by David Aldridge / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 23 Mart 2022 tarihinde The Athletic‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Pammy Morgan, 5.061 mil öteden oğlu Maurice Creek’i aradığında arkadan gelen bomba seslerini duyabiliyordu.
“Yerin sallandığını söylüyordu.” dedi Morgan. “Bütün bu yaşananlar hala akıl alır gibi değil. Maurice’in başına bunun gelebileceğini kim düşünebilirdi ki?”
Şubatın o günü, Mo Creek Ukrayna’daydı. Annesinin defalarca dile getirdiği üzere o, bir asker değildi. O, Rusya tarafından 24 Şubat günü aniden şiddetli şekilde işgale uğrayan Ukrayna’da mahsur kalmış bir basketbolcuydu. Mykolaiv’de bir takımın formasını giyiyordu. Şehir, Karadeniz’e 40 mil uzaklıkta, ülkenin güneyinde bulunan bir liman şehriydi. Şehirden büyük bir liman şehri olan Odessa’ya direkt ulaşım sağlayan bir köprü geçiyordu. Bu yüzden de Ukrayna’daki başka birçok şehre olduğu gibi oraya da bombalar düştü.
Creek, Mykolaiv’deki 6. haftasını yaşıyordu. Orada olması bile şans eseriydi.
Ukranya SuperLeague takımlarından birindeki Amerikalı bir oyuncunun yerine orada bulunan 31 yaşındaki Creek, yıllar boyunca takımdan takıma, ülkeden ülkeye dolaştı. Bu yıl normalde Çin’de oynayacaktı ancak sözleşme iptal oldu. Ocak ayında Ukrayna’nın başkentindeki Kiev’deki bir takımda görev alan eski bir koçundan telefon aldı. Denilene göre sezon boyunca zorluklarla uğraşan Mykolaiv’in oyuncuya ihtiyacı vardı. Creek’in de böyle bir şeye ihtiyacı vardı.
Sonra orada mahsur kaldı. Ukrayna dilini hiç bilmiyordu. Savaş başlamadan önce sokakta onu yakalayan fanlarla Google Translate aracılığıyla konuşuyordu. Neler olup bittiğine dair haberleri öncelikle Maryland’deki ailesinden ve grup sohbetiyle Amerikalı takım arkadaşlarından alıyordu.
“CNN’e ulaşıp bombaların nereden geldiğini vb. şeyleri öğrenmenin bir yolunu arıyorlardı.” diyor Mo Creek, şu an ailesiyle birlikte güvende yaşarken.
“Bana ‘Dostum, senin olduğun yere çok yaklaştılar.’ diyorlardı. Kharkiv’in bombalandığına yönelik haberleri zaten almıştık. Kyiv’de zaten tanklar bulunuyordu hatta bir tank, içinde sürücüsü bulunan bir arabanın üstünden geçmişti. Ülkeden çıkışımı sağlayacağım Odessa Havaalanı bombalanmıştı. Haberleri kesinlikle alıyordum. Bu bilgileri alıp ülkeden çıkabilmek için sınırlardan birine gitmemiz gerekebileceğini düşünmek deliceydi.”
Ancak Creek, kurtuldu. Buna tanrının takdiri ya da acemi şansı deyin ama Creek, sadece bir kez Pensilvanya’daki basketbol kliniğinde birkaç dakika görüştüğü bir adam sayesinde kurtuldu.
Yaz aylarında Creek, The Basketball Tournament adındaki 64 takımlı turnuvada Sideline Cancer için oynuyordu.
Geçen yaz Hollidaysburg’deki lise öğrencileri tarafından kurulan Sideline Cancer, bir klinik düzenledi ve Creek kamp danışmanı olarak görev aldı. Oradayken kampa gelenlerden biri ve babasıyla tanıştı. Baba, Amerikan ordusunun dünya genelindeki özel ekiplerinde çalışmış emekli bir albaydı, aynı zamanda bir basketbol koçuydu.
