by Amos Barshad / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 22 Ekim 2014 tarihinde Grantland‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
NBA’de hiç oynamamış en iyi oyuncu, kendine has bir unvan. Bu adam da gizemli bir kişilik. Yeteneklerini bizden kendi isteğiyle sakladı. Onun nasıl oynadığını görenler etkilenmiş şekilde hikayelerini anlatıyor. Onu hiç görmeyenler ise duruma şüpheyle yaklaşıyor. NBA’de oynamamış en iyi oyuncu. En fazla ne kadar iyi olabilir ki?
Bahsettiğimiz kişi bir sokak basketbolu efsanesi değil. Bahsettiğimiz kişi sakatlıklarla kariyeri sekteye uğrayan bir kolej efsanesi değil. Bu hikayede trajik bir şey yok. Bahsettiğimiz kişi muhuteşem işler başarmış bir insan. 26 yıl boyunca dört farklı kıtada 49.737 sayı atmış bir kişiden bahsediyoruz. Kareem’den, Jordan’dan, basketbol oynamış herkesten fazla.
Savunmayla pek işi olmazdı, özellikle 43, 44 ve 45 yaşlarında oynamaya devam ettiği süreçlerde. Onun için önemli olan kısım orası değildi. Onu Bird ve Dirk ile kıyaslıyorlar, olay bu da değil. O, sadece bir şey yaptı, bir şeyi yapmayı istedi. Herkesi kapsayan, inatçı bir skorer olmak.
“Bazı insanlar piyanoyu taşır, bazıları ise piyanoyu çalar.” diye açıkladı bir keresinde.
Hiç kutsal bir kişilik değildi ancak ona Mão Santa denirdi. “Kutsal El”.
“Kutsallıkla bir alakası yoktu.” diyor Oscar Schmidt, garipçe döşenmiş evinde. Dışarısı sessiz ve sakin Alphaville’di. São Paulo şehrinin eteklerinde, sayısız gökdelenlerden uzaktaydı. Dışarıda dev bir neon akvaryum, beyaz bir piyano ve kılıçlarını savuran samurayların seramikten heykelleri bulunuyordu. “Olay antrenman! Ben, Antrenmanlı El’im!” Büyük ekrandaki Dünya Kupası maçını izlemeye devam etti; Lionel Messi, Irak’ın kalbini kırmak üzereydi. “Çok fazla antrenman yaptım.”
Geçen yıl bunca antrenman, Basketbolun Şöhretler Müzesi’ne girmesine sebep oldu. Arkadaşı Larry Bird’in takdimi sonrası Schmidt kürsüye çıktı. Şık lacivert takım elbisesi ve havalı kasketiyle çok zarif görünüyordu. 18 dakika boyunca aksanlı İngilizcesiyle herkesi hayatı ve kariyerinde bir gezintiye çıkardı.
Onun kişiliğinin oluşmasına yardımcı olan güzel kalpli koçları, zorlansa da başarıya ulaştığı uluslararası organizasyonlar, sevgili eşi Cristina… Ona minnettarlık içinde “ribaund makinesi” diyordu. Yıllar boyunca antrenmanlarında kaçırdığı şutları kovalamıştı eşi. “Tanıştığım en harika insan” diyor onun için. “38 yıldır beraberiz, ölene kadar da seninle olmak istiyorum.”
O gün kasketini hiç çıkarmadı fakat beyaz şortu, beyaz sandaletleri ve New York Jets formasıyla burada otururken başı açıktı. Kırışıklarının ortasında, azalmış olmasına rağmen hala şekil duran saçlarının altında derin bir yara izi görebiliyordunuz. Bu, Schmidt’in geçtiğimiz yıllarda yaşadığı sağlık problemleri için kalıcı bir hatırlatıcıydı. 2011’de beyninde iyi huylu bir tümör tespit edildi. 2013’te ise kötü huylu bir tümöre rastlandı. Bu yıl ise gerçekten de onu öldürebileceğinden korktuğu tek şey olan kalp ritmi bozukluğuna yakalandı.
Hepsini atlatmayı başardı. Kendi deyimiyle bu yaşadıkları, onun için yaşlılık döneminde yaşanan hayatını değiştiren olaylar değillerdi. İnandığı şeyler zarar görmemişti. Bitmez tükenmez iradesinin sonu gelmemişti. Bunlar sadece başına gelen, ölene kadar uğraşmak zorunda kalacağı olaylardı. Yeterince uzun yaşadığınız zaman başınıza berbat şeyler gelmeye başlıyor.
