By Curtis Harris– Çeviri: Buğra Uzar / buzar@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı The Athletic’te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Bugün baktığımızda ligin ilk yıllarında forma giyen ve hala tüm taraftarlar hatta gazeteciler tarafından hatırlanan çok az oyuncu var. Ama bu, geçmişte forma giyen isimlerin unutulması gerektiği anlamına gelmez. NBA oyuncuları tüm taraftarların ve gazetecilerin saygısını kazanan çok az basketbolcu var. Çağdaş NBA oyuncuları, yalnızca sıkı çalışmalarının ve özverilerinin bir ürünü değildir. Aynı zamanda, önceki nesiller tarafından atılan temellerin sonucudur.
Basketbol günleri kısıtlı olsa da Maurice Stokes, NBA’in 2022 yılına ve daha birçoğuna büyük etki etmeyi başardı. 2 metre boyunda olan Stokes, günümüzde NBA’de power forvet oynayacak bir fiziğe sahipti. Aynı zamanda ligin ilk siyahi süper yıldızı olmayı başardı. Bu sayede takip eden yıllarda Bill Russell, Elgin Baylor ve Oscar Robertson gibi isimlere kapıyı açtı. Bunlar yeterli değilse Stokes aynı zamanda NBA’deki işçi hareketinin merkezindeki figürdü ve bu sayede NBA oyuncuları için adil tazminatlar ve emeklilik hakları alabilmişlerdi.
1950’li yıllarda Stokes’un oynadığı power forvet pozisyonu çok yeniydi ve gelişime açıktı. Daha önce Minneapolis Lakers forması giyen Vern Mikkelsen buna damga vurmuştu. Lakers olsa Jim Pollard’a sahipti. Bu ikili ön alanda birlikte oynuyorlardı. “Kanguru Çocuk” lakaplı Pollard, sıska bir isimdi. Şu anki fiziğiyle kısa forvet diyebilecek yeteneklere sahipti. Oyunu çok hızlı oynuyordu, top sürebiliyordu, pas veriyordu ve kolaylıkla şut atailiyordu.
Stokes, Mikkelsen (2 metre) ve Pollard’ın (1.90 metre) fiziksel özellikleriyle eşleşiyordu ve onların karışımına sahipti. Bu sayede point forvet pozisyonu efsanesini yarattı.
O zamanlar bu terim henüz tanımlanmamıştı. Don Nelson’ın Milwaukee’de benzer şekilde Marques Johnson ve Paul Pressey’den yararlanmasından yıllar yıllar önceydi. Ancak istatistikler, Stokes’un point forvet pozisyonunda eşsiz yetenekleriyle birlikte ne kadar görülmemiş şeyler başardığını gösteriyor.
Stokes, çaylak sezonunda 1955-56 sezonunda 16.8 sayı, 16.3 ribaunt ve 4.9 asist ortalamaları üretti. Bu sayede sayıda (10.), ribauntlarda (1.) ve asistte (8.) ilk 10’un içerisinde yer almayı başaran ilk oyuncu oldu. Daha sonraki iki sezonda sayı ortalamaları açısından ilk 10’un dışında kaldı (1957’de 13., 1958’de 15.) ama ribaunt ve pas yeteneği üst seviyede kalmayı sürdürdü. Stokes, 1957 ve 58 sezonlarında ribauntlarda ikinci sırada yer aldı. Bunun sebebi de Russell’ın bu açıdan istatistiklere ambargo koymuştu. Öte yandan asist kısmında ise Stokes daha önce hiçbir uzunun yapmadığı şekilde domine ediyordu. 57’de de 58’de de üçüncü sırada yer aldı.
Sadece Wilt Chamberlain, 67’de ve 68’de Stokes gibi ribaunt ve asist ortalamalarında ilk üçte yer almıştı. Denver’dan Nikola Jokic de belki yakın zamanda bu kulübe dahil olabilir.
İstatistikleri kasıp kavuran Sotkes, bu sayede bir NBA takımının lideri olan ilk siyahi oyuncu oldu. Tabii ki ligin o zamanlarına kadar siyahi oyuncular ortalama rollere sahip bile değillerdi.
NBA, ilk yıllarında tamamen beyazlardan oluşan bir ligdi. Rakiplerinden biri olan Ulusal Basketbol Ligi’nin (NBL) yarattığı etkiyi göz ardı etmişlerdi. Ancak çok yakında, NBA’in ilk siyahi süper yıldızlarının yürüyüşü başlayacaktı.
