by Jonathan Abrams / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 30 Nisan 2014 tarihinde Grantland‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Doc Rivers, Jermaine O’Neal’ı değerlendirirken hem övgü hem de iğneleme kullanıyordu. Los Angeles Clippers ile Golden State Warriors arasında oynanacak ilk tur eşleşmesinden hemen önce Rivers, Boston tarihinin yakın geçmişini dikkate aldı.
“J.O. ile imzalamadan bir yıl önceki seriyi hatırlıyor musunuz bilmiyorum. Miami’deydi ve playoffta onlarla karşılaştık.” diyor Rivers. “Kötü bir seri geçirdi. Sayı attığını hatırlamıyorum. Bize geldiğinde de dizinden problemler yaşıyordu. Başlangıçta ondan istediklerimizi yapıyordu ancak sonrasında daha fazla sayı atmayı istedi. İnsan doğasında var bu. Sonrasında yanlış hatırlamıyorsam Kobe ile Almanya’ya gitti ve şimdilerde çok daha iyi hissediyor.”
“Warriors‘ta inanılmaz bir performans sergilemişti.” diye devam etti sözlerine Rivers. “İlk maçın en önemli isimlerinden biri o olmuştu.”
Bundan kısa bir süre sonra maçın ikinci çeyreğinde birbirleriyle tartışan O’Neal ve Rivers, teknik faulle cezalandırıldı. “Bu ligde zaaflarınız ortaya çıkarılmak isteniyor.” diyor O’Neal. “Bazı zamanlar gelecek ve kendi oyununuzu oynamak isteyeceksiniz. Evet, Doc’ın takımında çalıştım ve kişisel olarak onu tanıyorum fakat o an ikimiz de gergindik ve bazı şeyler söylendi. Önünüze bakmalısınız.”
Buz makinesini artık taşımalarına gerek yoktu. Jermaine O’Neal onu sürekli kullanırdı. Yatak odasında komidinin hemen yanında bir mobilyaymışçasına dururdu makine. O’Neal ciddiyetle ayakları makinedeyken saatlerce otururdu. Hayatının neredeyse yarısı NBA’de geçmişti. Genç bir yıldız da oldu, bir takımın yıldızı da. Ligin dayanak isimlerinden biri de oldu, kötü adamlarından biri de. Boston’a dört sene önce katılmıştı ve boyalı alanda takıma güç katması bekleniyordu. Bunun yerine kariyeri şan ve şöhretten uzak şekilde, o makinenin kısık sesli vızıltısı eşliğinde bitiyordu. O’Neal sürekli ameliyat oluyor, doktorlara danışıyordu. Belki de kariyerini bitirme vakti gelmişti.
“Boston’da geçirdiğim iki yıl benim için çok zordu. Sadece fiziksel olarak pilimin bittiğini hissetiğimden dolayı değil, mental olarak da çöküyordum.” diyor O’Neal. “Hayatımda ilk kez o zaman bir şeylerin koptuğunu hissettim.”
O’Neal’ın kızı Asjia, babasının geçirdiği kötü günlerde gider ve yanına otururdu. Babası o buz makinesinde bacağını dinlendirirken o da babasını rahatlatmaya çalışır, motive edici konuşmalar yapardı. “Benimle birlikte büyüdü.” diyor O’Neal. “En iyi arkadaşım gibiydi ancak aynı zamanda onu büyütmeye çalışıyordum. Ne zaman kötü hissetsem yanımdaydı. Kızımın yanıma oturup beni izlemesinin ifade ettiklerini size anlatamam. Ona başarılı olmak için neler yapmak gerektiğini öğretmek üzerine çok kafa yorduğum bir konuydu.”
35 yaşındaki O’Neal pes etmedi. Boston dönemi bitti, iki yıl geçti ve şu anda Warriors’ta forma giyiyor. Normal sezonun sonlarına doğru Andrew Bogut sakatlandı ve dönüş tarihi belirtilmedi. O günden beri birçok insanın tahmininden çok daha fazla süre alıyor.
“Bir parçam her zaman insanları haksız çıkarmak istiyordu.” diyor O’Neal. “Artık bu değişti. Olay insanları haksız çıkarmak değil. Aynaya bakıp yapamayacağımın söylendiği şeyleri yapabileceğimden emin olmak olay.”
