2004 Olimpiyatları Hezimeti ve Sonrası: ABD Basketbolunun Zihniyet Değişimi

03/May/22 10:50 Ağustos 27, 2024

Bilal Baran Yardımcı

03/May/22 10:50

Eurohoops.net

Eurohoops Çeviri, hayal kırıklığıyla geçen 2004 Olimpiyatları’nın ardından ABD basketbolunun yaşadığı değişimi dilimize aktarıyor.

by ESPN / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 30 Ağustos 2019 tarihinde ESPN‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Rüya Takım 1992’de altın madalyayı kazandıktan sonra ABD basketbolu uluslararası sahnede yenilmemeye devam etti, 1996 ve 2000 Olimpiyatları’nda da mutlu sona ulaştı. Sonrasında 2002 FIBA Dünya Kupası’nda Paul Pierce ve Michael Finley tarafından yönetilen, George Karl’ın koçluk yaptığı ABD Milli Takımı; İspanya, Arjantin ve Yugoslavya’ya karşı mağlubiyet yaşayarak turnuvayı 6. sırada bitirdi.

2 yıl sonra NBA ve ABD, Amerika’nın 1992’den beri yaptığı Olimpiyat serisini devam ettirmek istiyordu fakat bazı önemli oyuncular daveti reddetti. Bunun sebebi 11 Eylül 2001’de yaşanan saldırılar sonrası düzenlenecek ilk Olimpiyat olmasıydı.

Yunanistan’a götürülen kadronun başında Larry Brown, asistan olarak da Gregg Popovich vardı. Takımın liderliğini Allen Iverson, Stephon Marbury ve Tim Duncan gibi isimler yapıyordu. Ardından çaylak senesinden yeni çıkmış 3 yıldız da kadroya eklendi: LeBron James, Dwyane Wade ve Carmelo Anthony.

ABD Milli Takımı, Litvanya karşısında gelen galibiyetle birlikte bronz madalya kazansa da 2004 Olimpiyatlar’ı istenildiği gibi geçmemişti.

Bu kötü yenilgi, ABD basketbolu için dönüm noktası oldu.

Not: Daha önceden yayınlanmış bu sözlü tarih yazısı, “BASKETBALL: A Love Story” adlı kitaptan Jackie MacMullan, Rafe Bartholomew ve Dan Klores’in raporlarıyla yazılmıştır.

Luis Scole, Arjantin’in Forveti: “ABD Milli Takımı’na karşı ilk kez 1999 yılında Porto Riko’da oynadım. 2000’deki Olimpiyatlar’a katılmak istiyorduk. Genç bir takımdık. Ben 19, Manu Ginobili 21, Andres Nocioni 19 yaşındaydı. 25 yaşından büyük biri yoktu. Vin Baker’ı savnuyordum, savunmak imkansız gibiydi. Dünya üzerinde bu adamlarla rekabet edebilecek kimse yoktu. Benden uzundular, benden kiloluydular aynı zamanda benden hızlıydılar ve daha uzaktan şut atabiliyorlardı. Nasıl rekabet edebilirim ki? Avantaj sağlayabileceğim tek bir alan bile yok. Sanki başka bir sporu yapıyormuşuz gibi hissettim. Sydney biletini alamadık fakat iyi bir mücadele sergiledik ve o turnuvadan sonra işler bizim için değişmeye başladı. Onlarla 2. defa karşılaştığımızda yine 30 sayı fark yedik fakat bu sefer daha iyi oynamıştık. 2002’de ise işler bizim için tamamen farklıydı.”

Jerry Colangelo, 2005’ten Beri USAB Direktörü: “1992’den beri NBA koçları ve yöneticileri tarafından oluşturulmuş bir topluluk vardı. 2004 yılında bu topluluk oyuncularımızı seçti. Bazı oyuncular ise belli başlı sebeplerden ötürü gelmek istemedi. Kimisi kontrat yüzünden, kimisi biraz tatil yapmak istediğinden, kimisiyse ilgilenmediğinden… Onlarda bulunmayan şey, ülkeyi temsil etme arzusuydu. Topluluk ise arkasında arzu edilecek bir şey bırakıyordu.”