1950-51 sezonunda dört siyahi oyuncu NBA’e dahil olmuştu. Washington Capitol’den Earl Lloyd, Boston Celtics‘ten Chuck Cooper, New York Knicks‘ten Nathaniel Clifton ve Tri-Cities Blackhawks’tan Hank DeZonie… 1953 yılında Baltimore Bullets’tan Don Barksdale, All-Star seçilen ilk siyahi oyuncu oldu. 1954’te Ray Felix, ligde ödül alan ilk siyahi isim oldu. Felix, NBA’de Yılın Çaylağı seçildi. Lloyd ve takım arkadaşı Jim Tucker, 1955 yılında şampiyonluk sevinci yaşayan ilk siyahi oyuncular oldular. Syracuse Nationals formasıyla kupaya uzandılar.
1955-56 sezonunda Stokes olaya dahil oldu. Rochester Royal’sin sayı, ribaunt ve asist ortalamalarında lideri oldu. Irkından bağımsız olarak bu üç ana istatistikte takımının lideri olan ilk oyuncu oldu. Aynı zamanda NBA’in en iyi beşine seçilen ilk siyahi oyuncu oldu. Royals onun yeteneklerine fazlasıyla ihtiyaç duyuyordu.
1955’de Royals, takım sahibi Les Harrison, 2. sıradan Stokes’u draft ettiğinde gururlu bir basketbol mirasını temsil ediyordu. Harrison, 1920’li yıllarda liseden mezun olduğunda takımı yarı profesyonel olarak kurdu. Yıllar geçtikte takımın adı o zamanlar onlara sponsor olan içecek şirketinin ismi olarak (Eber ya da Seagram) değişti. Bunlar olurken Harrison hem oyuncu, hem yönetici, hem takım sahibi hem de koçtu.
1945 yılında Harrison oyuncu olarak emekli oldu ama takımı için NBL üyeliği almayı başardı. Bu sayede takımının adını da “Royals” olarak değiştirdi. 1946 yılında hemen NBL şampiyonluğunu kazandılar ve 1948 yılında da Minneapolis Lakers’ın ardından ikinci oldular. 1951’de Royals bu kez NBA şampiyonluğunu kazandı ve Şöhretler Müzesine giren üç oyuncusu, Bob Davies, Arnie Risen ve Bobby Wanzer önderliğinde hep üst sıraları zorlayan bir takım oldular.
1954-55 sezonunda ise güzel günler sona erdi. Davies emekli oldu, Risen, Boston’da yedek pivot oldu ve Wanzer de oyuncu-koça dönüştü. Royals sezonu 29-43’le tamamladı ve profesyonel liglerde ilk kez sezonu mağlubiyet sayıları galibiyet sayılarından fazla olarak tamamladı. Bu kötü dereceleri onlara draftta Pittsburg doğumlu Strokes’u seçebilecek pozisyona getirdi. Royals, o yıl Çelik Şehrinden bir başka yetenekli forvet daha seçti: Jack Twyman.
Her ikisi de aynı şehirden olmasına rağmen Stokes ve Twyman birbirlerini çok tanımıyorlardı. İlerleyen yıllarda ise ayrılamaz bir bütün oldular.
Twyman, maç başına 14.4 sayı ve 6.5 ribaunt ortalamalarıyla başarılı bir performans gösterse de Stokes o aralar istatistiksel olarak NBA’i domine etmiş ve ligi adeta ateşe vermişti. Stokes, ilk üç sezonunda All-Star seçilmiş ve ligin en iyi ikinci beşinde yer almıştı. Stokes’un kariyeri devam ederken NBA’in en iyi beşlerinde yer alan tek siyahi oyuncu Bill Russell’dı.
Stokes ve Twyman’ın başarılı performanslarına rağmen NBA’in gözleri daha büyük şehirlerdeki takımlarına dönmüştü. Bu yüzden Harrison, kulübü almak için büyük çabalar göstermesine rağmen Royals’i Cincinnati’ye taşımak zorunda kaldı.
O baharda Rochester halkına açık bir mektup yazan Harrison, ev sahibi ekibin “etkileyici tesisleri ve desteğine” rağmen NBA daha büyük ve geniş şehirlere doğru yöneldiğini belirtmişti. 19 yaşından bu yana Rochester’daki profesyonel basketbol dünyasının içerisinde bulunan 53 yaşındaki Harrison da bu naklin gerekli olduğunu belirtmişti.
