by Melikşah Bayrav / info@eurohoops.net
Uzun yıllardır ülke basketbolunun en önde gelen kulüplerinden biri olan Türk Telekom, son dönemlerde kurulan iddialı kadrolara rağmen beklentileri karşılamakta zorlanıyordu. Bu yaz başantrenörlük görevi için Erdem Can’la anlaşarak beyaz bir sayfa açan başkent ekibi, şu ana kadar sezonun en flaş ekiplerinden biri olmayı başardı.
Yeni başantrenörün yanı sıra kadrosunu Tony Taylor, Axel Bouteille, Jerian Grant, Tyrique Jones, Nate Sestina, Erkan Yılmaz, Rıdvan Öncel ve Semih Erden gibi eklemelerle güçlendiren Türk Telekom, takımın neredeyse baştan aşağı yenilenmesine rağmen yeni sezona harika bir başlangıç yaptı.
Bu sezon EuroCup ve Basketbol Süper Ligi’nde mücadele eden Ankara temsilcisi, yer aldığı her iki kulvarda da etkileyici performanslar ortaya koyuyor. EuroCup normal sezonunda çıktığı 8 maçın 6’sını kazanarak B grubunun zirvesine yükselen Türk Telekom, Basketbol Süper Ligi’nde ise 11 maçta 10 galibiyetle ligin zirvesinde yer alıyor.
Ayrıca ligde çıktığı son 9 maçın hepsini kazanan Ankara temsilcisi, geçtiğimiz haftalarda zorlu rakibi Fenerbahçe Beko’ya Basketbol Süper Ligi’ndeki ilk mağlubiyetini tattırarak dikkatleri üzerine topladı.
10 senelik bir aranın ardından bu yıl başantrenörlüğe Türk Telekom’la geri dönen ve şu ana kadar epey etkileyici bir koçluk performansı ortaya koyan Erdem Can, Eurohoops’un sorularını yanıtladı.
Türk Telekom yıllardır iddialı kadrolarla mücadele eden bir kulüp olsa da son dönemlerde bir türlü beklenen sonuçların alınamadığını görüyorduk. Siz ise elinizdeki kadroyla çok kısa süre içerisinde müthiş bir istikrar yakaladınız, bunun sırrı nedir?
“Öncelikle henüz sezonun başında sayılırız, dolayısıyla bir istikrardan bahsetmemiz için sezonun sonunda bir değerlendirme yapsak çok daha iyi olur. Burada önemli olan nokta oyuncularımızın hepsinin çok iyi karakterli, gelişmeye açık ve konsantre olmaları. Ayrıca antrenmanlarda çok çalışıyorlar. Biz de ekip olarak çok çalışıyoruz, bu sebeple bir ritim yakaladığımızı düşünüyorum. Yine de henüz hiçbir şey başarmadık. Evet, toplamda yanılmıyorsam tüm kulvarlarda çıktığımız 19 resmi maçta 16 galibiyet aldık. Ancak alınan bu galibiyetler ligi doğru yerde bitiremezseniz hiçbir anlam ifade etmiyor. Bu sebeple daha çok yolumuz var ama son derece iyi niyetli, çok çalışan bir ekibimiz var. Buna hem antrenör, hem de oyuncu ekibimizi dahil edebilirim.”
Dediğiniz gibi henüz sezonun başında olmamıza rağmen Türk Telekom’un sahada sürekli belirli bir düzen içerisinde hareket ettiğini görüyoruz. Oyuncular sanki uzun süredir birlikte oynuyorlarmış gibi birbirlerini son derece iyi şekilde tamamlıyorlar, bu kadar kısa süre içerisinde nasıl böylesine bir düzen oturtabildiniz?
“Açıkçası bu konuda kurallarımızın çok net olduğunu söylemem lazım, hücumda ve savunmada olmazsa olmazlarımız var. Bu olmazsa olmazlarımızı her gün, her antrenmanda mutlaka konuşup çalışıyoruz. Her takım toplantısında mutlaka değiniyoruz, dolayısıyla olmazsa olmaz dediğim bu hücum ve savunma kurallarını her gün belli ölçüde tekrarladığımız zaman bu bir alışkanlık haline geliyor. Bu alışkanlık da oyuncuların saha içerisinde reaksiyon verebilmelerini ve birlikte hareket edebilmelerini sağlıyor. O anlamda açıkçası şu ana kadar gerçekten iyi bir gelişim süreci içerisindeyiz. Özellikle de hücumda.”
