by Melikşah Bayrav / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Ülke basketbolu tarihimizin en önemli kulüplerinden biri olan Anadolu Efes, uzun yıllardır Turkish Airlines EuroLeague’in de zirveye oynayan ekipleri arasında yer alıyor.
1996 yılında Aydın Örs önderliğinde gelen Koraç Kupası zaferi ülke basketbolunda o döneme kadar kulüpler bazındaki en büyük başarı olmuştu.
2000-01 sezonu öncesinde FIBA ve ULEB arasındaki anlaşmazlıklar sebebiyle EuroLeague’in temelleri atılırken temsilcimiz Anadolu Efes, bu prestijli organizasyonun yıllardır en önemli katılımcılarından biri oldu.
1996 senesinde gelen büyük başarının ardından yatırımlarını daha da artıran Efes Pilsen (o dönemki ismiyle), 2003-04 sezonunun başlangıcından önce yine iddialı kadrosuyla öne çıkıyordu.
Son üç yıldır olduğu gibi yine sezona Oktay Mahmuti yönetiminde başlayan Efes, yıldız isimlerin yanında ülke basketbolunun genç ve potansiyelli oyuncularının da bolca süre bulabildiği bir takımdı.
O dönemler EuroLeague’in en değerli skorerlerinden biri olan Marcus Brown’ın CSKA Moskova’yla anlaşmasının ardından oluşan boşluğu Trajan Langdon gibi kıta tarihinin en önemli yıldızlarından biriyle dolduran temsilcimiz, takımdan ayrılan bir diğer önemli isim Kaspars Kambala’nın yerine ise Nikola Prkacin ve Goran Nikolic gibi iki değerli uzunu kadroya katıyordu.
Yerli rotasyonunda da ülke basketbolunun gelecek vadeden iki uzunu Kaya Peker ile Ermal Kuqo ve uzun yıllardır kadroda yer alan Ömer Onan ile Kerem Tunçeri gibi değerli parçaları bulunduran Efes’te bu oyuncuların dışında bir isim göze çarpıyordu. O isim, genç oyun kurucu Ender Arslan’dan başkası değildi.
Efes Pilsen formasıyla profesyonelliğe adım attığı ilk iki sezonda kısıtlı sürelerle sahada kalan genç yetenek, 2003-04 sezonuna girilirken takımın bir numaralı oyun kurucusu rolündeydi.
Henüz 21 yaşında olmasına rağmen böylesine iddialı bir kadronun ana top yönlendiriciliği rolüne bürünen Ender Arslan, koçunun ve kulübünün kendisine olan güvenini boşa çıkartmadı.
Koç Oktay Mahmuti’nin ekibinde kurgu ve roller belliydi. O dönemler EuroLeague’in en iyi savunma takımlarından biri olan Efes, hücumda da uzunların alçak post oyunlarının önemli yer kapladığı, topun sürekli olarak yıldız skorerler Trajan Langdon ve Antonio Granger’ın eline yapışmadığı, dengeli şekilde hücum edebilen bir ekipti.
Kadroda ayakları yavaş sayılabilecek Kaya Peker, Ermal Kuqo, Goran Nikolic ve Nikola Prkacin gibi uzunlara sahip olan lacivert-beyazlılar, özellikle ikili oyunları savunurken sıkça içe gömülmeyi tercih ediyordu.
Savunmada oyuncular parkede birbirleriyle yakın durarak yardım savunmalarında istenilen agresifliği sağlarken bu durum, temsilcimizin eşleşmeli alan savunmasına benzer bir defansif kurguya sahip olmasına da yol açıyordu.
Hücumda uzunların ne derece aktif bir rol oynadıklarını söylemiştik. Hücum süresinin neredeyse tamamını kullanmaktan çekinmeyen, geçiş hücumlarını zorlamayı pek tercih etmeyen bir ofansif kurguya sahip olan Koç Oktay Mahmuti, yarı sahada düşük tempoda hücum eden çoğu takımda olduğu gibi uzunlarının alçak post aksiyonlarından bolca faydalanıyordu.