Fakat eğer yeterince uzun yaşarsanız, harika şeyler de başınıza geliyor.
13 yaşında, futbol oynamak için fazla uzun ve ince bir Brezilyalıyken başladı her şey. Yerel koçunun adı Laurindo Miura’ydı. Miura, Japonya’dan gelmişti ve kendine has antrenmanları vardı. Bir tanesine Oscar, bir eliyle top sürerken öbür eliyle yerden taş toplamak zorundaydı; öbüründe sandalyelere ve iplere tırmana görevi vardı. Bunlar yeterli olmuştu. Artık oyuna aşıktı.
16 yaşındayken São Paulo’daki Palmeiras takımına katıldı ve yedi diğer çocukla beraber bir evde yaşamaya başladı. 17 yaşındayken 2.03 boyuna gelmişti. Palmerias’taki koçların vizyonu genişti. Onu pivot pozisyonuna hapsetmemişlerdi. Ona o sıralar attığı gibi yüzünün önünden değil, kafasının üstünden şut atmayı öğrettiler. Daha sonrasında binlerce sayının bulunacağı temel atılmıştı: Çok hızlı ve yukarıdan, müdahele edilmesi imkansız bir şut mekaniği.
Sayısız tekrarla kendini bu işe adadı. Takım haftada üç kez antrenman yapıyordu ancak Schmidt, okuldan önce ve sonra hep oradaydı. “Her gün, her hafta, her ay, her yıl!”. Sahanın her yerinden günde 1.000 şut deniyordu. “İçeriden, dışarıdan, hatta potanın arkasından… Her türlü antrenmanı defalarca yaptım!”. Şut atmadığı zamanlarda ise Palmeiras stadyumunun basamaklarında koşuyordu.
Hala genç yaşlarındayken Schmidt, en büyük isteği olan telefonu almıştı: Brezilya Milli Takımı, kendisini görmek istiyordu. Büyürken NBA izlememişti. Brezilya televizyonunda maçlara denk gelmek imkansızdı fakat vatanseverliği, her zaman gurur duyduğu şeylerden biri oldu. Babası donanmaya hizmet etti, dedesi Almanya’ya gitmek için Brezilya’dan ayrılmıştı. Milli Takım, Oscar’ın en büyük ve tek hayaliydi. Bu yüzden hala bir çocuk olması bir şeyi değiştirmiyordu. Onu eledikleri gün, çok vurucu olmuştu. Şimdilerde bile o günü “Benim için trajik bir gündü.” sözleriyle tanımlıyor.
19 yaşında uğursuzluklar yine onu bulacaktı. Öyle bir bilek sakatlığı yaşadı ki bir doktor, bir daha basketbol oynayamayabileceğini söylemişti. Bir diğeri ise Schmidt’in bacağını hareket ihtimalini sıfıra indiren bir alçıya almıştı. Üç ay boyunca evinin önünde oturdu, bacağı iyileşirken top bile süremiyordu. Sıkıntıdan aklını kaybetmek üzereydi.
Sonrasında mahalleye yeni bir aile taşındı. Genç bir kızları vardı. Oscar ve o kız, okula giderken aynı otobüse biniyordu. “Kitaplarım ve iki büyük koltuk değneyimle gidiyordum. Okula gitmek çok zordu fakat o geldi ve kitaplarımı taşımakta bana yardımcı oldu. Böylece arkadaş olduk.” diyor Schmidt. Asıl söylemek istediği kısımdan önce duraksadı ve kesik kesik kahkahasıyla beraber şu cümleleri kurdu: “Erkekler ve kadınlar arasında arkadaşlık olmaz! Biz de flört etmeye başladık. Bu, 38 yıl önceydi.”
Bir gün Schmidt’in “ribaund makinesi” yürüyüşten eve dönüyordu. Schmidt ailesi Brezilya’nın geleneksel yemeklerinden birini hazırlarken Cristina, espresso ve çikolata ikram ediyordu. Schimdt sonunda ekrandan gözlerini çevirdi, oturma odasından geçerken onu süzdü ve “Güzellik” diye geçirdi içinden.