Bu sezon baktığımızda Erkan Yılmaz, Rıdvan Öncel, Semih Erden ve Berk Demir gibi yerli oyunculardan çok değerli katkılar aldığınızı görebiliyoruz. Takımınızda yerli oyuncuların katkısı ve önemine dair düşünceleriniz neler?
“Şimdi Erkan Yılmaz özelinde baktığımız zaman Erkan’ın tüm yerli oyuncularımız gibi çok büyük bir potansiyeli var. Ben yazın tüm oyuncularımızla mutlaka yüz yüze görüştüm, aynı ülkede değilsek de görüntülü konuşma yoluyla bu görüşmeleri gerçekleştirdim. Bunu yapmamdaki amaç ne ifade etmek istediğimin karşılıklı olarak anlaşılmasıydı, aradaki güven duygusu çok önemli. Bugün Avrupa basketboluna baktığımız zaman elit seviyede çok yönlü diyebileceğimiz pek fazla oyuncu yok, Erkan’ın elit seviyede oynayabilecek bir potansiyelinin olduğuna inanıyorum. Aynı durum Rıdvan (Öncel) için de geçerli. Yani şunun farkındayım, bu oyuncuların hiçbirine geçtiğimiz dönemlerde buradaki kadar güvenilmemiş ve belirli bir kredi verilmemiş. Ben ilk gün bu oyunculara topla karar vermekten çekinmemeleri gerektiğini söylemiştim. Eğer o an pozisyonun gerektirdiği şey oyuncunun şut kullanmasıysa bundan çekinmemeleri gerektiğini belirttim. Oyuncuların çembere atak etmek, şut atmak veya ikili oyun oynamak gibi basketbolun tüm yönlerini kullanmaları lazım. Elbette bunu da ekstra çalışarak daha üst seviyelere getirebilirler. Bu noktada Erkan da sorumluluk alıyor, her gün daha iyiye gidiyor. Bence çok daha iyiye gidebilir, Rıdvan da aynı şekilde. Rıdvan Avrupa’da çok oyuncuda göremeyeceğiniz bir çabukluğa sahip, bu çabukluğu hücum ve savunmada daha verimli kullanabilir. Yine de sabit şut yüzdesi, Closeout’lara atak ve boyalı alanda alanda doğru kararı verebilmek gibi geliştirmesi gereken yönler var. Bu konulara çok çalışıyoruz, çalışmaya da devam edeceğiz. Aynı şekilde Berk (Demir) çok potansiyelli bir oyuncu, 4 numara pozisyonunda yapabildiği çok şey var. Biraz daha sert oynaması ve daha kararlı hale gelmesi durumunda çok daha üst seviyelere çıkabilir. Semih Erden takımımızın kaptanı, 1 yıl basketbol oynayamadı ama bu sezon oynadığı tüm maçlarda, bakın tüm maçlarda çok değerli katkılar sağladı. Bazen iniş çıkışlar yaşayabiliyor ama insanların bunu anlaması lazım, 36 yaşındaki bir oyuncunun böylesine uzun bir sakatlıktan geri dönüp her saniye yüzde yüz performans vermesi çok zor. Yine de Semih, oyunun önemli anlarında girip maçı değiştirebiliyor. Bu sezon birçok maçta bunu yaptı, bizim ona karakter ve oyuncu kimliği bakımından güvenimiz sonsuz. Ayrıca Boran Güler’e de değinmek istiyorum, o da geçtiğimiz sezon genç yaşında çok ciddi bir sakatlık yaşadı. Biz ona karşı sabırlı davranıyoruz ve yavaş yavaş şans veriyoruz, mesela Trento maçında ilk beşte başladı. Yavaş yavaş sürelerini arttırıp öz güven bulmasını sağlamak istiyoruz. Şuna inanıyorum ki Boran böyle çalışmaya devam ederse ileride çok önemli bir kısaya dönüşecek. Türk oyunculardan verim almak için çok çalışıyoruz, onlar da çok çabalıyorlar. Umarım bu süreci pozitif şekilde devam ettirebiliriz ve sezon sonu geldiğinde yabancı ve yerlileriyle herkesin izlemekten keyif aldığı bir ekip yaratabiliriz.”
