EuroLeague’de 2. Hafta: Türk Takımları ve Uzunlar, Markus Howard ve Partizan Savunması

16/Eki/22 10:16 Ekim 16, 2022

Utkan Sahin

16/Eki/22 10:16

Eurohoops.net

Turkish Airlines EuroLeague’de ikinci hafta geri kaldı. Peki ikinci haftanın kaybedenleri, kazananları ve dikkat çekenleri kimlerdi? Eurohoops Fırın yazdı:

By Utkan Şahin / info@eurohoops.net

Gerçek EuroLeague’i çok özlemişiz.

İlk haftanın o biraz yavan tadından sonra Turkish Airlines EuroLeague, bu hafta bildiğimiz ve sevdalısı olduğumuz haliyle hayatımıza geri döndü.

Bu hafta tam 3 maç uzatmaya giderken birçok maçın galibi de son topta belli oldu. Özellikle Cuma akşamı öylesine heyecan vericiydi ki, insanın bir maçı izlerken gözü diğerinde kaldı.

Bu heyecan verici haftada bireysel performansları ve maç içerisinde yaşananlarıyla ortaya konuşulması gereken birçok şeyi çıkardı.

Eurohoops Fırın da yeni yazı dizisinde bu haftanın bir kazananı, bir kaybedeni, bir de dikkat çeken konusunu karşınıza getirmeye karar verdi.

Hazırsanız; ikinci haftanın üç ana konusuna geçelim!

EuroLeague’de 1. Hafta: Türk Savunması, Sarunas Jasikevicius ve Geri Dönenler

Not: Listeye aldığımız isimler ve takımlar, o haftanın etkisiyle listeye konulmuştur. 

Herkesi Heyecanlandıran Adam: Markus Howard!

Son yıllarda Avrupa basketbolunun yetenekli oyuncu bulmak konusunda ne kadar zorlandığı bir gerçek.

NBA karşısında adeta yutulan Avrupa basketbolu, büyük yıldızlar bir yana elindeki verimli rol oyuncularını bile tutmakta çok zorlanıyor. Bunu da en iyi yaz dönemlerinde görüyoruz. Ne zaman üst düzey bir oyuncunun Avrupa’ya geri dönme ihtimali olsa bütün üst düzey takımlar, büyük bir transfer yarışına tutuşuyor.

Bu acı durum elbette EuroLeague’in geleceği için endişe verici ama neyse ki Markus Howard’ın bu haftaki gösterişli performansı bu endişeleri kısa bir an olsa da unutturdu.

Cazoo Baskonia‘nın kendi evinde Partizan’ı konuk ettiği maçta 23 yaşındaki oyuncu, muhteşem bir skorer performansı sergiledi.

Bask ekibi maça kötü başlasa da ikinci çeyrekte sazı eline alan Howard, üst üste üçlükleri göndererek ortalığı toparladı ve takımını oyuna ortak etti. Son çeyrekte tekrar sahne alan Amerikalı oyuncu, faul problemi sebebiyle uzun bir süre kenarda kalmak zorunda kalsa da yine alev aldı ve üçlükleriyle her şeyi değiştirdi.

Önce normal sürenin son bölümünde maçı uzatmaya götüren üçlüğü sokan Howard, ardından uzatmada üst üste 5 sayı atarak takımına galibiyete giden yolu açtı.

Elbette Markus’un bu muhteşem performansı çok heyecan vericiydi ve sosyal medyada hemen 23 yaşındaki oyuncuyu EuroLeague’in şu anki yıldızlarına benzetmeler başladı. Kimisi Mike James’e kimisi de Shane Larkin’e.

Kişisel fikrim, bu benzetmeler için erken olduğu yönünde… Markus bizlere muhteşem bir şut stilinin olduğunu ve sorumluluk alması gerektiği zaman öldürücü bir skorer olabileceğini Partizan karşısında gösterdi fakat kabul etmemiz lazım ki; Sırp ekibi de çok iyi bir savunma takımı değil. Özellikle de kısa savunmasında!

Üstelik hem İspanya Ligi’nde hem de EuroLeague’in ilk haftasında Markus’un zaman zaman parladığını gördük ama böylesine dominant bir performansı ondan izlemedik. Dolayısıyla böyle karşılaştırmalar için Howard’dan bu tarz performansları daha fazla görmemiz gerekiyor.

Yine de şunu kabul etmem gerek ki; bir paket olarak Howard gelecekte EuroLeague’de söz sahibi bir oyuncu olabilir.

23 yaşındaki oyuncu, gizli saklı kalmış bir yetenek değil. Henüz lisedeyken skorerliğini gösteren, kolejde Marquette’yle sezonun en skoreri olmayı başarmış ve altyaş gruplarında Amerika milli takımının forması giymiş bir oyuncu! Zaten onun bu skorerliği, fiziksel olarak NBA’e hiç uygun olmamasına rağmen iki yıl Denver Nuggets forması giymesini sağladı.

Fakat bu fiziğiyle NBA’de tutunması çok zordu.

Howard sadece 1.78 boyunda ve fiziksel olarak NBA’de ne oyun kurucu ne de şutör guard olarak tutunabilir. Bu da aslında onu çok değerli kılıyor. Elbette geleceği tahmin etmek kolay değil ve Howard belki burada gösterdiği performansla NBA’e geri dönmeyi umuyor ama bu gerçekleşse bile bir anda 15 santim uzamadığı sürece onun NBA’de tutunması zor. Dolayısıyla eğer kendisini geliştirebilirse buralarda çok değerli bir oyuncu haline gelebilir çünkü böylesine bir skorer kolay kolay buraya düşmüyor.

Tabii buradaki gelişim kelimesi de önemli.

Avrupa’ya ilk kez gelen bir oyuncu olarak Howard, haliyle hala buralara adapte olmaya çalışıyor. Burada oynanan basketbolu öğrenmesi ve alışması elbette biraz zaman alacak. Özellikle savunmada bir gelişim göstermesi gerekiyor çünkü fiziksel olarak yaşadığı defolar yanında zaman zaman tembel bir şekilde hareket ettiği de oluyor. Keza hücumda da topu paylaşmayı öğrenmesi gerekecek ama buraya adapte olmaya hazırsa bence bunlar çözülmeyecek sorun değiller. Özellikle de hücumda ortaya koyduklarını düşünürsek…

Baskonia da onun için çok doğru bir yer. Biliyorsunuz; Bask ekibi, EuroLeague’in oyuncu yetiştirme yeri gibi. Birçok önemli yıldız burada gösterdiği performansla dev takımlara transfer oldu. Keza Howard’ın benzetildiği Mike James ile Shane Larkin de burada parladı. Üstelik Baskonia gibi mutlaka şampiyon olması gerekmeyen bir takımda buralara adapte olmak daha kolay.

Geleceği tahmin etmek çok zor, belki de Howard’ın bu performansı sadece bir maç üzerinde kalacak ve birkaç yıl sonra ismini unutacağız ama ligin yetenekli kısalara olan ihtiyaçları düşünürsek; umarım tam tersi olur.

Benim sezon boyunca gözüm hep onun üzerinde olacak, sizlere de aynısını tavsiye ederim.

Felaket Bir Tercih ve Acımasız Basketbol

“Bitime az bir süre kala öndeyseniz ve top rakipteyse son topu savunmayı mı tercih edersiniz yoksa faul yaparak avantajını korumayı mı?”

Herhalde mevcut faul atışı kuralının getirildiği günden beri basketbolda en çok tartışılan ve tartışılmaya da devam edecek olan soru bu.

Herkesin bu sorunun cevabıyla ilgili fikirleri farklı. Biz Avrupalı basketbolseverler, genellikle faul yapmanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Hikayeyi öne çıkarmayı tercih eden NBA ise bu soruda çoğunlukla ilkini tercih ediyor.

Cuma gecesi Fernando Buesa Arena’da Cazoo Baskonia ile Partizan arasında oynanan muhteşem maç, bu soruyu tekrardan önümüze çıkardı. Uzun yıllar sonra EuroLeague’e geri dönen Partizan, son 6 saniyeye 3 sayı farkla önde girse de son topta faul yapmayı unutunca Markus Howard’ın gazabına uğradı ve elindeki maçtan oldu. Obradovic‘in öğrencilerinin faul yapamaması bizlere mükemmel bir maç sonu hazırladı ve heyecanımızı daha da artırdı. Partizan açısından baktığımız zaman ise mağlubiyetin acısının çok daha yoğun bir şekilde hissetmelerine yol açtı.

“Planımız faul yapmaktı ama sahadayken her şey çok hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Odaklanmak zorundayız. Howard, çok zor şutları soktu. Özellikle de son şutu çok zordu ama tekrar ediyorum, odaklanmamız ve yaptığımız hataları düzeltmemiz gerekiyor.” 

Zach LeDay

Zach LeDay’in açıklamasından da anladığımız gibi Partizan’ın tercihi aslında savunma yapmak değildi. Zaten Zeljko Obradovic‘in geçmişine baktığımız zaman da efsane koçun genellikle bu tarz pozisyonlarda faul yapmayı tercih ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla Partizan için son pozisyonda yaşananlar çok daha sorunlu bir durum. Çünkü faul yapmamayı tercih etselerdi, -kişisel olarak bunu hatalı bulsam da- bir tercih olarak bunu kabul edebilirdim.

Üstelik son bölümde yaşananlara bakarsak, tek hataları da bu değil.

Sırp ekibi, son top öncesinde farkı iki topa çıkartabilecek faul atışından yararlanamadı. Sonrasında Markus Howard’ın o üçlüğü sokması için adeta ellerinden gelen her şeyi yaptılar.

İlk büyük hata Markus Howard beş metre etrafında kimsenin olmamasıydı. O ana kadar alev alev yanan ve birçok zor şutu sokan bir skorerin çok rahat bir şekilde topu almasını sağladı Partizanlı oyuncular.

Howard yarı sahaya kadar önünde kimse olmadan rahatça geldi. Rakip sahaya geçtiğinde bile 2 adım etrafında kimse yoktu. Amerikalı skorer ilk adımı hızlı bir oyuncu. Dolayısıyla onu savunmak zor ama böyle bir anda fark üç iken Partizan yapması gereken üçlük savunmasıydı. Howard önündeki savunmacıyı delip geçip potaya doğru gitse bile farktan dolayı Partizan yine avantajlı olacaktı ama Partizanlı oyuncular büyük bir akıl tutulmasıyla ona yaklaşmadı bile.

Resim

Kevin Punter’ın burada yaptığı hata ise daha da büyüktü. Kendi solunda Zach LeDay varken Howard’ın soluna gitmesine engel olup, LeDay’e doğru yönlendirmesi gerekiyordu ama bunu akıl bile edemedi. Howard çok basit bir fake ile Punter’ı avladı ve sonrasında rahat bir pozisyonda üçlüğü soktu.

Resim

Bütün bu yaşananlar aslında Partizan’ın sorunlarını açıkça göz önüne çıkardı.

Sırp ekibi, bir Zeljko Obradovic takımından beklemeyeceğiniz kadar konsantrasyondan sorunları yaşayan, sahada organize olmakta zorlanan ve detaylarda kaybolan bir takım. Normal sürenin son 6 saniyesinde yaptıkları arka arkaya hatalarla da bunu bir kez daha ortaya koydu.

Diğer taraftan ise son anda yaşananlar basketbolun ne kadar acımasız bir oyun olduğunu da bizlere bir kez daha hatırlattı.

Partizan belki çok iyi oynamasa da potaltında kurduğu üstünlük sayesinde Baskonia deplasmanından galibiyetle çıkmayı avcunun içine almıştı ama sadece 6 saniyede yaptıkları hatalar onlara çok pahalıya mal oldu.

Onlar için üzücü ama sanırım biz basketbolseverler, bu acımasız anlar sebebiyle bu oyunu bu kadar çok seviyoruz.

Türk Takımlarının Uzun Rotasyonları

Son bölümde ise temsilcilerimize biraz değinmek istiyorum.

Açıkçası hem Anadolu Efes hem de Fenerbahçe Beko, sezona beklentilerimin üstünde başladı. Fenerbahçe zaten malum. Sarı lacivertliler, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda sezona pek hazır gözükmese de EuroLeague’de ilk iki haftada iki tane çok etkileyici galibiyet aldı. Anadolu Efes ise bu hafta AS Monaco deplasmanında sezonun ilk yenilgisini aldı ama açıkçası lacivert beyazlılar bence kötü bir basketbol oynamadı. Hatta Efes‘in sezona genellikle 1. viteste başladığını düşünürsek sezonun bu aşamasına göre kendilerine göre iyi olduğunu bile söyleyebiliriz.

Dolayısıyla ortada yangın yapacak bir şey yok ve belki de bu yüzden hazır fırsatını bulmuşken iki takımımız hakkında övgüler dizmemi de bekliyor olabilirsiniz ama açıkçası sezonun henüz başındayken bardağın dolu olmayan tarafları da biraz bakmak ve geleceğe dair takımlarımızın muhtemelen problemlerini konuşmak istiyorum.

Fenerbahçe’den başlarsak; sarı-lacivertliler için sezonun ilk iki haftası kusursuza yakın geçti. Temsilcimiz, sahada dominant bir basketbol oynarken birçok oyuncu da bireysel olarak sezona çok hazır bir giriş yaptı. Kusur arayan gözler içinse ortaya iki soru işareti ortaya çıktı; Carsen Edwards’ın Avrupa basketboluna uyumu ve Johnathan Motley’in 5 numaradaki performansı…

İlkini konuşmak için bence çok erken ama ikincisi için belki bazı şeylere değinebiliriz.

Fenerbahçe, yaz döneminde Motley’i kadrosuna kattığı zaman çok değerli bir hamle yaptığını düşündüm. Amerikalı uzunun geçen sezon Kuban’daki herhangi bir maçını izlediyseniz herhalde sizler de aynısını düşünmüşsünüzdür. Pota altında böylesine hareketli, maç motoru yüksek, atletik ve çok yönlü bir oyuncuyu bulmak kolay bir şey değil. Üstelik Motley şu ana kadar çok övülmese de sezonun ilk maçlarında bunları gösterdi. EuroLeague’deki her iki maçında da çift haneli sayılara çıkarken, asistlerde de bir uzun için hatırı sayılı bir rakama ulaştı.

Fakat Fenerbahçe’nin elindeki uzun rotasyonu ve Nemanja Bjelica’nın sakatlığı, 27 yaşındaki oyuncuyu sanki biraz sınırladı.

Şöyle ki; koç Dimitris Itoudis, Bjelica’nın yokluğunda Devin Booker’ı bir 4 numara gibi kullanıp, Motley’e 5 numaradan süre verdi. Bu da başta savunmada Fenerbahçe’nin başına dert oldu. Dikkat ettiyseniz, hem Bayern hem de Maccabi hücumlarındaki ilk plan olarak ikili oyun sonrasında Motley’in üstüne saldırmayı tercih etti ve bu rakip takımlar için işe yaradı.

Amerikalı uzun, atletik ve ayakları hızlı bir oyuncu alsa da Avrupa basketbolunun en üst seviyesi olan EuroLeague için pozisyon alma bilgisi olarak henüz yeterli değil. Çoğu pozisyonda Motley, kısanın karşısında kararsız ve keskinlikten uzak bir şekilde kaldı. Bu da birçok pozisyonda Fenerbahçe için sorun oldu.

Bunun gibi birçok pozisyonda gördüğümüz gibi; Motley, ikili oyun savunması sırasında önce adam değiştirmede geç kalıyor ve rakip kısaya alan bırakıyor, sonra da pasın geçmesine engel olamıyor. Motley’in burada çok daha agresif ve keskin olması gerekirdi ama kendisini bu konuda yetkin görmemesi ve endişe duyması onu karar vermede yavaşlatıyor. Elbette bu ikili oyun savunması geliştirilebilecek bir sorun. Özellikle Motley gibi atletik bir oyuncuysanız, zaman içerisinde pozisyon bilginizi geliştirerek ileriye doğru bir adım atabilirsiniz ama sanki onun bu konuda bir gelişim göstermesi için 5 numarada oynamaya ikna olması gerekiyor gibi.

“4 numarada oynamayı seviyorum. 4 numarada daha rahatım çünkü 4 numaraların ikili oyunlarda hem dışa açılma hem de içeri devrilme seçenekleri oluyor. Hızlı hücumlara daha hızlı çıkabiliyorum, birçok farklı şey yapabiliyorum. 5 numarada oynamanın daha kısıtlı bir şey olduğunu düşünüyorum. Boyalı alana sıkışıyorsunuz ancak iki pozisyonda da oynarken rahatım. Sahaya çıktığım sürece takıma yardımcı olacağımı düşünüyorum. Nerede süre alırsam ve takıma yardım etme fırsatı bulursam rahat olurum fakat kişisel olarak 4 numarada daha iyi hissettiğimi söyleyebilirim.”

Jonhathan Motley

Amerikalı oyuncu, sezon başında Eurohoops’a verdiği röportajda, 4 numarada oynamayı sevdiğini söylerken bu hücumda yapmak istedikleriyle alakalıydı. Daha hareketli ve devrilirken topla buluşmayı tercih ettiğini söylemesi hücumda kendisini nasıl gördüğünü anlatıyor. Amerikalı oyuncu, topu potaya yüzü dönükken almak istiyor fakat sezonun ilk iki maçında bunu çok yapamadı. Fenerbahçe, yarı saha hücumunda 5 numarada kendinden daha fizikli uzunlara karşı oynamak zorunda kalan Motley’le çok az sayıda ikili oyun oynadı. Hatta oyunun sıkıştığı birçok bölümde topu potaya sırtı dönük bir şekildeyken aldı. İki maç sonunda Motley, 11.5 sayı ortalaması tutturduğu için çok dikkat çekmedi ama sırtı dönük bir şekilde top aldığı zaman çok verimli olamadı.

Dolayısıyla biz hem hücumda hem de savunmada henüz limitlerine yaklaşamayan bir Motley gördük. Sezonun devamında elbette bu konuda ilerleme gösterecektir ama oyuncu da 4 numarada oynamayı tercih ettiğini bu kadar söylerken; benim aklıma acaba Bjelica’nın 5 numarada yer alacağı bir rotasyonda Motley’i zaman zaman 4 numarada görsek daha iyi olabilir mi fikri geliyor. Ya da zaman zaman Jekiri’yle birlikte onu sahada görsek hücumda ve savunmada Motley kendini daha iyi hissedebilir mi sorusu geliyor.

Sezon uzun ve Itoudis’in elbette Motley hakkında bazı planları ve beklentileri vardır ama bana sorarsanız, Amerikalı oyuncudan katkı almak için zaman zaman onu 4 numarada değerlendirmek hem Fenerbahçe hem de onun gelişimi için önemli olabilir.

Herhalde bu yazıda biraz tezatlığım tuttu çünkü nasıl Motley’in 5 numarada 4’e geçmesi gerektiğini düşünüyorsam Achille Polonara için de tam tersini düşünüyorum.

Anadolu Efes‘in bu yaz kadrosunda yaptığı en önemli değişim, 4 numara pozisyonunda oldu. Son iki yılda bu pozisyonu sürükleyen Chris Singleton ve Adrien Moerman takımdan ayrılırken lacivert beyazlılar, bu ikilinin yerine Amath M’Baye ve Achille Polonara eklemesi yaptı.

Tabii yapılan her değişim sonrasında gözler yeni oyunculara dönüyor ve beklentiler bir anda artıyor. Efes’te de böyle oldu ve Monaco maçında hem M’Baye’nin faulleri sokamaması hem de Polonara’nın etkisiz kalması bir anda eleştirileri ortaya çıkardı.

Açıkçası ben bunlara pek katılmıyorum. Geçen sezon da Efes’in 4 numaradan katkı alamadığı birçok maç olmuştu. Sezonun 2. maçında bu oyuncuları eleştirmek doğru değil. Fakat gelecek adına bazı düşüncülerim var.

Şöyle ki; Polonara, sürelerini 4 numaradan alsa da Baskonia‘da onu parlatan performansını sergilediğinde genellikle 5 numaradayken verimli olmuştu. Onun hareketliliği, enerjisi ve oyun zekası İspanyol takımına çok şey katmıştı. Keza milli takımında da 5 numarada oynadığı anlarda hep beklentilerin üstünde katkı verdi. Polonara, burada ve geçen sezon Fenerbahçe’de olduğu gibi sabit bir şutör gibi kullanınca ise o etkinliğini kaybetti. İtalyan oyuncu, son dönemde şutuna güvenmediği için de onun 4 numaradaki varlığı oyunun sıkışmasına yol açtı.

Dolayısıyla Ergin Ataman’ın ondan verim almak için sabit bir şutörden daha çok, oyunun içinde aktif bir şekilde kullanması gerekiyor. Bunu da zaman zaman onu 5 numaraya çekerek yapabilir. Üstelik Efes’in 5 numarada yaşadığı hareketlilik problemini de düşünürsek; Polonara, Efes’in elindeki pivotların veremediği bazı şeyleri sahaya koyabilir.

Tabii elde 3 tane yabancı pivot varken bunu yapmak söylendiği kadar kolay değil. En başta rotasyonun geri kalanı ayarlamak bile başlı başına bir dert ama en azından Monaco gibi atletik takımlara karşı oynarken lacivert beyazlılar için Polonara’nın zaman zaman 5 numaraya çekilmesi verimli bir plan olabilir.

Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Eurohoops Fırın’daki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

EuroLeague gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!