by Melikşah Bayrav / info@eurohoops.net
Yunanistan basketbolu denince akla gelen iki kulüpten biri olan Olympiakos, uzun yıllar boyunca en rekabetçi seviyelerde mücadele etmeyi başararak Avrupa’nın simge kulüplerinden biri oldu. Kurduğu kaliteli kadroların yanı sıra ateşli taraftarlarıyla da adından söz ettiren Yunan devi, şüphesiz ki halen EuroLeague’in en önemli takımlarından biri.
Modern EuroLeague tarihinde 2, toplamda ise 3 Avrupa şampiyonluğu bulunan Olympiakos, şu sıralar kaliteli kadrosuyla en rekabetçi düzeyde mücadele etmeyi sürdürüyor olsa da 2000’li yılların ortalarında durum pek parlak değildi.
Kırmızı-beyazlıların ezeli rakibi Panathinaikos‘un efsanevi koç Zeljko Obradovic önderliğinde elde ettiği zaferlere uzun uzadıya değinmeye pek gerek yoktur sanıyorum. 2000’lerin başından itibaren 10 yıllık süreçte Avrupa basketbolunun en dominant takımlarından biri olan Panathinaikos, elde ettiği şampiyonluklarla da adeta kulüp tarihinin altın dönemini yaşıyordu.
Bu dönemde EuroLeague Final Four’undan uzak kalan Olympiakos, ezeli rakibinin başarılarını yalnızca izlemekle yetiniyordu. Modern EuroLeague’e geçişin ilk dönemlerinde sürekli Final Four’un kapısından dönen Yunan devi, 2003-04 sezonunun öncesinde çok ciddi ekonomik sorunlar yaşamaya başladı.
2 yıllık süreçte kadrosundaki tüm önemli ismlerle yolları ayırmak durumunda kalan kırmızı-beyazlı ekip, bu oyuncuların yerine gerekli takviyeleri de yapamayınca kulüp tarihinin en kötü sezonlarından ikisini geçirmek durumunda kaldı. Bu süreçte EuroLeague’de herhangi bir başarı elde edemeyen Yunan devi, yerel ligde de 8. sıradan öteye gidemedi.
Kabus gibi geçen yılların ardından yeniden bütçe arttırarak hedef büyüten Olympiakos, 2006-07 sezonuna girilirken Maccabi‘yle adeta EuroLeague’i domine eden İsrailli başantrenör Pini Gershon’u göreve getirerek taraftarlarını fazlasıyla heyecanlandırdı.
2006’dan 2010 yılına kadar kadrosuna Arvydas Macijauskas, Theo Papaloukas, Nicola Vujcic, Yotam Halperin, Ioannis Bourousis, Andrija Zizic, Milos Teodosic ve Josh Childress gibi birbirinden değerli yıldızları katmayı başaran Yunan devi, EuroLeague’de finale kadar yükselmesine rağmen bir türlü hayalini kurduğu şampiyonluğu elde edemedi.
Bu süreçte saydığımız yıldız isimler arasında en dikkat çekeni ise Josh Childress oldu. 2004 NBA Draft’ının 6. sırasından seçilen ve NBA’de geçirdiği yıllarda hiç de fena bir performans ortaya koymayan ABD’li yıldız, 2007 yazında Olympiakos ile sözleşme imzaladığında bu durum adeta şok etkisi yaratmıştı. 3 yıl, 20 Milyon Dolar gibi o dönem şartlarında devasa bir kontrata imza atan Childress, kendisinden Yunan devini Avrupa’nın zirvesine taşıması beklense de hiçbir zaman tam anlamıyla hedeflenen etkiyi yaratamadı ve 2 yılın ardından NBA’e geri döndü.
2010 yılında koç Panagiotis Giannakis’in önderliğinde EuroLeague finali oynayarak şampiyonluğun kıyısına kadar gelen kırmızı-beyazlı ekip, Xavi Pascual’in Barcelona’sına 68-86’lık skorla mağlup olarak ikincilikle yetinmek zorunda kalmıştı. Şampiyonluğa bu kadar yaklaşılmasının ardından Olympiakos’un hedef küçültmeye pek bir niyeti yoktu. Bunu da Avrupa basketbolu tarihinin belki de en sansasyonel hamlesine imza atarak fazlasıyla kanıtladılar.
Yunanistan basketbolunun o dönemler en gözde yıldızı olan Vassilis Spanoulis, kısa süreli NBA serüvenin ardından “yuvası” Panathinaikos’a geri dönerek adeta bıraktığı yerden Avrupa basketbolunu domine etmeyi sürdürmüştü.
Yüksek oyun zekasıyla, oyun kuruculuk yetenekleriyle, hem üstün skorer becerileriyle, iki tarafından da çembere atak edip sayı üretebilesiyle ve kritik anlarda asla sorumluluktan kaçmamasıyla Spanoulis, koç Zeljko Obradovic önderliğinde başarıdan başarıya koşan Panathinaikos’un en büyük yıldızıydı.