Bill Simmons, Spor Yazarı: “2004 Olimpiyatları’na şüphesiz All-Star seviyesinde bir takım yolladık. Bu takımın uyum sorunu yaşayacağına dair bir soru işareti yoktu. Takımımıza baktım ve ‘Stephon Marbury oynayacak. Yanında kim var? Iverson? Bu adamlar top için savaşacak’ diye içimden geçirdim.”

Larry Brown, 2004 Takımının Başantrenörü: “Bu olay benim içimde bir yara. Takımda Ray Allen, Jason Kidd, Kevin Garnett, Tracy McGrady, Vince Carter gibi oyuncular vardı. Harika bir takımdı. Arjantin’e 2003’te ilk yarıda 37 sayı fark atmıştık. İnanılmaz bir basketbol oynuyorduk, sonrasında ise bu oyuncuların çoğu 11 Eylül olayları sebebiyle Olimpiyatlara katılmadı.”

Colangelo: “Düşük seviye oyuncular olduğunu söylemiyorum ancak kurulan takım Larry Brown’ın 2004’te oynatmak istediği kadro değildi.”

Marv Albert, Spor Yayıncısı: “Brown muhtemelen bu kadroyla kazanabileceğini düşündü, Iverson’ı tanıyordu nasıl olsa. Beraber oynayacağına emin olmadığınız oyunculardan kurulu bir kadroyla Olimpiyatları kazanamazsınız.”

Brown: “Beraber antrenman yapamadık. Takım resmen rastgele seçildi, bu adil değildi. Birçok insan koçları eleştirdi -bunu kabul ederim- ama oyuncular da eleştiri aldı. O oyuncular o zamanda Yunanistan’a gitme cesareti gösterdi. Çoğunun neler olabileceğinden haberi yoktu. Türkiye’deydik ve otel bombalandı, sonrasında ise Yunanistan’a gittik ve bizden nefret ediyorlardı. O oyuncular çok zor şartlar altında inanılmaz şeyler yaptılar. Antrenman yapmaya vaktimiz olmadı bile.”

Scola: “Çok yetenekli oldukları apaçık ortada ancak kurallara iyi uyum sağlayamıyorlar. Bundan dolayı hayal kırıklığı yaşadılar. ‘Kurallar böyleyse kurallara göre oynayalım’ demediler, çok fazla şikayet ettiler. İşte bu takım, bizim yenebileceğimiz bir takımdı.”

Amerika, Atina’daki Olimpiyatların ilk maçında Porto Riko’ya 92-73 gibi bir skorla yenildi. Bu yenilgi hala ABD’nin uluslararası arenada aldığı en ağır yenilgilerden biri ve felakete dönen bir Olimpiyat’ın da habercisiydi.

Rod Thorn, Eski Olimpiyat Komitesi Başkanı: “Fikstürdeki ilk maçta Porto Riko’ya kaybettikten sonra diğer takımlar bizim yenilebileceğimizi anladı. Biliyorsunuz ki oluşturulan takım dürüst olmak gerekirse tam olarak istediğimiz gibi değildi.”

Doug Collins, Eski Koç ve Televizyon Yorumcusu: “2004’te Atina’daki maçları ben anlattım, tam bir felaketti. Hayal kırıklığı seviyesi… Oyuncuları Olimpiyat başlamadan önce geri yollama söylentileri bile dolaşıyordu. Maçları Mike Breen ile anlattık ve maç bittikten sonra birbirimize bakıp ‘Ne izledik biz? Bu neydi böyle?’ diyorduk.”

Scola: “ABD ile karşılaşmamızın zamanı geldiğinde hazırdık. Şansımız vardı. Yeteneklilerdi ama tek maçta bu işin mümkün olduğunu biliyorduk. Onların şut atmasına izin vermemiz gerektiğini biliyorduk. Boyalı alanı kapatmalı, onları uzak tutmalıydık çünkü atletizmlerini ve güçlerini hesaba katınca onları o şekilde yenmek imkansızdı. Onları şut atmaya zorlamalıydık, o maçta da çok kötü şut attılar.”

Collins: “ABD Milli Takımı bronz madalyayı kazandı ve ‘Bir şeyler yapmam lazım’ diye düşündüm. Çok küstahça davranmıştık, kimi göndersek kazanır diye düşünüyorduk. 2004’ten sonra anladık ki işler böyle yürümüyor.”

