Tanıklar Anlatıyor: LeBron James’i Lisede Yenen Tek Takım

22/Nis/22 10:49 Nisan 22, 2022

Mehmet Bahadır Akgün

22/Nis/22 10:49

Eurohoops.net

LeBron James, lise kariyeri boyunca çıktığı 82 maçta tek bir mağlubiyet aldı… Final maçında gelen o mağlubiyetin öyküsünü Eurohoops Çeviri, dilimize aktardı.

by Josh Kramer / Çeviri: Bahadır Akgün / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 13 Mart 2022 tarihinde ESPN‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Bundan 20 yıl önce Ohio’nun kuzeydoğusunda bir basketbolcu, yavaş yavaş ses getirmeye başlıyordu. “Akron’lu Çocuk” olarak bilinen o basketbolcunun siper yıldız olacağı kesin gözüküyordu. Şubat 2002’de 17 yaşındaki o çocuk, Akron’da St. Vincent St. Mary Lisesi’nde üçüncü yılını geçiriyordu ve Sports Illustrated’ın kapağında yer aldı. Kapakta “Seçilmiş Olan” başlığı ile verilmişti. Birdenbire LeBron James, herkesin tanıdığı bir isim olmuş ve basketbol dünyası, sonsuza kadar değişmişti.

LeBron’ın nasıl bir şeye dönüştüğünü hepimiz biliyoruz: Tarihin en iyilerinden biri olarak görülen bir efsane. Fakat bu hikaye, o hikaye değil. Bu hikaye, Ohio eyaletinde onu yalnızca bir günlüğüne bile olsa devirebilen tek takımın hikayesi. Bu hikaye, “Seçilmiş Olanlar”ın, Ohio’da LeBron James’i lisede yenebilen tek takımın hikayesi.

Plan

II. ligde, Cincinnati’nin dışında küçük bir Katolik okulu olan Roger Bacon’ın başantrenörü Bill Brewer, 2001-02 sezonu öncesinde özel bir sezon geçirebilecek bir takıma sahip olduğunu biliyordu. Brewer’ın unutulmaz döneminde en dikkat çeken hamlesi ise saha dışında yaşanmıştı. Koç, LeBron James isminde genç bir fenomenin oynadığı lisenin III. ligden II. lige geçiş yapabileceğini duymuştu. Bu bilgi paylaşıldığında Brewer, St. Vincent-St. Mary’yi aradı. Brewer, ulaşmak istediği yere gitmek için takımının Akron’da üst üste iki şampiyonluk kazanmış bu takımı yenmesi gerektiğini biliyordu.

Peggy Brewer (Koç Brewer’ın eşi): Galiba Nisan-Mayıs aylarıydı. Bill, St. Vincent-St. Mary’nin II. lige çıkacağını öğrendi. Onlarla erkenden oynamak istiyordu. Bu maçın Aralık’ta oynanması için de çok uğraştı. Açıkçası kimsenin de onun anlattığı kadar büyük bir oyuncu olabileceğini düşünmüyordum. “Yeni Michael olmayacak” diyordum. Bill de sanırım “Hayır, olacak” diyordu.

Josh Hausfeld, Roger Bacon guardı (1998-2002): St. Vincent, II. lige çıkıyordu ve bizim de onların da birer açık maçı vardı. Koç Brewer, takvim belli olduktan sonra 20 dakika içinde onları arayıp onlarla oynamak istediğimizi söyledi. Koç Brewer ve teknik ekibin yaptığı en önemli şeylerden biri muhtemelen o maçı ayarlamaktı.

Beckham Wyrick, Roger Bacon forveti (1998-2002): Sanırım öncelikle LeBron’ı görmemiz için yaptı bunu. Ona karşı nasıl oynayacağımızı ölçmek için yaptı sanırım. Soyunma odamızdaki insanlar hariç birçok kişinin o maçta LeBron’a karşı mücadele edebileceğimizi düşündüğünü sanmıyorum.