Etkinlikten sonra bu adam, 2011 yılında pankreas kanserinden ölen Greg Griffith’in anısına pankreas kanseri için araştırmalar yapan Griffith Family Foundation için para toplayan Sideline Caner ile iletişimde kaldı. 2014’te kurulan basket takımı için vefat eden Griffith’in eşi Cathy sponsor olmuştu.
Emekli albay Erik Nordberg, Sideline Cancer ile ortak bir çalışmayla AAU programı başlatmak istiyordu. Bu yüzden de takımın yöneticileri ve koçlarıyla yaz ve sonbahar boyunca bağlantıda kaldı. Onlar aracılığıyla Nordberg, Creek’in Ukrayna’da oynadığını öğrendi.
Sonra da Creek, Ukrayna’da mahsur kaldı.
“Mo’yu oğlum gibi görürüm.” diyor Cathy Griffith. “9 yıldır bizimle mücadele etmiş her oyuncu benim oğlum gibidir. Tanrının bu noktaları birleştirmesi beni büyüledi. Bu, annesinin dualarıyla oldu. Hepimizin dualarıyla oldu.”
4 gün ve 4 gece boyunca Nordberg Creek’i kurtarmak için çabaladı. Herhangi bir trajedi yaşanmadan önce Ukrayna’daki bağlantılarıya iletişime geçti. “Mo’yu Eve Getirin” projesi başlamıştı.
“Amerika Birleşik Devletleri Özel Harekat Kuvvetleri’nin mottosu ‘De Oppresso Liber’dir.” diyor Nordberg. “Çevirice ‘Mazlumu Kurtar’ ya da ‘Mazlumun Yanında Ol’ anlanmlarına geliyor. Bize de her zaman işimizin bu olduğu öğretildi. Mo’nun başının belada olduğunu duydum. Eşime baktım ve ‘Mo hakkında ben bir şey yapmazsam kimse yapmayacak. Her şey için çok geç olmasından korkuyorum. Bu yüzden de harekete geçeceğim.’ dedim. ‘Ne yapacaksın?’ diye sordu. Yanıtım ‘Henüz bilmiyorum ancak bir yolunu bulacağım.’ şeklindeydi.”
Üniversitenin ardından Creek yurtdışına ilk gittiğinde Pammy Morgan endişelenmişti. Sonra bu duruma alıştı.
“İlk yıldan sonra kabullenmeye başlamıştım. Burada oynamayacak, hayatını böyle kazanacak, onun işi bu.” diyor Morgan. “Ona her zaman ettiği seyahatlerden dolayı çok saygı gösteririm. Pasaportuna bakar ve her sayfasında damgaları görürüm. Basketbol, onu çok fazla yere götürdü. Sonuncuya kadar.”
Creek, 2013’te George Washington’a geçmeden önce Tom Crean altında 3 sene Indiana’da forma giydi. Indiana’da yaşadığı sakatlıklar NBA hayallerine ket vursa da o; hala dışarıdan büyük bir tehditti. 2013-14 yılında yay gerisinden %40 ile oynadı. O ve Isaiah Armwood, sezonu 24 galibiyet – 9 mağlubiyet ile bitiren ve NCAA Turnuvası’na katılmaya hak kazanan Colonials takımının liderleriydi.
Zamanında GW takımında asistan koçluk, Colonials’ta ise başantrenörlük yapmış Maurice Joseph, “Mo, inanılmaz bir çocuk. Tam bir inanç adamı.” demişti.
Yıllar boyunca seyahat ederek basketbol oynayan Creek, bir sonraki işini garantiye alma konusunda ustalaştı. Neredeyse her yerde forma giydi: Hollanda’da ZZ Leiden, Kopenhag’da Stevnsgade Basketbol, Almanya’da ETB Wohnbau Basket, Romanya’da Steau Bükreş… Creek, Mykolaiv’deki işi evindeki insanlara yardım etmek için kabul etmişti. Pammy, yaşadığı sırt ameliyatından sonra iyileşmeye çalışıyordu. Kocası ise COVID sebebiyle yapılan işten çıkarmaların son kurbanıydı. MBC Mykolaiv ise zor günler geçiriyordu. Creek geldiğinde 12 takımlı ligin sonuncusu onlardı. Creek, kasım ayında Litvanya’ya giden Prentiss Nixon’ın yerini almıştı.