Yabancı oyunculara baktığımızda ise Jerian Grant, Axel Bouteille, Tony Taylor ve Nate Sestina gibi isimlerden çok ciddi katkılar aldığınızı görüyoruz. Özellikle Grant’i bir oyun kurucu gibi kullanıp değerli asist katkıları alıyorsunuz. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
“Asistan koçlar, ben ve Genel Menajerimiz Önder Külçebaş büyük bir mesai harcayarak, özellikle transfer listemizdeki oyuncuların karakterlerine yönelik araştırmalar yapıyoruz. Oyuncuların teknik özelliklerini izlediğinizde zaten az çok görebiliyorsunuz. Ben kafamdaki hücum ve savunma sistemlerine uygun, bundan da önemlisi oluşturacağımız takım kimyasına uygun karakterde oyuncuları seçmek istedim. Karakter anlamında şu ana kadar çok doğru tercihler yaptığımızı hissediyorum, bu çok mutluluk verici. Burada ben Nate’i (Sestina) zaten Utah Jazz‘deki NBA Yaz Ligi döneminden tanıyordum. Ayrıca Jerian Grant’in yetenekleri ve karakteri, takımımıza uyum sağlayabileceğini gösteriyordu. Burada açıkçası ‘Jerian Grant’i oyun kurucu gibi kullanıyorsunuz’ demene katılmıyorum. Oyun kurucu kelimesinin güncel basketbolda artık çok fazla yerinin olmadığını düşünüyorum. Oyun kurucu yerine belki karar verici demek daha doğru olabilir. Klasik bir oyun kurucu topu getirir, takımı yarı sahaya yerleştirir ve oyunu başlatır. Hücumun bir noktasında top oyun kurucunun eline geri gelir ve Petar Naumoski gibi hücumun çok büyük kısmında topla oynardan çok daha farklı bir basketbol oynanıyor artık. Biz de takım olarak daha dinamik ve tempolu oynamak istiyoruz. Bu sebeple Jerian (Grant) 2 numara pozisyonunda oynarken karar verme noktasında bizim ana opsiyonlarımızdan biri oluyor. Bizim için asıl önemli olan konu sahanın her iki yönünü de oynayabilen oyunculara sahip olmamız. Hücum ve savunmada performans verebilen oyunculara sahibiz, dolayısıyla oyunun bir tarafından kaytarmadan oynuyorlar. Axel (Bouteille) çok önemli bir şutör, Avrupa’nın en önemli şutörlerinden bir tanesi. Ritmini bulduğu zaman şutu el üzerinden atması bile yüzdesine çok etki etmiyor. Yine de geliştirmemiz gereken çok fazla yön var, dediğim gibi daha sezonun çok başındayız. Henüz bir başarı hikayesi yaratmış değiliz, bu yüzden ayaklarımızın yere basması lazım. İyi bir kadromuz var, takım olarak çok istekliyiz. Yine de bir şeyler başarabilmek için önümüzde uzun bir yol var.”
Ayrıca yabancılardan Tyrique Jones da harika bir sezon geçiriyor, özellikle topu çember etrafında aldığı zaman durdurulması çok zor bir oyuncu. Sizin Jones’un şu ana kadarki performansı ve potansiyeli hakkındaki görüşleriniz neler?