Rakip

Elbette LeBron’ın o dönemde herkesten daha yetenekli olduğunu biliyoruz fakat hiçbir şekilde takım tamamen ona bağlı değildi. St. Vincent-St. Mary’nin kadrosunda I. lig seviyesinde oyuncular bulunuyordu ve takım, üst üste üçüncü sezonda eyalet şampiyonluğunu hedefliyordu.

Tony Meale, “Seçilmiş Olanlar” kitabının yazarı: St. Vincent-St. Mary oynayacağı zaman tam bir şölen oluyordu. Harlem Globetrotters takımını lise tarihinin en iyi basketbolcusuna sahip bir lise takımı gibi düşünün. Rakiplere fark atıyorlar, savunmada kumar oynuyorlar, top çalmaya çalışıyorlar, her pozisyonda LeBron için uçuş fırsatı hazırlıyorlardı sanki. Sanki Showtime Lakers ile Harlem Globetrotters’ın birleşimi gibiydi. Görülmeye değerdi. Hiçbirimiz daha önce böyle bir şey görmemiştik. “Bu çocuklar nasıl hâlâ lisede oynuyor?” diye düşünüyordu insan.

Austin Carr, maçın yorumcusu, deneyimli Cleveland Cavaliers TV yorumcusu: Tüm ülkenin halk günü aktivitesi olmuşlardı. Ülke genelinde seyahat edip takımlarla karşılaşıyor ve kazanıyorlardı. Herkes, aynı şeyi bekliyordu. Yine şampiyon olmalarını.

Wyrick: Gerçekten sert bir takımdı. Herkesin yenmek istediği bir takımdı kesinlikle. Bence Ohio’nun güneybatısından bir takım olarak bizi motive eden şey de buydu.

İlk Maç

Roger Bacon ve St. Vincent-St. Mary, dolu tribünler önünde Kent State University’de karşılaştı. Roger Bacon üyelerinin dediğine göre bu maçta hedef, kesin olarak kazanmak değildi. LeBron James ve yıldızlarla dolu takımıyla aynı sahada olabileceklerini kanıtlamak istiyorlardı.

Hausfeld: İlk maçı oynadığımız zaman hakemler, onunla fotoğraf çektirip ondan imza alıyordu. Hayatın kendisinden daha büyüktü.

Roger Bacon, maçı 79-70 kaybetti. Brewer’ın oyuncuları, ilk maçta hedefe ulaşmıştı. St. Vincent-St. Mary ile playofflarda oynamaya hazır olacaklardı.

Brian Neal, Roger Bacon yardımcı antrenörü (1997-2005): O maçı kazanmamış olsak da oyuncularımız, soyunma odasından çıktıklarında onlarla tekrar oynayacak olursak kazanma şansımızın çok yüksek olduğunu düşünüyordu.

Frank Phillips, Roger Bacon forveti (2000-2002): İlk maç bizim için çok önemliydi. Kaybettik ama LeBron ve takım konusunda bir kanıya sahip olduk. Ayrıca ortama dair de öyle. Büyük bir kalabalık vardı. Bu büyük kalabalığın etrafında olmak da insanı şoke ediyordu.

Hausfeld: Dikkatimizi dağıtacak her şeyi ortadan kaldırdı o maç. Onları yenebileceğimize dair güven verdi.

Wyrick: Maçtan sonra birkaç oyuncularının yanına gidip “Mart’ta görüşürüz” dedim. Bunu ciddiye alıp almadıklarını bilmiyorum ama o noktadan itibaren bunu iple çekmeye başlamıştım.

Kapak

Şubat 2002’de LeBron James, Sports Illustrated’ın kapağında yer aldı ve ‘Seçilmiş Olan’ şeklinde lanse edildi. LeBron ve takım arkadaşları, bunun Roger Bacon’ı daha da ateşleyeceğinden habersizdi. Tecrübeli takım, LeBron ve St. Vincent-St.Mary ile karşılaşmak için bir fırsat daha bekliyordu.

