by Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Amerika Birleşik Devletleri topraklarındaki en gözde, sahne ışıklarının en çok parladığı spor amerikan futboludur. Yerel halk için pazar günleri televizyon karşısına geçip saatlerce amerikan futbolu izlemek geleneklerden biridir.
Amerika’daki kolej kültürüne de genel olarak NBA’den hakimiz. Neredeyse her sporda kolej ligleri bulunur, ülkenin en büyük potansiyelleri ülke çapındaki turnuvalarda kendini gösterir ve profesyonel liglere (NBA, NFL) draft yoluyla girme şansı elde eder.
Amerikan futbolu ise 32 takımdan oluştuğu, ayrı hücum-savunma 11’lerinin kullanıldığı bir spor olması sebebiyle resmen büyük bir istihdam ağı durumundadır. Her takımın kadrosu yaklaşık 50 kişiden oluşur ve sınırlı sayıda rol hariç diğer pozisyonların yapması gerekenler daha niş şeylerdir.
O sporda gerçekten bir yıldız, bir MVP, bir efsane olmak istiyorsanız oynamanız gereken mevki quarter back‘tir. Her takımın kalbi ve beynini quarter back’ler oluşturur. Kolejden büyük ses getirerek gelen bir quarter back’seniz, ülkenin yeni yıldızı olmanız için bütün gözler de sizin üstünüzdedir. Ayrıca her yıl amerikan futbolunda kolej seviyesinin en iyi oyuncusuna Heisman Trophy adında bir ödül verilir.
Bugün işleyeceğimiz hikaye için bilmeniz gerekenleri tamamladık, şimdi anlatmaya başlayabiliriz. Tarihte Heismen Trophy ödülüne layık görülmesine, kolej futbolunu domine etmesine rağmen kariyerini NFL yerine NBA’de şekillendirmeyi seçen tek kişiyi işleyeceğiz bugün…
Kolej futbolu efsanelerinden Charlie Ward, spor tarihinin en büyük “ya başka bir seçim yapsaydı?” sorularından birini sordurtuyor. Gelin bu İsviçre çakısı misali spora yatkın olan genç yıldızın kolej kariyerinden başlayarak kariyer yolculuğunu hep beraber inceleyelim.
İki Spor, İki Başarılı Kolej Kariyeri: Charlie Ward
Charlie Ward, 12 Ekim 1970 tarihinde Thomasville, Georgia’da dünyaya geldi. Thomas County Central Lisesi’ne giden Charlie, lisedeyken atletizm ve fizik olarak yaşıtlarının çok önündeydi. Yetenekleri onun göze çarpmasını sağlıyordu.
Üstüne üstelik bu yetenekler tek bir alan üzerinde değildi. Hem beyzbol hem amerikan futbolu hem de basketbola doğal bir yeteneği vardı Charlie’nin. Amerika’daki en gözde üç sporun bunlar olduğunu düşünürsek geleceği için sağlam adımlar atacağı belliydi. Sadece hangisine yoğunlaşması gerektiğini, hangisinde en başarılı olduğunu keşfetmesi gerekiyordu.
Lisedeyken birçok otoritenin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Nitekim son senesinde birçok kolej kendisine burs vermiş, bünyesine katmak istemişti.
Ward’ın seçimi Floride State Üniversitesi’nden yana oldu. Bu seçimin iki sebebi vardı: Ward hem amerikan futbolu takımında oynayabilecekti hem de üniversitenin basketbol takımının koçu kendisini oyun kurucu olarak oynatmak istiyordu. Ward, iki spordaki yeteneklerini de özgürce sergileyebilecek, daha sonrasında kendi yolunu çizmek için iki yönde de gelişme fırsatı bulacaktı.
Kolej futbolu, yukarıda bahsettiğimizin aksine Ward için parlak başlamadı. İlk senesinde takımda çok ama çok kısıtlı bir role sahip olan punter pozisyonunda görev almıştı. (Punter’lar, hücum takımı başarısız olduğunda topu rakip alana doğru diken ve rakibin daha ileriden başlamasını sağlayan oyuncular olarak karşımıza çıkıyor.)
Her degajı başına 37.1 yard ortalaması tutturmayı başaran Ward, ilk senesindeki bir oyuncuya göre bu alanda başarılı olmuştu.
Fakat eğer amerikan futbolunda bir yıldız olmak istiyorsa bunu yapabilmesi için ideal pozisyon asla ama asla punter olmak değildi. Neyse ki ikinci senesinde bu durum değişecekti.
Üniversitenin ikinci senesinin başlamasıyla birlikte Ward yine yukarıda bahsettiğimiz quarter back pozisyonuna geçmişti fakat ülke genelinde bir kolej yıldızı olmasına hala vakit vardı. Sene boyunca yedek quarter back olarak mücadele eden Ward, çok az oynama fırsatı buldu ve kendisini gösteremedi.
1992 yılı geldiğinde Ward, sonunda aradığı fırsatı bulmuştu. Takımın ana quarter back’i haline gelen Ward, 11 galibiyet – 1 mağlubiyet ile geçen sezonun mimarlarından biriydi. Ward’ın ayrıca kültürel olarak da bir ilki başardığını not düşmek gerekiyor: Yıldız oyuncu, Floride State formasıyla maçlara başlayan ilk Afrikalı-Amerikalı quarter back olmuştu.
