by Amos Barshad / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 22 Ekim 2014 tarihinde Grantland‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
NBA’de hiç oynamamış en iyi oyuncu, kendine has bir unvan. Bu adam da gizemli bir kişilik. Yeteneklerini bizden kendi isteğiyle sakladı. Onun nasıl oynadığını görenler etkilenmiş şekilde hikayelerini anlatıyor. Onu hiç görmeyenler ise duruma şüpheyle yaklaşıyor. NBA’de oynamamış en iyi oyuncu. En fazla ne kadar iyi olabilir ki?
Bahsettiğimiz kişi bir sokak basketbolu efsanesi değil. Bahsettiğimiz kişi sakatlıklarla kariyeri sekteye uğrayan bir kolej efsanesi değil. Bu hikayede trajik bir şey yok. Bahsettiğimiz kişi muhuteşem işler başarmış bir insan. 26 yıl boyunca dört farklı kıtada 49.737 sayı atmış bir kişiden bahsediyoruz. Kareem’den, Jordan’dan, basketbol oynamış herkesten fazla.
Savunmayla pek işi olmazdı, özellikle 43, 44 ve 45 yaşlarında oynamaya devam ettiği süreçlerde. Onun için önemli olan kısım orası değildi. Onu Bird ve Dirk ile kıyaslıyorlar, olay bu da değil. O, sadece bir şey yaptı, bir şeyi yapmayı istedi. Herkesi kapsayan, inatçı bir skorer olmak.
“Bazı insanlar piyanoyu taşır, bazıları ise piyanoyu çalar.” diye açıkladı bir keresinde.
Hiç kutsal bir kişilik değildi ancak ona Mão Santa denirdi. “Kutsal El”.
“Kutsallıkla bir alakası yoktu.” diyor Oscar Schmidt, garipçe döşenmiş evinde. Dışarısı sessiz ve sakin Alphaville’di. São Paulo şehrinin eteklerinde, sayısız gökdelenlerden uzaktaydı. Dışarıda dev bir neon akvaryum, beyaz bir piyano ve kılıçlarını savuran samurayların seramikten heykelleri bulunuyordu. “Olay antrenman! Ben, Antrenmanlı El’im!” Büyük ekrandaki Dünya Kupası maçını izlemeye devam etti; Lionel Messi, Irak’ın kalbini kırmak üzereydi. “Çok fazla antrenman yaptım.”
Geçen yıl bunca antrenman, Basketbolun Şöhretler Müzesi’ne girmesine sebep oldu. Arkadaşı Larry Bird’in takdimi sonrası Schmidt kürsüye çıktı. Şık lacivert takım elbisesi ve havalı kasketiyle çok zarif görünüyordu. 18 dakika boyunca aksanlı İngilizcesiyle herkesi hayatı ve kariyerinde bir gezintiye çıkardı.
Onun kişiliğinin oluşmasına yardımcı olan güzel kalpli koçları, zorlansa da başarıya ulaştığı uluslararası organizasyonlar, sevgili eşi Cristina… Ona minnettarlık içinde “ribaund makinesi” diyordu. Yıllar boyunca antrenmanlarında kaçırdığı şutları kovalamıştı eşi. “Tanıştığım en harika insan” diyor onun için. “38 yıldır beraberiz, ölene kadar da seninle olmak istiyorum.”
O gün kasketini hiç çıkarmadı fakat beyaz şortu, beyaz sandaletleri ve New York Jets formasıyla burada otururken başı açıktı. Kırışıklarının ortasında, azalmış olmasına rağmen hala şekil duran saçlarının altında derin bir yara izi görebiliyordunuz. Bu, Schmidt’in geçtiğimiz yıllarda yaşadığı sağlık problemleri için kalıcı bir hatırlatıcıydı. 2011’de beyninde iyi huylu bir tümör tespit edildi. 2013’te ise kötü huylu bir tümöre rastlandı. Bu yıl ise gerçekten de onu öldürebileceğinden korktuğu tek şey olan kalp ritmi bozukluğuna yakalandı.
Hepsini atlatmayı başardı. Kendi deyimiyle bu yaşadıkları, onun için yaşlılık döneminde yaşanan hayatını değiştiren olaylar değillerdi. İnandığı şeyler zarar görmemişti. Bitmez tükenmez iradesinin sonu gelmemişti. Bunlar sadece başına gelen, ölene kadar uğraşmak zorunda kalacağı olaylardı. Yeterince uzun yaşadığınız zaman başınıza berbat şeyler gelmeye başlıyor.