Harrison’ın evinden ayrılmasına üzülmesine rağmen Royals’in Cincinnati’deki ilk sezonu olan 1957-58 sezonundaki performansı görece olarak başarılıydı. Kulüp 1954’ten bu yana ilk kez play-off’larda kaldı ve Fort Wayne gibi küçük bir şehirden taşınarak Detroit Pistons adını alan bir takımla eşleştiler.
Royals’in playoff yürüyüşü başlamadan sona erdi. Pistons, Cincinnati’yi play-off’lardan süpürdü. Stokes sadece ilk maçta oynayabildi ve 12 sayı, 15 ribaunt, 2 asistlik bir performans gösterdi. Royals’in play-off’lara dönebilmesi için bir dört yıl daha geçmesi gerekecekti.
Stokes’unsa daha büyük problemleri vardı.
Stokes sadece bir playoff maçında forma giyebildi çünkü NBA tarihinin en ciddi sakatlıklarından birine dönüşen bir sakatlık yaşamıştı. Travma sonrası ensefalopati olarak teşhis edilen ölümcül hastalığın kökenleri, Stokes’un potaya gittikten sonra kafasının üzerine sert bir şekilde düştüğü normal sezonun son gecesine kadar uzanıyor. Sakatlığın gücü kendini gösterdiğinde bu şok edici bir etki uyandırdı. Üstelik NBA oyuncularının zor zamanlar yaşadıklarında lige nasıl güvenebileceklerini gösterdi.
1958 yılının 12 Mart’ında Royals, Lakers’a konuk oluyordu. “Vern Mikkelsen Akşamı” o geceydi ve Minnesota seyircileri uzun yıllardır formalarını giyen yıldızları için orayı doldurmuşlardı. İki yenilikçi forvet Stokes ve Mikkelsen o akşam 24’er sayı attılar. Cincinnati ise maçı 96-89 kazandı.
Ertesi gün gazeteler Stokes’un korkunç düşüşünden pek de bahsetmemiş, bahsetseler de ufak bir köşe ayırmışlardı. Pat Farabaugh ise “Kırılamaz Bağ” adlı kitabında olaya tanık olan insanlarla görüşerek bu korkunç olayı detaylandırmıştı.
O zamanlar Lakers guardı olan Bobby Leonard, Stokes’un potaya sağlam bir şekilde yüklendiğini ve bu sırada onu bloklamak için sıçrayan birisinin onun sert bir şekilde yere düşmesine sebep olduğunu hatırlıyor. Stokes kafasını sert bir şekilde yere çarptı ve daha sonra vücudu da parkeye vurdu. Wanzer ise Stokes’un yere sert bir şekilde çarptığını ve sağlam bir sarsıntı yaşadığını anlatıyor.
Stokes 3 dakika boyunca bilinçsiz şekilde yerde yattı. Daha sonra tuz koklatılarak ayıltıldı ve yavaş yavaş Royals benchine doğru yürüdü. 15 dakikadan daha az bir süre oyuna girmeyi istedi ve Wanzer buna karşı çıktı.
“O akşam oradaki sahadan ayrılan hiç kimse Maurice’te fiziksel olarak bir şeylerin ters gittiğini düşünmemişti” diyor Twyman.
15 Mart’ta Detroit’le oynanan playoff ilk maçında birçok uyarı işareti ortaya çıktı. Stokes, grip tarzı semptomlar gösterdi ve aynı zamanda başı da dönüyordu. Isınmalar sırasında alışılmış olmayan şekilde uyuşuk hissediyordu. Sahadaki oyunu ise şaşılacak şekilde düşük enerjiliydi. O noktada Royals yetkilileri endişelenmeye başladı. Buna takım sahibi Harrison da dahildi: “Çok güçsüz gözüküyordu. Birkaç şutu çembere bile değmedi. Ribauntlarda hiç enerjisi yoktu. Bu adam Bill Russell’ın üzerinden sıçrıyordu ama ayağını yerden bile kaldıramıyordu”.
Olaylar maçtan sonra daha da kötüye gitti.
Takım arkadaşı Dick Ricketss, o akşamı anlatıyor: “Havalimanına doğru giderken yarı yolda pencere kenarına oturmak istediğini çünkü kendisini iyi hissetmediğini söyledi. Biraz pencereyi açtı. Çok bitkin duruyordu. Sarhoş gibiydi”.