“Yaşlarından bağımsız olarak tüm oyuncularımız, Avrupa’nın daha üst seviyelerinde oynayabilecek potansiyele sahipler. Burada Tyrique (Jones) ile ilgili önemli bir nokta var, ben kendisiyle ilk görüştüğüm zaman da bunu ona anlatmaya çalıştım. Çoğu kişi Jones’un geçtiğimiz sezonu İtalya’da iyi geçirdiğini söylüyor ama ben buna tam olarak katılmıyorum, bunu kendisine de söyledim. Pesaro forması ile İtalya’nın büyük takımlarına karşı oynadığı maçlarda sönük kaldığını gördüm, büyük takımlara karşı da fark yaratabildiği zaman çok daha önemli bir oyuncu olduğunu gösterecektir. Evet, Tyrique Jones çok potansiyelli bir oyuncu ama son 2 yılda NBA veya G-League’den teklif bekleyip Ekim ayı gibi Avrupa’ya geldi. Yani hazırlık dönemini es geçerek direkt olarak maç oynamaya başladı. Bu durum bence Jones gibi oyuncuların Avrupa basketboluna alışma süreçlerini olumsuz etkiliyor. Avrupa’da oynanan basketbolu öğrenmeleri lazım, bu sebeple Tyrique’in yaz döneminde aramıza katılmasını çok önemsiyordum. Hazırlık dönemi boyunca aramızda olmasının basketbolunu olumlu yönden etkileyeceğine inanıyordum, bunu ona da söyledim. O da gerçekten çok düzgün karaktere sahip bir oyuncu, tıpkı diğer oyuncularımız gibi. Antrenmanlarda gelişime açık yönlerinin üzerine çalışarak her geçen gün daha iyiye gidiyor. Bu şekilde çalışmaya devam ettiği takdirde daha üst seviyelerde oynama potansiyeline sahip, henüz o da bizler gibi yolun başında.”
Bu yaz verdiğiniz bir röportajda “Ankara’daki basketbol kültürünü yeniden canlandırmak istediğinizi” söylemiştiniz. Özellikle son dönemde oynadığınız maçların büyük kısmında salonunuzun dolu olduğunu görüyoruz, sizce Ankara’daki basketbol kültürü yeniden canlanmaya başladı mı?
“Yani kesinlikle geçtiğimiz yıllara kıyasla daha fazla bir taraftar desteği var, maçlarımıza gelen taraftarlar orada olmaktan keyif alıyorlar. Gittikçe daha çok maça katılan ve bize destek olan bir kitle oluşmaya başladı. Bunun artarak devam edeceğine inanıyorum çünkü Ankara çok önemli bir basketbol şehri. Yapabileceğimiz çok fazla şey var, bu takımın daha üst seviyelerde mücadele etmemesi için hiçbir neden yok. Organizasyonumuzun bunu başaracak gücü var, taraftar potansiyelimizin yanı sıra çok güzel bir şehrimiz var. Bunu daha üst seviyelere taşımayı ümit ediyoruz, umarım başarabiliriz de ama şu sıralar olumlu yönde bir gelişim kesinlikle var.”
Evet, sezona harika bir başlangıç yaptınız ama sizin de söylediğiniz gibi henüz başlarda sayılırız. Sizin bu sezona dair başarı kıstasınız nedir, neler yaşanırsa başarılı veya başarısız olduk diyebilirsiniz?
“Yaptığım açıklamalarda veya verdiğim röportajlarda hep aynı şeyi söylüyorum. Bu sezon tek bir hedefimiz var, o da her gün daha iyiye gitmek ve her gün daha iyi basketbol oynamak. Bu gelişimin sadece bizim tarafımızdan değil, bizi takip eden insanlar tarafından da görülmesini istiyoruz. Zaten bu mantaliteyle yola çıkıp her gün elinizden geleni yapıyorsanız sonuç sizi iyi bir yere götürecektir. Biz sahada elimizden gelen her şeyi yapmıyorsak, tüm gücümüzle mücadele etmiyorsak, topu paylaşmıyorsak, sert oynamıyorsak, sahada koşmuyorsak başarısız olmuşuz demektir. Başarısızlık kıstasım budur, buna örnek olarak EuroCup’taki Gran Canaria maçının ilk yarısını verebilirim. Sonunda kaybetsek bile ikinci yarıya bambaşka bir görüntüde çıkıp 20 sayı farktan dönebilmiştik. Dolayısıyla sahadaki oyuncuların isimlerinden ziyade kolektif bir paylaşım ortaya koyabilmek önemli. Bu kolektif paylaşımı ortaya koyabiliyorsak başarılı olmuşuz demektir, sezon sonunda geldiğimiz noktayı hep beraber değerlendiririz. Mesela sizler dersiniz ki Türk Telekom sezonu şöyle bitirdi ve başarılı oldu, veya şöyle bitirdi ve başarısız oldu. Benim hedefim her gün daha iyiye gitmek.”