Allen Iverson, 2004 ABD Milli Takımı Guard’ı: “Kaybetmek can yakıyor çünkü takımın bir parçası da bendim. Hayalim altın madalya kazanmaktı bu yüzden bu olay sürekli benim canımı yakıyor ancak hayata bakış açım, başardığım şeyler… Benim geldiğim yerdeki insanlar bu tarz şeyler için fırsat bile bulamıyor. Bu yüzden verdiği fırsat için Tanrı’ya şükranlarımı sunuyorum. Yine de beni rahatsız ediyor mu? Ediyor.”

LeBron James, 2004 ABD Milli Takımı Forveti: “Disiplinimiz ve kadro mimarisi dünya sahnesinde oynamak için yeterli değildi. Kadromuzda harika basketbolcular vardı evet fakat temelimiz yoktu. Üçüncü olmamızın bir sebebi de bence bu.”

Iverson: “LeBron James ve Carmelo Anthony maç başına 5 dakika mı ne oynadı. Bunun gibi bir sürü şey yaşandı. Böyle olması gerekmezdi, bu kadar basit. Ortada yetenek vardı, sadece başaramadık.”

Collins: “O zamanlar genç bir oyuncu olan LeBron James’i takıma seçtiler. Carmelo Anthony ve birkaç genç oyuncu daha vardı. O adamlar sürekli oynuyordu, şimdi takıma gelip kenarda oturmalarını mı istiyorsunuz?”

Simmons: “LeBron’a yakın insanlar koç Larry Brown’ın genç oyunculara genç oyuncu gibi muamele gösterdiğini söylüyor. Onlar daha önce hiç böyle bir şey görmemişti. İlk defa ‘Sen oynamıyorsun, diğer oyuncular oynayacak’ diyen bir koçları oluyordu.”

Brown: “Bence şartlara göre gayet iyi iş çıkardılar. İspanya o sene harikaydı. Bizim de yarı finale ulaşmak için onları yenmemiz gerekiyordu. Tim Duncan her maçta 5’ledi, zar zor sahada kalabildi.”

Collins: “Duncan çok sinirlenmişti. Bir daha asla Olimpiyatlar’da oynamayacağını söyledi.”

David Stern, 1984-2014 Arası NBA Başkanı: “2004, bizim Olimpiyatlara olan bakış açımızı değiştirdi. Her ne kadar USA Basketball’la iyi partner olsak ve işi onlara bıraksak da yaşanan şeylerden dolayı NBA’de her zaman suçlanıyordu. Biz de Olimpiyatlar’da daha aktif rol almayı kafamıza koyduk.”

Scola: “Tam olarak buna ihtiyaçları vardı. O turnuvadan sonra ‘Buraya kadar, bundan sonra biz de bu işe emek vereceğiz’ demelerinin zamanı gelmişti.”

USA Basketball’un başı olarak Colangelo’nun ilk hamlesi basketbol akıllarını biraraya getirerek ne tarz değişimlerin gerektiğine yönelik tartışmalar yapmak ve gelecek Olimpiyatlar’da takımın başında kimin olacağına karar vermekti.

Colangelo: “David Stern 2005 yılında beni aradığında Suns‘ı sattıktan sonra prostat kanserini atlatıyordum. Benim için 2004 travmatik bir seneydi. David aradı ve ‘USA Basketball’un başına geçer misin?’ dedi. Ben de ‘Tabii ki ancak iki şartla. Bir: Yetki tamamen bende olacak. Koçları ve oyuncuları ben seçeceğim. Bundan sonra bir topluluk olmayacak’ dedim. Bunu kabul ettikten sonra ikinci şartımı sordu ve ben de ‘Bütçe lafını duymak istemiyorum’ dedim. Gözü dönmüş şekilde nutuk atmaya başladı ve ben de ona izin verdim. En sonunda ‘Bitirdin mi?’ dedim. Sonra o da kabullendi.”

Stern: “Bu işi çok ciddiye aldı. Her röportajında belirtiyor: Tamamen özgürlük istiyordu ve bütçesi tamamdı. Masrafa tahammülü yoktu. O saygı gören ve kendini adamış bir insandı ve kurulması gereken takımı kurmaya çalışıyordu.”