Yaşadığı bilek sakatlığından bir yıl sonra parkelere dönmüştü. Çok zaman geçmeden kaderiyle de başbaşa kalacaktı: Brezilya Milli Takımı’nda ilk 5 olmak. “İşte o zaman tanınmaya başladım.” diyor Schmidt.
1992 yılına kadar FIBA kuralları NBA oyuncularının uluslararası organizasyonlarda mücadele etmesine izin vermiyordu. O zamana kadar Schmidt, milli takımda oynamaya devam edebilmek için sadece Avrupa’da profesyonel basketbol oynayabilirdi. İtalya’nin güneyindeki Caserta’da oynamaya başladı. Disiplini sağlamak onun için zor olmamıştı.
“Asla alkol almadım, kahve içmedim, sigara ya da uyuşturucu kullanmadım. Alkolü denedim fakat beğenmedim. İtalya’da masaya şarap geliyor ancak Coca-Cola gelmiyor. Hadi ama! Kafayı mı yediniz? Bana Coca-Cola getirin lütfen!”. Fakat iş yemeğe geldiğinde Schmidt için işler değişiyordu: “Her şeyi yerdim. Bana yakıt olarak geri dönüyordu. Antrenman seviyemin, bilgi düzeyimin en yükseğindeydim. İşte bu yüzden olduğum konuma gelebildim.”.
İstatistikleri şatafatlıydı. O zamanlar Avrupa’nın en iyi ligi olan Seria A’da Schimdt, yedi kere sayı kralı olmuştu. 1982’de Avrupa’daki ilk sezonunda neredeyse 30 sayı ortalaması tutturmuştu. 1990 yılına geldiğimizde ise her gece 44 sayı atıyordu.
Kobe Bryant, o zamanlar İtalya’da babası Joe “Jellybean” Bryant ile beraber yaşıyordu. Schimdt, Kobe’nin küçüklüğünün devre aralarında top sürdüğünü, skor masasının etrafında gezindiğini hatırlıyor. Kobe de Oscar’ı kesinlike anımsıyor. “Orada yaşıyorken o, yaşayan bir efsaneydi.” diyor Bryant.
Olimpiyatlar ve genel olarak uluslararası turnuvalar, Oscar Schmidt’in işiydi. 1988’de Seul’da maç başına 41.9 sayı atmıştı. 1992’de Barcelona’da 24.8’ti bu sayı. 1996’da Atlanta’da ise 27.4’tü. O, Olimpiyatlar tarihinin en fazla sayı bulan oyuncusu. Ona 1988 hakkında soru sorarken yanlışlıkla sayı ortalamasını 40.9 olarak söyledim. Anında “41! Benden bir şeyleri eksiltme!” diyerek düzeltti.
Kanada Milli Takımı’nın başantrenörü olarak Steve Konchalski, Schmidt ile defalarca karşılaşmıştı. “Oscar, inanılmaz bir atlet değildi. Ortalama bir gücü vardı ancak küstahlık seviyesine kadar ulaşabilen bir özgüvenle oynuyordu. Bir de tabii inanılmaz şut sokuyordu.” diyor Konchalski.
1987 yılında Indianapolis’teki Panamerikan Oyunları’nda Schmidt ve uzun süreli partneri Marcel de Souza, Brezilya takımını ağır favori olarak gösterilen Amerika’ya karşı altın madalyaya taşımıştı. O ABD takımı, henüz lige girmemiş David Robinson, Rex Chapman ve Danny Manning gibi isimleri barındırıyordu ve 34 maçtır yenilgi yüzü görmemişti.
İlk yarıda Brezilya 68-54 gerideydi. Bu yüzden üçüncü çeyreğe Schmidt, alev alarak çıkmıştı. Bu sırada Souza da akıl oyunlarını yürütüyordu. “Amerikalılara ‘Ben yaşlı bir adamım, sizi savunamam’ diyordum.” diyor Souza. Schmidt de “Amerikalılara ‘Şutu at! Herkesin gözü senin üstünde, at şu şutu!” derdik diye açıklıyor durumu.
İşin diğer kısmında ise Schmidt, kendi bildiğini yapmıştı. İkinci yarıda 35 sayı atarak maçı 46 sayıyla bitirmişti ve Brezilya, maçı 120-115 kazanıyordu. ABD Milli Takımı, kendi evinde ilk kez mağlup oluyordu. Schmidt’in kendisiyle özdeşleşen iki yumruklu sevinç gösterisi için birçok fırsatı olmuştu ancak akıllarda kalan şey parkede sevinç gözyaşları dökmesiydi.