Takvimler 11 Temmuz 2010’u gösterdiğinde ise Yunanistan basketbolu, tarihinin açık ara en flaş transfer bombasıyla adeta sarsılıyordu. Kulübü Panathinaikos’la olan sözleşmesi sona eren süperyıldız Vassilis Spanoulis, yeşillilerin ezeli rakibi Olympiakos’la sözleşme imzalayarak tarihin en beklenmedik hamlelerinden birinin ana kahramanı oluyordu.
Milos Teodosic ve Vassilis Spanoulis gibi iki büyük yıldızı yan yana getirmeyi başaran kırmızı-beyazlı ekip, efsanevi koç Dusan Ivkovic’in yönetiminde sezona şampiyonluk parolasıyla başlıyordu. Normal sezon ve Son 16 turunda yer aldığı grupları beklendiği üzere lider tamamlayan Yunan devi, playoff etabında karşılaşacağı Montepaschi Siena’yı da geçerek adını Final Four’a yazdırma niyetindeydi. Sonuç ise hiç beklenildiği gibi olmadı.
Siena’ya karşı sahasında oynadığı ilk karşılaşmayı 89-41 gibi tarihe geçen bir skorla kazanan Olympiakos, daha ilk maçtan psikolojik üstünlüğü de ele geçirmiş gibiydi. Buna rağmen eşleşmenin devamında neredeyse kimsenin aklından dahi geçiremeyeceği şekilde İtalyan temsilcisi, oynanan üç müsabakadan da galip ayrılarak yılın en büyük sürprizlerinden birine imza attı.
Tüm kulvarlarda şampiyonluk hedefiyle başlanan sezonda Final Four biletini dahi alamayan kırmızı-beyazlı ekip, Yunanistan ligi finalinde de ezeli rakibi Panathinaikos’a 3-1’le şampiyonluğu kaptırınca kulüpte tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşanıyordu. 2011-12 sezonu öncesinde ekonomik sorunların da etkisiyle bütçesini yarı yarıya azaltan Olympiakos, kadrosunda bulunan Milos Teodosic, Ioannis Bourousis, Rasho Nesterovic ve Theo Papaloukas gibi yıldızlarla da yollarını ayırdı.
Arka arkaya yıllarda yaşanan hayal kırıklıklarıyla çok istediği EuroLeague şampiyonluğuna bir türlü kavuşamayan Yunan devi, 2011-12 sezonu öncesinde hedef küçültmek durumunda kalmıştı. Yıllarca beklenen büyük zaferin belki de ümitlerin en çok azaldığı anda gelmesi, muhtemelen pek kimselerin tahmin edebileceği bir durum değildi.
Eurohoops Fırın, bugünkü serisinde Olympiakos’un tarihe geçen 2011-12 sezonunu inceliyor.
2011-12 Sezonu Olympiakos’u: Düşen Kalite, Yükselen Efor
Dibi gördükten sonra yeniden ayağa kalkarak en tepeyi hedefleyen Olympiakos için yaşanan büyük hayal kırıklıklarıyla baş etmek hiç kolay değildi. Üstüne üstlük yaşanan ekonomik sıkıntılarla bütçenin de önemli bir kesintiye uğraması, son yıllarda şampiyonluk hayali kuran kırmızı-beyazlı ekip için haliyle yaşanan hayal kırıklığını hafifleten bir unsur olmadı.
2011 yazında takımın önemli oyuncularından bazılarıyla yollarını ayırmak durumunda kalan Yunan devi, yerlerine ise benzer kalitede takviyeler yapmakta zorlandı. Kadrosunu Martynas Gecevicius, Kyle Hines, Kalin Lucas, Pero Antic ve Matt Howard gibi ağırlıklı olarak potansiyelli isimlerle güçlendirmeye çalışan Olympiakos, yeni sezona önemli soru işaretleriyle başlıyordu.
Kadro kalitesi bakımından ciddi bir düşüş yaşasa da kırmızı-beyazlı ekibin belki de en büyük şansı, Avrupa basketbolu tarihinin gelmiş geçmiş en büyük efsanelerinden Dusan Ivkovic’in takımın başında kalmaya devam etmesi oldu. Bir önceki yıl yaşanan hayal kırıklıklarına rağmen takımı bir arada tutmayı başaran deneyimli çalıştırıcı, sezon boyunca sergilediği koçluk performansıyla da devasa kariyerinin en unutulmaz süreçlerinden birini yaşadı.
Artı olarak yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen Vassilis Spanoulis’in kulüpteki varlığı, Olympiakos’un enseyi karartmaması için yine başlıca nedenlerden biriydi. O sıralar destansı kariyerinin zirvesini yaşayan yıldız oyun kurucu, kelimenin tam anlamıyla takımının sahadaki kalbiydi.
