Andrej Stojakovic: Peja’nın Oğlu, Kendi Hikayesinin Başrolü Olmanın Peşinde

21/Tem/22 10:58 Temmuz 21, 2022

Bilal Baran Yardımcı

21/Tem/22 10:58

Eurohoops.net
Andrej Stojakovic

Eurohoops Çeviri, efsane oyuncu Peja Stojakovic’in oğlu Andrej Stojakovic’in başlamakta olan basketbol kariyerini, babasıyla olan ilişkisini ve hedeflerini dilimize aktarıyor.

by Mirin Fader / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 29 Haziran 2022 tarihinde The Ringer‘da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Düdükler, zil sesleri ve spor ayakkabıların parkeye sürttüğünde çıkardığı sesler spor salonunda yankılanıyordu. Tanıdık bir soy isme sahip olan genç, saha genelindeki kameraman sürüsünden uzakta bir köşede basketbol topunu sektiriyordu. Compton Magic’ten bazı arkadaşlarının kamerada gözükmek için birbirleriyle yarıştığını görebiliyordu.

2 metre boyundaki uzun bacaklı ve ince bu çocuk, bu tarz şeylerle ilgilenmiyordu. Bir yandan öbür yana top sürüyor, bunu yaparken hep önüne bakıyordu. Yüz ifadesi değişmiyor, ağzından tek bir kelime çıkmıyordu. Sahne ışıklarının üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. İnsanlar onun kim olduğunu biliyor, gerçekten de iyi olup olmadığını merak ediyorlardı. Ne de olsa Kentucy, Kansas ve UCLA’den burs kazanmıştı bu çocuk.

Bazen hakemlerin onun kim olduğunu anlaması vakit alıyordu. “Stojakovic… Bu isim bana nereden tanıdık geliyor?”.

“O, Peja Stojakovic’in oğlu.” diye fısıldadı Magic koçu; üç kere All-Star olmuş, Kings ile yıldızlaşmış ve 13 yıllık kariyerinde Mavericks ile şampiyonluk yaşamış efsanevi Sırp şutöre referans yaparak.

Bu çocuğun ismi Andrej. Genelde Drej olarak kullanıyor ismini. Maçın başlamasıyla birlikte 17 yaşındaki gencin babasından farklı bir oyun tarzı olduğu anlaşılıyor. Forvette topu yakaladıktan sonra sağa hamle yapıyor, sonrasında hızla soluna gidiyor ve çemberde bitiyor. Sürekli atak etmeye, açık sahaya kullanıp savunmacıların arasından geçmeye çalışıyor. Topu bir potadan öbürüne taşırken sarı-kırmızı Adidasları dikkat çekiyor.

İnsanlar, bu yaptıklarının hiçbirini beklemiyordu ondan. Babası gibi keskin bir set şutörü olduğunu düşünüyorlardı. Andrej’de de o ipeksi şut stili var, Peja’nınki biraz daha ekstrem ve alışılagelmemiş olsa da ikisi de topu yüksekten çıkarıyor.

Fakat Andrej, babasından daha atletik, daha versatil ve daha hızlı olduğunu kanıtlamak için can atıyor. “Her sahaya çıktığımda daha fazlasını yapabildiğimi göstermeliyim.” diyor Andrej.

Kendi ismini babasının ününden sivriltmek onu motive ediyor. Kendisinin en iyi versiyonu olmak için çalışıyor ancak bir nebze babasının modern versiyonu olduğunun da farkında. Bildiği neredeyse her şeyi babasından öğrendi. O şut stili, o ayak hareketleri, karmaşık savunmaları çözebilen o hızı…

Andrej babasını çok seviyor. Babası her zaman yanında olduğu, tutkulu olduğu için çok şanslı olduğunu biliyor ancak Andrej, diğer insanların ona nasıl yaklaştığının da farkında. Küçük görüyorlar. Onlara göre Andrej’in hikayesi kesinlikle ama kesinlikle babasıyla bağlantılı. Öyle de gerçekten.

Fakat Andrej, kendi hikayesini yazmak istiyor.

“Onlara Andrej olabileceğimi kanıtlamak istiyorum, ‘Peja’nın çocuğu’ değil.”