Bu noktada elinde Nikola Prkacin ve Ermal Kuqo gibi alçak post aksiyonlarından hem skor üretebilen, hem de topu yönlendirebilen değerli parçalara sahip olan Koç Mahmuti, bu oyuncuları takımın yıldız skorerleri Antonio Granger ve Trajan Langdon’a opsiyon hazırlanırken de aktif olarak kullanıyordu.
Ana top yönlendiriciler gibi topla oyunu zorlamaktan ziyade topsuz perde çıkışlarında sıkça kullanılan Granger ve Langdon, bu sayede parkede verimli şekilde skorer yeteneklerini sergileyebiliyorlardı.
Bu durumun yanı sıra iki yıldızının şut tehdidinden olabilecek en iyi şekilde faydalanmaya çalışan 36 yaşındaki çalıştırıcı, ABD’li skorerlerinin topsuz hareketlilikleri sayesinde uzunlarına alçak postta gerekli alanı da sağlayabiliyordu.
Yarı sahada onlarca farklı ufak tefek detay içeren birçok etkili hücum setine sahip olan lacivert-beyazlılarda elbette her seferinde işler olması gerektiği gibi ilerlemiyordu. Rakiplerin hücumda oynanmaya çalışan aksiyona önlem alarak engel olduğu durumlarda yük, çoğu zaman oyun kurucunun omuzlarına kalabiliyor.
O dönemler ülke basketbolunun en heyecan verici yeteneklerinden biri olarak görülen Ender Arslan, takımın ana oyun kurucusu olarak bu tür durumlarda genellikle yükü omuzlanan kişi oluyordu. Topla süratinin yanı sıra yaşına göre üst düzey bir oyun zekasına sahip olan 21 yaşındaki oyuncu, parkede tam anlamıyla komple bir profil sergiliyordu.
Çembere gidebilen, rakip savunmayı pasla delebilen ve önemli bir şut tehdidine sahip olan bir oyun kurucu olarak Ender Arslan, kendi mevkiindeki bir oyuncudan beklenen tüm özelliklere sahipti. Bu sebeple yetenekli isim, genç yaşına rağmen önemli bir sorumluluk üstlenmişti.
Kadroda her bir oyuncunun rollerinin fazlasıyla belli olduğu, koç dokunuşunun bariz şekilde hissedildiği, savunmada ve hücumda dengeli bir takım olan Efes Pilsen, normal sezonda yapmış olduğu başlangıçla beklentileri daha da arttırmıştı.
O yıllarda toplam 24 takımın mücadele ettiği EuroLeague’de normal sezon üç farklı gruptan oluşuyordu. Her bir grupta sekiz takım yer alırken Efes Pilsen; Benetton Treviso, Valencia, Tau Ceramica, Olympiakos, Slask Wroclaw, ALBA Berlin ve ASVEL’in bulunduğu zorlu bir grupta yer alıyordu.
Henüz Fenerbahçe‘nin Ülker’le birleşerek Avrupa basketbolunun devlerinden biri hâline gelmediği, Beşiktaş ve Galatasaray‘ın da düşük bütçelerle mücadele ettiği yıllarda çoğu Türk basketbolseverin ortak sevdası olan Efes Pilsen, Abdi İpekçi Spor Salonu’nda önemli kalabalıkların önünde oynayarak ciddi anlamda destek alıyordu.
C Grubu’ndaki ilk karşılaşmasını Macijauskas’lı, Scola’lı, Nocioni’li, Calderon’lu Tau Ceramica’ya karşı deplasmanda oynayan Efes, güçlü rakibi karşısında galip gelerek gruba olabilecek en iyi başlangıçlarından birini yaptı.
İkinci maçta ise Abdi İpekçi’de ASVEL’le karşılaşan Efes, Fransız temsilcisini yalnızca 44 sayıda tutarak grubun kalanına da önemli bir mesaj verdi.