Takımı doğal olarak tamamen süper yıldız Vassilis Spanoulis’in etrafına inşa eden Yunan devi, saha içine baktığımız zaman EuroLeague’in en detaylı hücum kurgularından birine sahip değildi. Çoğu zaman sahada çift kısayla kalmaya çalışan koç Dusan Ivkovic, bu sayede topu yarı sahaya farklı oyuncuların getirerek Spanoulis’in topsuz perde çıkışlarından pas almasını ve verimliliğini arttırabilmesini amaçlıyordu.
Yazın kadrosunda bariz bir kalite eksilmesi yaşayan Olympiakos, buna rağmen doğru eklemeleri yaparak ortaya dengeli bir yapı çıkarmayı başarmıştı. Özellikle Pero Antic, Georgios Printezis ve Kostas Papanikolaou gibi tamamlayıcı parçaların varlığı, Spanoulis’in üst düzey yeteneklerinin parkede iyice maksimize edilebilmesine de yardımcı oluyordu.
Yarı sahada topu tamamen Vassilis Spanoulis’in eline emanet eden ve süper yıldızını kadronun tammalayıcı parçalarıyla desteklemeye çalışan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, haliyle EuroLeague’in en iyi hücum takımlarından biri değildi. Olympiakos’un sahada asıl fark yarattığı nokta ise yıpratıcı savunmasıydı.
Bu noktada kadrodaki bir ismin varlığı, Yunan devi için sezonun ve belki de Avrupa basketbolu tarihinin en belirleyici faktörlerinden biri oldu. Yazın Alman ekibi Brose Bamberg‘den ayrılarak Olympiakos’a transfer olan ABD’li uzun Kyle Hines, pozisyonu için pek uzun sayılmayan 1.98’lik boyuna rağmen atletizmi ve çabuk ayaklarıyla komple bir savunmacı profiliydi.
Hines’ın kadrodaki varlığı, o yıllarda EuroLeague’deki çoğu takımın aksine Olympiakos’un switch (perde sonrası oyuncu değişimi) savunmasını uygulayabilmesini de sağlıyordu. Avrupa’da yıllardır kısanın karşısında kalabilen uzun denildiğinde akla gelen ilk isim olan ABD’li oyuncu için 2011-12 sezonu, efsanevi kariyerindeki en dikkat çekici süreçlerden biriydi.
Kadroda bulunan Vassilis Spanoulis, Martynas Gecevicius ve Pero Antic gibi savunma zaafı oluşturmaları beklenebilecek oyuncuların varlığına rağmen Olympiakos, özellikle yardım savunmalarında sürekli bir arada hareket ederek ve agresifliği asla elden bırakmayarak ligin maç başına en az sayı yiyen ekiplerinden biri oldu.
Tüm bu zamanla iyice gelişen pozitif detaylara rağmen 2011-12 EuroLeague sezonunun başlangıcı, Olympiakos için pek de parlak olmadı. Normal sezonda Fenerbahçe Ülker, Bennet Cantu, Bizkaia Bilbao, SLUC Nancy ve Caja Laboral (şimdiki adıyla Cazoo Baskonia) ile birlikte A grubunda yer alan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, yazın yaşanan tüm problemlere rağmen grubun favorisiydi.
Yenilenmiş kadrosuyla grubun ilk maçında Bilbao deplasmanında sahne alan Olympiakos, İspanya’da felaket bir hücum performansı sergileyerek rakibine karşı ağır bir mağlubiyet aldı. Koç Fotis Katsikaris’in Bilbao’suna karşı yalnızca 61 sayıda kalan Yunan devi, grupta işlerin kolay ilerlemeyeceğinin de sinyallerini veriyordu.
Evinde, taraftarlarının önünde Fenerbahçe Ülker’i mağlup etmeyi başaran kırmızı-beyazlı ekip, deplasman karşılaşmalarında ise hücum verimliliğini sağlama konusunda ciddi sorunlar yaşadı. Grupta çıktığı ilk 3 deplasman karşısında da 80’li sayıları bulamayan Olympiakos, ilk 4 maçın sonunda yalnızca 1 galibiyet alarak akıllara ciddi soru işaretleri getirdi.
Bu süreçte azalan kadro kalitesi de etkilerini net şekilde göstermeye başladı. Milos Teodosic’in yerine takıma dahil olan Litvanyalı genç yıldız adayı Martynas Gecevicius’un beklentilerden uzak kalması, hücumda Vassilis Spanoulis’in omuzlarındaki yükü git gide daha da fazla arttırdı. Bu durum da kaçınılmaz olarak Olympiakos’un rakip savunmalar için çok daha kolay tahmin edilebilir bir takıma dönüşmesini sağladı.