Geçtiğimiz sezonu NBA’de Utah Jazz koçu Quin Snyder’ın ekibinde geçirdiniz. Bu bir sezonluk NBA serüveninin kariyerinize ne tür olumlu yansımaları oldu?
“Açıkçası çok fazla olumlu yansıması oldu. Öncelikle oyuncuları daha fazla anlamam gerektiğini, onları daha çok dinlemem gerektiğini ve duygusal açıdan daha sık empati kurmam gerektiğini hissettim. Ancak Avrupa’da organizasyon disiplinini ve teknik disiplini asla elden bırakmamanız gerekiyor. Dolayısıyla ben bunların bir sentezini yaparak oyuncularla ilişkilerimi iyi tutup bir yandan da beni takip etmelerini sağlayacak bir denklem yaratmaya çalışıyorum. Agresif, aç ve başarılı olmak isteyen bir ekip yaratmak için çabalıyorum, bunu yaparken de NBA’deki oyuncuyu dinlemek ve daha iyi anlamak gibi konuların bana olumlu katkı sağladığını düşünüyorum. Teknik bakımdan ise çalıştığım koç Quin Snyder’dı. Kendisi daha önce Avrupa’da çalışmış bir NBA başantrenörü. Kendisi gerçekten bir dahi olarak nitelendirebileceğim, basketbol zekası müthiş bir koç. Benim açıkçası en büyük şanslarımdan biri hem Zeljko Obradovic, hem de Quin Snyder gibi iki çok değerli basketbol aklıyla çalışmış olmam. Bu iki ismin yanı sıra yine Igor Kokoskov’u da dahil edebilirim. Bu koçlarla çalışmış olmak benim için büyük şans, bu isimlerin yanında kendi koçluk felsefemi oluşturabilmek benim için çok değerliydi.”
Molalarda ve maç içerisinde oyuncularınıza karşı zaman zaman sesinizi yükselttiğinizi veya kızdığınızı görebiliyoruz. Bir koç olarak bunun sınırını nasıl belirliyorsunuz?
“Benim için en önemli konu kendim olmak. Maç içerisinde, toplantıda veya molada oyuncular benim olduğum gibi davrandığımı hissediyorlarsa benim niyetimin ne olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla bu davranışımın kendilerine yönelik kişisel bir saldırı olmadığının farkındalar, en azından bunu kendi oyuncularım için söylüyorum. Sınır çizme konusuna gelirsek eğer siz kendiniz olup samimi davranırsanız bence oyuncularınız bu tavrı hissediyorlar. Bazen oyuncu size karşı ekstra tolerans gösteriyor çünkü sizin doğal davrandığınızı görüp ‘bu adam benim gelişimim için iyi bir şeyler söylüyor’ şeklinde düşünüyor. Bu yaşandığı zaman oyuncuların toleransı artıyor. Bazen siz de oyuncunun takım yararına bir şey yaptığını hissettiğinizde, yaptığı hatanın aslında olumlu bir şey yapmaya çalışırken gerçekleştiğini fark ettiğinizde daha toleranslı yaklaşıyorsunuz. Bu bence karşılıklı olarak oyuncularla birbirimizi anlamak ve samimi olmakla ilgili bir şey. Belirli bir sınırdan ziyade daha doğal gelişen bir durum, açıkçası sınır şu desibeldir gibi bir şey diyemem.”
Peki sizce basketbolun yüzde kaçı taktik, yüzde kaçı iletişimden ibaret?