Peggy Brewer: LeBron James’in lise üçüncü sınıf öğrencisi olarak o kapakta yer alması inanılmaz bir şeydi. Fakat Sports Illustrated laneti diye bir şey de vardı. O yüzden bu kapağın, onun için de bir lanete dönüşmesini umuyordum.

Carr: Bence bunun karşılığını vermek çok zor. Fakat 2-3 kez onu izledikten sonra özel bir oyuncu olacağını görüyordu insan. Onun boyunda, o yaşta bir oyuncunun onun yapabildiği şeyleri yapması benim için inanılmazdı.

Hausfeld: O kapağa yalnızca profesyonel oyuncuları koyuyorlardı, bunu düşünmüştüm. Bir lise oyuncusu, sadece bir lise oyuncusu da değil, karşı karşıya oynadığımız, eyalette çok iyi bildiğimiz bir lise oyuncusu kapakta yer alınca bu adamın hayatın kendisinden büyük olduğunu düşünmüştüm. Sadece Michael Jordan’ı oraya koyduklarını düşünüyordum ben.

Wyrick: Bir motivasyon aracı olarak LeBron’ın o kapakta yer alması bize gerçekten yaradı. Bir maçtan önce veya sonra takımdan birinin evinde toplandığımız zaman o kapak, dart tahtasının üzerinde oluyordu. Motivasyon faktörü olarak kullandık tabii.

Garanti

22 Mart’a geçiş yapıyoruz. Ohio II. Lig 2002 final maçından bir önceki akşama. Roger Bacon takımının üç aydır beklediği rövanş maçı gelmişti. O akşam LeBron, ertesi gün takımının kaybetmeyeceğine dair garanti vermişti. Heyecan başlamıştı.

Hausfeld: Hep birlikte bir otel odasındaydık. Haberleri izleyeceğimiz tuttu. O basın toplantısını gösterdiler. Hepimiz delirdik. Liseli çocuklar gibi zıplamaya başladık. “Artık kaybetmemiz mümkün değil” dedik. Bulmayı beklemediğimiz bir malzeme bulmuştuk.

Wyrick: Zaten yeterince motiveydik ama LeBron, o garantiyi verince bu, motivasyonumuza motivasyon kattı.

Phillips: LeBron’ın sırtında bir hedef tahtası vardı. İyi oyuncular, iyi oyuncuları bilir. Ama yine de aynı zamanda gerçekten iyi bir takımımız olduğunu ve hücumdaki saldırılarına karşı koyabileceğimizi düşünüyorduk.

Hausfeld: Özel bir başarı yakalama şansımız vardı. Kazanacağımızı biliyordum. Hayatımızın kalanında bundan bahsedeceğimizi de biliyordum.

Phillips: Otelde oturuyorduk. Uyumak çok zordu. Kendi kendime söyleniyordum. Maçı kafamda oynuyordum. Maçın son saniyesinde smaç yaparken hayal ediyordum kendimi. Bunu gözlerimin önüne getirebiliyordum.

Rövanş

Ohio State’teki Value City Arena’da hava atışı, alışılmadık ölçüde erken bir saatte, sabah 11’de yapılacaktı. Fakat yine de 18.000’den fazla basketbolsever tribünleri doldurdu. Brewer ve Roger Bacon takımı, St. Vincent-St. Mary ne yaparsa yapsın hazır olacaktı.

Wyrick: Herkes kendi eşleşmesine bakarken “34 numara bende, 21 bende” ya da “Ben bu adamı tutarım” diyordu. Ben çıkıp “Seçilmiş Olan bende” dedim. “Seçilmiş Olan’ı ben savunacağım.” 