Yunan devi için EuroLeague’e normal sezonda devam etmek fazlasıyla büyük bir yıkım olurdu. Deplasmanlarda alınan can yakıcı mağlubiyetlere rağmen bir şekilde reaksiyon gösteren kırmızı-beyazlı ekip, özellikle 15.000 kişilik Dostluk ve Barış Spor Salonu’nda (SEF) oynadığı karşılaşmalardan üst üste galibiyetler çıkararak grupta yukarılara tırmanmaya başladı.
Bu süreçte takımın baştan itibaren düzenli katkı veren Vassilis Spanoulis, Pero Antic, Kyle Hines ve Georgios Printezis gibi oyuncularının yanına genç yıldız adayı Kostas Papanikolaou’nun da katılmış olması, Olympiakos’un toparlanmasındaki en önemli etkenlerden biriydi. Hücumdaki dış şut tehdidinin yanı sıra savunmacılığıyla da dikkatleri üzerine toplayan Papanikolaou, kısa sürede koçu Dusan Ivkovic’in gözdelerinden biri haline geldi.
Gruptaki ilk 4 maçında yalnızca 1 galibiyet alabilen kırmızı-beyazlı ekip, devamında sahne aldığı 6 müsabakanın 5’ini kazanarak grubu lider Fenerbahçe Ülker’in arkasında 2. sırada tamamladı. Evinde çıktığı 5 maçı da kazanan Olympiakos, deplasmanda sadece 1 kez kazanabilmiş olmasına rağmen adını son 16 turuna yazdırdı.
Koç Dusan Ivkovic’in ekibi, her ne kadar evinde oynadığı maçları taraftarının da büyük desteğiyle kazanmış olsa da deplasmanlarda kabus gibi bir görüntü sergilemişti. Bu süreçte kadroya yazın dahil edilen Martynas Gecevicius, Matt Thomas ve Kalin Lucas gibi isimlerin de beklenen performansı sergileyememeleri, Olympiakos’u sezon ortasında takviye arayışına itti.
Bu süreçte kadroya yapılan 2 önemli ekleme, kırmızı-beyazlı ekip için sezonun gidişatına direkt olarak etki etti. Avrupa’daki ilk yılında Partizan formasıyla parlayan ABD’li oyun kurucu Acie Law ve sezona Caja Laboral’de başlayan ABD’li uzun Joey Dorsey, sene ortasında Yunan devine transfer oldular.
Takıma dahil edilen iki yeni isimle birlikte Son 16 turuna iddialı bir başlangıç yapmayı hedefleyen Olympiakos; CSKA Moskova, Galatasaray ve Anadolu Efes‘le birlikte E grubunda yer alıyordu. Artan beklentilere rağmen koç Dusan Ivkovic’in ekibi için işler, başlangıçta pek de parlak ilerlemedi.
İşlerin yolunda ilerlememesindeki başlıca neden ise takımın süper yıldızı Vassilis Spanoulis’in sakatlığıydı. Gruptaki ilk maçında ligin yenilgisiz tek takımı CSKA Moskova’yı evinde ağırlayan Yunan devi, genç yıldız adayı Kostas Sloukas‘ın ve sezonun hayal kırıklığı yaratan isimlerinden Martynas Gecevicius’un skorer performanslarına rağmen zorlu rakibine direnemedi.
İç sahada alınan bu mağlubiyetin ardından grubun ikinci haftasındaki Galatasaray deplasmanı, Olympiakos için sezonun gidişatı açısından fazlasıyla önemli bir hale geldi. Koç Dusan Ivkovic’in ekibinin Son 16 turuna üst üste 2 mağlubiyetle başlaması, mental açıdan büyük bir dezavantaj yaratabilirdi.
Öte yandan gruptaki ilk maçını yakın geçen bir karşılaşmanın sonunda kaybeden Galatasaray için de taraftarının önünde alacağı bir galibiyet, sezonun devamı için büyük önem taşıyordu. Abdi İpekçi Spor Salonu’nun gürültülü atmosferini arkasına alan sarı-kırmızılı ekip, Olympiakos karşısında sonuna kadar mücadele etmeye hazırdı.
Karşılaşma da tam olarak beklendiği gibi kıran kırana bir mücadeleye sahne oldu. 2 maçlık sakatlık arasının ardından geri dönen Vassilis Spanoulis’e karşı Jaka Lakovic ve Jamon Gordon’la direnen Galatasaray, taraftarının yoğun desteğini de arkasına alarak ilk yarıda farkı çift hanelere kadar çıkardı.
Olympiakos’un İstanbul deplasmanından farklı mağlup ayrılması, sezonun gidişatı açısından ağır bir darbe niteliği taşıyabilirdi. Bu nedenle ikinci yarıda sahaya karakter koyan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, özellikle savunmada vidaları iyice sıkarak 16-2’lik bir seri yakaladı ve skora denge getirdi.