Maçtan sonraki basın toplantısında ABD takımının koçu Denny Crum, Brezilya’nın en iyi oyuncusunun adını unutmuştu. Oyuncularından biri, koçun kulağına ismi fısıldamak zorunda kalmıştı: Oscar Schmidt.
Geriye dönüp baktığında Crum “Uluslararası basketbola çok ilgim yoktu, kadrodaki oyuncuların da onun hakkında çok bilgi sahibi olduğunu düşünmüyordum. Sonra bir baktık ki ona potanın 30 adım uzağından perde getiriyorlar, o da şut sokuğ duruyor.” diyor.
Crum, Oscar’ı savunması için kimi görevlendirmişti? “Fark etmiyordu! Dört isimden üçünü denedik, hiçbiri sonuç vermedi. Yaptığı şeyler… Dünya üzerinde NBA’de oynamamış en iyi oyuncu olabilir.” diyor Crum, o gün gördüklerinin etkisinden hala çıkamamış halde.
Bu olay, ABD basketbolunun amatör oyuncuları için sonun başlangıcı olmuştu. Takım; 1988 Olimpiyatları’nda, 1990 Goodwill Games’te, 1990 Dünya Şampiyonası’nda ve 1991 Panamerikan Oyunları’nda başarısız oluyordu. Böylece kolej oyuncuları, yerini o ikonik 1992 kadrosuna bıraktı.
Schmidt, Dream Team’e karşı Barcelona’da forma giydi. Maç başına neredeyse 25 sayı atsa da yakınındaki efsanelerden etkilenmişti. Hall of Fame konuşmasında “Bençe kameramı getirmek istemiştim!” diyerek şakasını da yapmıştı. İlk kez 1987 yılında Indianapolis’te başlayan bir döngünün sonu gelmişti. “Kariyerimin en zor karşılaşması oydu. Dream Team’i kışkırtmak mı? Buna inanabiliyor musunuz?” diyor Schmidt.
NBA, kendisine teklif götürmüş ve kısa sürede reddedilmişti. Efsaneleşmiş 1984 draft sınıfı, daha da efsane olabilirdi. New Jersey Nets, Schmidt’i altıncı turdan seçmişti ancak Schmidt, ilgilenmemişti. “Alıtncı tur mu? 131. seçim mi? Hayır, hayır, hayır… Hadi ama!” diyor şimdilerde bile. Antrenmanlara gitti, kendisine bir kontrat önerildi fakat Schmidt reddetti.
Ligte kısıtlı bir rol altında oynamak istemiyordu. Doğu Bloğu ülkelerinden NBA’de oynamış ilk oyuncu olan Bulgar forvet Georgi Glouchkov, Schmidt’e yeteri kadar topu alamadığına dair isyan ediyordu. Bahsettiğimiz kişi de Oscar Schmidt. Eğer şut atmıyorsan, neden sahadasın ki?
Eski bir Brezilyalı yetenek avcısı olan Greg Dole, 2002 draftı öncesi Nene ile çalıştığını hatırlıyor. “Nene, ‘Eğer ilk turdan seçilirsem Brezilya’dan bir takım satın alacak ve Oscar ile imzalayacağım. Sonra da ona pas atmasını emredeceğim’ demişti.” diyor Dole.
Uluslararası kurallar değiştiğinde Schmidt, 35 yaşına gelmişti. “Çaylak olarak oynamak için çok geçti.” diyor Schmidt.
“Oynasaydı tarihin en iyilerinden biri olacağında dair hiçbir şüphe yok.”
-Kobe Bryant
NBA’de oynasa ne kadar iyi olurdu? Bu soruyu Schmidt’e sorduğunuzda size dünya çapında bir atletin yapacağı tarzda bir meydan okumayla cevap verecektir: “Pota aynı, top aynı, oynana spor aynı. Dünyanın hiçbir yerinde beni savunabilecek bir adam görmedim. Tek ihtiyacım olan özgüven. Kesinlike ilk 10’da olurdum. Tek bir sezondan bahsetmiyorum, tüm zamanlardan bahsediyorum! Ha ha ha.”
