David Blatt: “Mucizeler Gökyüzünde Olur, EuroBasket’te Olanlar Dünya Seviyesinde”

16/Eyl/22 10:57 Eylül 16, 2022

Uygar Karaca

16/Eyl/22 10:57

Eurohoops.net

Basketbolun hem Avrupa hem de NBA tarafında uzmanlaşan ender koçlardan biri olan David Blatt, Eurohoops’tan Uygar Karaca’ya Eurobasket için değerlendirmelerde bulundu. Doncic, Antetokounmpo ve Jokic’in elenmesine değinen efsane koç, Fransa’nın serbest atış mucizelerine de farklı bir bakış açısı getirdi.

by Uygar Karaca / info@eurohoops.net

Kendimize dürüst olalım: Kimse EuroBasket’in yarı finallerine kalan dörtlüyü tahmin edemezdi. Luka Doncicli son şampiyon Slovenya’nın triple double yapan bir Mateusz Ponitka’yı durduramadığı bir senaryoyu öngöremediği için kimse kendine kızmamalı.

Ev sahibi Almanya’nın beklentileri aşan görüntüsü ve yılların eskitemediği İspanya ve Fransa’nın hafife alınan kazanma alışkanlığı derken son derece sürprizli bir Avrupa Şampiyonası’nda Final Four’a ulaştık.

Tabi madalyonun bir de diğer yüzü var: Gündemin ağırlığı bazen eski turnuvalarda ne kadar çok şaşırdığımızı, ne kadar beklenmedik işlerin ortaya çıkarıldığını bize unutturuveriyor. Şu bir gerçek ki sadece EuroBasket değil, tüm uluslararası FIBA turnuvalarında çoğu zaman evdeki hesap çarşıya uymaz. NBA’i domine eden oyuncuların gelip Avrupa’yı da rahatlıkla kasıp kavuracağı fikri, çoğu zaman yetenekli koçların ve azimli rol oyuncularının gayretiyle yanıltıcı bir sanrı olmaktan öteye geçemez. En büyük favorilerin finale gelmesi, genel daha ziyade, istisnadır.

Konuyu değerlendirmek için de hem kulüp kariyerinde hem de milli takımlarda böyle sürprizlerin erbabı David Blatt’in fikirlerine başvurduk. Maccabi Tel Aviv‘deki danışmanlık göreviyle Euroleague’e geri dönen efsane koç, 2006-2012 arasında Rusya’nın basketboldaki tarihini yeniden yazdı dersek yeridir.

2007 Eurobasket şampiyonluğunun yanısıra, 2011’deki bronz madalya, 2010’daki Dünya Şampiyonası ve 2012 Olimpiyat yarı finalleri bunlara sadece birer örnek. Başarılarla dolu kariyerinde, günümüze daha yakın olan Maccabi Tel Avivli Euroleague şampiyonluğu(2014) ve son olarak da Darüşşafaka ile Eurocup zaferi (2018) belki zihinlerde daha tazedir.

Fakat Blatt, İsrail, Rusya ve İtalya’daki kupalarının da yanısıra NBA’de de Cleveland Cavailers’ı finale kadar getiren koç olarak belki bambaşka iki oyun tipinde başarıya giden yolun nerelerden geçtiğini en iyi bilenlerden biri hiç şüphesiz.

Koç, siz yıllarca Eurobasket’te büyük sürprizli turnuvalar görmeye alışkınsınız. Hemen akıllara 2007 Eurobasket’te sizin çalıştırdığınız Rusya’nın evsahibi İspanya’yı yendiği final geliyor. 2011’de de madalya almıştınız. Öte yandan, NBA’in üç tane süperstarı Eurobasket 2022’de Nikola Jokic(Sırbistan), Giannis Antetokounpo(Yunanistan) ve Luka Doncic(Slovenya) yarı finali göremeden veda etti. Pek de alışageldik bir durum değil gibi?

Şunu belirtmek lazım ki EuroBasket’e yıllardır çok sayıda NBA oyuncusu geliyor. Bu noktada pek garipsenecek bir turnuva olmadığını söyleyebilirim. Ancak, şu anda muhtemelen dünyanın en iyi üç oyuncusunun aynı anda EuroBasket’te oynadığını görmek ve yarı finale kalamadığını görmek nadirdir evet.