Colangelo: “Eski Olimpiyat koçlarını ve atletlerini Chicago’da bir buluşmaya çağırdım. İki istisna hariç herkesi Taylor Street’teki Italian American Sports Hall of Fame’e topladım. Kanser tedavisi gören 1960’larda koçluk yapmış Pete Newell ve balık tutmaya mı ne giden Bobby Knight hariç herkes oradaydı. Larry Brown da yoktu çünkü sanırım playoff zamanıydı ve koçluk yapıyordu. Jerry West ve Michael Jordan gibi oyuncular da oradaydı. 30 kişi filandık. Basketbol insanlarını biraraya getirmek ve tartışmak istemiştim. Hepsini tek tek konuşturdum. Olimpiyatlar’daki tecrübelerini, bu işe bakış açılarını, ne olması gerektiğini düşündüklerini sordum. Herkesin konuşma hakkı oldu. Harika bir iş çıkardık. Her şey bittiğinde de ‘Sıra koçlar hakkında konuşmaya geldi’ dedim.

Stern: “Sadece Jerry gibi bir itibara sahip biri NBA’den değil kolejden olsa bile koç seçilebilirdi.”

Colangelo: “Tahtaya birkaç kolej koçu ve NBA koçunun ismini yazdım. İnsanlara söz verdim. Şu mükemmel anı hatırlıyorum: Dean Smith ‘Bu işi becerebilecek sadece bir kolej koçu var ve o da Coach K.’ dedi. Kendisinin ezeli rakibiydi Mike Krzyzewski ama Dean Smith, saygısında kusur bırakmamıştı. O görüşmeye giderken aklımda iki isim vardı. NBA koçları arasından Popovich ve kolej koçları arasından Coach K. 

Thorn: “Colangelo, bir kolej koçunu başa getirerek birçok insanın düşüncesinin tersine gitti ancak açıkça gözüküyor ki bu işe yaradı.”

Mike Krzyzewski, 2008’de ABD Milli Takımı Koçu Seçilen İsim: “Bence gerçekten iyi bir çok takımın sadece kendi dediklerini duymaması gerektiğini bilir. Takım, sürekli aynı kişiyi dinlemekten yorulabilir. Bu yüzden etrafınızda zeki, sadık ve çalışkan insanlar bulundurmalı, onlara kendilerini tanıtmaları için bir şans vermelisiniz. Zaman zaman sizden daha iyi şeyler söyleyecekler, bazen daha tutkulu olacaklar ya da siz çok konuştuğunuz için bazen onların dedikleri daha iyi anlaşılacak. Oyuncularda açma-kapama düğmesi vardır. Bugün beni dinlemeye ne kadar gönüllüsünüz? Belki de Jim Boeheim’dan, Tom Thibodeau’dan ya da Monty Williams’tan size bir şeyler gelir. Bazen de bir oyuncuya bir şey sorarsınız ve sizden bile iyi anlatabilir.”

Colangelo ve Krzyzewski’nin karşılaştığı en büyük zorluk, Amerikalı oyuncuları uluslararası turnuvaların da en az NBA şampiyonluğu kazanmak kadar önemli olduğuna ikna etmekti. Rüya Takım Barcelona’da altın madalya kazandıktan sonra insanlar ve oyuncular NBA oyuncularından oluşan herhangi bir kadronun Avrupalı ve Güney Amerikalı her rakibi domine edebileceğini düşündü. 2002 ve 2004’te bunun aksi kanıtlanınca Colangelo da bu görev bilincini ve vatanseverliği tekrardan aşılamaya çalıştı. Ülkeyi temsil etmenin bir onur meselesi olduğunu, görev olduğunu kanıtlamalıydı ki bu işi tekrar iyi bir hale getirebilsin.

Charles Barkley, 1992 ve 1996’da Olimpiyat Şampiyonu: “Olimpiyatlar sırasında hissettiğiniz vatan sevgisi gibisi yok. Oraya gittiğinizde ilk fark ettiğiniz şey, bizim ülkemizin vatanseverlik konusunda en geride kalmış ülke olduğu oluyor. Herkes, ülkesinin bayrağını arkasında taşıyor orada. ABD’yi temsil etmek mükemmel bir onurdu fakat Olimpiyatlar hakkında asıl güzel olan şey diğer ülkelerin oyuncularına gösterdiği sevgiye şahit olmak.