Warriors, Clippers‘a karşı ilk turda kaybetmiş olabilir fakat O’Neal, Blake Griffin ve DeAndre Jordan’a karşı belli zamanlarda üstünlük kurmayı başardı. O’Neal, 1996 yılında NBA’e girdiğinde onlar henüz çocuktu. “Ben iyi, kötü, çirkin her şeyi tecrübe etmiş bir oyuncuyum.” diyor O’Neal.
Jermaine O’Neal, babasını sadece bir kez gördü. George Glymph’in Güney Carolina’daki ünlü basketbol programındaki en iyi oyuncu olma yolundaydı. O’Neal’ın babasına karşı büyük bir siniri vardı ve bazen bu siniri saklayamıyordu. O’Neal’ın kardeşi Clifford ve Glymph, onun bu öfkesini basketbola yoğunlaştırmasında yardımcı oldu. Aynı zamanda annesi Angela, aileye destek olmak için aynı anda iki işte çalışıyordu.
O’Neal başlangıçta Amerikan futboluna daha çok ilgi duyuyordu ancak bir yaz kampı onun basketbola yavaş yavaş ısınmasını sağladı.
“Sakız çiğnerken aynı anda yürümeyi bile beceremiyordum. Koordinasyonum yoktu diyebilirim.” diyor O’Neal.
Fakat özgüveni yerindeydi. Bir gün “Hey, Glymph. Tanıdığın en iyi oyuncu ben olacağım.” demişti. Glymph’in halihazırda birçok eyalet şampiyonluğu bulunuyordu, var olmayan yetenekleri hakkında konuşan bir Amerikan futbolu lise takımı oyuncusunun sözlerini dikkate alması gerekmiyordu. “Küstah biri olduğunu düşünmüştüm.” diyor Glymph. “Evlat, ilk olarak benim adım Koç Glymph veya Bay Glymph. Eğer bana bu şekilde hitap etmeyeceksen hiç etme’ demiştim ona.”
O’Neal 1.93 boyunda bir perimetre oyuncusu olarak başladı ve oyunu zamanla gelişti. “Eylül ayındaydık o zamanlar.” diyor Glymph. “Ocak ayına geldiğimizde 2.05 olmuştu boyu. Bir anda uzamıştı. Kanat pozisyonunda oynamayı biliyordu ancak şimdi boyalı alanda da etkili olabiliyordu. Gelişiminde bu çok önemli rol oynadı.”
O’Neal’ın orada geçirdiği vakitte Eau Claire, üç kez eyalet şampiyonu oldu ve O’Neal, Güney Karolina da “Mr. Basketball” unvanını aldı. Bundan kısa bir süre sonra babası, oğluyla iletişime geçmek istedi fakat O’Neal bu teklifi reddetti.
O’Neal’ın maçlarında tribünlerde kolej koçları doluyordu. NBA çalışanları da bir süre sonra onların arasına katıldı. Bir yıl önce Güney Karolina’da Kevin Garnett, liseden NBA’e geçmişti ve O’Neal de koleje gitme konusunda sıkıntılar yaşıyordu. Annesi ve ligde zorlanabileceğini düşünen Glymph’in ters söylemlerine rağmen O’Neal, iki lise oyuncusunun daha bulunduğu draft sınıfına katılmayı tercih etti: Kobe Bryant ve Taj McDavid.
Hornets‘in genel menajeri Bob Bass, O’Neal’ın drafta katılma kararını eleştirmişti. “Benim hakkımda çok acımasız bir makale yazmıştı.” diyor O’Neal. “Daha önceden hiçbir tanışıklığımız yoktu. Hiç maçımı izlemeye gelmemişti ve sanki beni kişisel olarak tanıyormuş gibi konuşuyordu. Annem bu duruma çok üzülmüştü. Ona ‘Anne, endişelenme. Ben halledeceğim’ demiştim.”