Buna rağmen üstünlüğü elden bırakmayan ev sahibi ekip, ABD’li skorer Jamon Gordon’ın sorumluluk almasıyla birlikte yeniden skor avantajını yakaladı. Bitime 3 saniye kala 69-66’lık skorla önde olan Galatasaray, galibiyete bir hayli yakın gözüküyordu. Öte yandan Yunan devinin genç yıldız adayı Kostas Sloukas, son anlarda sorumluluk almak için bir hayli hazırdı.
Topu kendi pota altından çıkaran Olympiakos’ta Sloukas, faul yapmayı tercih etmeyen Galatasaray savunmasına karşı topu yarı sahanın bile daha gerisinden çembere doğru fırlattığında çoğu kişi maça bitti gözüyle bakıyordu. Beklentilerin aksine topun çembere doğru süzülerek bir şekilde sayı olması, karşılaşmanın da uzatmalara gittiği anlamına geliyordu.
Uzatma periyodu ise günün kahramanı Kostas Sloukas için pek de normal süredeki kadar şanslı ilerlemedi. Bitime 4 saniye kala kullandığı orta mesafe atışta isabet bulamayan genç yıldız, takımının da sahadan 78-77’lik skorla mağlup ayrılmasına engel olamadı.
Gruptaki ilk 2 karşılaşmadan da yenilgiyle ayrılan koç Dusan Ivkovic için işlerin pek parlak ilerlemediği de aşikardı. Yeni transferler Joey Dorsey ve Acie Law’un da adaptasyon süreçlerini çabuk atlatamamamış olmaları, Olympiakos için Son 16 turunun pek iyi ilerlememesindeki önemli faktörlerden biriydi.
Kırmızı-beyazlı ekip için arka arkaya oynanacak iki Anadolu Efes karşılaşması, sezonun gidişatını da direkt olarak etkileyecekti. Özellikle iç sahada oynanancak olan karşılaşmadan alınacak olası bir mağlubiyet, ümitlerin tamamen tükenme noktasına gelmesiyle sonuçlanabilirdi.
Tıpkı normal sezonda olduğu gibi yine kötü gidişata dur demeyi başaran Olympiakos, üst üste oynadığı iki Anadolu Efes karşılaşmasından da galip ayrılarak playoff mücadelesinden kopmadı. Özellikle agresif savunmasıyla iki maçta da zafere uzanan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, grubun son 2 karşılaşmasına doğru gidilirken ümitliydi.
İlk olarak zorlu CSKA Moskova deplasmanında hiçbir varlık gösteremeyen Yunan devi, sahadan farklı şekilde mağlup ayrılarak gruptan çıkma ümitlerini son maça taşıdı. Gruptaki “Tamam mı, devam mı?” mücadelesinde rakip, Olympiakos’un İstanbul’da dramatik şekilde yenildiği Galatasaray’dı.
Bu kritik karşılaşma, her iki taraf için de farklı anlamlar ifade ediyordu. Galatasaray, zorlu Yunanistan deplasmanında galip geldiği takdirde kulüp tarihinde ilk kez EuroLeague playofflarında mücadele etme hakkı kazanacaktı. Öte yandan Olympiakos, kazanarak 1 sezonluk aranın ardından Final Four’a geri dönebilme ümitlerini sürdürmek istiyordu.
Maçın favorisi ise elbette yoğun bir taraftar desteği avantajına da sahip olan Yunan deviydi. Karşılaşmada ilk çeyrekten itibaren üstünlüğü ele geçiren Olympiakos, son bölüme kadar rakibinin geri dönmesine izin vermedi ve sahadan 88-81 galip ayrıldı. Bu sonuçla E grubunu 3 galibiyet ve 3 mağlubiyetle lider CSKA Moskova’nın arkasında tamamlayan kırmızı-beyazlı ekip, Galatasaray’dan ikili averajı da alarak playoff biletini kaptı.
Playofflardaki rakip ise Olympiakos için hiç ama hiç yabancı değildi. Bir önceki sezon tüm Avrupa’yı şoka uğratarak Yunan devini Final Four’un dışına iten Montepaschi Siena, bu sefer saha avantajına sahip olduğu bir eşleşmede yeniden kırmızı-beyazlı ekibin karşısına dikilmişti.
2010-11 sezonunun aksine bu sefer eşleşmenin açık ara favorisi Olympiakos değildi. Kadrosunda ciddi bir kalite kaybına uğrayan Yunan devi, yine bir önceki yıldan farklı olarak saha avantajını da elde edememişti. Bu da bir anlamda rollerin değiştiği, önceki düelloda “rahat kazanır” denilen kırmızı-beyazlı ekibin serideki underdog (favori gösterilmeyen) taraf olduğu anlamına geliyordu.
Üstüne üstlük Olympiakos’un aksine Montepaschi Siena, kadrosunda herhangi bir kalite kaybı yaşamamıştı. Bir önceki yıldan farklı olarak skorer uzun David Andersen’i transfer eden İtalyan temsilcisinde yıldız oyun kurucu Bo McCalebb de performansını bambaşka bir seviyeye taşımıştı.