Creek, Ukrayna’yı sevmişti. Ukrayna’nın merkezindeki Kamianske ekibi Prometey için de forma giymişti. Bir keresinde misafir oyuncu olarak Mykolaiv’de sahaya çıkmıştı. Taraftarların nasıl tutkulu olduğunu, takımı nasıl desteklediğini hatırlıyordu.
“İmzaladığımda bütün antrenmanlara katıldım, maçlarda oynadım. Benden önce 2 ay maç kazanamamışlardı, benle beraber 2 maç kazandık. Benim için tüm amaç bu zorlu görevi aşmak ve takımı playoff yarışına sokmaktı. Olaylar gerçekleşmeden önce daha 15 ya da 16 maç varken playoff potasına 4-5 maç uzaktaydık. Oraya gelmek üzereydik.”
Ancak arka planda göz ardı edilmemesi gereken bir ses yükseliyordu. Rusya başkanı Vladmir Putin, ordusunun büyük kısmını Ukrayna sınırına konumlandırmıştı. Amacı 80’li yıllarda yıkılan Sovyetler Birliği’yle aynıydı: 42 milyon insanı tekrar Rusya’ya bağlamak. Putin, Ukrayna hükümetini “nazileşmekten” kurartmak hakkında konuştu ancak bu hiçbir mantığa oturmuyordu. Ülkenin başkanı Volodymyr Zelenskyy, bir yahudiydi. Yine de Putin’in Ukrayna’ya yönelik bu söylemleri insanın keyfini kaçıran cinstendi.
Pensilvanya’nın güney merkezindeki evinden Nordberg, endişeli şekilde durumu takip ediyordu. Sideline Cancer’ın koçu Charlie Parker’la iletişim halindeydi.
“Rusya’nın işgalinden 3 hafta önce Charlie’ye ‘Mo’nun orada oynadığını biliyorum. Durumun farkında olmalı ve Dışişleri Bakanlığı’lya temasta kalmalı.’ dedim. İşgalden 2 hafta önce ise ‘Dışişleri Bakanlığı bütün insanları tahliye etti, ülkeden çıktılar. Mo’nun da terk etme planı olmalı. Bunun hakkında düşünüyor mu?’ dedim. Charlie’de Mo’ya ulaşacağını söyledi. Bir hafta sonra havaalanları hava trafiğini kesti. Ben de ‘Hala kurtulmadıysa derhal oradan ayrılması gerekiyor.’ dedim.” diyor Nordberg.
Başlangıçta Creek, MBC’yi dinledi ve o insanlar Putin’in bunu hep yaptığını, bir şey olmayacağını söyledi.
“Ama ailem beni sıkboğaz etmeye devam ediyordu.” diyor Creek. “Yok şöyle, yok böyle. ‘Haberleri duyuyor musun?’. Ben de ‘Anne, baba… Şu anda her şey yolunda. Herkes hala işinin başında.’ diyordum. Babamla bu konuda uzun konuşmalar yaptık. Zamanın geldiğini düşünüyordu. Ben de yeni bir görüşmeden çıktığımı, insanların bir şey olmayacağını söylediğini iletiyordum.”
Ancak şubat ayı ilerledikçe Creek’in fikri değişmeye başladı. Takımdaki 4 Amerikan ve 1 Hırvat oyuncuyla sık sık görüştü. Amerikalılardan ikisi, takımdan ayrılıp Ukrayna dışında mücadele etmeye karar vermişti. Hırvat oyuncu da kız arkadaşıyla evine dönmüştü.
Creek de ayrılmaya karar verdi ancak işler o noktada karmaşıklaştı.