O sezon Portland 17. sıradan seçiyordu. Bir sene önce takımın genel menajeri Bob Whitsitt, Garnett’i seçmek draftta yükselmeye çalışmış ancak başarısız olmuştu. O zamanlar liseden oyuncuların NBA’e gelmesi henüz yeni yeni başlıyordu. Bu yüzden de çoğu yönetici, yüksek potansiyelli lise oyuncularını seçme konusunda tereddütlü oluyordu.
Fakat Whitsitt bu konuda tecrübeliydi. 1989 yılında birçok takım Shawn Kemp’i pas geçerken o seçmişti. O zamanlar Seattle’da olan Whitsitt, 17. sıradan tereddütsüz şekilde seçmişti Kemp’i. Başarılı bir tercih olduğu da ortada.
Whitsitt benzer şeyleri O’Neal’da da gördü. Uzun bir süredir playoffun ilk turunda takılı kalan yaşlı çekirdeği bozup yeni enerjileri takıma katmayı görev edinmişti. Whitsitt bu konuda çok fazla zaman harcamadı. Isaiah Rider ve Rasheed Wallace’ı takasladı, Kenny Anderson ile imzaladı. Draftta da O’Neal’ı seçti ve onu Wallace ile veteran pivot Arvydas Sabonis’in arkasında geliştirmeyi hedefliyordu.
“Onu draft ettiğimizde Portland’da kimse daha önce adını duymamıştı.” diyor Whitsitt. “Bu çocuğun gelip yıldız olacağına dair beklenti sıfırdı. Gelişmesi ve büyümesi daha kolaydı. O, üniversite yıllarını bizde geçirmiş gibi oldu resmen.”
Güney Karolina’dan Oregon’a olan yolculuk, tıpkı liseden NBA’e olan yolculuk gibi sarsıcı olmuştu. “35 yaşında biri için bu, büyük bir değişim olurdu. Ülkenin bir tarafından bir tarafına taşınıyorsunuz resmen.”
O’Neal daha yeni milyoner olmuştu ve Portland’daki ilk haftalarını kardeşi ile kuzeni Levar ile beraber bir otel odasında geçirdi. Yeni takım arkadaşları arasında utangaç tavırları oluyordu. NBA tarihinde oynamış en genç oyuncu unvanını aldı.
Yine de çok az süre alıyordu ve alışma süreci, özgüvenini zedelemişti. Takımın koçu P.J. Carlesimo, O’Neal’a terapiste gitmesini önerdi. O’Neal çaylak senesindeki ilk 17 maçı dizindeki sakatlıktan dolayı kaçırdı. Sonrasında da çoğu maçın önemsiz anlarında görev aldı ve 45 maça çıktı. “En iyi oyuncu olduğum bir ortamdan kendi pozisyonumdaki en iyi dördüncü oyuncu olduğum bir ortama girdim. Bu, beni mütevazıleştirdi.” diyor O’Neal. “O dört yıl, hayatımın en zor dört yılıydı.”
O yıllar boyunca Trail Blazers ve O’Neal birlikte büyüdü. Whitsitt eklemelere devam ediyordu. 1997 yılında Brian Grant’in eklenmesiyle O’Neal, rotasyonda daha da geriye düşmüştü. “Birçok veteran ve genç oyuncu vardı ve herkes çok yetenekliydi.” diyor 1999’da Trail Blazers‘a katılan NBA TV analizcisi Steve Smith.
Fakat organizasyonun dışındaki insanlar O’Neal’ın gelişimini fark edemiyordu. Çok az süre alıyordu. Kobe Bryant’ın performansı arttıkça O’Neal, kolejde oynamanın NBA’de önemli olduğunu savunanlar için argüman olmaya başlamıştı. Trail Blazers 1999 yılında Batı Konferansı Finali’ne çıktı ancak O’Neal, çok az rol alıyordu.
Bu zamanları O’Neal, alışma süreci olarak kullandı. Whitsitt 1997 yılında Glymph’i işe aldı. Glymph, geçiş dönemine yardımcı olmak için oradaydı. Takımın veteranları O’Neal’a sahip çıktı. Deplasmanlarda onu yemeğe götürdüler, otel odasında onunla oyunlar oynadılar… O’Neal, neyi örnek alması gerektiğini biliyordu. Sırtı dönük oyunda çok yetenekli Wallace ve Sabonis’i izliyordu sürekli. Kenny Anderson’dan da saha dışında parasını nasıl yönetmesi gerektiğine dair tavsiyeler alıyordu.