Aslında bu biraz klişe gelebilir ama çabuk unutulan bir gerçek: Ne Jokic ne de Giannis Antetokounmpo henüz majör bir turnuvada büyük başarı yaşamadılar. Geçen yıl Olimpiyat finaline gelen takım da Slovenya değil, Fransa olmuştu. Dolayısıyla EuroBasket 2022’dekiler, aslında bu büyük NBA yıldızlarına ilk kez olmuyor. 2019 Dünya Kupası’nda da aynı şeyi görmüştük. Avrupa’daki basketbolun NBA’deki yapıyla arasındaki farkın yine karşımıza somut şekilde çıktığını söyleyebilir miyiz? Sizce neden böyle bir tabloyla karşılaşıyoruz?

Tüm maçları izleyip tüm takımları görünce size sadece şunu söyleyebilirim ki Avrupa’da maçları en iyi takımlar kazanır. NBA’deyse oyununda genellikle en iyi oyunculara sahip takımlar kazanır. Bu önemli bir farktır. Bu bir eleştiri değil. Bu sadece oyunun oynanış biçimiyle alakalı. Çünkü aklımda tartışmasız şekilde bu saydığımız NBA yıldızları, an itibariyle kesin olarak dünyanın en iyi ilk 5 oyuncusu arasında. Bu yenilgilerin sebebini genel çerçevede böyle değerlendirebilirim.

Buradaki farklı bir oyun. Farklı kurallar var ve Avrupa’da oynayabileceğiniz savunma şemaları ve türleri, bu oyuncuların etkinliğini  büyük ölçüde sınırlayabilir. Tabi şunu belirtmek lazım ki hem Jokic hem de Antetokounmpo çok daha kısa maçlarda çok yüksek skorlar ortaya koydular.  Yine de uluslararası basketbolun kurallarına tabi olmak, oyunun oynandığı şekli değiştiriyor. Uluslararası oyunda, en büyük yıldızların mutlaka kazanmasını zorlaştıran farklı elementlere gelen bir vurgu var.

Koç, şöyle dersek çok ileri gitmiş olur muyuz? Sadece saha içini konuşacak olursak, Avrupa’da yapılan koçluğun stratejik derinliği, NBA’dekilere göre ağır basıyor mu? Tüm NBA’in çare bulamadığı oyuncular, FIBA turnuvalarını domine edemiyor.

Bunun iyi veya kötü koçluk ile ilgisi olduğunu söyleyemem. Ama dediğim gibi Avrupa’daki oyun pek çok düzeyde farklıdır. Özellikle oynayabileceğiniz savunma stratejileri veya NBA oyununda kullanabileceğiniz savunma sınırlamaları açısından değerlendirirsek, bu farklılıklar kendini gösterir. Ayrıca oyunun uzunluğu çok çok önemlidir çünkü 40 dakikalık bir oyunda topun kullanıldığı her faz (possession), 48 dakikalık bir oyundakine göre elbette daha kritik.

Takımların, verimlilik ve genel etkinlik için birbirlerine daha da fazla bağımlı olacak şekilde inşa edilmiş olmaları, NBA’de gördüğümüz gibi bir veya iki oyunculuk bir performansın hakimiyet kurmasına ya çok nadiren müsaade eder ya da hiç etmez müsaade etmez.

Bu mevzuda benim en çok hoşuma giden şey de aslında bu farklılıklar. Bu bence işi daha da eğlenceli hale getiriyor. Zihni zorlayıcı, ilgi çekici, tahmin edilemez olması zor. Bu yüzden NBA ve Avrupa basketbolu arasındaki farkları basketbol açısından seviyorum. İkisini birden görebilmek eğlenceli. Takımların, koçların, oyuncuların duruma nasıl reaksiyon verdiğini izlemek, bu iki evrenin kendi ortamlarında nasıl işlediğini ve hatta bir araya gelip ortak bir çerçevede buluştuklarında oluşan sonuçları izlemek çok keyifli.

Şunu merak ediyorum: Bir NBA oyuncusunu bu kadar kısa süre içerisinde bir uluslararası turnuvada oynamaya hazırlanan milli takıma entergre ederken karşılaşılan en büyük zorluk nedir? Siz kendi döneminizde Andrei Kirilenko’yla bunu yapmıştınız.