“Menajerimle konuştum ve diğer takımlara bakmanın zamanının geldiğini söyledim. Buradan gitmeye hazırlanalım diyordum. Menajerim de ‘Tamamdır, çalışmalara başlıyorum.’ dedi. Sonrasında ise beni aradı ve ‘Mo, bu durum biraz zor olacak.’ dedi. Başka takım bulmakta neyin zor olduğunu sorduğumda ise ‘Takım gitmene izin vermiyor… Takıma büyük etkinin olduğunu düşünüyorlar, gitmeni istemiyorlar. Senin için endişelenmeye başladım. Seni kolaylıkla başka takıma transfer ettirebilirim ancak onlar bir belge imzalamadığı sürece hiçbir yerde oynayamazsın.’ cevabını aldım.” diyor Creek.
Creek henüz şubat ayının maaşını almamıştı. Paraya ihtiyacı vardı. Maç faturalarını Maryland’e yolladı. Öylece bırakıp gidemiyordu.
“Beni burada tutan şey takımla anlaşamamam oldu. Koçlarla 2 ya da 3 kez konuştum. Başantrenörümüz gitmemi istemiyordu çünkü herkes gidiyordu. Takımdaki bütün Amerikalılar başka takımlarla anlaşmıştı. Diğer takımlar zayıfladığı için playoff’a girmeyi düşünüyordu belki de. Beni bırakmıyorlardı.”
Geç olmadan Creek’i kurtarmaya çalışan menajeri, oyuncu için Katar’da bir iş buldu. Creek sonunda ayrılmaya hazırdı ancak 24 Şubat’ta Putin, kapıları kapattı.
Morgan, “Savaşın başladığı gece ne sebeple bilmiyorum ama üst katta olduğumu hatırlıyorum. Mike aşağıda yemek yapıyordu. Ben yatağımda uzanıyordum. Kız kardeşim aradı ve Maurice’in nerede olduğunu sordu. ‘Ukrayna’da. 7’de uyanıp test sonuçlarını alacak ve sonrasında 4’te Katar’a uçmak üzere Odessa’ya gidecek.’ dedim. ‘Pammy, televizyonu aç. Savaş başladı.’ cevabını aldım. Hani bi yakınınızın vefat haberini alırsınız ama hiç beklemiyorsunuzdur, bir trajedi gibidir. Midenizde çok kötü bir his belirir ya… İşte tam da öyle oldum.”
Morgan, Mykolaiv saatiyle gece 5’te oğlunu uyandırdı.
“Anneme beni aradığı için sitem etmiştim. Sabaha uçağım vardı ve Katar’a gidiyordum. O ise ‘Kalkmalısın, eşyalarını topla. Alman gereken her şeyi al. Eğer alamadığın bir şey olursa da bırak gitsin.’ dedi. ‘Anne, PlayStation’ım burada. Neyden bahsediyorsun sen? O PlayStation ne olursa olsun benimle geliyor.’ dedim ben de. ‘Savaş başladı, ne yapman gerekiyorsa çabucak yap.’ cevabını aldım. ‘Ne?!’ dedim içimden.
‘Maurice, savaş başladı oğlum. Kalk. Toplan. Hemen oradan kurtulmanın bir yolunu bul. Hemen!’ dedi bana.”
2.5 saat sonra onu havaaalanına götürmek üzere takımın başkan yardımcısı Creek’i apartmanından alacaktı. Creek fiziksel olarak taşıyabileceği her şeyi toplamıştı ve onu bekliyordu.
“Tam apartmanıma yaklaştığında sirenler ötmeye başladı. Sirenler ötünce de bu şehrinde savaşla ilgili bir şeyler olduğu ve kimsenin evini terk edemeyeceği anlamına gelir. Bu yüzden de başkan yardımcımız doğruca kendi evine geri dönmek zorunda kaldı. Çantalarımı aşağıya indirmiştim. Onları tekrar evime çıkarmak zorunda kaldım ve evimde kalmak zorundaydım.”
MBC’nin asistan koçlarından Terry Murphy, Ukrayna’da 20 yıldır yaşıyordu. Creek’i evinden aldı ve kendi evine getirdi çünkü Murphy’nin evinde bomba sığınakları bulunuyordu.