“Portland gibi mükemmel bir yere, Trail Blazers gibi benim için hazırlanmış mükemmel bir organizasyona gittim.” diyor O’Neal. “İnsanların şunu anlamasını istiyorum: 17 yaşında liseden draft edilen ve hayatı kendi kendine öğrenmek zorunda kalan bir genci draft etmekten bahsediyorum. Bence takımların bugünlerde oyuncular hakkında yaptığı en büyük hata bu. Dört yıl boyunca okula gitmiş olman umrumda değil. Dünya üzerinde hiçbir üniversite, NBA’in kattıklarını katamaz.”
O’Neal’ın gerçekten büyümesi, çocuğunun olmasıyla gerçekleşti. Mesha Roper ile Portland State Üniversitesi’nde öğrencilik yaptığı sıralarda Adidas’ın genel merkezinde tanışmıştı. İkili görüşmeye başladı ve çok süre geçmeden O’Neal, daha önce annesine de sööz verdiği konuyu Roper’a açtı: Genç bir baba olmak istiyordu. NBA’e erken girişi sonrası yeterince hazır olmadığının farkındaydı ancak ebeveynliğe her şeyini vermeye hazırdı. “Olabileceğim en iyi baba olacağımı biliyordum.” diyor O’Neal. “Babama karşı hissettiğim sinirin ve acının gitmesinin en iyi yolunun bu olacağını düşündüm. O yanımda değildi. Bana destek olacak kadar önem vermiyordu. Bir çocuğun görmesi gereken muameleyi göstermiyordu.” Asjia O’Neal, 1999’da dünyaya geldi.
O’Neal Portland’da acemiliğini üzerinden atmıştı ancak hala önündeki oyuncuları yerinden edemiyordu. Portland 2000 yılında bir kez daha Batı Konferansı Finalleri’ne ulaştı ancak Lakers‘a mağlup oldu. Bu yüzden de Whitsitt, takımı şampiyonluğa ulaştırmak için büyük bir hamle yapmaya karar verdi. “Kimyanın sporda ne kadar uyumlu olduğunu çoğu insan anlamıyor.” diyor Smith. “Kimyamız mükemmeldi. Los Angeles Lakers‘a kaybettik ve yönetim işleri daha iyi hale getirmek istedi fakat öyle sonuçlanmadı.”
Whitsitt, O’Neal ve Hoe Kleine’ı Indiana’ya yollayarak All-Star oyuncu Dale Davis’i kadroya kattı. “Onu Indiana’ya takasladığımızda oynamaya hazırdı.” diyor Whitsitt. “Koçumuz ise genç oyuncuları oynatmayı tercih etmiyordu, ben de Jermaine ile bağ kurmuştum. Eğer bir oyuncuyu geliştirmek için çok zaman harcadıysanız ancak oynatmıyorsanız bu durum ne oyuncuya ne de takıma yarar. Sonuna kadar gitmek istiyorduk ve koçumuz onu oynatmak istemiyordu. Biz de onu her akşam süre alabileceği Indiana’ya yollayarak takımımıza veteran bir oyuncu kattık.”
Whitsitt ayrıca Kemp’i de takıma kattı ancak eski gözdesinin oyunu körelmeye başlamıştı. Takımın koçu Dunleavy, iki hamleye de karşı olduğunu söylüyor.
“O’Neal’ın yeterince oynayamadığını, menajerin mutsuz olduğunu, takas yapmamız gerektiğini söylüyorlardı.” diyor Dunleavy. “Ben de ‘Neden mutsuz anlıyorum. Genç bir çocuk o ancak bundan iki yıl sonra Sabonis emekli olacak. Jermaine her gece 40 dakika süre alacak’ dedim. Yine de takası yaptılar. Brian Grant ve Jermaine’i verip Dale Davis ve Shawn Kemp’i aldık. Kemp’in çok kilo fazlası vardı ve 125 milyon dolarlık bir kontratı bulunuyordu. İnanamamıştım.”