45 yaşındaki Peja emekli olalı 11 sene geçti. Son olarak Kings‘te asistan genel menajerlik yapan Stojakovic, 2020 yılında uzun süredir arkadaşı olan Vlade Divac’ın istifasından bir gün sonra görevinden ayrıldı. O günden beri o ve Andrej resmen yapışık ikiz gibiler. Neredeyse her gün antrenman yapıyorlar. Çocuğunun sahip olduğu tutkuyu ve adanmışlığı görebiliyor, bu da ona bildiği her şeyi öğretmesi yönünde motivasyon sağlıyor.

Andrej; ilham aldığı, onu sürekli daha iyi olmaya iten babasını etkilemek istiyor. Bazen antrenmanlar esnasında babası onu topu alıp dikmek isteyecek seviyeye kadar sinirlendirse de Andrej, babasının her sözünü dikkatle dinliyor. Çoğu ergen gibi bunu babasına itiraf etmeyecek olsa da zaman zaman özel hayatında Peja’yı örnek aldığını hissedebiliyor.

“Yorulmak tamamen kafada biten bir şey.”

“Eğer hayallerin büyükse ona göre çalışmalısın. Aksi halde başarılı olamazsın.”

“Çalışmak her şeydir. Kendi potansiyelini ulaşmak senin görevin.”

Andrej, mayıs ayında oynanan maçta bir kez olsun babasına bakmadı ancak orada olduğunu biliyordu. İkili neredeyse her haftasonu Sacramento’daki evlerinden California’ya seyahat ederdi. Bir eli cebinde duran Peja, gri pantolonu ve bordo New Balance tişörtüyle tam bir baba modundaydı. Diğer ebeveynlerin biraz arkasında dururdu. Bunun sebebi zaten boyunun yeterince uzun olması değil, halihazırda baskı altında olan çocuğuna ekstra baskı eklememekti.

“Onun kendi hikayesini yazmak istediğini görebiliyorum.” diyor Peja.

Peja oğlunun yaptığı ekstra pasları, takım arkadaşlarına hazırladığı pozisyonları izlerken her ne kadar gözleri ışıldasa da alkışlamak ya da tezahürat yapmaktan alıkoyuyor kendini. Hata yaptığında da bağırmıyor aynı zamanda. Andrej’in koçlarına saygı duyuyor, sınırlarını biliyor.

Fakat bu, aklında düşüncelerin uçuşmasına engel olmuyor tabii. Bazen Andrej’e daha agresif olmasını haykırası geliyor ancak içinde tutuyor. Oğlunun bunu kendi kendine halletmesi gerekiyor. “Öğrenmek” bu şekilde gerçekleşecek.

“Koç, koç! Nasıl oynadığını görmek istiyoruz! Kayıtları izledik, bir de şahit olmak istiyoruz!”

diye bağırdı Andrej bu yılın başlarında ilk kez Magic ile maça çıktığında rakipler. Lisedeki son yılına giren Andrej, AAU liginde ilk kez forma giyiyordu. Babası, rakiplerin soyadından ötürü onu hedef alabilecekleri konusunda uyarmıştı oğlunu.

Andrej karşılık vermedi. Bunun sebebi onun kişiliğinde yer alan tevazu duygusunun yol açtığı insanlara geç açılma özelliğiydi. Division I okullarından birçok teklif almıştı ki bu, 1.80 boylarındaki bir ilk sınıf öğrencisi için alışkın olunmayan bir gelişmeydi. Geçtiğimiz sezon boy atana ve skorerlik özelliklerini geliştirene kadar çevrenin en iyi oyuncusu bile değildi henüz.

Geç yükselmesine bağlı olacak ki Andrej’in ismi çok anılmıyor, yıldız olması beklenmiyordu. O da asla öyle davranmadı. Kendisini hiç başkasından iyiymiş gibi görmüyor. Babası onu asla şımartmadı, bir NBA oyuncusunun çocuğu olduğu için özel olduğunu düşünmesini istemiyordu.

Andrej, soyadını değiştiremeyeceğinin ancak davranışlarını yönetebileceğinin farkına vardı. Bu yüzden de yapılan yorumları görmezden geliyor, büyük beklentilere incelikle karşılık veriyor. Sempati kazanma arayışında değil. Hatta daha çok motive oldu. Harika bir basketbolcu olmak ve bir gün NBA’de forma giymek için çok uğraşıyor.

Tüm gözlerin onun üstünde olduğunu düşünürsek profesyonelce davranmalı. Fevri hareket etmeyi, yanlış bir hareketi kaldıramaz.

Fakat o, henüz sadece bir çocuk. Sahile gidip bir Yunan yemeği olan Pastitsio yemeye bayılıyor. İnsanların onda basketboldan çok daha fazlası olduğunu bilmesini isteyen bir çocuk o.