Dirsek Dürtmesi

Maçın ilk pozisyonunda LeBron’ı savunnan oyuncu, o kadar inanılmaz bir şey yaptı ki birçok insan bunu görmedi bile. Yıllar geçtikçe bu olay, bir efsaneye dönüştü. Wyrick, karşı sahaya geçen LeBron’ı dirseği ile dürtmüştü. Efsaneye göre geleceğin süper yıldızı bundan ötürü o kadar şaşırdı ki o da karşılık verdi. Final maçının nasıl geçeceği belli olmuştu.

Wyrick: Hiç art niyetli bir hareket değildi. Sanki tüm sezonun değeri, bütün bir çocukluğun değeri, adrenalin, ulaşılan hedefler, fark edilen çalışma hepsi birden o ana doluşmuştu. Benim için maçın başında bunun mesajını verme yoluydu bu. “Bugün, en kolay günün olmayacak.”

Hausfeld: Bağırsaklarına vurdu, “Biz de buradayız, geri durmayacağız. Bu da final maçı ve işin kolay olmayacak” mesajı verdi. Muazzamdı.

Üçüncü Çeyrek

Yakın geçen ilk yarının ardından üçüncü çeyreğin ilk pozisyonunda Bacon, bir mesaj gönderdi. Takım bu seti daha önce yüzlerce kez oynamıştı ve setin sonunda Wyrick, çift elle smaç yapıyordu. Fakat önemli olan tek şey, smaç değildi. Wyrick, smaçtan sonra LeBron James’in favorilerinden Darius Miles’ın imza kutlamasını yaparak LeBron ile alay etmişti. Maçın rengi yeniden değişiyordu.

Wyrick: Bazı NBA oyuncuları bunu yapıyordu. LeBron’ın da yaptığını görmüştüm. Kendi sahama dönerken ben de onu yaptım. Kaydı izlerseniz bazı takım arkadaşlarımın gülüp kafalarını salladığını görebilirsiniz.

Çeyreğin devamında Roger Bacon, 13-0’lık bir seri buldu ve maçın gidişatı değişti.

Phillips: LeBron’ın reaksiyon göstereceğini biliyorduk. Konsantrasyonumuzu koruyup bunu atlatmayı istiyorduk.

Wyrick: Tribünlerde 18.000’den fazla insan vardı. O dönemde sanırım bu bir rekordu. Bizim taraftarlarımızın yer aldığı bölümde sarı bir deniz vardı sanki. Herkes çıldırmış durumdaydı. Sınıf arkadaşlarımızı ve dostlarımızı görüyorduk. “Arkamızda koca bir camia var. Artık zirveye çok yakınız” diye düşünüyorduk. Bizim için galibiyet orada gerçek oldu.

Yarı Sahadan Şut

Üçüncü çeyreğin sonunda Roger Bacon’ın oyun kurucusu Dave Johnson, LeBron’ı bir crossover ile geçip Wyrick’e asisti yaptı. Bacon, maçı kontrol ediyordu. Ya da…

Neal: Maçı koparmaya çalışıyorduk. 3, 2, 1… LeBron, yarı sahanın gerisinden şutu attı ve şut girdi. Koç olarak “Şaka olmalı bu. Böyle mi bitecek çeyrek?” diye düşünüyor insan. Arkanıza aldığınız rüzgarı bu şekilde kaybettiğiniz zaman gerçekten sonrası için endişeleniyorsunuz.

Hausfeld: O şut girince “Tabii mantıklı. LeBron bu” diye düşündük. Başka hiçbir şey düşünmedik.

Wyrick: Bu, LeBron’ın istikrarlı bir şekilde sokabileceği bir şut değildi. Dolayısıyla şut beni pek de endişelendirmedi. Maçta benim için veya takım için pek bir şey değiştirmedi.

Poster

İki takım da nefes nefese geçen dördüncü çeyrekte geri adım atmadı. Bitime yaklaşık 90 saniye kala LeBron, kanattan gelip Frank Phillips’i posterledi. O posteri salondaki kimse unutmayacaktı.

Carr: Sağ forvetten geldi. Sanki uçan bir kartal gibiydi. Bam! Tüm tribünler ayağa fırladı.