“Bomba sığınaklarına indim ve boş odalardan, kirden başka bir şey yoktu.” diyor Creek. “Boş odalar ve kir. İnsanlar ahşaptan kendilerine yatak yapmaya çalışıyordu. Sandalye indiriyorlardı. Köpekleri yanlarındaydı. Çocuklar vardı. Hepsi. Herkes kocaman bir aile oluşturmaya çalışıyordu ki tüm insanlar konforlu olabilsin. Orada ne kadar kalacağımızı bilmiyorduk. Dışarı çıkmamız için hangi zamanın en uygun zaman olacağını çözmeye çalışıyorduk.”
Creek sonraki günleri güvenli oldukça apartmanına, sirenler çaldıkça da bomba sığınağına giderek geçirdi. Her iletişim kurma şansında ailesi ve basketbol topluluğuna vahimliği gittikçe artan haberler veriyordu.
“O bomba sığınağındayken bana sesli bir mesaj yolladı.” diyor Creek’in GW’deki koçu Joseph. “Oradan çıkamadığı için sesindeki o endişeyi duyduğumda tüylerim diken diken oluyordu. Tam kurtulurken sirenleri duymuştu ve bir yere sığınması gerekiyordu. O durumda kaldığına inanamıyordum.”
Pammy Morgan çaresiz hissediyordu. Arkadaşları ABD hükümeti görevlilerine ulaştı ama yardım alamadı. Onu ayakta tutan tek şey inancıydı.
“Her şeyim O olmuştu. Dizlerimin üstündeydim. Ağlıyordum. Meditasyon yapıyordum. Ruhlar aleminde O’nlaydım. O’na çocuğumu kurtarması için yalvarıyordum. Bir ebeveynin başına gelebilecek en kötü şey çocuğunu kaybetmek. Peki ya sadece kaybetmek değil bir de üstüne başına ne geldiğini bilmemek? Çocuğunuz bir anda kayboluyor ve ne olduğunu bilmiyorsunuz. Hala hayatta mı, köle olarak başka bir ülkeye mi satıldı, yoksa öldü mü? Hiçbir ebeveyn bunları düşünmek istemez. Fiziksel ve mental olarak çok yara almıştım. Beni ayakta tutan tek şey ruhumdu.” diyor annesi.
Koç Parker yardım etmesi için Nordberg’e ulaştı.
Nordberg o çevreyi iyi biliyordu. İlk Özel Hareket ekibi Polonya-Çekya karışımıydı. O, Rusya’nın Mykolaiv’i kısa sürede hedef olarak belirleyeceğini biliyordu. Hemen hükümetten bağımsız organizasyonlardaki bağlantılarını kullandı. O bağlantıları halihazırda Ukrayna’da insanlara yardım eli uzatıyordu. Project Dynamo adındaki ise Amerika vatandaşlarını ülkeden kurtarmaya çalışan bir kuruluştu. Yine de Nordberg “Bu, hemen olmuyordu. Ülkenin en batısına ne kadar yaklaşabilirsen o kadar yaklaşmanı istiyorlardı ama ben o kadar zamanımız olmadığını biliyordum. Daha doğrusu o kadar zamanımız olmayacağına dair şüphelerim vardı.” diyordu.
Böylece Nordberg doğaçlama oynadı. Bodrumuna Ukrayna’da neler olup bittiğini takip edebilmesini sağlayacak yerleştirebileceği kadar monitör yerleştirdi. Nordberg, Creek’e şifreli bir uygulama üzerinden ulaştı. “WhatsApp gibi bir şeydi sanırım.” diyor Nordberg.
“Bu, Erik Nordberg. Seni oradan kurtaracağız. Bazen işlerin gitmesi gerektiği gibi gitmeyebildiğini anlaman gerek. Ancak şunu bil ki seni oradan kurtaracağız.’ diye bir mesaj aldım. Her şeyi onun ellerine bırakmaya hazırdım.” diyor Creek.
O andan itibaren Nordberg, Creek ile 90 dakikada bir temas kurdu.