Sınıf arkadaşları ona sık sık baskı hissedip hissetmediğini, ünlü birinin oğlu olmanın gerçekten de zor olup olmadığını soruyor. Andrej bu sorulara “Hayır.” cevabını veriyor.

Ancak düşünceleriyle ve basketbol topuyla yalnız kaldığında gerçeklik onun yüzüne vuruyor. “Yalan söylemeyeceğim, gerçekten de çok zor.” diyor Andrej.

Her şey çok hızlı gelişti. Sadece bir yılda ortalama bir okuldan teklif almaktan mutlu olacakken kendi kolejini seçme hakkı geldi önüne. “Onun patlama yaşayacağını biliyorduk.” diyor Magic’teki koçu Justin Williams. Bu derece olması peki? “Bunu biz bile beklemiyorduk.”

Dribbling üstü şutlar ve hızlı hücumlardaki etkinliği onun en güçlü özellikleri. Atletizmi efsane bir şutörün oğluna göre inanılmaz seviyede. Poster smaçlara imza atıyor, uzunların arasından bitirebiliyor. Sırtı dönük de yüzü dönük de oynayabiliyor ve neredeyse hiç rayından çıkmış gözükmüyor. Basketbol zekası tahmin edilebileceği gibi harika. Yetenek avcıları onun saha görüşünü ve orta mesafedeki yeteneklerini överken şut mekaniğini ve topsuz oyundaki etkinliğini de göz ardı etmiyor.

“O bir NBA oyuncusu.” diyor Compton Magic’in kurucularından Etop Udo-Ema. “Herkesin tahmin ettiğinden çok daha atletik. İnsanların ‘Tamam işte, Peja’nın çocuğu’ diyerek kestirip atacağından çok daha fazlası var onda. Kendi tarzına sahip.”

Udo-Ema daha da ileri gidiyor: “Gerçekten de çok iyi. Kesinlikle lotaryadan seçilecek bir potansiyel olduğunu hissedebiliyorum.”

Peja ve eşi Alexandra, Andrej’in illa basketbolcu olması gerektiğini düşünmüyordu 

“Peja’nın çocuğu” baskısını sürekli hissetmesini istemiyorlardı. Evde basketbol hakkında çok nadir sohbet dönüyor. “Herkes onun basketbol oynamasını bekliyordu.” diyor Alexandra. “Biz hariç.”

Andrej, Selanik’te doğdu ve çocukluğunun bir kısmını orada geçirdi. Annesi de oralıydı, babası ise 1998’de NBA’e gelene kadar Selanik’te profesyonel basketbol oynamıştı. Çocukken Andrej, insanların babasından neden imza istediğini anlamıyordu. Okuluna olan bir saatlik yolculuklar sırasında bir futbolcu olma hayalleri kurardı. Yunanistan’da futbol, basketboldan çok daha önemliydi. Sahada hızlı ve zekiydi, içgüdüleriyle oynuyordu.

Amerika’ya ilk geldiğinde Andrej’in İngilizcesi yeterliydi çünkü Atina’da bir Amerikan okuluna gitmişti. En büyük fark ekonomik olarak sıkıntıda olan Yunanistan’a göre Amerika’nın sağladığı imkanlardı. Aynı zamanda yeni evinde futbolun o kadar da popüler olmadığını fark etti. Kendini hiç olmadığı kadar basketbolun içinde buldu. Babasının maçlarından saatler önce salona gider, antrenman yapan oyuncuları izlerdi. Ortaokula geldiğinde Peja ve arkadaşlarının yaptığı ikiye iki maçlarda yedek olarak görev alsa da ayak uydurduğu pek söylenemez. Çok cılız kalıyordu.

COVID’in patlak verdiği lisedeki ilk yılının sonuna kadar basketbolu yeterince ciddiye almıyordu. Fiziksel olarak zayıf bir oyuncu olmak kolay değildi. Küçük kız kardeşi ondan uzun olduğu için hayal kırıklığı yaşıyordu. Sürekli boyunu ölçüyor, uzadığını umuyordu.

“Çok yetenekliydi.” diyor lisedeki koçu Tim Kelly, “ancak yeterince sert değildi ve yüksek seviyeler için fiziksel olgunluğuna ulaşmamıştı.”