Hausfeld: Driplingi yaptığı anda endişelenmeye başlamıştım.

Phillips: Sanırım maçın o noktasında ona üç hücum faul yaptırmıştım. O maçta yaptıklarımdan biri de onu hızını almışken yakalamaktı. Evet, potaya doğru kaydım. Bizden birinin yanından geçti, ben de pota altına doğru kaydım ve o sıçradı. Tepemdeyken ona baktım, o da aşağı doğru bana baktı. “Evet, üzerinden smacı vurdum” der gibi.

Hausfeld: O yıl şenlikte büyük bir resmi kaldırıp LeBron’ın Frank’in üzerinde asılı kaldığı fotoğrafın mükemmel bir açısını kullandık. Bunu da ona hediye ettik.

Son

Bitime 22.5 saniye kala mola alındı. Roger Bacon, 3 sayı farkla öndeydi. Brewer ve Roger Bacon, topun LeBron’da olacağını biliyordu. Tribündeki her bir taraftar, topun LeBron’da olacağını biliyordu. Fakat öyle olmadı.

Phillips: Bir şey yapmaya çalışacağını biliyorduk. Bunun dışında topu çalmaya veya ribaund almaya hazır olacaktık. Onun dışında tamamen onun merhametine kalmıştık.

Wyrick: LeBron topu yarı sahaya taşıdı. Ben de onu savunacaktık. “Tamam” diyordum. “Karşımdaki LeBron. Şutu o atacak.” Sonra topu Chad Mraz’a çıkardı, o da üçlük denedi. Top çembere çarptı.

Artık LeBron’ın kariyeri boyunca büyük anlarda daha doğru şutu bulmak için topu başkalarına verebildiğini biliyoruz fakat o dönemde herkes şaşkına dönmüştü.

Hausfeld: Birçok insan, LeBron’ın pasörlüğünün skorerliğinden bile iyi olduğunun farkında değildi. Bizse boş oyuncuyu bulacağını biliyorduk. Bencillikten çok uzak. O sebeple üçlük tehdidi olan oyuncuları tuttuk çünkü skoru eşitlemelerini istemiyorduk.

Phillips: LeBron, kendisi gibi oynuyordu. Hep daha uygun şutu arıyor. Hep önce pası düşünüyor. İyi bir pas verdi, Mraz iyi bir şut attı ama kaçtı.

Hausfeld ribaundu aldı ve kendisine faul yapıldı. Maçın sonucu, Roger Bacon’ın en çok yönlü oyuncusuna bağlıydı. Doğup büyüdüğü şehrin lisesinde okuyan Hausfeld, lisenin alt sokağında büyümüştü. Dört serbest atıştan üçünü soktu. Artık maçın bitmesi bekleniyordu.

Hausfeld: Galiba sekiz saniye kalmıştı ama kazandığımızı biliyordum. Muhteşemdi.

Maçın son anlarında Phillips, son saniyede bir smaca kalktı ve Roger Bacon kültürüne tarih boyunca kazınacak bir ana imza attı.

Philips: Bir gece önce maçın son saniyesinde smaç yaparken hayal ediyordum kendimi. Bunu yapma fırsatım doğunca inanamadım. Önde olmamız umurumda değildi. Bunun son şansım olacağını biliyordum. Lisede son smacımı ve son sayılarımı atacaktım. Smaca kalktım ve smacı da yaptım. Bacaklarım ağır geliyordu. Smacı yapıp yapamayacağımı bilmiyordum.

Wyrick: Sahada 12 basketbolcuyduk ama maçı sadece kendimiz için kazanmamıştık. Cincinnati için özel bir andı. O noktada artık maçın kendisinden de büyük bir anlamı vardı.

Hausfeld: LeBron’ı yendik. St. Vincent’ı yendik. Eyalet şampiyonu olduk. Lise kariyerimin son maçıydı. Asla ama asla unutmayacağım bir şeydi.