Fakat eğer yeterince uzun yaşarsanız, harika şeyler de başınıza geliyor.
13 yaşında, futbol oynamak için fazla uzun ve ince bir Brezilyalıyken başladı her şey. Yerel koçunun adı Laurindo Miura’ydı. Miura, Japonya’dan gelmişti ve kendine has antrenmanları vardı. Bir tanesine Oscar, bir eliyle top sürerken öbür eliyle yerden taş toplamak zorundaydı; öbüründe sandalyelere ve iplere tırmana görevi vardı. Bunlar yeterli olmuştu. Artık oyuna aşıktı.
16 yaşındayken São Paulo’daki Palmeiras takımına katıldı ve yedi diğer çocukla beraber bir evde yaşamaya başladı. 17 yaşındayken 2.03 boyuna gelmişti. Palmerias’taki koçların vizyonu genişti. Onu pivot pozisyonuna hapsetmemişlerdi. Ona o sıralar attığı gibi yüzünün önünden değil, kafasının üstünden şut atmayı öğrettiler. Daha sonrasında binlerce sayının bulunacağı temel atılmıştı: Çok hızlı ve yukarıdan, müdahele edilmesi imkansız bir şut mekaniği.
Sayısız tekrarla kendini bu işe adadı. Takım haftada üç kez antrenman yapıyordu ancak Schmidt, okuldan önce ve sonra hep oradaydı. “Her gün, her hafta, her ay, her yıl!”. Sahanın her yerinden günde 1.000 şut deniyordu. “İçeriden, dışarıdan, hatta potanın arkasından… Her türlü antrenmanı defalarca yaptım!”. Şut atmadığı zamanlarda ise Palmeiras stadyumunun basamaklarında koşuyordu.
Hala genç yaşlarındayken Schmidt, en büyük isteği olan telefonu almıştı: Brezilya Milli Takımı, kendisini görmek istiyordu. Büyürken NBA izlememişti. Brezilya televizyonunda maçlara denk gelmek imkansızdı fakat vatanseverliği, her zaman gurur duyduğu şeylerden biri oldu. Babası donanmaya hizmet etti, dedesi Almanya’ya gitmek için Brezilya’dan ayrılmıştı. Milli Takım, Oscar’ın en büyük ve tek hayaliydi. Bu yüzden hala bir çocuk olması bir şeyi değiştirmiyordu. Onu eledikleri gün, çok vurucu olmuştu. Şimdilerde bile o günü “Benim için trajik bir gündü.” sözleriyle tanımlıyor.
19 yaşında uğursuzluklar yine onu bulacaktı. Öyle bir bilek sakatlığı yaşadı ki bir doktor, bir daha basketbol oynayamayabileceğini söylemişti. Bir diğeri ise Schmidt’in bacağını hareket ihtimalini sıfıra indiren bir alçıya almıştı. Üç ay boyunca evinin önünde oturdu, bacağı iyileşirken top bile süremiyordu. Sıkıntıdan aklını kaybetmek üzereydi.
Sonrasında mahalleye yeni bir aile taşındı. Genç bir kızları vardı. Oscar ve o kız, okula giderken aynı otobüse biniyordu. “Kitaplarım ve iki büyük koltuk değneyimle gidiyordum. Okula gitmek çok zordu fakat o geldi ve kitaplarımı taşımakta bana yardımcı oldu. Böylece arkadaş olduk.” diyor Schmidt. Asıl söylemek istediği kısımdan önce duraksadı ve kesik kesik kahkahasıyla beraber şu cümleleri kurdu: “Erkekler ve kadınlar arasında arkadaşlık olmaz! Biz de flört etmeye başladık. Bu, 38 yıl önceydi.”
Bir gün Schmidt’in “ribaund makinesi” yürüyüşten eve dönüyordu. Schmidt ailesi Brezilya’nın geleneksel yemeklerinden birini hazırlarken Cristina, espresso ve çikolata ikram ediyordu. Schimdt sonunda ekrandan gözlerini çevirdi, oturma odasından geçerken onu süzdü ve “Güzellik” diye geçirdi içinden.
Yaşadığı bilek sakatlığından bir yıl sonra parkelere dönmüştü. Çok zaman geçmeden kaderiyle de başbaşa kalacaktı: Brezilya Milli Takımı’nda ilk 5 olmak. “İşte o zaman tanınmaya başladım.” diyor Schmidt.