İlk iki maçtaki görkemli başlangıcın ardından bu kez ligin favorileri arasında yer alan Benetton Treviso ile iç sahada karşılaşan temsilcimiz, basketbol tarihinin en büyük efsanelerinden Ettore Messina yönetimindeki rakibine mağlup olsa da yoluna sağlam şekilde devam etti.
Deplasmanda Polonya ekibi Slask Wroclaw’a mağlup olmasının ardından koç Oktay Mahmuti’nin ekibi, beş maçlık bir galibiyet serisine imza atarak liderlikteki yerini iyice sağlamlaştırdı. Bu süreçte Benetton Treviso’yu da İtalya’da yalnızca 66 sayıda tutarak mağlup eden lacivert-beyazlılar, rövanşı da almış oluyordu.
Arka arkaya gelen güçlü performansların ardından C Grubu’nu lider tamamlayarak Son 16 etabına geçiş yapan Efes Pilsen’te beklentiler iyice artmıştı. En son 2001 yılında FIBA tarafından düzenlenen SuproLeague’de Final Four’a kalma başarısı gösteren temsilcimizde hedef yine farklı değildi.
2003-04 sezonunun EuroLeague formatı bugünlerden biraz farklıydı. Şimdilerin aksine Final Four’a kalacak ekipler playoff serilerinin sonrasında değil, Son 16’da grubunu lider tamamlayan ekipler arasından belirleniyordu.
Son 16 etabında E Grubu’nda yer alan Efes; Pau Orthez, Union Olimpija ve Skipper Bologna’yla aynı grupta yer alıyordu. Temsilcimiz, organizasyonun en zorlu gruplarından birinde yer almamış olsa da Jasmin Repesa önderliğindeki Skipper Bologna, karşılaşılacak en ciddi tehditti.
Grubun ilk maçında Pau Orthez’i kusursuza yakın bir savunma performansıyla rahat şekilde mağlup eden Oktay Mahmuti’nin ekibi, ikinci maçta Union Olimpija’ya mağlup olsa bile yoluna emin adımlarla devam ediyordu.
C Grubu’nun üçüncü maçında yenilgisiz Skipper Bologna’yı Abdi İpekçi Spor Salonu’nda ağırlayacak olan Efes için bu maçın anlamı çok büyüktü. 12.000 seyircinin önünde oynanacak bu karşılaşmadan alınacak bir mağlubiyet, Final Four hayallerinin suya düşmesi anlamına gelebilirdi.
Taraftarının da yoğun desteğiyle maça savunmada olabilecek en iyi şekilde başlayan temsilcimiz, ilk çeyreği çift haneli farkla üstün tamamlıyordu. İkinci çeyrekte Milos Vujanic’in arka arkaya isabetleriyle skor üretmekte zorlanmayan Skipper Bologna, üstünlüğü ele geçirerek soyunma odasına önde giden taraf oldu.
Karşılaşmanın ikinci yarısı çoğunlukla dengede ilerlerken maçın önemi sebebiyle de her iki taraf, isabet bulma konusunda zorluklar yaşadı. Maçın bitimine 17 saniye kala Efes Pilsen iki sayı farkla öndeyken rakipte faul çizgisine gelen Matjas Smodis, skora yeniden dengeyi getirdi.
Kerem Tunçeri denilince birçok kişinin aklına son saniye basketleri geliyordur. Kariyeri boyunca en kritik bölümlerde el yakan toplarda sorumluluk almaktan çekinmeyen başarılı oyun kurucu, bitime 17 saniye kala sahneyi devralmak için fazlasıyla hazırdı.
Son hücumda bitime yalnızca 0.8 saniye kala bulduğu turnikeyle takımına adeta maçı alan Kerem, Final Four ümitlerini diri tutmanın yanı sıra gruptaki tüm dengeleri baştan aşağı değiştiriyordu.
Bir sonraki karşılaşmada sahasında Pau Orthez’e karşı hata yapmayan lacivert beyazlılar, grubun beşinci maçında belki de tüm sezonun gidişatını belirleyecek olan zorlu Skipper Bologna deplasmanına gitti.