Hal böyle olunca seride oynanacak ilk karşılaşmanın favorisi de Montepaschi Siena’ydı. Kendi evinde önemli de bir taraftar desteği avantajına sahip olan İtalyan temsilcisi, ilk maçı kazanarak eşleşmede avantajı erkenden kapmayı hedefliyordu.
Bu tür çok maçlı eşleşmelerde saha avantajına sahip olan tarafın kendi evinde oynadığı karşılaşmalarda hata yapmayarak avantajı rakibine kaptırmaması fazlasıyla belirleyicidir. Bu bakımdan Montepaschi Siena’nın sahasında oynanacak ilk iki müsabaka, serideki mental üstünlük açısından da büyük önem taşıyordu.
Beklendiği gibi İtalya’da oynanan ilk maç baştan sona büyük çekişmeye sahne oldu. Rakibinden bir önceki yılın rövanşını alabilme niyetindeki Olympiakos, ilk 3 çeyrek boyunca savunmada beklenen sertlik düzeyine ulaşamayınca rakibin Bo McCalebb ve David Andersen gibi değerli hücum tehditlerini sınırlama konusunda da çok zorlandı.
Yine de 2011-12 sezonunda Olympiakos’un herkese iyice ezberlettiği bir şey vardı: Yunan devi, karşılaşmalarda skor ne olursa olsun asla geri adım atmayarak mücadeleyi elden bırakmıyordu.
Karar periyoduna girilirken deneyimli oyun kurucu Nikos Zizis’in orta mesafesi, maçta farkı ilk kez çift hanelere kadar çıkarmıştı. Bu noktadan itibaren savunmada bambaşka bir boyuta atlayan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, her top için büyük bir savaş ortaya koyarak rakibine adeta çember yüzü göstermedi.
Müsabakanın son 3 dakikasına girilirken Olympiakos savunmasıyla önemli bir geri dönüşe imza atmış ve skor dengeye gelmişti. Kritik anlarda takımın süper yıldızı Vassilis Spanoulis’in iyiden iyiye devreye girerek ipleri eline alması beklenirken öne çıkan isim tahmin edilenden daha farklıydı.
Takıma sezon ortasında katılan ABD’li oyun kurucu Acie Law, ülkesindeki kolej kariyeri boyunca kritik anlarda bulduğu isabetlerle ünlenen bir isimdi. Zorlu İtalya deplasmanının da en kritik anında sahada olan başarılı oyuncu, rakip savunmanın konsantrasyonu ağırlıklı olarak Spanoulis’in üzerindeyken sorumluluk almaya hazırdı.
Önce faul çizgisine gelerek takımını uzun süre sonra ilk kez öne geçiren Law, devamında da bulduğu çok kritik bir orta mesafeyle Olympiakos’un üstünlüğünü pekiştirdi. Hücumda bulunan moralle savunmadaki agresifliğini de bir üst seviyeye taşıyan Yunan devi, Georgios Printezis’in bitime 1 dakika kala gelen üçlüğüyle farkı 6’ya çıkardı ve serinin ilk maçında galibiyeti kopardı.
Bir önceki yılın intikamını almak için sahada elinden gelenin en iyisini yapan Olympiakos, zorlu deplasmanda galibiyete uzanarak seride avantajı eline geçirmişti. Bu da demek oluyordu ki Montepaschi Siena, artık Final Four biletini almak için 15.000 kişilik SEF’in boğucu atmosferinde en az 1 maç kazanmak zorundaydı.
İlk maçtan saha avantajının yanı sıra serideki mental üstünlüğü de eline geçiren koç Dusan Ivkovic’in ekibi, İtalya’da oynanan ikinci müsabakada rakibine son anda boyun eğmesine rağmen evindeki iki karşılaşmada da hata yapmadı. Yunanistan’da oynanan maçlarda rakibine en fazla 69 sayı izni veren Olympiakos, kimsenin kolay kolay tahmin edemeyeceği bir şeyi başararak Final Four’a geri dönüyordu.
Printezis Mucizesi
Bir önceki yıl EuroLeague’in en iddialı kadrolarından biriyle Final Four biletini elde edemeyen Olympiakos, sezon boyunca yaşanan tüm sorunlara rağmen beklentilerin bir hayli üzerine çıkmış ve İstanbul’da düzenlenecek olan 2012 Final Four’una adını yazdırmıştı. Sergilediği büyük mücadeleyle çoğu basketbolseverin takdirini toplayan koç Dusan Ivkovic’in ekibi için sırada aşılması gereken birbirinden zorlu iki engel daha vardı.
Bu engellerden ilk ise Katalan devi Barcelona’ydı. EuroLeague’de son olarak 2 yıl önce şampiyonluğa ulaşan Barça, tecrübeli ve iddialı kadrosuyla yeniden zirveye ulaşma niyetindeydi.