Takım, havalimanına ulaştığında Stokes iki kez kustu. O anda takımdaki herkes Stokes’un hemen hastaneye gitmesi gerektiği konusunda hemfikirdi.
NBA’in fikstürü ve değişen teknoloji bu noktada devreye girdi. Playoffların ikinci maçı hemen ertesi gün Cincinnati’deydi. Dahası oradaki bir hastaneye gitmek, Detroit’te havalimanından ayrılıp bir hastaneye gitmekten çok daha kısa olacaktı. Eğer ikinci maç birkaç gün sonra olsaydı Royals o akşam Detroit’te kalabilir ve Stokes’u hemen bir acile götürebilirlerdi.
Ama bunun yerine 24 saat sonra bir maça çıkmak için baskı altındalardı ve bu yüzden hasta arkadaşlarıyla birlikte korku dolu bir yolculuk yaşadılar.
Uçuş başladıktan 10 dakika sonra takımın yedek forveti Don Meineke, Stokes’un hem ağzından hem de kulaklarından kan geldiğini görerek dehşete kapıldı. Twyman ise üzerinden boşalan teri gördüğünde şok olmuştu: “Sanki birisi onun kafasını alıp su dolu bir kovaya sokmuş gibiydi”. Stokes gibi Katolik olan Guard Richie Regan ise hemen dua etmeye başladı ve daha sonra da kabul ettiği üzere Stokes’un sağ çıkamayacağını düşündü.
Uçak Cincinnati’ye indiğinde Stokes hemen bir hastaneye götürüldü ve orada tam üç hafta boyunca komada kaldı. Doktorlar hemen ona ağır sinir hasarı teşhisi koydular ki bu hasar Stokes’un neredeyse tüm vücudunu felç bıraktı.
Bu hasarın ana sebebi tam olarak asla açıklanmadı ama birkaç gün önce Minneapolis’te yaşadığı sert düşüşün etkilerinin tam olarak tedavi edilemediği de bir gerçek. Böylesine bir kafa travmasının ardından uçak seyahati yapmasının da etkisi yadsınamaz. Uçak yolculuğundaki değişen basınç farkları da hali hazırda zayıflamış beyine çok daha ağır hasarlar bıraktı.
Royals, ikinci maçta da Detroit’e 124-104 mağlup oldu ve playofflara veda etti.
Stokes’un kaybının ve alınan bu mağlubiyetin ardından Harrison, memlekete dönme hasretiyle takımı 1958 sezonunun ardından tekrar Rochester’A taşımaya çalıştı ama NBA buna izin vermedi. Harrison daha sonra gençken başlattığı bir organizasyon olan Royals’i satmaya karar verdi. Satışın bedeli, NBA’in o zamanki değerini gösterir nitelikteydi.
Royals’in yeni sahibi, takımı satın almak için Harrison’a 225,000 dolar ödeyecekti. Ancak eğer Stokes’un felci iyileşir ve yıldız oyuncu 1 Ocak 1959’dan önce profesyonel olarak basketbol oynayabilirse satış bedeli 250,000 dolara yükselecekti.
NBA o dönemler Stokes’un iyileşmesine yardımcı olamıyordu. Çünkü oyuncuların o dönemler sağlık sigortası yoktu ve emekli maaşı da alamıyorlardı. Bu da sezon sona erdiğinde oyuncuların geçimlerini sürdürebilmeleri için yaz döneminde başka işlerde çalışmaları gerektiği anlamına geliyordu.
24 yaşındaki Stokes hastanede felç olmuş şekilde yatıyordu ve biriken sağlık faturalarını ödeyebilecek durumda değildi. O dönem Cincinnati’de yaşayan tek isim Pittsburgh doğumlu olan 23 yaşındaki Twyman’di.
Finansal olarak onu Pennsylvania’dan Ohio’ya nakledemeyecek durumda olan Stokes’un ailesinin de onayıyla Twyman devreye girdi ve Maurice’in koruyucusu ve vekili oldu. Twyman, kendisini hiçbir zaman Stokes’un Beyaz koruyucusu olduğunu iddia etmedi. Dahası Twyman’a birçok kez Stokes’a yardım etmemesi gerektiğine dair hakaretler geldi. Bir insan hastanedeyken ve tek başınayken ona yardım edebilecek pozisyonda olmanıza rağmen yardım etmemek korkunç bir fikirdi.