Kevin Durant, 2012 ve 2016’da Olimpiyat Şampiyonu: “2010 benim için ilk uluslararası turnuva deneyimiydi. Gözlerimi açan şey ise diğer ülkeler oldu. Litvanya ile oynamıştık ve bütün salon bayraklarla donatılmıştı. Hep beraber gururla ulusal marşlarını söylemişlerdi. Bu tarz şeylerin ülkeyi biraraya getirdiğini görebiliyordunuz. Bizim ülkemizde böyle bir birliğin olmaması utanç verici. Ülkemiz, dünyanın en güçlü ülkelerinden biri ancak eyaletlerimiz birbirinden bağımsız gibi. Bu tarz şeyler insanları yakınlaştırmalı. Fransa, İspanya ve İspanya bunu sağlamıştı. Türkiye mesela, gümüş madalyayı kazandıkları için kutlama yapıyorlardı. Eğer biz gümüş kazansaydık Amerikalılar ne yapardı? Tarihin en kötü takımı olarak nitelendirilirdik.”

Simmons: “2004 Olimpiyatları, insanların kendi isimlerinin markasını basketbol sevgisinin önüne koymasının en uç örneğiydi. Ülkeleri için oynamıyorlardı, büyük resmi görmüyorlardı. Olimpiyatları sadece anlaşmalı oldukları ayakkabı firması istediği için ya da egolarını tatmin etmek için katılmışlardı. Kimse altın madalya için orada değildi.”

Thorn: “Dışarıdan baktığınızda oyuncular aslında uluslararası turnuvalara katılarak büyük fedakarlık sergiliyor. Zaten sezonları çok uzun sürüyor, bir de üstüne yazlarını ABD Milli Takımı’nda oynayarak geçiriyorlar. Diğer taraftan isimlerini duyurmaları için bir fırsat oluyor ancak oyunculardan da çok şey isteniyor. Geçmişe dönüp baktığınızda Bill Walton’ın, Kareem Abdul-Jabbar’ın da Olimpiyatlar’da oynamadığını görüyorsunuz.”

James: “Yabancı oyuncular için NBA’de şampiyonluğa ulaşmak ile ülkeleriyle altın madalya kazanmak neredeyse aynı şey. Amerika’da büyüyen çocuklar için ise büyürken mantalite her zaman ‘NBA’de oynamak istiyorum’ şeklinde oluyor. Ülkeniz için forma giymenin anlamını tam olarak anlamıyorsunuz. Bu yeterince ön plana çıkarılmıyor, yüceltilmiyor, konuşulmuyor.”

Tom Thibodeau, 2016’da ABD Milli Takımı Asistanı: “Jerry Colangelo, Mike Krzyzewski ve Jim Boeheim, vatanseverlik duygusunu geri getiren isimler oldular. Bütün oyuncularımız ülkelerini temsil etmekten gururluydu. O gurur artık mevcuttu. Chicago’daki ilk koçluk yılımda Derrick Rose’u antrenmanlarda görme fırsatım olmuştu. Turnuvadan geri döndükten sonra altın madalya kazanmanın getirdiği gururun yarattığı farkı görebiliyordum.”

Chris Paul, 2008 ve 2012’de Olimpiyat Şampiyonu: “Ben Clippers forması terletirken Boston taraftarları Clippers için tezahürat yapıyor mu? Hayır. ABD Milli Takımı’ndayken ise herkes birlik oluyor. Bu takım gibisi yok. Açılış törenlerinde tüyleriniz diken diken oluyor. Hayatınızda mücadele ettiğiniz en büyük takım buymuş gibi hissediyorsunuz.”

Colangelo ve Krzyzewski liderliğindeki ABD Milli Takımı ilk kez 2006 FIBA Dünya Şampiyonası’nda test edildi. Japonya’da düzenlenen turnuvada James, Anthony, Paul, Wade ve Dwight Howard gibi isimlerin ter döktüğü ABD, yarı final etabına kadar namağlup devam etti. O noktada ise Yunanistan’a karşı üzücü bir mağlubiyet alındı. Yunanistan, saha içinden %62.5’la isabet bularak neredeyse mükemmel bir maç çıkarmıştı. Bu mağlubiyet göstermişti ki en iyi NBA oyuncuları takıma katılsa bile uluslararası takımlar hala ABD ile mücadele edebiliyor, hatta yenebiliyordu.

