By Utkan Şahin / info@eurohoops.net
“Biz bu piyasaya yeni gelmedik, geri döndük”
Bu ligi tanıyorsunuz; ailenin o çok eleştirilen ama çok da sevilen haylaz evladı!
Bir yandan sürekli “karşı komşunun başarılı çocuğu” NBA ile karşılaştırılan ama bir yandan da karşılaştırılırken damarımıza basılan bir noktada savunmaktan asla vazgeçemediğimiz o evlat!
Avrupa basketbolu sevdalılarının, tutkunu olduğu, sahada görmeyi istediği şeyleri sunan ama bir yandan da son yıllardaki oyuncu kalitesi, giderek daralan koç portföyü ve bu seneye kadar bir türlü ilerlemeyen organizasyonu sebebiyle eleştirmeye doyamadığı o evlat!
Ve evet ne olursa olsun vazgeçemediğimiz bu evlat sonunda geri döndü. Yukarıda, duvar yazısı tadındaki sözde de anlattığı gibi Turkish Airlines EuroLeague, bu piyasaya yeni gelmedi ama geri döndü.
Eurohoops Fırın’ın bu yazı dizisinde ise bu her şeyiyle bizden olan güzide ligi, her hafta başka konularla değerlendireceğiz. Amacımız, EuroLeague’ın uzun sezonu sırasında gözümüze takılan şeyleri, biraz hatırlatmak, biraz da göz önüne çıkarmak. Bunu her hafta yaparken de bir kazanan, bir kaybeden ve bir de dikkat çeken unsura değineceğiz.
Hazırsanız; ilk haftanın üç ana konusuna geçelim!
Not: Listeye aldığımız isimler ve takımlar, o haftanın etkisiyle listeye konulmuştur.
Türk Savunması: Fenerbahçe Beko & Anadolu Efes
İlk haftada gözümüz elbette Türk takımlarının üstündeydi. Biliyorsunuz, yeni sezon öncesinde iki takımımız da hedefleri büyük olsa da pek hazır değillerdi.
Son 2 sezonun ardından Dimitris Itoudis yönetiminde yeni bir yapılanmaya giden Fenerbahçe Beko, yeni kadrosuyla zaten zamana ihtiyacı varken koçunun EuroBasket’te yer almasının da etkisiyle ligde ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda zamana olan ihtiyacının çok daha fazla olduğunu göstermişti.
Son 2 yılın şampiyonu Anadolu Efes‘te ise farklı nedenlerden benzer bir problem vardı. Lacivert beyazlılar, şampiyon kadrodaki önemli yıldızlarını tutsa da takıma yapılan Will Clyburn transferi, dört numara pozisyonunda yaşanan değişim ve yabancı sınırı sebebiyle lig ile Cumhurbaşkanlığında bazı yabancı oyuncularını hiç oynatamaması onların da sezona soru işaretleriyle girmesine sebep oldu.
Hal böyleyken her iki takımımızın da EuroLeague’de yeni sezona galibiyetle başlaması değerliydi ama bence daha da değerli olan bunu savunmaları üzerinden yapmalarıydı.
Fenerbahçe özelinde başlarsak… Yeni kurulan kadro sonrasında sarı lacivertlilerin en güçlü olduğu yani savunma gözükmüyordu. Özellikle kısa rotasyonunda Wilbekin, Edwards gibi kısaların defoları ve savunmadaki isteksizlikleri hazırlık maçlarında açık bir şekilde gözükmüştü. Bayern deplasmanında ise bu açıdan bambaşka bir Fenerbahçe vardı.
Maçın başındaki beşle, Itoudis savunmadaki planının fiziksel olarak Bayern’e üstünlük kurmak olduğunu bize gösterdi. Alman takımının başarılı koçu Trinchieri’nin son yıllarda hep fizikli beşler tercih etmesini göz önüne alırsak bunu başarmak çok kolay değildi.
Sarı-lacivertliler, özellikle Hayes – Pierre ikilisiyle kanatlarda rakibine fiziksel olarak büyük bir üstünlük kurdu. Bu üstünlük de oyunun devamında kısaları tetikledi ve Fenerbahçe, fiziksel olarak rakibini hep dışarıya doğru itti.
Gittikçe dışarıya doğru püskürtülen Bayern’ın kendi evinde oynadığı bir maçta sadece 4 faul atışı kullanması bile aslında bunun bir göstergesiydi. İlk yarıdaki hücum ribaundları dışında Alman ekibi, Fenerbahçe pota altında hiçbir üstünlük kuramadı. Sürekli olarak dış şut atmak zorunda kalmak da Bayern’in organizasyonunu bozdu. Bu bozuk organizasyon da Bayern’i tam 19 top kaybı yapmaya itti. Buna hemen hemen hiç kolay sayı bulamamaları da eklenince Fenerbahçe, beklenenden çok daha kolay bir galibiyet aldı.