Andrej sürekli antrenman yaptı ve lisenin performans koordinatörü Jay Nacionales’ten sürekli daha ağır yükler vermesini istedi. Daha fazla oynadıkça basketbolu da kavramaya başladı. Hem Avrupa’da hem Amerika’da çok farklı stillerde basketbol izledi. Bu yüzden de hücumda nasıl akışkanlığın sağlanacağını, takım arkadaşlarını nasıl besleyeceğini sanki doğuştan biliyor gibiydi. “Olaylara yaklaşırken aklını çok iyi kullanıyor.” diyor basketbol antrenörlerinden Rashid Cann.

Andrej, ikinci senesindeyken Cal Poly’den ilk kolej teklifini aldı ancak hala kendi takımının en iyi oyuncusu bile değildi. Top onun eline çok kalmıyordu ve şu anki dinamikliğinden çok uzaktaydı.

Antrenmanlara ilk gelen isim olmaya başladı. Sahada yapabildikleriyle babasından farklılıklar gösterse de Peja’da olan ve yaratılıştan gelen adanmışlık onda da vardı. Andrej, eyalet dışı turnuvalardan döndükleri anda koçlarına sık sık “Şut antrenmanı yapabilir miyiz?” diye sorardı.

“Top parmaklarımdan çıkarken basket olacağını hissetmek… Bu, en iyi hislerden biri.” diyor Andrej.

Fiziği geliştikçe özgüveni de arttı. 16 yaşında 1.98 boyuna ulaşan Andrej, potaya kolaylıkla süzülüyor, smaçlar basıyordu. Artık köşede topun gelmesini bekleyen genç çocuk değildi. “Farklı birini görüyordum.” diyor takım arkadaşlarından Reid Jones.

Andrej, işleri tersine çevirdi ve babasından ekstra antrenman yapmak isteyen kişi oldu. “Zaman geçtikçe çok daha fazla odaklandı.” diyor Kings‘te Peja ile birlikte oyuncu geliştirme departmanında çalışan ve aynı zamanda yakın bir aile dostu oolan Drake U’u.

“Işıklar üzerindeyken…” diye ekliyor U’u, “oyununu başka bir seviyeye çıkarıyor.”

Yakın zaman önce bir gece Andrej, beş farklı noktadan üst üste 10 orta mesafe sokana kadar salonu terk etmemeye karar verdi. Sonrasında bunu üçlükler için tekrarladı. Onun için ribaundları toplayan kişi Peja’ydı. Andrej orta mesafeleri kolayca halletti. Yayın gerisindeki dört noktadan da zorluk yaşamadı.

Fakat nedense beşinci ve son noktada sıkıntı yaşıyordu: Potanın tam karşısı.

Salonda çalışan bir görevli en az üç kere salonun kapanmak üzere olduğu konusunda onları uyardı ancak Andrej şut atmaya devam etti. İşi bitirmeliydi fakat adam bir kez daha geldi ve gitme zamanının geldiğini söyledi.

Andrej, antrenmanı tamamlayamadığı için kendine çok kızmıştı. Peja, oğlunu teselli etti: “Muhtemelen NBA’deki oyuncuların sadece %10’u bu antrenmanı tamamlayabilirdi. Sen çok yaklaştın ki bu, birçok şey anlatıyor.”

Andrej yaklaşmakla yetinebilirdi ancak onun olayı “az daha”lar değildi. Babası ona böyle öğretmemişti.

“Yeterli değil.” diyor Andrej. Hala motiveydi. Bitkin düşmesine rağmen heyecanlıydı. Salona dönüp ne olursa olsun antrenmanı tamamlayacağına söz verdi. Kafasında tanıdık bir ses yankılanıyordu: “Yorulmak tamamen kafada biten bir şey.”

Zorluklar…

Bazen Andrej’e babası ve kendisi için yabancı olan topraklarda görev almak zor gelebiliyor. Kolej koçları gece-sabah dinlemeden arayabiliyordu. Çalışma, okul, antrenman ve seyehat etkenlerini dengede tutmak bazen yorucu olabiliyordu. “İşte bazı insanlar bunu anlamıyor. ‘Üzerinde yoğun bir ilgi var, bunu nasıl her zaman sevemezsin ki’ diyorlar.” diyor Andrej.

“Bazen öyle noktalara geliyorum ki ‘bugünlük yeter’ diyorum.” 

Bulunduğu konumda olduğu, birçok oyuncunun hayal ettiği yerde olduğu için kendini çok şanslı görüyor. Kentucky’den John Calipari kendisini aradığında bu, gerçekdışı gelmişti ona. Böylesine bir yeteneğin, özellikle de bu aile geçmişiyle o telefonu alması sürpriz değildi ancak Andrej hala başarıya alışma sürecindeydi.