Paul: “2006’da Yunanistan’a kaybeden takımda ben de vardım. Size yalan söylemiyorum, eve dönmek istemedik. Gerçekten diyorum. Yaşadığım en kötü mağlubiyetlerden biriydi o.”

Anthony Davis, 2012 Olimpiyat Şampiyonu: “Coach K, ABD Milli Takımı ile ülkesini temsil etme konusunda çok tutkulu. Neden orada olduğumuzu bize sürekli hatırlatıyordu. Aklımızda sürekli ‘Tamam, herkesi yenebilecekmişiz gibi gelse de sahaya çıkıp mücadele etmemiz gerekiyor çünkü herkesin eli bir anda alevlenebiliyor’ cümlesi vardı. Sürekli 2006’da Yunanistan’a karşı gelen mağlubiyeti hatırlatırdı. Hepimizin aynı şeye odaklandığından ve aynı zihniyete sahip olduğumuzdan emin olmak istiyordu.”

Krzyzewski: “Çoğu zaman insan doğasıyla mücadele etmeniz gerekiyor. Rakibiniz karşı takım değil, insan doğası. Takımınız haftada 3 maç yaptı mı? Oyuncular sakatlık yaşıyor mu? Öylece kazanmayı mı bekliyorsunuz? En iyi oyuncunuz ne durumda? Sahaya çıkıp rakibinizi yenmeden önce bu soruları yenmeniz gerekiyor.”

2008 Pekin Olimpiyatları geldiğinde ABD Milli Takımı, 2 sene daha hazırlanma fırsatı bulmuştu ve Amerika’nın dominasyonunu dünya basketboluna yansıtmaya hazırdı. “Redeem Team”, şampiyonluk maçında Kobe Bryant’ın clutch oyunuyla İspanya’yı yenmiş ve ABD, 2000’deki Sydney Olimpiyatları’ndan sonra ilk majör şampiyonluğunu kazanmıştı. O günden beri ABD Milli Takımı tahttan indirilemedi. 2010 ve 2014 FIBA Dünya Şampiyonsı’nda ve 2012 ve 2016 Olimpiyatları’nda mutlu sona ulaştılar.

Simmons: “2008 Olimpiyatları’nda insanların çok konuşmadığı ancak benim favori maçlarımdan biri olan bir karşılaşma var. İspanya’ya karşı oynanan final maçının son 10 dakikası çok heyecanlıydı. Oyuncular kemerleri sıktı. Kobe de ‘Bu iş bende, ben kazanacağım’ moduna girdi. Birkaç tane önemli isabet buldu ve maçı kazandık.”

Jim Boeheim, ABD Milli Takımı Asistanı: “İspanya bizi yenebileciğini düşünüyordu. Gerçekten böyleydi. Gasol kardeşler onlardaydı, NBA’de ve diğer ülkelerde oynayan harika kısaları vardı. Kaliteli bir takımlardı ve çocukluklarından beri beraber oynuyorlardı. Onlarla daha fazla karşılaşacaktık ve dünya üzerinde yenilmesi en zor takım onlardı.”

Colangelo: “Altın madalyayı kazandığımızda madalyalar dağıtılırken ‘The Star-Spangled Banner’ çalıyordu, bayrağımız da yükseliyordu. O an tam bir kişisel tatmin anıydı. Dünya üzerinde çok az insan bir plan yapma, planı mükemmelce uygulama ve gerçekleşmesini izleme şansınsa sahip oluyor. O an tam olarak buydu. Bundan daha iyisi olamaz.”