Bu soruyu Kanada Milli Takımı Konchalski’ye yönelttim. Onu genel olarak yavaş ayaklara sahip olan ancak öldürücü bir şut yeneneği olan beyazlarla karşılaştırdık: Bird ve Nowitzki gibi… Konchalski, cesur bir iddiada bulundu: “Onların sahada yapabildikleri Oscar’dan fazlaydı. Oyunun her alanına daha fazla etki ediyorlardı fakat ne Bird’in ne de Dirk’ün şut konusunda Oscar ile yarışabileceğini düşünmüyorum.”
Bir keresinde Scottie Pippen “Ne yapacağını biliyorsunuz, topu eline aldığı anda şut atacak.” demişti. Modern bir J.R. Smith mi? Belki.
Fakat 80’lerin sonunda, Schmidt’in kariyerinin zirvesinde olduğu yıllarda NBA’de sık sık birebir oynanıyordu. Sizce de bu dünya, Schmidt’in yetenekleri için yaratılmış bir dünya değil mi? Ona topu verip alev almasını izleyecektiniz.
Konchalski’nin iddiası hakikaten cesur fakat bu, tam da bir hayranın göstereceği saygı. Günün sonunda Konchalski, kendisini birkaç maç izleme fırsatı bulmuştu ancak bu yeterliydi. Onun efsanesinin bir kısmı da NBA’deki tavanının bilinmezliğinden oluşuyor. Şu an olabilecekleri sadece hayal edebiliyoruz.
Oscar Schmidt, tutkuyla sevdiğiniz ancak başka kimseyi dünyadaki en iyi grup olduklarına inandıramadığınız müzik grubuydu. Oscar Schmidt, bağımsız bir rock grubuydu.
1995 yılında kısa süren ve tatmin etmeyen bir İspanya döneminin ardından Schmidt, sonunda evine döndü. Son birkaç yılın Brezilya’nın Yankees’i konumundaki Flamengo’da geçirdi. Orada 40’lı yaşlarındayken kariyerinde kazanmadığı parayı kazandı. O denli ileri bir yaşta bunu nasıl başarmıştı? “Enerjimi boşa harcamıyordum. Daha keskin bir oyun oynamaya başlamıştım ve sadece ikinci yarılarda savunma yapıyordum” diyor Schmidt, gülerek.
Normalde 44 yaşında emekli olmayı planlıyordu ancak son maçı olması planlanan karşılaşmada işler kontrolden çıktı ve Schmidt’in birkaç takım arkadaşı maçtan atıldı. Schmidt, bu hareketleri sebebiyle hakemleri protesto etmek amacıyla alkış tutunca kendisini de maçtan atılmış şekilde buldu. Bu şekilde bitemezdi.
Başka bir sezon için geri döndü ve 45 yaşındayken sonunda emekli oldu. “Ölene kadar oynayabilirdim bence ama artık zor gelmeye başlamıştı. Her geçen yıl fiziksel formu yakalamak daha da zorlaşıyordu.”
Şimdilerde Portland Trail Blazers‘ta asistan koçluk yapan Jay Triano, Indiana’da düzenlenen 2002 Dünya Şampiyonası’nda Schmidt ile karşılaştığı anı hatırlıyor. Oscar Schmidt ismini daha önce duymamış genç oyuncuların önünde Triano, “Kusal El”e yapabildiklerini göstermesi için meydan okumuştu. “Hala şut atabiliyor musun?’ demiştim ona. O da ‘Tabii ki’ demişti. Takım elbisesiyle üçlük çizgisinin tepesine geçti. Isınma filan yapmamıştı. Topu ona verdim ve üst üste 10 şut soktu, sonra da salondan çıktı. Oyuncuların ağzı açık kalmıştı.” diyor Triano.
Schmidt Brezilya tarihinin en iyi basketbol oyuncularından biri olmasına rağmen garip bir şekilde herkes tarafından sevilmezdi. Ona karşı konumlanan iki etken vardı. Bir futbol ülkesinde doğmuştu, yanlış sporu yapıyordu. Ayrıca nüfusun neredeyse yarısının Afrika kökenli olduğu bir ülkede farklı soydan geliyordu. Dole’ın da dediği gibi, “Kazanan bir beyaz kahramanın halka yeterince geçmediğini görüyorsunuz.”. Zorluk derecesi gözardı edilemeyecek seviyedeydi. Yine de Schmidt, bir ikon olmayı başarmıştı.