Aldığı teklifleri, başarıları kendinde tutmak, gösterişini yapmamayı tercih ediyordu. Annesi ünlü bir kolej koçuyla konuştuğunu duyduğunda “Neden bana söylemedin?!” demişti. Oğlunun yaşananlardan keyif almasını istiyordu. Aynı zamanda o bile oğluna gösterilen bu ilgiye inanamıyordu. Muhabirler zaman istiyordu.

Annesi, oğlunun tevazusunu korumasını istiyor. “O hala benim minik kuşum.” diyor Alexandra, “şimdi uçmaya başladı.”

Andrej’i bulunduğu konum tatmin etmiyor. Daha iyi olmak için çabalamaya devam etmek istiyor. Babası da oğlunun çizdiği yoldan gidiyor ve sürekli olarak kolej koçlarının oyuncuları kendi okulunu seçmeye ikna etmek için ona söylediği güzel şeyleri yüzlerce çocuğa söylediğini hatırlatıyor. “Bu daha hiçbir şey. Başkalarının sözüne arkanı yaslama.”

Bunları oğlunun başarılarını gölgelemek için söylemiyor. Tam aksine oğluyla gurur duyuyor, onun için çok heyecanlı ve mutlu. Andrej diğer odada kolej koçlarıyla konuşurken sık sık duygulanıyor. Andrej’in onun bu kısmını görmesini istemiyor. Eğer işler iyi gitmezse oğlunun hayal kırıklığına uğramasını istemiyor. Çocuğu için herhangi bir garanti olduğunu düşünmüyor.

Yine de Peja, Andrej’in kendisinin hiçbir zaman yapmaya imkan bulamadığı koleje gitme şansına sahip olmasından dolayı çok mutlu.

Andrej ve Peja, antrenmanları sırasında tıpkı evde olduğu gibi Yunanca konuşuyor. Peja zaman zaman eleştirisel yaklaşabiliyor. Andrej’in boş şutlarının %90’ında isabet bulması gerektiğini düşünüyor. “Eğer bunu yapamazsan şutör değilsindir.” diyor Peja.

Andrej’in üst üste 10 üçlük atamayıp antrenmanı tamamlayamadığı o gün, Peja topu alıp başarmıştı bu görevi. “Gördün mü? O kadar da zor değil.” dedi kariyeri boyunca yayın gerisinden %40 ile isabet bulan ve Üçlük Yarışmasını iki kez kazanan Peja. “Bunu yapabiliyor olman lazım. Bana bak, Polo giyiyorum şu an.”

Peja, oğlunun bunu kalpten istediğini görmese onu buna zorlamazdı. Başlangıçta sürece dahil olma konusunda da tereddütler yaşamıştı. Lisedeki koçlarına Andrej’in omuzlarına yük eklemek istemediğini söylemişti. Hala aynı şekilde düşünüyor ancak Andrej’in basketbola olan sevgisini gördüğü andan itibaren Peja, oğlunun hayallerini gerçekleştirebilmesi için elinden gelen her şeyi yapmaya başladı.

Peja, oğluna çalışmanın kimin başardığını belirlediğini anlatmak istiyor. Sık sık basketbolla okulu birbirine benzetiyor, çalıştığı bir sınava girerken gergin olmayacağını hatırlatıyor.

Peja, oğlunu daha iyi olmaya itmek ile ona boşluklar tanımak arasındaki hassas dengeyi çok iyi kuruyor. Oğlunun yanında oluyor ancak kenardan izliyor. Tavsiyeler veriyor ancak oğlunun kendi karar vermesini istiyor. Bunun ne Peja ne de Andrej için belli bir tarifi yok. Peja’nın babası da basketbolcuydu. Peja, yaşamını basketboldan kazanmayı beklemiyordu. Sadece işler o yönde ilerledi.

Peja, kendi çocukluğunun ne kadar farklı olduğunu düşünmeden edemiyor. “Benim yaşadıklarımı umarım kimse tecrübe etmez.” diyor Peja.

Andrej, babası hakkında bazı hikayeler biliyor ancak 1991’de Yugoslav Savaşı’nın patlak vermesi sonucu evinden kaçmak zorunda kalan bir gencin hissettiklerini anlaması imkansız.