Tıpkı Portland gibi Indiana’da şampiyonluğa bir parça uzaklıkta olduğunu hissediyordu. Pacers, veteranlar ve genç oyuncuların bir karışımıydı ve 2000 finalllerinde Lakers’a kaybetmişlerdi. Indiana yönetici Donnie Walsh, o seneki Portland-Indiana maçından önce O’Neal’ın antrenmanlarını yakından izlediğini hatırlıyor. “Neler yapabildiğini gördüm.” diyor Walsh. “İçeriden de dışarıdan da oynayabiliyordu. Etkilenmiştim. Ayrıca fiziği ve atletizmi de vardı.” Walsh ve Indiana’nın çaylak koçu Isiah Thomas, az süre bulan O’Neal riskini almaya karar verdi.
Kariyerinde ilk defa O’Neal, takımın en genç oyuncusu olmaktan çok uzaktaydı. Indiana drafttan Al Harrington ve Jonathan Bender gibi lise oyuncularını seçmiş; Reggie Miller, Rik Smits ve Travis Best gibi veteranlarla bir araya getirmişti. “Onu aldığımızda her şeye daha yeni başlıyordu.” diyor O’Neal’ın Clippers’a karşı oynadığı seride TNT’de yorumculuk yapan Miller. “Hücumu yavaş yavaş gelişiyordu, savunma kısmında ise çok daha iyiydi.”
Thomas, O’Neal’ı Eau Claire günlerinden beri takip ediyordu. O’Neal’a bir şans vermeyi, öğretmenin sıkıntılı bir öğrencide potansiyel görmesine benzetiyordu. Indiana’da evleri birbirine çok yakındı ve O’Neal, Thomas’ın evinde çok fazla vakit geçirdi. “Bendeki yetenekleri gören muhteşem eğitmenlerim olduğu için çok şanslıyım. Onların söylediklerinden kendime bir şeyler katarak diğer insanlardaki güzellikleri görmeye başlayabildiğim için de çok şanslıyım.” diyor Thomas.
O’Neal’ın dakikaları Indiana’da 12.3’ten 32.6’ya yükseldi. 80 maçta ilk beş başladı ve 12.9 sayı – 9.8 ribaund ortalamaları tutturdu. Toplam blok sayısında ise 228 blokla lig lideriydi.
O’Neal, yaşanan trajediden sonra bile iyi performans göstermeye devam etti. 2003 yılında üvey babası Abraham Kennedy kendini vurduğunda olay yerine ilk gelen isim oydu. Zor zamanlardı ancak Thomas’ın söylediğine göre O’Neal, bunlarla başa çıkabilirdi.
“Onunla bir kere oturup konuştuğunuzda zekasını fark ediyorsunuz.” diyor Thomas. “Genç yaşta üstlendiği sorumluluk… Büyüyebileceğinden emindim. Büyüdü de.”
Indiana’dayken O’Neal, ligin önde gelen uzunlarından biri haline geldi. Nadir bulunan bir stili vardı. Atletizmini oyun zekasıyla harmanlıyordu. 2003-04 sezonunda O’Neal, Kevin Garnett ve Tim Duncan’ın arkasından MVP oylamasını üçüncü sırada tamamladı.
O’Neal, 2003’ün yazında Pacers ile yedi yıl – 126 milyon dolarlık bir kontrat imzaladı ve San Antonio’ya gidip Tim Duncan ile beraber oynama ihtimalini seçmedi. Walsh, onun etrafına Ron Artest ve Stephen Jackson gibi atletik ve başarıya aç oyuncular getirdi. Takımın başına Rick Carlisle geldi ve Pacers, 2003’te Doğu Konferansı Finalleri’nde Detroit’e kaybettikten sonra gelişiyordu.
19 Kasım 2004 tarihi, “Malice at the Palace”ta yer alan herkes için NBA tarihinin en kara gecelerinden biri haline geldi. Pacers ve Indiana arasında gergin bir rekabet vardı. Eğer Artest’in tribünlere çıkıp kavga ettiği görüntülerden daha akılda kalan bir sahne varsa o da O’Neal’ın sahaya giren bir taraftara sert bir yumruk atmaya hazırlanırken kaymasıydı.
O’Neal başlangıçta 25 maç ceza aldı ancak sonra mahkemede bu ceza 10 maç azaltıldı.