“Ben buna ekstra bir seçenek daha eklemek istiyorum, o da kimya. Bence kimya basketbolun en önemli unsurlarından bir tanesi. Takım kimyasını oluşturan faktörlerin de iki boyutu var: Bunlardan bir tanesi işin taktik boyutu, yani taktik, teknik kısmına uygun oyuncuları bir araya getirmek. İkincisi ise karakter kimyası. Yani beraber haraket edebilen, mümkünse birlikte oynamaktan zevk alan ve performans verebilen bir grup oluşturmak. Bu saydığım iki faktörü yüzde 50-50 olarak söyleyebilirim ama bu yüzde 50’lik dilimlerin içerisinde birçok farklı detay var. Siz koç olarak eğer yeterli teknik donanımda değilseniz oyuncularınızın sizi takip etmesini sağlayamazsınız. Özellikle kritik anlardaki çözüm koç olarak siz olmalısınız, bu noktada oyunculara motivasyon sağlamanız ve gerekli taktik bilgiyi vermeniz lazım. Eğer bunu başaramazsanız oyuncu sizi takip etmez. Ayrıca eğer doğru iletişimi kuramıyorsanız ve oyuncu size güvenmiyorsa istediğiniz kadar taktik bilin, oyuncuyu ikna edemezsiniz. Dolayısıyla bunlar iç içe geçmiş detaylar, benim az önce yüzde 50-50 dememin nedeni de bu. Eğer işinizde en iyiler arasında olmak istiyorsanız bu iki konuda en üst seviyede olmanız lazım.”
Avrupa’dan NBA’e giden oyuncular ve koçların bazıları kendilerini oraya bir türlü ait hissedemediklerini söylüyorlar, peki Avrupalı bir antrenör olarak sizin 1 yıllık serüveninizde hiç dışlanıyormuş gibi hissettiğiniz oldu mu?
“Açıkçası kendimi oraya ait değilmiş gibi hissettiğim bir dönem olmadı ama Avrupa’da oynanan basketbol ile ABD’de oynanan basketbol çok farklı. İki oyunun da adı basketbol ama süreler, saha boyutları, kurallar, seyirci ve mola adedi farklı. Yani basketbol potası, top ve çember dışında neredeyse her şey farklı. Dolayısıyla orada farklı bir kültür ve bu kültürü tamamen benimsemiş insanlar var. Oraya gideceğiniz zaman o kültürü baştan kabullenerek gitmeniz gerekiyor çünkü NBA’deki yapı Avrupa’dan farklı. Ayrıca teklif geldiğinde siz bunu bilerek gidiyorsunuz. Bunun ön kabulüyle hareket ettiğinizde hem koç olarak, hem de farklı ülkeden gelen bir insan olarak orada yaşamak daha kolay olabilir. Elbette oradaki oyun Avrupa’daki gibi değil, ayrıca yapılar çok farklı. Yani pazarlamadan tutup TV gelirlerinden salonlara kadar her şey farklı.”
Sizce yakın vadede Avrupa’dan giden bir koçun NBA’de başantrenörlük yaptığını görecek miyiz yoksa oradaki sistemi değiştirmek çok mu zor?
“Şu sıralar NBA’de eski oyuncuların başantrenörlük yapması çok popüler. Bunun dışında Avrupa’dan giden bir koçun NBA’de başantrenörlük yapmasının çok uzak olduğunu düşünmüyorum çünkü basketbolun bazı doğruları var. Bu kadar çok Avrupalı oyuncu gidip NBA’de başarılı olabiliyorsa bu oyuncularla iletişimi kuvvetli, ayrıca İngilizce bilen Avrupalı koçların şans bulma ihtimali bence var. Şunu bilmek lazım, Avrupa’daki basketbol ile NBA’deki basketbol birbirinden çok farklı. Avrupa’da saf basketbol oynanıyor, burada kolektif oynamayı gerektiren bir yapı var. Amerika’daki basketbol ise daha bireysel. Ayrıca kuralları ve pazarlama stratejisiyle de bu bireyselliği öne çıkaran bir yapı var. Dolayısıyla NBA’e giden bir koçun oradaki yapıyı devam ettirebilmesi lazım. Oyuncuyu yönetiş biçiminden oynattığı basketbola kadar bunu vadetmesi lazım. Eğer bu şartlar sağlanırsa Avrupa’dan giden koçların NBA’de başantrenör olamamaları için hiçbir neden yok.”
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!