Peja’nın ailesi evini, işini, neredeyse sahip olduğu her şeyi kaybetmişti. Hayat, Peja ve ailesinin mülteci olarak yerleştiği Belgrad’da da çok kolay olmamıştı. Ebeveynleri Peja ve erkek kardeşinin iyi olduğundan emin olmak için sürekli çalışan insanlardı. Basketbol, Peja’nın kaçış noktası olmuştu: “Ailemin yaşadığı problemlerden, trajediden etkilenen diğer tüm ailelerin yaşadıklarından zihnimi uzaklaştırıyordu.”

Çok çalışmıştı. Kendi babası da çalıştığından emin olmak istiyordu. Genç Peja’yı parkeye götürür ve eve gelene kadar 1.000 şutta isabet bulmasını söylerdi. Peja, kendisinden büyük oyuncuların arasında parlayabiliyordu. 15 yaşında profesyonel basketbola başladı. Peja, Yunanistan’daki NBA yetenek avcılarının önünde oynarken hissetmişti baskıyı. Andrej’e sık sık bundan da bahsediyor: Başarısında şansın ne kadar önemli olduğundan. Evet, çalışma etiği önemliydi, performans ve sahaya yansıttıkların da.

Ancak işin bir kısmı da rastlantılar üzerineydi, hep de öyle olacak.

Peja, oğlunun üzerinde oluşan bu ilgiyi olgunlukla karşılamasından çok etkileniyor. Peja, zaman zaman kendi söylediği şeyler bile çok açık olsa da eleştiriyi karşılamanın ne denli zor olduğunu biliyor. Onun dürüstlüğü sevgisinden geliyor. “Ben de bir zamanlar gençtim ve çok zordu. Yapılan kötü eleştirilere kulak vermek çok zor ancak kabullenip değiştirmeye çalıştığında senin en büyük yardımcın oluyorlar.”

Andrej başlangıçta babasının yaklaşımını anlayamamıştı. Neden babasının aynı sıkıcı antrenmanları tekrar tekrar yaptırdığını idrak edememişti. Pull-up şutlar, catch and shoot üçlükler… Tekrar tekrar…

Bazen antrenmanlar öylesine gergin geçiyordu ki ikili, dönüş yolunda konuşmuyordu. Yine de günün ilerleyen saatlerinde her şey normale dönüyordu. Andrej şimdi babasının bunları neden yaptığını anlıyor. Maçlarda o antrenmanların nasıl işe yaradığını fark ediyor. Zaman zaman karşı karşıya gelseler de iş etiğinin ne denli geliştiğinin farkında. “Baba-oğuk ilişkisi her zaman mükemmel değildir.” diyor Peja.

Bazen Peja, oğlunun kulak asmadığını düşünüyor. Bazen Andrej, babasının hiç empati yapmadığını düşünüyor. Andrej bazen babasının maçı uzaklardan izlerken güzel bir hareket yaptığında U’u’ya telefondan olayı anlattığını bilmiyor. Sonra da Alexandra’yı arıyor tabii: “Aman Tanrım. Harika oynuyor!” diyor Peja, sesindeki heyecan hissedilirken.

Bazen Andrej, yaptığı güzel bir hareketin ardından gülerek babasına bakıyor “Bunu gördün değil mi?” der gibi.

Tabii ki görüyor Peja. Her şeyin farkında. Onu asıl gururlandıran şey ise basketbolla, burs teklifleriyle alakalı değil. Andrej’in yaşıtlarına gösterdiği kibarlık, takım arkadaşlarına ve koçlarına duyduğu saygı… Bazen Peja, oğluna birkaç adım yaklaşarak insanlara nasıl yaklaştığına dair ipuçları toplamaya çalışıyor. Gördüğü şey ise oğlunun değiştiği, büyüdüğü oluyor.

“Hayatını yavaş yavaş kontrolü altına alıyor.” diyor Peja.

Beraber geçirdikleri bu zamanları ise lütuf olarak görüyor. Kings ile tam da zamanında yollarını ayırdığını düşünüyor. Andrej’e ve diğer iki çocuğu Mila ve Maksimo’ya daha fazla vakit ayırabiliyor böylece. 16 yaşındaki Mila voleybol oynarken 11 yaşındaki Maksimo, babasının izini takip ederek basketbol oynuyor.

“Ebeveynlerin çocuklarına kolej öncesi zaman ayırabilmelerinin çok kritik olduğunu düşünüyorum. Katabileceğimiz her şeyi katmak için son şanslarımız bunlar.” diyor Peja. 

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!