Takımı Orange Bowl turnuvasına taşıyan Ward, final maçında Nebraska’ya karşı güzel bir performans sergiledi ve sezonun son maçında Florida’yı galibiyete, aynı zamanda şampiyonluğa taşıdı. Ward, harika performansıyla Heisman Trophy sıralamasında kendine altıncı sırada yer buldu.
Bir sonraki sezon ise onun imza sezonu olacaktı. Takımı 12 galibiyet – 1 mağlubiyete taşıyan Ward, bütün alanlarda oyununu geliştirmiş, ülke genelinde bir potansiyel olarak öne çıkmayı başarmıştı. Ayrıca takımı tarihinde ilk kez ulusal şampiyonaya taşımıştı.
Bir quarter back’ten istenen pas yeteneğinin yanında koşu becerileriyle de öne çıkan Ward, oyuna farklı bir soluk getirmişti. Tabii ki bunu yapan ilk isim değildi ancak bayrak taşıyan kolej yıldızlarından biriydi.
Daha önce Indianapolis Colts ile NFL’de Superbowl deneyimi yaşayan bir koç, Ward için “Charlie Ward, yeni Joe Montana.” demişti. Montana ismini daha önce duymayanlar için açıklamak gerekirse, kendisi NFL tarihinin en iyi quarter back’leri arasında gösteriliyor.
Sezon bittiğinde geçtiğimiz yıl altıncı sırada bitrdiği Heisman Trophy ödülünü bu sefer rahatlıkla koleksiyonuna ekliyordu. Muhteşem performansıyla ödülü sonuna kadar hak eden Ward için amerikan futbolu sahnesinde her şey yolunda gidiyordu.
Kolej hayatı sırasında bütün bunları başarırken bir yandan da basketbol oynamıştı. Aynı anda iki kariyeri yönetmişti, ikisinde de gayet başarılıydı. Şimdi paranın diğer kısmına değinelim.
Kolejdeki basketbol kariyeri de kimseyi hayal kırıklığına uğratmamıştı. İlk senesinde özellikle top çalma yeteneğiyle öne çıkan Ward, Floride ile birlikte NCAA Turnuvası’na katılma fırsatı da elde etmişti.
İlk NCAA Turnuvası deneyimi Ward için çok iyi geçmedi, ikinci turda Indiana Hossiers’a mağlup olmaktan kurtulamadılar.
İkinci senesinde takıma Bob Sura ve Sam Cassell gibi ileride NBA’de mücadele edecek genç yıldızlar da katıldı. Sezonu 22 galibiyet – 10 mağlubiyet ile tamamlayan Florida, bir kez daha NCAA Turnuvası’nda boy gösterecekti.
Bu sefer ikinci turu geçip Son 16’ya kalmayı başaran Florida’nın rakibi geçen yıl kaybettikleri Indiana’ydı. Ward, turnuva boyunca standartlarının çok altında kalmış, 2.5 sayı – 2.5 asist ortalamaları tutturabilmişti. Nitekim Florida da Indiana’ya bir kez daha mağlup oldu.
Bir sonraki yıla aynı takımla giren Ward ve Florida, ekibin kimyasının gelişmesi üzerine daha başarılı bir sezon geçirdi. 35 maçta 25 galibiyet alan kolej ekibi, bu sefer NCAA Turnuvası’na kazanma hedefiyle giriyordu. Önceki iki senede ulaşamadıkları seviyeye ulaşmayı da başardılar. Son 8’e kalmayı başaran Ward ve Florida, Kentucky Wildcats’in elini bükemedi ve bir kez daha şampiyonluk hedeflerine veda etmek zorunda kaldı.
Ward, önceki seneye göre bireysel olarak daha iyi bir turnuva geçirmiş, 8.5 sayı – 5.5 asist ortalamaları tutturmuştu. Takım arkadaşı Sam Cassell ise o yaz NBA draftına katıldı ve Florida’dan ayrıldı.
Bir sonraki sezon futbol takımında aldığı rol sebebiyle sadece 16 maça çıkabilen Ward, 10.5 sayı – 4.9 asist ortalamaları tutturdu fakat Florida için sezon hiç iyi geçmemişti. Takım 27 maçta sadece 13 galibiyet alabildi ve NCAA Turnuvası’na bile katılamadı.
Ward’ın kolej basketbolu kariyeri Florida tarihine bıraktığı birkaç rekorla taçlanmıştı. 238 top çalmayla en çok top çalan oyuncu konumuna gelen Ward, 396 asistle de Florida tarihinin asist krallığında yedinci sırada yer aldı.
Ward’ın kolejdeki son senesinde basketbol kariyeri, Heisman Trophy kazandığı amerikan futbolu kariyerine göre çok daha düşük profilli geçmişti. Seçim zamanının geldiği noktada yaşanan bu keskin ayrım, Ward’ın geleceği için hangi sporun daha uygun olduğunu da bir nebze gösteriyordu aslında.