1998 yılında hala Brezilya Basketbol Ligi’nde oynuyorken senato üyeliği için aday oldu. “Brezilya’nın başkanı olmak istiyordum. Elimde büyük bir şans vardı. Senato üyeliğinden başkanlığa – parmaklarını şıklattı – kolayca.” diyordu. Belli bir süre boyunca Euardo Suplicy karşısında anketleri önde bile götürdü. Sonrasında Suplicy’nin partisi Schmidt’e karşı bir oldu ve onu gerçek bir tehdit olarak görmeye başladı.
“Bir şeyleri çaldığımı filan söylemiyorlardı. İyi şeyler söylüyorlardı: ‘Oscar, sen bir basketbolcusun. Sahaya çık Oscar!’. Eski başkan Lula bile bana karşı bir kampanya düzenliyordu.” diyor seçimi küçük bir farkla kaybeden Schmidt.
Schmidt, siyasete girmediği için şu anda mutlu. Bugünlerde okullarda ve şirketlerde motivasyon konuşmaları yaparak para kazanıyor.
“Politika, kaybedecek şeyleri olan insanlara göre bir şey değil. Böyle yaşamak çok daha iyi.” diyor Schmidt. Geçen yıl Brezilyalı bir yayıncılık, onu ulusun en iyisi seçti. Bu ödülü ikinci kez üst üste kazanıyordu. “İki kez, üç kez, 10 kez şampiyon olmak istiyorum! Ha ha ha. En iyisi! Dünyanın en iyisi!”
Talihsizlikler Orlando’da yaşandı. Orası, Schmidt’in dünya üzerinde en çok sevdiği yerlerden biriydi. Oğlu, St. Petersburg’taki Admiral Farragut Academy’de lise okurken basketbol oynuyordu ve Schmidt ailesi yıllardır senede bir kez Disney World’ü ziyaret ediyordu. “Üç kez…” diyor Schmidt, olaylardan bahsederken. “Bir daha gitmemem daha iyi olur sanırım.”
İlk tümör teşhisi 2011 yılında konuldu. Schmidt, birkaç defa migrenle uğraşmıştı. Bu, sekiz santimetre büyüklüğündeydi ancak iyi huyluydu. Havale geçireceğine dair endişeler vardı ancak neyse ki bu yaşanmadı. Tümörün kötü huylu olarak geri dönebileceğine yönelik endişeler ise haklı çıkacaktı.
2013’te geçirdiği bir operasyondan sonra Schmidt, onun için tatil cenneti olan Central Florida’ya geri döndü. “Bir gün kusmaya başladım. O an öleceğimi düşündüm.” diyor Schmidt.
Kızı onu hemen hastaneye götürdü. Hastanede bir hafta geçirdi ve hayati tehlike yaratan kalp ritmi bozukluğu teşhisi konuldu. Evine döndü ve üç hafta da evinde tedavi gördü. Elektrotların kalbin içine yerleştirilerek düzensiz kalp atışlarını düzeltmeyi amaçladığı beş saatlik bir ablasyon prosedürüne maruz kaldı.
Son yıllarda hem fiziksel hem de ruhsal bir dolu tedavi gördü. Schmidt’in Campinas’ta görmeye gittiği kutsal bir insan vardı. “Bütün ruh hallerinden anlıyor, size iyi geliyor. Ben bir Katoliğim fakat o görüşmeler bana iyi geliyordu.“ diyor Schmidt.
Şu an reçeteli kalp ilaçları kullanıyor ve ayda bir kemoterapi görüyor. Büyük ihtimalle kemoterapiye hayatının sonuna kadar devam etmesi gerekecek. “Tamam ama hayattayım, değil mi?” diyor Schmidt.
Orlando’ya olan son ziyaretinde FIBA’dan malum telefonu aldı: Basketbolun Şöhretler Müzesi’ne onun ismi de dahil olacaktı. Haberi aldığında araba sürüyordu, haberi algılarken kenara çekmek zorunda kaldı.
Duygu dolu konuşmasını takdir etmiştim. İlham verici bir konuşma olmuştu. “Böyle olacağını tahmin etmemiştim.” demişti düşüncelerde kaybolurken aynı zamanda memnun kalarak. “Önce gülebileceğin kadar gül, sonra ağla, değil mi? Ben de böyleyim.”
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!