Nordberg, Creek’i kendi deyimiyle “savaş ritmi”ne sokmuştu. Her gün güneşin doğmasından bir saat önce Creek tamamen hazırlanmış ve giyinmiş şekilde gitmeye hazır olarak Nordberg’in emrini bekliyordu. Birkaç kaçış planı yapılmıştı. İlki Nordberg’in Creek için ayarladığı ve onu Moldova sınırına götürecek arabaydı. Riskli ama hızlıydı ancak sürücü gelmedi. Sonrasında Nordberg Odessa’dan Mykolaiv’e Creek’i almaya gelecek bir araba daha ayarladı ancak bu sefer de sürücü Odessa’yı terk edemedi. Ardından Nordberg, Creek’i Romanya’ya götürecek bir otobüs ayarlamaya çalıştı ancak Creek’in otobüse binmesi için köprüyü geçmesi gerekiyordu.
Nordberg, “Mo da otobüsün şoförü de bana Google Maps’ten nerede olduklarını bildiriyorlardı, ben de bu iki insanı aynı yere getirmeye uğraşıyordum.” dedi. “Köprünün kontrolü Ukraynalılar’daydı. Ruslar çok ama çok yaklaştığı için Mykolaiv’e giden o ana köprüyü patlatmayı bile düşündüler. Rusların aklında da aynı düşünce vardı. Patlatacaklar mı, patlatmayacaklar mı? Bu sebeple Ukraynalılar kimsenin köprüden geçmesine izin vermiyordu.”
Zaman azalıyordu. Creek’in sosyal medyadan olabildiğince insana yaşadığı durumu anlatma isteği çok anlaşılır bir istekti ve savaş bölgesinde bulunan Creek, dikkatleri çekmeyi başardı. Nordberg, Rusya’ya girerken kenevirle yakalanıp tutuklanan WNBA yıldızı Brittney Griner’a yapıldığı gibi Rusların Creek’i bulup onu toplumsal bir malzeme olarak kullanmasından korkuyordu. Creek’in salınmasında olası diplomasi gereklilikler için Nordberg, sessizce Indiana valisi Erik Holcomb’un ofisiyle iletişime geçti.
28 Şubat’ta Rusya ve Ukrayna ateşkesi konuşuyordu. Nordberg, Creek’i çıkarmak için daha iyi bir zaman olmadığını düşündü. Dediğimiz gibi onun birden çok kaçış planı vardı ancak Creek, kendi doğaçlama planıyla geldi.
MBC’deki Ukraynalı asistan koçlarından bir diğeri kız kardeşi ve eşini Mykolaiv’den Moldova’ya götürecek bir araba ayarlamıştı. Kendisiyse geride kalıyordu: 18-65 yaş arasındaki bütün Ukraynalı erkekler ülkede kalmak ve Ruslarla savaşmak zorundaydı.
“Özel bir şoför tutmuştu. Ona Moldova sınırına götürmesi için ödeme yapmışlardı.” diyor Creek.
Arabada bir kişilik daha yer vardı ve Creek, o yeri kaptı.
“2.5-3 saat süren bir yolculuktu. Gördüğüm şeyleri sadece hayal edebilirsiniz. 6 tane kontrol noktasından geçtik. Pasaportum her zaman elimdeydi. ‘Amerikalıyım ben, vurmayın beni.’ der gibi geziyordum. Caddede 13-14 yaşındaki çocuklar ellerinde silahalrla dolaşıyordu. Yollarda tanklar vardı. Daha önce bu kadar tankı hareket ederken görmemiştim. Her şey delice geliyordu. Caddelerde siper alınabilmesi için kum torbaları ve tuğlalar diziliydi. Araba sürerken resmen dizilmiş tuğlaların arasından bir labirentten geçer gibi geçmeniz gerekiyordu.” diyor Creek.
Ukraynalılar aralarında silahla ateş etmek için delikler çamurdan tepeler yapmıştı. Böylece siper halindeyken Ruslara ateş edebileceklerdi. Birçok cadde bombalanmıştı. Yerlerde kıyafetler, ayakkabılar vardı.