Twyman da yardım etti.
Ohio’dan işçi tazminatı almayı başardı ama bu Stokes’un ihtiyacı olan paranın sadece ufak bir kısmıydı. 1959 yılında Twyman ve New York’ta yer alan Kutscher residansı, NBA’de oynamış yıldız oyuncuların sağlık faturalarını ödeyebilmeleri için geleneksel bir bağış akşamı gerçekleştirdi.
Yaklaşık 10 yıl boyunca bu bağış akşamında yaklaşık 750,000 dolar topladılar. Russell, Tom Heinsohn ve Chamberlain, sık sık bu akşamda boy gösterdiler. NBA’in en büyük yıldızlarından birisi olan Stokes gibi onlar da bu duruma kolaylıkla düşebilirlerdi. Üstelik ligden destek de alamayacaklardı. Sahip oldukları tek şey birbirleriydi. Bu sayede oyuncular da daha iyi şartlarda oynamak için büyük ve güçlü bir çalışma başlattılar.
Twyman ve Heinsohn, NBA Oyuncular Birliği’nin liderleriydi. Kutsher’in oyununu da örgütlenmek için kullandılar. 1965’te oynanan hayır maçında Stokes’un adına görev alan isimlerden diğeri olan Robertson’dan NBPA’in başına geçmesini istediler.
Stokes, NBA’in daha çalışılabilir bir kurum olmasını sağlarken bir yandan da oldukça yıpratıcı fiziksel ve zihinsel bir rehabilitasyondan geçiyordu. Rehabilitasyonun içerisinde kibrit yakmaktan diyaframını güçlendirmesine, su tankı içerisinde egzersiz yapmasından avucunun içerisinde bir süngeri olabildiğince sıkabilmesine kadar çeşitli çalışmalar içeriyordu. Aynı zamanda gazeteleri okuyor, sık sık kendisini ziyaret eden NBA oyuncuları ve diğer ziyaretçileriyle konuşuyordu.
Stokes, felç kalmasından bir yıl sonra Cumartesi Akşamı Postası için bir yazı kaleme aldı. Bu mektupta şunları yazdı: “Tamamen iyileşmeme çok az kaldığını biliyorum. Bu çok yavaş. Benim açımdan çok fazla çalışma içeriyor ama buna takmıyorum. O gün geldiğinde ve hastaneden kendi ayaklarım üzerinde ayrıldığımda tekrar Cincinnati Royals için basketbol oynayacağım”.
Sıkı çalışması sonunda meyvelerini verdi ve Twyman’larla birlikte hastaneden haftada bir gün akşam yemeği yiyebilmek adına ayrıldı. Hatta Kutsher residansında kendisi adına oynanan bağış maçını da izlemeye gitti.
Ne yazık ki Stokes bir daha asla basketbol oynayamadı. Çabaları ve mücadelesi 1970 yılında kalp krizi geçirerek vefat etmesiyle sona erdi. Bundan kısa süre Twyman da Stokes adına bir konuşma yaptı. Twyman; “12 yıl boyunca sırt üstü şekilde bir yatakta yatmasına rağmen bu adamın ağzından bir şikayet dahi duymadım. O kadar çok insana yardımcı oldu ki bunları kağıda dökmek imkansız” diyordu.
Twyman, yakın dostunun kaybının ardından güçlükle şunu ekledi: “Yaşamayı çok istedi”.
Stokes’un öldüğü 6 Nisan 1970 tarihi basketbol tarihinde önemli bir tarih olarak yer alıyor. O dönemde çok büyük şeyler oldu.
Aynı ay içerisinde NBA ve ABA, üç yıllık rekabetlerini sona erdirip birleşme konusunda anlaşmaya vardılar. Kısa süre sonra NBPA bu birleşme aleyhine bir dava açtı. ABA olmadan oyuncular kendi hizmetleri için bir rekabet olmayacağını ve pazarlık paylarının ellerinden gittiğini iddia ettiler.
Emekleri için adil piyasa değerinin olmaması, yalnızca NBA’in hala yetersiz olan emeklilik planıyla daha da arttı. Federal yargıçlar oyuncularla anlaşmaya çok az zaman ayırdı. Nisan ortasında şimşek hızında bir yasal zafer elde edildi ve NBPA, NBA’den gelen emek imtiyazlarıyla tatmin olana veya Kongre bir anti tröst muafiyeti tanıyana kadar herhangi bir birleşmeyi engelledi.