Her şeyden önce, yaz turnuvalarından önce ne kadar antrenman yapabileceğinizle ilgili kurallar var. Biz antrenmanlara müsabakalardan 5-6 hafta önce başlıyorduk. Bugünlerde, NBA’deki Oyuncular Birliği size üç haftadan fazla izin vermiyor. Biliyorsunuz, diğer bazı oyuncular daha uzun süre antrenman yapıyor.  İkincisi önemli nokta ise genellikle Avrupa tipi bir koçluk yapmaktır. Takımınızda NBA oyuncusu olduğu için NBA oyununa daha yakın bir stil belirlemek işe yaramıyor. Avrupa oyununun dinamikleri bunu yapmanıza izin vermez. Dolayısıyla Avrupa tipi bir koçluk yapmak zorundasın. Tabi Olimpiyat gibi en iyi NBA oyuncularının geldiği bir turnuvadan bahsetmiyorum çünkü en iyi NBA oyuncuları sadece 4 yılda bir bu turnuvaya katılıyorlar, orası başka. Diğerlerineyse çok fazla gelmiyorlar. İşte bu yüzden ABD takımlarının bu turnuvalarda rekabet etmesinin çok daha zor olduğunu görüyorsunuz. Bence takımın bünyesinde NBA veya Avrupalı ​​oyuncularınız olup olmadığına bakmaksızın Avrupa stilinizi ortaya koymalısınız. Çünkü burada oynanan başka bir oyun var.

Peki turnuvanın maç temposunun bu NBA süperstarlarının performanslarına olumsuz yansıması olabilir mi? Sonuçta takımlar üst üste yüksek yoğunluklu maçlar oynamak zorunda kalıyor.

İyi de herkes aynı koşullara tabi? Dolayısıyla hayır, bütün takımlar bunu yaşıyor. Bana inanın, program çok zor. Ama bu zorluk nedeniyle belirli bir takım veya başka bir takım avantajlı çıkmıyor. Bu arada ben milli takım ortamına koçluk yaparken 8-9 maç değil 11 maç oynuyorduk. Daha da zordu.

Bunun değişmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?

Bu soruya daha geniş bir bakış açısıyla cevap vermek istiyorum. Şahsi düşüncem şöyle: Tüm uluslararası turnuvaların takvim ve maç programı babında ciddi bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Bunun kaçınılmaz olduğuna eminim. FIBA pencereleriyle birlikte, milli takımların birkaç yıldır içinde bulunduğu bu süreçle devam edemeyiz. Turnuvaların oynandığı dönem arasındaki yıl süresini de bu değerlendirmeye katıyorum. Bu artık işe yaramayacak.

NBA’deki takımlar buna izin vermeyecek. Euroleague ve FIBA arasındaki büyük savaş sonsuza kadar süremez ve ikisine de hayatta kalma şansı tanımaz. Bu çözülmesi gereken bir durum. Eğer çözülemezse, bildiğimiz haliyle uluslararası basketbolun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu biliyoruz.

EuroBasket’in bu seneki en yoğun konuşulan konularından biri tabii ki hakemler. Bazı durumlarda bu için elbette bu başarısızlık için harika bir mazeret kapısı sunuyor. Ama öte yandan, konu çok ciddi tartışılıyor. Siz hakemler bu denli kötü olduğu fikrine katılır mısınız?

Hayır, bu durumun insanların söylediği kadar kötü noktada olduğunu düşünmüyorum. Evet sorunlar var. Bu seviyedeki müsabakaların en iyi oyunculara sahip olması gerektiği gibi en iyi hakemlere de sahip olması gerektiğini düşünüyorum. Bu, en iyi hakemlerin sadece Euroleague’de ya da sadece FIBA’da olduğu anlamına gelmez. Söylediğim şey bu değil. En iyi hakem -hangi ligle ilişkilendirildiğinden bağımsız- en iyi neredeyse, orada olmalı diyorum.

Bu da bizi asıl soruna geri getiriyor. FIBA ve Euroleague arasındaki savaş bitmeli. Bunu yıllar söylemiştim. Bu çok büyük bir problem. O zamanlar bu kavga daha yeni başlıyordu. Şimdi bu işin zirvesine çıkıldı. Ve bu çözümün basketbolun iyiliği için, hakemlik için, en iyi oyuncuları buraya getirmek için, daha iyi bir programlama için, seyircinin iyiliği için bulunması gerektiği aşikar. Yeter artık.

Koç, bu noktada tekrar turnuvaya dönelim. Kalan 4lüden favori bir takımınız var mı?

Şu an favorim Almanya. Bence en tutarlı ve en iyi basketbolu oynuyorlar ve evlerindeler. Almanya’da genel olarak basketbolun gerçekten büyüdüğünü, taraftarın ilgisinin çok iyi olduğunu düşünüyorum. Kesinlikle, bu Alman milli takımının performansının onu daha da ileriye taşıyacak kanaatindeyim.  Bu EuroBasket özelinde, koçluk babında Alman takımının çok iyi yönetildiğini ve harika bir oyuncu grubuna sahip olduğunu düşünüyorum, gerçekten harika. Taraftarlarının önünde yüksek bir seviyede oynuyorlar. Özellikle Slovenya, Yunanistan ve Sırbistan’ın da elenmesiyle, onları favori gösteriyorum diyebilirim.