“Sürekli duruyorduk.” diyor Creek. “Korkmaya başlamıştım çünkü her durduğumuzda bir şey olacak diye düşünüyordum. Bir bomba tam dibimize düşebilirdi ya da başka şeyler olabilirdi. Bir keresinde trafik yüzünden durduk. Yuvarlak kavşaktaydık. Herkes bir şekilde bir yoldan kurtulmaya çalışıyordu. Tamamen kitlenmiştik. Bir şey olmaması için Tanrı’ya yalvarıyordum.”
Sonunda araba Moldova sınırındaki kontrol noktasına ulaştı. Asistan koçun eşi ve kızının yakınlarda yaşayan bir arkadaşı vardı ve onun toplanmasına yardım etmek için ayrıldılar. Creek kendi başınaydı. Bir trenç kot ve kapşonlu giyiyordu ancak keskin soğuğu engellediği söylenemezdi. Creek, sıradaki son arabayla sınır arasındaki mesafeyi hesapladı ve en az bir mil vardı. Önünde binlerce insan vardı ancak başka seçenek de yoktu. “Ya şimdi ya hiç” durumu olmasa da ona yakındı.
Kalabalıkla beraber yürümeye başladı. Bilmediği şeyse Moldova sınır kontrol ekibinin geçişleri güneşin batışıyla kapatma düşüncesiydi.
“ABD Başkonsolosluğuyla konuşuyordum. Onlar sınır kontrol noktasını kontrol edemiyor ancak ben ‘Sırada bir tanıdığım var, geçişleri kapatamazsınız’ diyordum. ‘Sakın sınırı kapatmalarına izin vermeyin.’. Bir yandan da Mo’yla konuşuyordum. O, donuyordu. Morali çökmüştü. Ona arkasına bakmasını söylemiştim. Orası Odessa’ydı. Ruslar orayı bombalıyordu ve alevler yükseliyordu. O da ‘Tamam, geri gitmiyoruz. Sadece ileri gidiyoruz.’ dedi.” diye anlatıyor Nordberg.
Creek saatler geçtikçe milim milim ilerledi. Yolun belli noktalarında çay dağıtılıyordu. 6 bardak içti. Yardımcı olmadı. Nordberg ona çoraplarını çıkarmasını ve ısınmak için eline giymesini söyledi. Sıranın gelmesi 9 saat sürdü.
“Sonunda kapıya ulaşmıştım. Kontrol noktasında yüzlerce insan vardı.” diyor Creek. “Pasaportumu aldılar. Bir kontrol ettiler ve ben de geri verip kapıdan geçmemi söyleyeceğini düşündüm ama öyle yapmadı. Yanımdakine geçti ve onun pasaportunu aldı. Ben de pasaportuma ihtiyacım olduğunu söyledim. ‘Bunları görevlilere götürüyorum.’ dedi. Görevliler sanırsam Ukrayna’ya geri yollamaları gereken mülteci var mı diye kontrol ediyordu. Gerçekten insanları Ukrayna’ya geri yolluyorlardı. Pasaportum onlardayken hayatımda hiç terlemediğim kadar terledim. Pasaportumla ilgili yanlış hiçbir şey olmamasına rağmen hiçbir şeyin aksi gitmesine tahammülüm kalmamıştı.”
Sonsuza kadar sürmüş gibi hissettiren dakikalardan sonra görevli Creek’e pasaportunu geri verdi. Sınırı geçmişti.
“Elimde üç çantayla hayatımda hiç bu kadar hızlı yürümediğime eminim. Normalde hızlı bile yürümem. Yavaş yürüyen bir insanımdır ancak oradan jet hızıyla kaçtım resmen.” diye anlatıyor Creek.
Annesine mesaj attı.
“Anne, özgürüm! Ukrayna’dan çıktım!”
Creek’in menajeri onu sınırda bekleyen bir araba ayarlamıştı. 5 buçuk saatlik yolculuk sonucu Moldova’dan Romanya’nın iç taraflarına gelmişti. Bolt to Bucharest firmasıyla bir yolculuk daha yaşadı ve ona 200 dolara mal oldu ancak Creek şehre aşinaydı. 2021 yılında orda oynamıştı.