Ligin en iyi savunma takımlarından ikisinin karşılaşmasında savunmaların ön plana çıkması kadar beklenen bir durum yoktur sanıyorum. Olympiakos ile Barcelona’yı karşı karşıya getiren mücadelede tahmin edilebileceği üzere baştan sona adeta sahadan kemik sesleri geldi.
Mücadelenin büyük bölümünü önde götüren kırmızı-beyazlı ekip, özellikle rakibinin Juan Carlos Navarro dışındaki Erazem Lorbek ve Pete Mickael gibi yıldızlarını olabildiğince iyi sınırlayarak Barça’ya kolay sayı şansı vermedi. Vassilis Spanoulis faktörünün de maç boyunca devrede olması, Olympiakos’un rakibini 68-64 mağlup ederek yazdığı underdog masalını bir adım daha öteye taşımasını sağladı.
Finalde ise rakip, birçok kişiye göre EuroLeague tarihinin gelmiş en iyi kadrosuna sahip olan CSKA Moskova’ydı. Milos Teodosic’li, Nenad Krstic’li, Andrei Kirilenko’lu ve Alexey Shved’li kadrosuyla Rus temsilcisi, finale gelene kadar yalnızca 2 kez yenilmişti.
Üstüne üstlük daha önce Son 16 etabında da Olympiakos’la 2 kez karşı karşıya gelen CSKA, iki müsabakadan da galip ayrılmayı başarmıştı. Rusya’da oynanan karşılaşmada rakibine 30 sayı fark atan koç Jonas Kazlauskas’ın ekibi, birçok kişiye göre finalin mutlak favorisi olarak gösteriliyordu.
Nitekim büyük finalin başlangıcı da beklenildiği gibi oldu. İki takımın da savunmalarıyla birbirine kolay kolay çember yüzü göstermediği ilk çeyreğin sonunda CSKA Moskova, son bölüme doğru oyuna ağırlığını koyarak 10-7’lik skorla üstünlüğü ele aldı. İkinci çeyrekte yıldızlarıyla gaza basan Rus temsilcisi, farkı daha da arttırmaya başladı.
Özellikle 2011 yazında Olympiakos’tan CSKA Moskova’ya transfer olan Milos Teodosic’in arka arkaya yolladığı üçlükler, farkın iyice açılarak çift hanelere kadar çıkmasını sağladı. Bu bölümde Vassilis Spanoulis dışındaki oyuncularından hücum katkısı almakta çok zorlanan Yunan devi, yalnızca 20 sayı üretebildiği ilk yarının sonunda soyunma odasına 14 sayı farkla geride gitti.
İkinci yarının başlangıcındaki senaryo da pek farklı olmadı. Olympiakos’un hücumdaki üretkenlik çabalarına Teodosic’in dış şut katkısıyla yanıt veren CSKA, farkı çift hanelerde tutmayı sürdürdü. Sırp yıldızın yanına Alexey Shved ve Nenad Krstic’in de dahil olması, 3. çeyreğin bitimine 2 dakika kala skorun 53-34’e gelmesine yol açtı.
Bu noktada tecrübeli çalıştırıcı Dusan Ivkovic’in aldığı mola, maçın belki de başlıca kırılma anı oldu. Umutların gitgide azalmaya başladığı bir anda takımını yanına çağırarak kötü gidişata bir dur demeyi planlayan “Duda”‘nın bu çabaları, etkisini bir hayli çabuk gösterdi.
Koç Ivkovic’in molasına kadar Olympiakos, maçta yalnızca Vassilis Spanoulis, Pero Antic ve Kostas Papanikolaou’dan skor katkısı alabilmişti. Son 2 dakikada oyuna dahil olan Kostas Sloukas ve Vangelis Mantzaris’ten gelen üst üste sayılar, her şeyi belirleyecek olan final çeyreğine girilirken farkın 13’e inmesini sağladı.
2011-12 sezonu Olympiakos’u, final maçından önceki süreçte defalarca kez önemli geri dönüşlere imzasını atmayı başarmıştı. Şartlar ne olursa olsun asla pes etmeyen kırmızı-beyazlı ekip için sıradaki görev, muhtemelen karşılaştıkları içinde en zorlusu olacaktı.
Kostas Sloukas ve Georgios Printezis’in üst üste 5 sayısıyla final çeyreğine başlayan koç Dusan Ivkovic’in ekibi, son dönemlerde ortalıklarda pek gözükmeyen Marko Keselj’nin üçlüğüyle seriyi 14-0’a getirdi. Sinan Erdem Spor Salonu’ndaki taraftarlarının da yoğun desteğini arkasına alan Olympiakos, uzun bir aradan sonra yeniden maçın içerisindeydi.