Federal yargıç Lloyd McMahon, birleşmeyi engelleyen kararnamede, “Gençlerin vefat ettiğini ve sonuç olarak basketbolcuların sınırlı profesyonel kariyerleri olduğunu düşündüğümüzde, davacıların ani ve onarılamaz yaralanma tehdidi yeterince açık görünüyor” diye yazdı.
Maurice Stokes’un üç yıllık kariyeri bu durumun çarpıcı bir örneğiydi.
Kararından ardından NBA ve ABA, muafiyet için Kongre’ye gitti. Konuyla ilgili duruşmalar 1971 ve ’72’de yapıldı. Robertson ve NBPA avukatı Larry Fleisher, McMahon’un argümanını tekrarladı ve NBA’in yetersiz emeklilik ve sağlık sigortası programlarının bir örneğini Stokes’un düştüğü durumun doğrudan gösterdiğini söylediler.
Fleisher ifadesinde, “Basketbolcu olmanın ne demek olduğunu anlamak için merhum Maurice Stokes’un deneyimine bakmak yeterli. Emeklilik yoktu, sağlık planı yoktu, kariyerinin zirvesindeyken hastalığa yakalanmış bir yıldız oyuncuya yardım edecek hiçbir şey yoktu. Stokes, ölümüne kadar olan korkunç hastalığından sonra, yalnızca oyuncu arkadaşlarının hayırseverleri tarafından desteklendi” diyordu.
Stokes’un hikayesi, Kongre’nin sonunda NBA ve ABA’nın birleşmelerini reddetmesine yardımcı oldu. 1976’da NBA, tam serbest oyuncu kadrosuna geçerek, sağlık sigortasını ve emeklilik planlarını büyük ölçüde iyileştirerek ve önceki yıllardaki zararlı politikaları için tazminat ödeyerek NBPA’nın taleplerini kabul etti. Stokes artık bu zaferleri görmek için hayatta değildi, ancak neredeyse 50 yıldır NBA oyuncularına önemli ölçüde fayda sağlayan bir çalışma çerçevesi sunan olayların harekete geçmesine yardımcı oldu.
Stokes’un NBA kariyeri sadece üç sezon sürdü, ancak bu kısa sürede Magic Johnson, Marques Johnson ve LeBron James gibi geleceğin oyuncuların çok yönlü yetenek setinin temelini attı. İlk Siyah süperstarı olarak ligin ırksal yapısını değiştirdi. En önemlisi, sakatlığı ve on yıllık iyileşme mücadelesi, NBPA’yı daha iyi maaş, emekli maaşları ve serbest oyuncu için zorla ayakta durmaya teşvik etti.
Bu son nokta ile Stokes sadece bir tür maskot olarak görülmedi. Evet, bir toplanma noktası ve semboldü, ama aynı zamanda zeki bir insandı. NBPA’nın en güçlü liderlerinden ikisi, Twyman ve Robertson, 1960’lar boyunca onunla yaptıkları konuşmalardan muazzam bir metanet ve güç aldılar.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, NBA, Stokes’un yanı sıra Twyman’ın mirasını da unutmadı. 2012-13 sezonundan başlayarak, lig kendi adlarına bir yıllık ödül dağıttı. Ödül, “özverili bir oyun, saha içi ve saha dışı liderlik, diğer NBA oyuncularına akıl hocalığı ve rol modeli olarak ve takıma bağlılık ve bağlılık temelinde en iyi takım arkadaşı olarak kabul edilen oyuncuya verilir” olarak nitelendirildi.
Stokes ve Twyman, yalnızca Cincinnati Royals’e adanmış akıl hocaları ve rol modelleri değildi. NBA’i utanç verici çalışma sicilinden dolayı eleştiren başlangıç noktalarıydı. İyi olanı yapmadılar, ahlaki olarak doğru olanı ve NBA’in sadece Stokes’un ilham verdiği ateşli çatışmalar nedeniyle değişen kalitesiz politikaları göz önüne alındığında gerekli olanı yaptılar.
Başardığı şeylere ve hayatının tamamına baktığımızda Maurice Stokes’tan daha etkili bir NBA oyuncusu bulmak zor. Onun NBA üzerinde yaptığı etki, sarsılamaz ve aşılamaz bir kaya gibi orada durmaktadır.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!