“İlk gittiğim yer buradaki favori restaurantlarımdan biri oldu.” dedi Creek. “Küçük ama güzel bir hamburgerciydi. Otele vardığımda Chris Kubecka beni bekliyordu. O, benim kurtulmamı sağlayan ekipten biriydi. Benle Ukrayna’dan kurtulup Romanya’da olmanın nasıl hissettirdiğine dair röportaj yaptılar. Onlara ‘Harika hissettiriyor. Artık endişelenmem gereken bir şey yok.’ dedim. Odama gittik ve bir şampanya patlattık.”
Bükreş’te birkaç gün geçirdikten sonra sonunda Amsterdam aracılığıyla evine uçabildi ancak tabii ki son bir aksaklık yaşanacaktı.
Creek, “Nordberg bana aşı kartım olduğu için test olmama gerek olmadığını söyledi. Bu yüzden de COVID testi yaptırmadım. O, Delta ve KLM birlikte çalışıyor ve kuralları aynı sanıyordu. Değilmiş. Aşı kartım olsa bile Amerika’ya varmak için test vermem gerekiyordu. Uçağım 6’daydı ve saat 5 olmuştu. Otobüse binip havaalanının hemen yanındaki hastaneye giderek COVID testi olmam ve hemen geri dönmem gerekiyordu. Bu uçağa binmem gerektiğini düşünüyordum.” diyor.
“Tamam, biletin var. Dosdoğru sınır görevlisine git ve bu uçuşu yakalaman gerektiğini söyle. Bütün süreci hızlandıracaklardır.”
“Dostum, hayatım boyunca bu kadar hızlı ayakkabılarımı çıkarıp çantamı boşaltmamıştım. Güvenlikten çok çok hızlıca geçmem gerekiyordu. 3 dakika civarı bir sürem kalmıştı ve sonra uçuşumun kapıları kapanacaktı.”
Nordberg, Creek’i yolculuk sırasında birinci sınıfa koydu. 3 Mart günü Dulles Havaalanı’na iniş yaptı ve ABD’ye geri dönmüş oldu. Ailesi onu karşılamak için oradaydı.
“Havaalanına geldiğimizde onun çıkış kapısına yürüdüğümüzü hatırlıyorum.” diyor Morgan. “Erik ve ailesinden Cathy, Charlie ve Jordan (Griffith, Cathy’nin oğlu ve Sideline Cancer’ın ortak kurucusu) ile tanıştık. Hepsi oradaydı. Erik ile göz göze geldiğimizde onu tanıdım. Konuşmamıza bile gerek kalmadı. O da beni tanımıştı. Sadece sarıldık. Onu bırakamadım. Minnettarlık duygusu. Bıraktığımda ise oğlumun nerede olduğunu sorup durdum.”
“Sonrasında kapılar açıldı ve insanlar yürümeye başladı. Maurice yoktu. Ardından Mike onu gördü ve ‘O küçük tavuk bacakları görüyorum.’ dedi. Ben koşamam ancak elimden geleni yaptığımı söyleyebilirim. Ona yeterince hızlı ulaşamadım. Sadece onu tutmak, yüzünü görmek, kokusunu almak ve sıcaklığını hissetmek istiyordum. Ona bakıp her şeyinin yerinde olduğundan emin olmalıydım: Akıl, beden ve ruh.”
Creek eve dönmüş olsa bile hala orada olan Ukraynalı takım arkadaşları için endişelenmeye devam ediyor.
“Her gün onlara gruptan ulaşmaya çalışıyorum: İyi misiniz? Neler olup bitiyor?” dedi Creek. “Birkaçından aileleriyle birlikte iyi olduklarına dair geri dönüş aldım. Bu, beni rahatlattı ancak Ukrayna’daki herkes için dua etmeye devam ediyorum. Onlar bunu hak etmedi. Sadece aileleri için en iyisi neyse onu yapmaya uğraşıyorlar.”
“Senin olan bir şeye sahip olmak isteyen birileri mi var? İşte savaş da böyle başlıyor.”
Fotoğraf: Twitter @IndianaMBB
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!