“İnsanlar bana sürekli o kavga esnasında yaptıklarımdan pişman olup olmadığımı soruyor.” diyor O’Neal. “Hayır, çünkü o an durumun basketbolla hiçbir ilgisi yoktu. Olay hayatta kalmaktı. Bunu kanıtlamak için işi mahkemeye götürdüm ve kazandım.”
Fakat yine de o zamanlar beş yaşında olan Asjia’ya karşı açıklama yapmak zorundaydı.
O’Neal, kızıyla bu olayı hemen paylaşmadı. Kızı konuyu açtığında ise babasını rahatlattı, sadece bir yumruk attığını söyledi.
Pacers kadrosu, kavganın ardından yavaş yavaş koptu. O zamanlar kariyerinin en iyi dönemlerini geçiren Artest, 86 maç ceza almıştı. O’Neal geri döndüğü ilk 15 maçta 29.6 sayı – 9.6 ribaundluk performansıyla değişiklik yarattı ve Indiana şehri ile iyice bağ kurdu.
Fakat Pacers 2004-05 sezonunu 44 galibiyet – 38 mağlubiyet ile bitirdi ve playoffta bir kez daha Detroit’e kaybetti. Ondan sonraki üç sezon O’Neal sakatlıklardan kurtulamadı. 2007-08 sezonunda bir sene önce ameliyat olduğu dizinden sakatlanarak 40 maç kaçırdı. Indiana halkının takıma duyduğu heyecan da yerini ilgisizliğe bırakıyordu. Bir zamanlar O’Neal, kariyerini Indiana’da bitirmeyi düşünüyordu. Orası evi gibiydi, kariyerini orada şekillendirmişti ve takımda altı kez All-Star seçilmişti.
Fakat kontratının bitmesine bir yıl kala O’Neal’ın ayrılık vakti de yaklaşıyordu.
Indiana, 2008 yazında O’Neal’ı Nathan Jawai’ye dönüşecek bir draft hakkı, T.J. Ford, Maceo Baston, Rasho Nesterovic ve birinci tur seçimi Roy Hibbert karşılığında Raptors‘a takasladı. O’Neal, Toronto’daki ilk sezonunda 13.5 sayı ortalaması tutturdu ancak bir takımın yüzü olma günleri onun için geride kalmıştı. Toronto, O’Neal’ı yıldız olma yolundaki oyuncuları Chris Bosh’a destek olması için getirmişti. O’Neal, bir süper yıldızdan veteran bir rol oyuncusuna geçiş sürecini ustalıkla yaptı.
Raptors, 2009’un şubat ayında O’Neal’ı Miami’ye takasladı. 32 yaşındayken O’Neal, Boston ile imzaladı. Geçen seneye kadar O’Neal, Las Vegas’ta Paul Pierce’a yakın oturuyordu. İmzalamadan önce 2008’de bir arkadaşıyla çıktığı yemekte ettiği sohbeti hatırladı. Pierce’ın 2008 şampiyonluğundan sonra değiştiğini, negatifliklerini üstünden atabildiğini konuşmuşlardı. Pierce da NBA’de her şeyi tecrübe etmişti: Ağır mağlubiyet serileri, bireysel saldırılar, en büyük sahnede gelen başarısızlıklar… Fakat şampiyonluk, beraberinde konforu da getirmişti.
O’Neal bunu istiyordu.
Fakat Boston’daki iki senesinde sadece 49 maçta forma giydi. Sol bileğinden ameliyat oldu. Dizleri tendon iltihabından şişmişti. O buz makinesiyle arkadaş olmuştu. Takımın olmasını beklediği Jermaine O’Neal ile alakası yoktu.
“Bence başınıza gelen her şeyin bir sebebi oluyor.” diyor O’Neal. “Boston’da geçirdiğim zamanlar kızım içinde tamamen. Çünkü o, babasının yenik düştüğünü görmüştü. Yaşadıklarından dolayı mental olarak çöktüğünü görmüştü. Babasının tekrar tekrar yere düştüğünü ancak yavaş ve emin şekilde ayağa kalktığını, sonra tekrardan yere düştüğünü görmüştü.”
2011-12 sezonunun bitimiyle birlikte önemli bir telefon aldı. Arayan kişi Kobe Bryant’tı. Ona 2011’de kendi dizlerini güçlendiren bir tedavi yöntemi önerdi. O’Neal kaybedecek bir şeyi olmadığını düşündü. Eğer işe yaramazsa, yaramazdı. Operasyon için Almanya’ya gitti.
“İlk günden sonra farkı hissettim.” diyor O’Neal. “İnsanlar buna kendini inandırdığını düşünüyor. Gerçekten öyle değildi. Üçüncü gün kendime geldiğimi hissettim. Eve döndüğümde birden beş yıldır yapamadığım hareketleri yapabilmeye başladım.”
Boston’da geçirdiği zamanlar O’Neal için kariyerinin en zor dönemleriydi. O’Neal, fırsat verilirse yine her şeyi aynı yapacağını söylüyor. Nedeni de şu:
O’Neal, Asjia’da kalp hırıltısı olduğunu biliyordu. Kendisinde de vardı. Aile, düzenli olarak doktor kontrolüne gidiyordu. Bir kontrol sırasında Asjia’nın kalbindeki kapakçıklarda küçük bir sızıntı olduğu tespit edildi. Doktorlar O’Neal’a dikkat edeceklerini ancak bu durumun kısa vadede bir tehdit yaratmadığını söylediler. O’Neal ve Mesha, Asjia’nın Boston’da kontrollere gitmesini istedi.
Bu sıkıntının ilk tespit edilenden çok daha ciddi olduğunu öğrendiklerinde şok olmuşlardı. Kızları artık bir ameliyata ihtiyaç duyuyordu.
Geçtiğimiz sezon O’Neal, düşük beklentilerle Phoenix’te oynadı. Kariyeri toparlanmaya başlamıştı. Takımı için ciddi katkı veriyordu. “Geçen yıl Phoenix’te işleri tersine çevirdiğini gördüm.” diyor Rivers. “Bizdeyken yapamadığı şeyleri yapabiliyordu.” Fakat yeniden doğuşa rağmen O’Neal, mart ayında Massachusetts’teki hastanede kızının yanında olmak için takımdan ayrıldı.
“Bir babanın yaşayabileceği en zor şeylerden biri bu.” diyor O’Neal. “Onun benim yaşadıklarımı görmesi bence yardımcı oldu. Ben de bir sürü ameliyat ve sakatlık yaşadım, saatlerce hareket etmeden kanepede oturdum, konuşmakta zorlandım ancak olabileceğim en iyi baba olmaya, olabileceğim en iyi eş olmaya çalıştım. Dünya üzerime çöküyormuş gibi hissetsem de bence bu yaşadıklarımız ona yardımcı oldu.”
O’Neal sürekli kızının yanında oluyor, onunla konuşuyordu. Asjia gözlerini açtı ve babasını baktı. “Dinle Asjia,” demişti O’Neal. “Yataktan kalkman gerekecek. Kendini zorlamalısın.”
Elleri ve ayakları hareket etmeye başladı. “Ne kadar hareket edersen buradan o kadar kısa sürede çıkacağız.” dedi O’Neal. “Kalkmalı ve hareket etmelisin.” Her geçen saat bir makine daha alınıyor, bir kablo daha sökülüyordu. O’Neal, yoğun bakım ünitesinin etrafında yürümesi için kızını cesaretlendirdi. Asjia ağlıyordu. Ayağa kalktı. Bir adım attı. Tekrar ağladı. “Geri dönmek ister misin?” diye sordu O’Neal. Hayır cevabını aldı. Biraz daha gözyaşı döktü. Birkaç adım daha attı.
“Üç gün içinde hastaneden çıktı.” diyor O’Neal. “Doktor, çocuk veya yetişkin fark etmeden bir insanın ilk defa bu kadar hızlı iyileşip hastaneden çıktığını gördüğünü söyledi.”
“Boston’a gidişimin basketbolla alakası olmadığını biliyordum.” diyor O’Neal. “Normal bir taraftar bu açıklamayı anlayabilir mi emin değilim ancak eğer bir baba, bir abi, bir amca veya o tarz bir şeyseniz dediklerimi tam olarak anlıyorsunuz bence.”
