by Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Akıcı. Zarif. Yaratıcı. Durduralamaz. Eşsiz.
George Gervin, basketbol tarihinin gördüğü en özel oyunculardan biriydi.
Oyuna olan tutkusu, başarıya olan durdurulamaz açlığı ve doğal yeteneği onu savunmacılar için bir kabusa dönüştürmüştü.
Sahada ne zaman isterse skor üretebiliyormuş gibi bir hali olurdu. Soğukkanlıydı. Kendi döneminin skorerlerini domine etmiş, ismini altın harflerle tarihe yazdırmayı başarmıştı.
Atletti ve smaç basabiliyordu fakat çember her seferinde onun ellerini acıtıyordu. Savunmacıların blok tehditinden kurtulmak için yeni bir yönteme başvurmalıydı: Günümüzde neredeyse her oyuncunun sıkça kullandığı “fingerrol”.
Tabii ki bu estetik basket atış şeklini icat eden, ilk kullanan isim o değildi. Wilt Chamberlain, Julius Erving, Elgin Baylor gibi oyuncular halihazırda hücumda bu yönteme başvuruyordu.
Fakat George Gervin, estetik tarzıyla fingerroll‘u öylesine kombinlemişti ki günümüzde bile onla anıyoruz.
Konu hakkında kendisinin de “Fingerrol’un mucidi ben değilim, ben sadece bunu ünlü eden kişiyim.” sözlerini sarf ettiği bir açıklaması bulunuyor.
Bugün, NBA tarihinde kendine özel bir yer edinmiş George “the Iceman” Gervin’in hayatına ve kariyerine odaklanacağız.
Zorlu Geçen Çocukluk, NBA’e Giden Kıvrımlı Yol
Gervin’in NBA’e giden yolu normalin dışındaydı. Altı çocuklu bir ailede büyüyen Gervin, Detroit’te yoksulluk içinde bir çocukluk geçirdi. Erken yaşta babası aileyi terk etti ve annesi, altı çocuğu büyütebilmek için elinden gelen her şeyi yapmaya başladı.
“Nasıl yaptı asla bilmiyorum fakat çok güçlü bir kadın olması gerekiyordu.” diyor Gervin annesi için. “Dönüp baktığımda nasıl buralara gelebildik gerçekten bilmiyorum. Bir şekilde karnımızın tok olduğundan emin olmayı başarırdı.”
Ralph Simpson adında tanıdık bir komşuyla beraber basketbola küçük yaşta başlayan Gervin, “Ben de diğer tüm çocuklar gibi caddelerdeydim, farkı yaratan şey basketbola olan sevgim oldu.” diyor. “Öyle bir şehirde her gün savaş halinde yaşıyorsunuz. Bunu o zamanlar fark etmiyorsunuz, gün gün yaşamaya çalışıyorsunuz.”
Martin Luther King Lisesi’ne giden Gervin, ikinci senesindeyken basketbol takımının denemelerine katıldı. Takımın koçu başlangıçta 1.72 boyundaki bu çocuğu beğenmedi fakat yardımcısı Willie Meriweather, Gervin’i beğenmişti. Koçu ekstra bir oyuncu almaya ikna etti ve Gervin de takıma dahil olmuş oldu.
Meriweather ile Gervin’in ilişkisi lisedeyken ilerlemeye devam etti. “O, benim öğretmenimdi.” diyor Gervin Meriwetaher için. “Resmen bir baba gibiydi.”
Gervin aynı zamanda okulun temizlik görevlisi Bay Winters ile de sıkı bir arkadaşlık ilişkisi kurmuştu. Her gece Bay Winters, Gervin’in spor salonunda şut antrenmanı yapmasına izin verirdi – tek bir şartla: Gitmeden önce yerlere silecek…
“Yalnız kalmamı sağlıyordu. Orada saatlerce yalnız kaldım. Ben ve hayal gücümden başka kimse yoktu.” diyor Gervin. “Yapacak başka bir şeyim yoktu. Bir noktada şanslı bir çocuktum. Suç, gizem, uyuşturucu ya da herhangi bir çete işine ilgim yoktu. Önem verdiğim tek şey basketboldu.”
Spora böylesine kendini adayan neredeyse her çocukta görüldüğü gibi Gervin de derslerinde sıkıntı yaşamaya başladı. Notları o kadar kötüydü ki üçüncü senesinde maçların yarısını kaçırmak zorunda kaldı. Yardımına koşan yine Meriweather oldu.
Gervin’i yaz okuluna gitmeye ikna eden Meriweather, genç yıldıza çeki düzen vermişti adeta.
Gervin de son yılında kendini tamamen topladı, boyu da artık 1.93’tü. Okulunu eyalet turnuvasının çeyrek finallerine taşırken 31 sayı – 20 ribaund gibi astronomik ortalamalar tutturmuştu.
Her şey güzel gidiyordu fakat bir anlık kontrol kaybı, rayına oturmuş kariyere büyük bir darbe vuracaktı…
Indiana’da bir Division II turnuvasında Roanoke College ile karşılaşan Gervin, rakipteki Jay Piccola adındaki oyuncuya sert bir darbede bulundu. Daha önce hiçbir zaman sinirlenip bir oyuncuya vurmamıştı maç sırasında… Bu, resmen felaketti.
Sonuçları da felaket oldu. Gervin olaydan sonraki sezon için ceza aldı ve sonrasında takımdan kovuldu. Olimpiyatlar ve Pan Amerikan takımları için çağrıldığı denemelerin davetleri iptal oldu.
Gidecek neredeyse hiçbir yeri kalmamıştı. Elinde hala mükemmel bir basketbol yeteneği vardı ve bunu kullanmalıydı. Bu yüzden de Eastern Basketball Association adındaki o zamanlardaki küçük bir basketbol ligine katılmaya karar verdi.
Aylık 500 dolar kazanıyordu. Pontiac Chaparrals formasıyla 40 sayı ortalama tutturmuştu. Bir gün ülke genelindeki basketbol yeteneklerine aç olan ABA’den bir yetenek avcısı tribünlerdeydi ve Gervin 50 sayılık muhteşem bir performansa imza attı. Maçtan sonra Gervin’in artık yıllık 40.000 dolar kazandığı bir işi vardı.
1972-73 sezonunda Squires kadrosunda halihazırda muhteşem bir potansiyel olduğu belli olan ikinci yılındaki Julius Erving de vardı. Gervin, Virginia’ya sezon ortasında katıldı ve 14.1 sayı ortalaması tutturdu, Erving ise 31.9 sayıyla ligin sayı kralı olmuştu.
O günlerde Gervin’e sahadaki duruşunu yansıtan ve sokaklardan geldiğini temsil eden “the Iceman” lakabı da takılmıştı.
1973-74 sezonunda Gervin, kariyerinde ilk kez ABA All-Star maçında forma giydi. Aynı gün kontratı San Antonio Spurs‘e satıldı.
Kontrat detayları hallolduktan ve oynamaya başladıktan sonra Gervin, doğal yeteneğini sergilemeye devam etti. 23.4 sayı ortalaması tutturdu ve lig genelinde dördüncü sırada yer aldı. Sonraki iki yılda da All-Star seçilmeyi başardı.
Hatta 1975 ABA All-Star maçında bir maçlığına da olsa çocukluk arkadaşı Ralph Simpson ile takım arkadaşlığı yapma fırsatı geçmişti eline.
Gervin, neredeyse her şeyini kaybetmesine sebep olacak o tatsız olaydan sonra pes etmemiş ve bir şekilde kendini ülke genelindeki profesyonel basketbol liglerinde kanıtlamayı başarmıştı.