Durant: “2008 Olimpiyat Takımı’na seçilmediğim için hayal kırıklığına uğramıştım. Seçilmeyi hak ettiğimi düşünüyordum. Antrenmanlarda kimse o kadar iyi oynamamı beklemiyordu. 19 yaşındaydım fakat hakkım yenmişti. Saygısızlığa uğradığımı hissettim. ‘Böyle olmamalı, bir daha böyle bir şey olmayacak’ diye düşünmüştüm. Redeem Team’in bir parçası olamadığım için çok üzülmüştüm. O takımın birbiriyle oynamaktan keyif aldığını görebiliyordunuz. Bençten bile olsa ben de onu yaşamak istiyordum. Sadece o adamlardan bir şeyler öğrenmek, enerjilerini almak istemiştim.”

Krzyzewski: “2012’de Londra’da kazandığımızda mükemmeldi çünkü o takımdaki birçok oyuncu NBA Finalleri’nde mücadele eden Oklahoma City ve Miami’dendi. Finallerden 1 hafta sonra Olimpiyatlar’a hazırlanmaya başlamışlardı. Mental ve fiziksel olarak yorgun bir takımdık. Oyuncuların enerjisini ve odağını korumalıydık. Harika bir iş çıkardılar ancak biz de bunun gerçekleşebilmesi için çok fazla hamle yapmak zorunda kaldık.”

Paul: “2012 Olimpiyatları bence en iyi halimizdi. İlk antrenmanlardan birinde Coach K bize 1983 NBA All-Star maçından Marvin Gaye’in söylediği ulusal marşı açtı ve hepimizi gaza getirdi. Asla unutamayacağım bir andı. Her kazandığımız maçtan sonra bir sonraki maç için kazandığımız maçın önemli anları arkada ulusal marşla beraber soyunma odasında dönerdi.”

Davis: “2012’deki takım inanılmazdı. Draft edildim ve New Orleans’ın yolunu tuttum. O zamanlar hala ligde oynamaya bile hazır olmadığımı düşünüyordum. İlk sıradan seçilmiştim ve üzerimde büyük bir baskı vardı. Koç Monty Williams’ın ofisine gittim ve ‘Koç, iyi hissetmiyorum. Burada kalıp New Orleans’taki oyuncularla çalışmayı tercih ederim’ dedim. Koç Monty ise ‘Hayır, ABD Milli Takımı’na gidiyorsun. Harika bir tecrübe olacak ve bu kadronun bir parçası olmak seni çok daha iyi bir oyuncu yapacak’ diyerek karşılık verdi. Böylece takıma katıldım.”

James: “Olay Jerry Colangelo’dan başladı. Coach K’den koç ekibine herkesin, takımın liderlerinden biri olarak benim de büyük emeğim vardı ve bu herkese yansıdı.”

Davis: “Kolejde oynarken LeBron’u izliyordum, 6 ay sonra ise bir anda takım arkadaşı olmuştuk. O zamanlar ünlü görünce donakalıyordum. Bütün o oyuncularla birlikte oynama şansı bulmak, sahada yaptıklarını görmek, onların görebildiğini görmek… Sana ‘AD, perde yap, sana alley-oop pası atacağım!’ derlerdi ve yaparlardı da! LeBron’la alley-oop yapıyoruz, bu gerçekten yaşanıyor! Yaşadığım en güzel anlar gibiydi o anlar.”

Durant: “Londra… Oyunun en büyük yıldızları bir odadaydı ve birçok fedakarlık yapılmıştı. James Harden, Yılın Altıncı Adamı ödülünü kazanıp gelmişti ve bir sonraki seviye için hazır olduğunu görüyordunuz ancak bençte oturdu. Şikayet etmedi, huzursuzluk çıkarmadı. ‘Tamam, bu altın madalyayı kazanacağız. İşin sonunda takımın en skoreri kimdi kimse umursamayacak’ modundaydı. Anthony Davis oradaydı. Bir çaylaktı o zamanlar ve kapabileceği her şeyi kaptı. Şimdiki haline bakın. Kobe Bryant bazı maçlarda şuta bile kalkmadı. Andre Iguodala ve Tyson Chandler bençten geldi. Çok fazla muhteşem oyuncumuz vardı ve iyi takımlara karşı oynadık. Yakın geçen maçlarımız oldu ancak kimse şutları kimin kullandığını dert etmiyordu. Kimse liderin kim olduğunu umursamıyordu. Herkesin aklında tek bir şey vardı: Eğer bu altın madalyayı kazanırsak gerisi kimin umrunda? 

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!