliyorum.