by Luke Winn / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı Sporst Illustrated‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Bu “fırsat”, değişim programı şeklindeydi. Gorbachev, bir nebze böyle bir şeyi arıyordu: 1985’in kasım ayında Başkan Ronald Reagan ile birlikte yayınladıkları ortak açıklamada çoğunlukla nükleer silahsızlanmayı ele aldılar, ancak aynı zamanda “bir dizi bilim, eğitim, tıp ve spor alanlarında” “exchange’in genişlemesi” üzerinde anlaştılar ve “her bir ülkedeki ilgili kurumlara” bu tür programları geliştirmeleri talimatını verdiler.
Dale Brown ilgili bir kurum muydu? Değildi. O sadece limitleri test etme tutkusu olan kışkırtıcı bir koçtu. Bir önceki sezon NCAA ve FBI tarafından ona soruşturma açılmıştı, aynı zamanda sezonu 11. sıradaki Tigers’ı Final Four’a taşıyarak bitirmişti. İki soruşturmadan da temize çıkan Brown, bunu Miracle on Ice’a benzetti. Bu plan bir denemeydi. Görkemliydi, tarihsel olarak eşi benzeri görülmemişti ve o kadar da adil bir ticaret değildi.
Brown, Baton Rouge ile Moskova arasında bir genç basketbol kampı değişimi teklifinde bulunurken aynı zamanda LSU takımını Sovyetler Birliği’nde bir gösteri turuna çıkarmayı istiyordu. Karşılığında ise Sovyetler Birliği, dünya üzerindeki en iyi amatör basketbolcu olarak görülen Litvanyalı pivot Arvydas Sabonis’i bir yıllığına LSU’ya kiralayacaktı. Daha önce hiçbir Sovyet Milli Takımı oyuncusu ABD takımında oynamadığı için Brown, bu değişimin sessizce yaşanacağını beklemiyordu.
Yüz yüzeyken söylemeyi beklediği, o ve Sabonis’in bursluluk belgelerini ilk olarak Kremlin, sonra da Özgürlük Heykeli’nde imzalamalarına yönelik bir fikri vardı. “Büyük bir anlaşma yapmak istiyordum.” diyor 78 yaşındaki Brown, Baton Rouge’taki ofisinden.“Dramatik bir şey olmalıydı.”
Brown, 1986’nın mayıs ayında yıldız pivot John Williams, LSU’yu şaşırtarak NBA draftına katılmaya karar verdiğinde bu planı yapmak zorunda kalmıştı. Yeni bir oyuncu eklemek için vakit o kadar geçti ki Tigers, bunun için kıtanın dışına gözlerini çevirdi. Brown, Sovyetler Birliği’nin Indiana Hoosiers’ı yendiği gösteri maçında o zamanlar 17 yaşında olan Sabonis’i izlemişti.
O 12 maçlık turda draftın 1 numarası Ralph Sampson’a üstünlük kuran, onun boyundaki oyuncularda nadir olarak görülen yüzü dönük yaratıcılık ve saha görüşü özelliklerini sergileyen Sabonis, devrim yaratmıştı. Eski efsane koç ve oyuncu Pete Newell, Sabonis’in o zamanlarda sırtı dönük oyun potansiyeli olarak Patrick Ewing’ten daha iyi olduğunu iddia etmişti.
1985 yılında Hawks, Sabonis için dördüncü tur draft hakkını kullandı fakat NBA, 21 yaşından küçük olduğu için bu seçimi iptal etti. Bir sonraki yıl Trail Blazers onun için ilk turunu feda etti fakat kendisini Litvanya’dan alamadı. Sovyetler Birliği’nin Seul’deki 1988 Olimpiyatları için amatör statüsünü koruma kararlılığı karşısında Sabonis’in NBA’e olan ilgisi konu dışı kalıyordu. Brown ise incelikle bir çözüm önerisi sundu: Sabonis, LSU için oynayabilir, Olimpiyat uygunluğunu koruyabilir, Amerika’daki profilini yükseltebilir ve SSCB’nin büyük olasılıkla büyük bir kesinti talep edeceği gelecekteki NBA sözleşmelerinin değerini artırabilir.
Brown’ın ne Sovyetlerle bir bağlantısı vardı ne de Sabonis ile konuşmuştu. (Koç, zaman zaman Sabonis’in ismini Arvadis olarak yazıyor ve Litvanyalı diyeceğine Letonyalı diyordu.) 1977’de Sovyet Milli Takımı ile oynanan bir gösteri maçı öncesi Brown’ın Tigers’a “Komünistlerin canı cehenneme!” dediği biliniyordu. Sabonis’i Amerika’ya getirmek ve NCAA’de oynatabilmek için sadece dört ayı vardı. Tarihin jeopolitik olarak en zor oyuncu getirme çabası gibi gözüküyordu. İnsanlar Brown’a o zamanlarda şansını ne kadar gördüğünü sorduğunda %50-%50 cevabını verdi.
Paranın Diğer Yüzü
Tommy Lloyd 2012’nin eylül ayında yurtdışına çıktığında görevi oyuncu getirmekti. Gonzaga’nın asistanı ve onun patronu Mark Few, 2014 yılında Kelly Olynyk, Sam Dower gittiğinde ve Kevin Pangos ile Gary Bell Jr. son yıllarına geldiğinde yeni yeteneklere ihtiyaçları olacağını biliyordu. Washington’da yabancı öğrencileri misafir eden bir ailede büyüyen Lloyd, Avustralya ve Almanya’da kısa da olsa profesyonel kariyer edinmiş, eşi Chanelle ile Gonzaga’da işe girmeden önceki yaz dünyayı gezmişti. Seyahati sırasında Lloyd, Avrupa’daki 1996 doğumlu en iyi beş potansiyeli ziyaret etmeyi umuyordu – özellikle de Arvydas’ın üç oğlunun en küçüğü Domantas Sabonis’i.
Arvydas’ın “ailemin basketbol geleceği” olarak nitelendirdiği Domantas, 3 Mayıs 1996’da Portland’da doğmuştu. Zygimantas, Tautvydas ve Domantas’ın takımla birlikte vakit geçirdiği ve Rasheed Wallace’ın onlara Küçük Sabonis, Küçük Küçük Sabonis, Küçük Küçük Küçük Sabonis diye hitap ettiği dönemlerde aile, Portland’da sekiz sezon geçirdi.
Arvydas, 2002-03 sezonunda NBA’den ayrıldı ve yeni doğmuş kızı dahil çocukları memleketi yerine Malaga’da büyütmeyi tercih etti. Tuti, “Bizim için Litvanya’da Sabonis olma beklentisiyle büyümenin zor olacağını düşünmüştü.” diyor. 2011-12 sezonunda Domas, Unicaja Malaga’nın junior takımında oynadı, Litvanya’nın 16 yaş altı takımında forma giydi. Lloyd geldiğinde Domas’ın İngilizcesi’nin İspanyolcası kadar akıcı olduğunu, Litvanya dilini ise sadece maçlarda küfür etmek için kullandığını görünce memnun oldu.
Lloyd, Domas’ın iletişim bilgilerini Arvydas’ın İspanya’daki menajerinden elde etmişti. Zags, ona ulaşan ilk takımdı ve Domas da meraklanmıştı. “Şu ana kadar hiç koleji düşünmemiştim. O seviyede oynamaya hazır olduğumu asla tahmin etmiyordum.” demişti Domas, Lloyd’a.
Domas’ın o yaz U16 Avrupa Şampiyonası’nda Polonya’ya karşı 15 sayı – 27 ribaundluk maçını izlediğinde Lloyd, elit bir potansiyeli kovaladığına ikna olmuştu.
Lloyd, İspanya’yı iki kez daha ziyaret etti ve 2013’ün Ağustos ayında Tuti ve Domas’ı Spokane’i ziyaret etmeye ikna etmeye çalıştı. Birkaç okul daha onlarla ilgileniyordu fakat onlar, her zaman mavi Converse’leriyle onları izlemeye gelen, WhatsApp’tan onlarla iletişim kuran Zags asistanıyla bağ kurmuştu. ABD’ye gelmeden önce iki kardeş Lloyd’a Domas’ın koleje gitmesi halinde bunun %99 Gonzaga olacağını söylemişti.
Görevimiz Tehlike
Litvanya’daki çocuğu öyle bir anda gidip ziyaret edemiyordunuz. Arvydas’la iletişime geçmek için Brown, en yüksek kanallarını kullanması gerektiğini fark etmişti. Sovyetler’de etkili olabilecek Amerikalı birine ihtiyacı vardı ve bunun Occidental Petroleum’un CEO’su, milyarder Armand Hammer olduğuna karar verdi. Hammer, herhangi bir Amerikalıdan daha uzun süredir Sovyetler Birliği’nde iş yapıyordu.
Brown, Sabonis projesinde ilk mektubunu 23 Mayıs 1986’da Hammer’a yazdı.
İyi niyet göstergesi olarak 6 Haziran’da Brown, bir diğer Amerikalıya daha mektup yazdı: Reagan. Brown’ın mektubu LSU’nun programını açıkladığı gibi Sabonis’in getirilmesini de açıklıyordu. Brown, “Arvadis Sabonis’e bakıyorum ve uluslararası diplomasideki Jackie Robinson gibi görüyorum.” demişti.
Bağlantıları sayesinde Brown cevap almayı başardı. Reagan’ın adına Mark Parris cevap vermişti. Keyif verici haberler vardı: Tigers’ın Sovyetler Birliği ziyaretine ve genç oyuncu getirme programına yardımcı olacaklardı. Bir kötü nokta vardı: Nükleer silahların yayılmasıyla ilgili gergin müzakerelerin sürdüğü bir dönemde Reagan, LSU’ya oyuncu almak için siyasi sermaye harcamaya isteksizdi.
Hammer umut vadediyordu. O haziran ayında Brown’ı Sovyet spor görevlileriyle tanıştırmayı kabul etmişti. Bundan güç alan Brown, ziyaretini kaydetti ve Gorbachev’e mektubunu yazdı. Fakat Brown, Moskova’ya geldiğinde o zamanlar 88 yaşında olan Hammer’ın hastalandığını ve Amerika’dan ayrılamayacağını öğrendi. Hammer’ın kesinlikle yardımcı olacağı şüpheli olsa da o olmadan Brown’ın görüşme şansı çok ama çok azalıyordu. “Rusya’da bir nebze kendi başıma kalmıştım.” diyor.
Brown, FIBA Dünya Şampiyonası finallerinin oynanacağı ve Sabonis’in Sovyetler Birliği forması giyeceği Madrid’e yol aldı. Brown’ın oyuncularla iletişim kurmasına izin verilmeyen, ancak doğrudan Sabonis ile konuşabileceğine inandığı biriyle temasa geçtiği bir dönem oldu.
Brown kendisini arayıp tanıttığında gazetecelik mezunu Rima Janulevicius, Chicago’da ailesinin evindeydi.
“Benden ne istiyorsun?”
“Sabonis’i istiyorum.”
Gülmemek için kendini zor tuttu. “Gerçekten mi? Benim sana bu adamı getirebileceğimi mi düşünüyorsun?”
“Bana böyle söylendi.”
Brown, ilk olarak nasıl haberdar olduğunu tam hatırlayamasa da Janulevicius, medyada çalışan nadir Litvanyalı-Amerikalı isimlerden biriydi. Sabonis ile 1982’de Indiana’daki gösteri maçından sonra tanışmıştı fakat o günden beri konuşmamıştı.
Yine de Brown’ın dediklerini dinledi: Sabonis’e LSU için oynamayı isteyip istemeyeceğini sorabilir misin?
Konu tamamıyla gazetecilik değilken Janulevicius neden böyle bir görevi üstlensin ki?
Belki bütün bir Litvanya’yı tek başınıza kurtaramazsınız fakat bir Litvanyalı kurtarabilirsiniz. Madrid’e, sonra da Ferrol’e gidebilir, Sovyetlerin FIBA grup maçlarını oynadığı yerde bulunabilir ve takımın kaldığı otelde yer ayırtabilirsiniz. 9 Haziran gecesi Sovyetler Birliği, Uruguay’ı 11-62 mağlup ettikten sonra Sabonis’in odasını arayabilir ve guard Rimas Kurtinaitis ile birlikte bir kat aşağıda sizinle buluşması için ikna edebilirsiniz. Bir sonraki gün daha güvenli şekilde sorular sorabilmek için Sabonis ile sokakta bir görüşme ayarlayabilirsiniz. Janulevicius, bunların hepsini yaptı. O, becerikli bir kadındı.
Janulevicius, Blazers tarafından draft edildiğini bile bilmeyen Sabonis’e ABD’de oynamaya istekli olup olmadığını sordu. Sabonis evet dedi. Bir üniversitede oynamak ilgini çeker mi diye sordu. Sabonis güldü ve evet dedi.
“Bunu nasıl gerçekleştireceğiz?’ dedim. Bana sanki Cinderella’ymışım gibi baktı ve ‘Bilmiyorum’ dedi. Güzel bir peri masalıydı fakat gerçeğe dönüştüremiyorduk. Hiçbir şeyin olmayacağını biliyordu. Sovyetler Birliği bu. Bir şey yapamıyorsunuz. Hele ki Sabonis iseniz. Sürekli onu izliyorlardı.” diyor Janulevicius.
Janulevicius, Brown ile Madrid’te buluştu ve Sabonis’in Amerika’da oynamayı istediğini, LSU’dan haberi olduğunu söyledi. Koça detaylı bir mektup yazdı ve şunlardan bahsetti: Sabonis ailesine olan sadakatinden dolayı kaçmayacağını söyledi. Her şeyden önce her şeyin yasal ve düzgün şekilde yapılmasını istiyordu. Ailesinin ve arkadaşlarının suçlanmasından korkuyordu. İş kaçmak veya kalmak arasında giderse kalmayı seçeceğini söylemişti.
Janulevicius, belgelerini Brown’a vermek için Sabonis ile o ayın sonunda Vilnius’ta görüşme ayarladı. Fakat zaman geldiğinde Sabonis telefonunu açmadı. Janulevicius ve Brown, onun izini kaybetmişti.