Telefonundaki resimleri baktı. Asjia’nın hastanedeyken cihazları bağlı haldeki fotoğraflarını çekmişti.
“Bu fotoğrafları bana ve ona yaşadıklarımızı hatırlatması için tutuyorum.” diyor O’Neal.
O’Neal geçtiğimiz yaz Warriors’a katıldı. Takıma savunmada katkı vermeyi, veteran bir ses olmayı ve yine şampiyonluk yapbozunun son parçası olmayı hedefliyordu. “Çok hayranlık duyduğum bir isim. Eğer bu seneden sonra emekli olacağını söylerse bu, kendi isteği sonucu olur.” demişti Warriors’ın koçu Mark Jackson. “Çünkü hala basketbolu oynayabildiğini, etki edebildiğini kanıtladı.”
O’Neal o sezon 44 maçta forma giydi, 7.9 sayı – 5.5 ribaund ortalamalarıyla mücadele etti. Sezon içinde dizinden sıkıntılar yaşadı ve sağ bileğinden ameliyat oldu.
Fakat kaçırdığı maçlar playoffta işe yaradı, Bogut’un yerine oynarken zinde bir O’Neal vardı. Warriors’taki genç takım arkadaşlarına kendisinin gençliğiyle konuşabilse vereceği tavsiyelerin aynılarını veriyor.
“Benim tek pişmanlığım bugün yapmam gereken bir şeyi yarına ertelemem oldu.” diyor O’Neal. “Gençken bazen Nike reklamları, kazandığınız paralar sizin aklınızı çelebiliyor… Aklınız bazen neyin önemli olduğu konusunda yanılabiliyor.
Dediklerimi açmak gerekirse: Basketbol her zaman önemliydi. Her maçı ciddiye alarak oynadım. Yazın ciddi şekilde antrenmanlarıma devam ettim. Kazanmak benim için tek önemli şeydi. Fakat zamanınızın geldiğinin de farkına varmalısınız. Takımıma da bunları söyledim. Bir sonraki sezon sağlıklı olacağınızın bir garantisi yok. Belki yeni bir koç gelecek ve tarzı sizle uyuşmayacak. Takas gerçekleşebilir, başka bir şey olabilir… Oyun ve iş çok değişti. Bu yüzden eğer özel bir şey yapma potansiyeliniz varsa her şeyi göze almalı ve sonuna kadar gitmelisiniz.”
Jackson, serinin üçüncü maçında ilk beşte O’Neal yerine Draymond Green’i kullandı. O’Neal, dördüncü maçta 10 dakika süre aldı ve beş sayı üretti fakat Warriors galip geldi. Eğer emekli olmayı seçerse O’Neal, gururla meşaleyi bir sonraki nesle teslim edecek. Jermaine Jr. da yedi yaşında ve yavaş yavaş basketbola ilgi duymaya başlıyor. Aynı zamanda Asjia da başka bir spora ilgi duyuyor. “Kızımın hayatımda çok etkisi var.” diyor O’Neal. “En büyük korkum ve kızım ve oğlumun benle gurur duymaması. Çocuklarıma başarıyı göstermek hayattaki tek amacım.”
Birkaç yaz önce baba-kız olarak Olimpiyatları izlediler ve voleybolda karar kıldılar. Asjia daha önce hiç oynamamıştı ancak eğlenceli görünüyordu bu spor. Kısa zamanda işi kaptı. Asjia şu anda sekizinci sınıfta ve şimdiden ülke genelindeki kolej koçlarından ilgi görüyor.
“Ben 15, 16 yaşlarındayken basketbol oynamaya başlıyordum ve yeterince iyi değildim.” diyor O’Neal. “Sonra gittikçe geliştim ve mektuplar da gelmeye başladı. Bir anda dikkate alınmaya başladım. Kızımın yaşadıklarıyla neredeyse aynı. Gittikçe gelişiyor. Yılın sonunda ülke genelindeki en iyi yedinci sınıf oyuncularından biriydi. Benim yaşadıklarımın aynısı resmen. Yine de onun kariyerinde liseden profesyonelliğe geçiş diye bir şey olmayacak tabi…”
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!