Final periyodundaki ilk sayılarını bitime 4 dakika kala bulan CSKA Moskova, Rus basketbolunun büyük efsanesi Andrei Kirilenko’nun çabalarıyla önde kalmayı başardı. Kariyerinin önemli bölümünde kritik maçların sonlarını kötü oynaması sebebiyle ağır eleştiriler alan Milos Teodosic, bu karşılaşmada da baskıyla yüzleşme konusunda soru işaretleri yarattı.
Agresif Olympiakos savunmasına karşı halinde hücum edebilme konusunda büyük sorunlar yaşayan CSKA Moskova, Printezis’in bitime 1 dakika kala bulduğu isabete de engel olamayınca maçta skor 60-58’e geldi. Devamındaki 41 saniyenin skorsuz geçilmesinin ardından CSKA’nın Sırp yıldızı Milos Teodosic, maç sonuna yalnızca 19 saniye kala faul çizgisine geldi.
Kariyeri boyunca serbest atış çizgisinde bir hayli yüksek bir yüzde tutturan Teodosic’in kullanacağı iki atışı da sayıya çevirmesi, CSKA Moskova için bir anlamda şampiyonluğun habercisi olabilirdi. Kullandığı iki atıştan yalnızca birini sayıya çevirebilen Sırp yıldız, farkın da iki topa çıkmasını sağlayamadı.
Devamındaki Olympiakos hücumdunda CSKA, rakibinin üçlük atış kullanmasına izin vermeden faul yaptı. Kritik anda kullandığı iki serbest atışı da sayıya çeviren genç yıldız adayı Kostas Papanikolaou, skoru 61-60’a getirdi.
Topun CSKA Moskova’ya geçmesiyle birlikte anında faul yapan Yunan devi, rakibinin deneyimli skoreri Ramunas Siskauskas’ı serbest atış çizgisine gönderdi. Görkemli kariyerinin artık son düzlüğünde olan 34 yaşındaki oyuncu, üst düzey tecrübesiyle de birçok takımın kritik anlarda sorumluluk almasını isteyeceği türden bir isimdi.
Yine de devamında gelişen olaylar, beklentilerin bir hayli tersi yönünde ilerledi. Kullandığı iki faul atışını da sayıya çeviremeyen Siskauskas, kariyerinin son EuroLeague karşılaşmasında hiç ama hiç hatırlamak istemeyeceği türden bir anı edinmiş oldu.
Savunma ribaundunu alarak derhal rakip yarı sahaya koşmaya başlayan Olympiakos’un topu çemberden geçirebilmek için tamı tamına 9 saniyesi vardı. Beklendiği üzere topu ellerine alan süper yıldız Vassilis Spanoulis, yapacağı tercihle takımının kaderini belirleyen isim olacaktı.
Destansı kariyeri boyunca bulduğu son saniye üçlükleriyle “Kill Bill” lakabını alan Spanoulis, bu sefer tercihini farklı yönde kullandı. Çembere doğru atak ederek rakip savunmanın dikkatini tamamen üzerine çeken Yunan yıldız, boşa çıkan takım arkadaşı Georgios Printezis’i gördüğünde bitime yalnızca 2 saniye vardı.
Olympiakos efsanesi Printezis, pası alarak Avrupa’da kendisiyle özdeşleşen tek el şutu CSKA potasına gönderirken adeta zaman durdu. Maçı heyecanla Sinan Erdem Spor Salonu’nda takip eden taraftarlar, yalnızca 1 periyot önce fark 19 sayıyken maç sonunda EuroLeague tarihinin en ikonik anına tanıklık edeceklerini muhtemelen tahmin edemezlerdi.
Ağır ağır süzülerek sonunda çemberden geçen top, ilk çeyreğin başlarından itibaren bir kez bile öne geçemeyen Olympiakos için şampiyonluğun habercisiydi. Bitime 2 saniye kala kullandığı tek el atışla takımını şampiyonluğa taşıyan Georgios Printezis, böylece adını Avrupa basketbolu tarihine asla silinemeyecek bir şekilde yazdırmış oluyordu.
2011-12 sezonunda Olympiakos’un elde ettiği EuroLeague zaferi, birçok açıdan tarihin en unutulmaz şampiyonluklarından biri. Yıllardır Avrupa’da en tepeyi hedefleyen Yunan devinin istediği başarıya belki de en umutsuz olduğu anda ulaşması, kazanılan ikonik şampiyonluğun değerini bambaşka bir boyuta ulaştırdı.
2012-13 sezonunda da ligin en iddialı kadrolarından birine sahip olmayan kırmızı-beyazlı ekip, yine beklentilerin çok üstüne çıkarak üst üste 2. EuroLeague şampiyonluğunu kazandı. Bu 2 yıllık süreçte içinde bulunduğu tüm sıkıntılı durumlara rağmen her seferinde çıkış yolunu bulan Olympiakos, Avrupa basketboluna adını altın harflerle yazdırdı.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!