Bu Almanya, size 2007 Rusya takımını hatırlatıyor mu?  Onlar da sizin gibi kolektif bir ekipler ve gerekli zamanlarda ortaya çıkan bir liderleri de var. Ayrıca maçın gidişatını değiştirmek için gerçekten sizin zaman zaman devreye soktuğunuz şaşırtıcı taktik ve stratejileriniz vardı. Almanlar da bazen benzer işler yapıyor.

Bu Alman takımının hücumda bizden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Aslında kötü bir hücum takımı değildik ama asıl savunmada harikaydık. Farklı bir basketbol stilimiz vardı. Bu yüzden, şu ana kadar çok başarılı olmaları dışında bana ne kadar Rus milli takımımızı hatırlatıyorlar bilmiyorum.

Turnuvada hayretlere düşüren bir deja vu’nun yaşandığı oldukça şaşırtıcı bir bölüm vardı. Fransa’ya karşı hem Türkiye hem de İtalya, 20 saniyeden daha az bir süre kazanılan serbest atışların hiçbirini değerlendiremedi.  Bir tanesi bile isabetli olsa, potansiyel olarak galibiyeti getirebilirlerdi.

Fakat Fransa o noktadan 2 kez döndü ve uzatmalarda maçlarını kazandı.  Pek çok insan bunun büyük bir şans olduğunu düşünüyor ama burada Vincent Collet’in soğukkanlılığını ve ekibinin uzun bir süre boyunca elit düzeydeki dayanıklılığını ıskalanmıyor mu? Sonuçta maçın o noktasına gelebilmek de bir iş.

Bence mucizeler gökyüzünde olur. Burada olanlar yerdeydi, tamamen fiziksel bir olay. Serbest atışlar kaçabilir. Bu oyunun bir parçası. Yüksek baskı durumlarında oluşabilen bir hadise. Ama tabi ki her zaman tek bir noktayı işaret etmek insanların kolayına gelir. Ancak belirli bir anda ilk çeyrekte gelişen bir ayrıntı, gerçekçi değerlendirdiğimizde, oyunun sonunda olandan daha az önemli değildir. Açıkçası, herkesin hatırladığı şey, herkesin gördüğü şey, o son toptur. Herkes o pozisyonun maçın kaderini belirlediğini söylemek ister. Elbette etkisi çok büyük ama tek etken de o son pozisyon değil tabi ki.

Fransa’ya ve galibiyetlerine baktığınızda buna “şans” ya da “kader” diyebilirsiniz. Ama Fransa’nın olduğu yerde, rakipten gelecek bir hatanın onlara maçı çevirme şansını vereceği bir senaryoya ulaşmak da çok zordur. Evet rakipleri serbest atışları kaçırdı. Ama Fransa da bu beklenmedik durumun kendisine yarayacağı bir senaryoya kadar taşımıştı maçı. Bu bir turnike de olabilirdi. Hatalar oyunun bir parçası ve ben her zaman maçta daha erken vakitte olan şeylerin, oyunun sonunda gerçekleşen hadiselerden daha önemsiz olmadığını düşünüyorum. Sadece kimse bunları hatırlamıyor.

Başka bir konuya geçelim: devşirme oyuncular. Son olarak Lorenzo Brown’nun birdenbire İspanya pasaportu alıp Eurobasket’e katılması hem içeride hem de dışarıda tartışma konusu oldu. Geçmişte bu tip bir hamleyle belki de Rusya basketbol tarihinin akışını değiştiren biri olarak, konuya yaklaşımınız nedir?

Her takım için durumlar farklı. Bu aslında FIBA, EuroLeague ve NBA’in de içinde bulunduğu ve biraz evvel bahsettiğim konuların başka bir yansıması. Bu, yeni bir konu değil. Belki son dönemde tekrar gündeme geldi ama yıllardır süregelen bir mevzu.

Ben bu kuralın herhangi bir şekilde kaldırılması gibi bir durumun oluşacağını düşünmüyorum. Çok fazla farklı durum var. Bazıları haklı, bazıları daha az haklı olabilir, ancak sonuç olarak bu durum var ve var olmaya da devam edecektir. Bunu değişecek bir kural olarak görmüyorum.