“19 top kaybı yaptık, bu şekilde maç kazanılmaz. Fenerbahçe‘nin yaptığı sert savunmaya karşı hücum edebilmek için hazır değildik. Bizim için sorunların ilki buydu. Bunun yanı sıra tamamen kendi oyunumuzun dışına çıktık, açık konuşmak gerekirse bugün sanki maç yapmaya hazır değil gibiydik.”
Andrea Trinchieri
Açıkçası sezonun ilk iki maçında izlediğimiz Fenerbahçe’den sonra Bayern gibi zorlu bir deplasmanda sarı lacivertlilerin bu kadar sert ve görece organize bir savunma yapmasını beklemiyordum ama bundan daha çok şaşırdığım başka bir şey daha oldu.
Fenerbahçe sahaya koyduğu bu sertliği, bir takım olarak başardı.
Scottie Wilbekin, Carsen Edwards gibi savunması problemi olan kısaların ortaya koyduğu direnç bunun açık bir göstergesiydi. Özellikle sakatlanıncaya kadar Wilbekin, daha çok Avrupa kariyerinde çok az gördüğümüz bir savunma isteğiyle sahadaydı. Keza fiziksel olarak defoları olan Edwards da ikinci yarıda savunmada büyük bir iştah ile oynadı. Bu bence gözüktüğünden daha da değerli çünkü Fenerbahçe, bu oyuncularının kısa savunmasındaki defolarını görece kapatabilirse savunmada çok daha güçlü bir takım haline gelebilir.
🔥 Carsen Edwards çaldı, Tonye Jekiri bitirdi!#EuroLeague | @FBBasketbol pic.twitter.com/cdCBlbqI9t
— Eurohoops Türkiye (@EurohoopsTR) October 6, 2022
Anadolu Efes‘e geçersek… Lacivert beyazlılarla ilgili ilk aklımıza gelen şey doğal olarak hücum güçleri oluyor. Özellikle bu sezon takıma katılan Clyburn’la birlikte bu hücum gücü çok daha korkutucu bir hale geldi ama Efes‘i son yıllarda başarıya taşıyan şey sadece hücum gücü değildi. Ergin Ataman ve öğrencileri, işin savunma tarafında da oldukça değerli bir takım ve bize bunu ilk haftadan hatırlattı.
Evinde Kızılyıldız’ı konuk eden lacivert beyazlılar, hücumda çok da ritim üzerinde değildi. Bu çok doğal çünkü son yılların aksine takıma yeni isimler katıldı ve özellikle Clyburn eklemesinin hücuma oturması biraz zaman alacak. Ayrıca ligdeki yabancı sınırı sebebiyle bazı oyuncular sezonun ilk resmi maçını Cuma akşamı oynadı. Dolayısıyla hücumdaki Efes biraz paslı gibiydi. Birçok boş şut girmedi ve yine birçok basit pozisyon değerlendirilemedi. Hal böyleyken lacivert beyazlıları galibiyete taşıyan savunma oldu.
Özellikle Clyburn’un eklenmesiyle savunmada çok daha atletik bir takım olan Efes, Benjamin Bentil fiziksel üstünlüğüyle kurduğu birkaç pozisyon dışında rakibe hemen hemen hiçbir şey vermedi. Kızılyıldız’ın 59 sayıda kalması da zaten bunu açık bir şekilde ortaya koydu.
Tabii basketbol rakiple oynanan bir oyun ve Kızılyıldız’ın kadro kalitesinin oldukça düşük olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor. Özellikle de kısa rotasyonunda EuroLeague için elit diyebileceğimiz hiç kimse yok. Bu sebeple de Efes’in savunmadaki başarısını buna da bağlayabiliriz ama zaten Efes’i buraya almamın sebebi de Kızılyıldız’ı 59 sayıda tutmalarındaki başarısı değil.
Maçı izlerken Efes’in savunmadaki rotasyonu ve kalitesi beni heyecanlandırdı. Onların hep hücumdaki çeşitliliğinden bahsediyoruz ya, işin savunma tarafında da böyle bir gerçek var. Kızılyıldız nereden oynamaya çalışsa Ergin Ataman, hemen oradan önlem alarak rakibe engel oldu. Hedefi büyük olan bir takım için bu önemli bir durum.
Diğer taraftan Efes’in son yıllarda hücumda iyi olduğu günlerde savunmada aktif dinlenme yaptığı maçları gördük. Bu sezonun devamında da bu tarz maçlara muhtemelen yine şahit olacağız ama işlerin sıkıştığı maçlarda Ataman’ın elinde geçen seneye göre savunmada çok daha sert ve elverişi bir takım var. Dün özellikle Clyburn, Beaubois, Bryant ve M’Baye’nin sahada olduğu anlarda Efes rakibini adeta boğdu ve bu oyuncuların atletizm ile sertlik seviyesini düşünürsek sezonun kritik maçlarında da aynısını bekleyebiliriz.
Toparlarsak; iki takımımız da hücumda zamana ihtiyaçları varken işin savunma tarafına sert ve sağlam bir şekilde tutunarak sezona galibiyetle başladı. Bu doğru bir yol çünkü hücumların rayına oturacağı zamana kadar her ikisinde de gerekli galibiyetlere alması için buna ihtiyaçları var.
Sarunas Jasikevicius Ne Yapacak?
Açık konuşmam gerekiyor; benim için Sarunas Jasikevicius eleştirmesi kolay bir isim değil.
Henüz çocukken onun sahada yaptıklarıyla bu oyuna aşık oldum ve ondan sonra da hep en çok sevdiğim oyuncuların başında geldi. Her seven insan gibi ben de Saras’ın başarıları abartılı bir şekilde överken, başarısızlıkları için hep bahaneler buldum ama artık kabul etme zamanı yavaş yavaş geliyor; Litvanyalı koçun kariyeri sıkışıp kaldı.
Saras olağanüstü bir basketbol aklı. Bunu oyunculuk zamanında da gördük, Zalgiris‘te koçluk yaptığı zaman da… Hatta bugün bile herhangi bir sıradan Barcelona maçında bile uygulanan harika bir yarı saha hücumunda bunu görebiliyoruz. Söz konusu basketbol aklı ise Avrupa’daki çok az isim onla yarışabilir fakat bu maalesef başarıya giden yolda ona çok da yardımcı olmuyor.
Oyunculuk kariyerinde de Saras inatçı bir insandı. Kolay bir oyuncu değildi ve kendi doğrusunu, koçunun kararlarının üstüne koyabiliyordu. Barcelona’dan ayrıldığı yıllarda, Maccabi‘deki döneminde bunu gördük ya da sonradan duyduk ama oyunculuk döneminde Saras, özellikle Avrupa’dayken adaptasyon yeteneği olağanüstüydü. Barcelona, Maccabi ve Panathinaikos gibi farklı basketbol oynayan takımlarda, farklı roller içerisinde başarılı oldu ve şampiyonluklar yaşadı. Modern EuroLeague’de bu kadar farklı takımda, bu kadar çok şampiyonluk yaşayan başka bir ismin olmaması zaten onun bu konudaki başarısını gösteriyor.
Barcelona’daki koç Saras ise sanki bu özelliğini unutmuş gibi..
Katalan ekibinin başında 3. yılına giren Litvanyalı koç, büyük bütçeye ve hedeflere rağmen bir türlü oraya çıkamadı. Bence bu çok büyük bir sorun değil, sonuçta büyük hedeflerin altında kalan ilk isim o değil. Sorun Saras’ın sorunu hep saha içinde araması!
Bana sorarsanız Barcelona’nın sorunu, saha içerisinde oynamaya çalıştığı basketbol değil. Hatta aksine benim gibi Avrupa basketbolu sevdalısının görmek istediği bir oyun bu. Bu sebeple de onun için söylenen modern basketboldan çok uzak eleştirilerine de katılmıyorum. Modern basketbol söylemi bana hep safsata olarak gelmiştir. Hayat gibi basketbolda da doğru tek değil ve bambaşka modeller sizi başarıya taşıyabilir.
Saras’ın sorunu daha çok işin iletişim ve yönlendirme kısmında!
Evet modern basketbol diye bir şey yok ama modern iletişim diye bir şey var. 2000’lerin başında Saras’ın yaptığı gibi her oyuncuyu, her anı, her şeyi yönlendiren koçlar için hayat kolaydı. Oyuncular buna göre yetiştiği için bu tarz bir koçluğa karşı çıkmaları çok zordu ama dönem değişti.
NBA’deki saha içi yıldız özgürlüğün esintileri buraya da geldi. Bunu da aslında en iyi Anadolu Efes de görüyoruz. Ergin Ataman’ın belirli bir düzen içerisinde oyuncularına sahada verdiği özgürlük, başarıyla sonuçlandı ve Efes‘i Avrupa’daki herkesin gıptayla baktığı bir takıma dönüştürdü.
“Ergin Ataman oyunculara özgürlük veriyor. O özgürlüğe sahip olduğunda da çok tehlikeli olabilirsiniz. Size garanti edebileceğim, onun hakkında herkesin de söyleyebileceği şey oyunculara özgürlük verdiği olacak.”
Will Clyburn
Efes‘teki sahadaki başarının oyuncu kalitesinin yanında temel bir sebebi daha var; Clyburn’un da söylediği gibi oyunculara sağlanan bu özgürlük oyuncuların oynarken mutlu olmasını sağlıyor. Barcelona’da ise bunu göremiyoruz hatta aksine Barcelonalı oyuncular daha çok mesai saatini bekleyen devlet memurları gibi…
Yeni dünyada açık bir şey var; sevdiğiniz işi yapmıyorsanız o işten verim gelmiyor. Saras’ın da en başta bunu hatırlaması ve oyuncularına oynadıkları basketbolu sevdirmesi gerekiyor. Öbür türlü ne kadar iyi set çizerse çizsin, ne kadar küçük detayları düşünürse düşünsün, bunun sahadaki karşılığını hep bir yere kadar alabilecek.
Litvanyalı koçun, Barcelona’daki sözleşmesi bu sezon sonunda bitiyor ve bu bahsettiğimiz problemi çözemezse belki de NBA deneyiminden sonra en büyük başarısızlığı burası olacak.