Tanıklar Anlatıyor: Derrick Rose’un Lider Olduğu 2010-11 Chicago Bulls

16/Ara/22 12:17 Aralık 16, 2022

Bilal Baran Yardımcı

16/Ara/22 12:17

Eurohoops.net
derrick-rose-chicago-mvp
Nathaniel S. Butler/ Getty Images/ Ideal Image

Eurohoops Çeviri, talihsiz sakatlıkla yolu yarıda kalan 2010-11 Chicago Bulls kadrosunun hikayesini başrollerinden dinletiyor…

by Darnell Mayberry / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 25 Kasım 2019 tarihinde The Athletic‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Eğer Miami Heat Hollywood’u temsil ediyorsa 2010-11 Bulls da tamamıyla Chicago’ydu.

Heat efsanesi ve ezeli rakipleri Dwyane Wade, “Oynadığımız herhangi bir takım kadar mücadeleci.” diyor.

Heat forveti Udonis Haslem de “Onlara karşı ne zaman sahaya çıkarsak çıkalım fiziksel bir mücadele olacağını biliyorduk, eski tip bir Doğu Konferansı maçı gibi… O maçlardan sonra muhtemelen vücudunuz için buza ihtiyacınız olurdu.”

Ağrılar için buz. Bulls, bütün sezon boyunca kaybettiği maçlarda bile rakiplerine bunu yaşatmıştı.

Bulls o sezon 62 maç kazandı. Jordan sonrası dönemin zirvesiydi. Bir tanesi NBA Finalleri’ne çıkana kadar her Bulls kadrosunun karşılaştırılacağı takım onlar.

O Bulls takımı Chicago’daki insanların sevgisini kazandı, ligin geri kalanına da ilk yılındaki çılgın koçları Tom Thibodeau ile birlikte başı dik bir oyun sergileyerek sürpriz yaşattı. Boğucu savunmalarıyla maçları kazandılar, sahipsiz toplar için vücutlarını feda ettiler ve takım içinde bireyselliklerini kaybettiler. Takımda 22 yaşında, şehrin çocuğu durdurulamayan, zirvesinde Derrick Rose vardı.

O Bulls takımı, doğru oyuncularla doğru personeli doğru zamanda yakalamıştı. Kurdukları ve bugüne kadar devam eden bağ, onları takım arkadaşları ya da şehirlerine karşı yüz üstü bırakmayacaktı.

“Sadece koç olarak değil, asistan koç olarak da birçok harika takımın parçası oldum.”  diyor Thibodeau. “Fakat sadece gösterdikleri mücadeleden dolayı onları en üste koyarım. Bütün beklentileri karşıladıklarını, hatta belki de aştıklarını düşünüyorum. Bir takımı bu şekilde değelendirirsiniz.”

Serttiler. Birdiler. Rose’ları vardı. Thibs’leri vardı. Bençleri sağlamdı. Hem o gün hem de gelecekleri umutluydu.

Güçlü kalması beklenen, şöhretleri günleri geri getirmesi ve er ya da geç yedinci filamayı asması beklenen bir takımdı. Olmadı. Sakatlıklarla, sporun acı gerçeklikleriyle trajediyle son buldu.

Yine de sezondu ama…

Eski Bulls uzunu Carlos Boozer, “Spesifik olarak o sezon, Bulls’u tekrar resme kattı.” diyor.

Bütün yaptıklarıyla, temsil ettikleriyle o sezonun Bulls’u hala çok seviliyor ve böyle olmaya devam da edecek.

Kimse 2010-11 Bulls’u unutmayacak. İşte onların hikayesi.

ÇABA

Joakim Noah, pivot: K*çımız yırtılana kadar çalıştık.

Derrick Rose, oyun kurucu: Kimse bunu tam anlamıyla anlayamaz. Ne çalıştık ama… İnsanların bu takımdaki herkesin ne kadar işine odaklı olduğunu anladığını düşünmüyorum.

Taj Gibson, uzun forvet: Herkesin kanıtlayacak bir şeyi vardı. Herkes savunma yapmayı biliyordu fakat aslında sadece açtık ve kazanmak istiyorduk. Kazandığınız zaman en aşağıdan en üste herkesin kazandığını erkenden fark ettim. Mantalitemiz buydu. Birbirimizi besledik. Spor salonunda sıkı çalıştık. Sürekli spor salonundaydık.

Luol Deng, kısa forvet: Kimse istatistikleri için hırs yapmıyordu. Her şey maç kazanmaktan ibaretti. Sezon başında ne kadar iyi olduğumuzu ve fark ettik ve kazanmayı öncelik haline getirdik.

Ronnie Brewer, kanat: Şehir için kalbimizi ortaya koyduk. Kazanma tutkumuz çok yoğundu ve bunu şehir için yapmak istiyorduk çünkü hak ediyorlardı. Her şey şehir içindi, taraftarların bunu bilmesi gerekiyor.

Gibson: Chicago öncelikle harika bir taraftar grubuna sahip. Eğer mücadele ederseniz, yüreğinizi, terinizi ve gözyaşınızı ortaya koyarsanız ve takıma, organizasyona, şehre yardım etmek için elinizden geleni yaparsanız şehir de sizi hayatınızın geri kalanı boyunca sever.

John Paxson, basketbol operasyonları başkan yardımcısı: Heyecanlılardı. Bunun büyük kısmı Derrick’in şehirden gelen ve başarıya ulaşan bir çocuk olmasından geliyordu. Bence herkesin gururlandığı şey buydu. Karşımızda şehirden parlayan bir genç vardı ve takım artık uzun süre boyunca özel olacak bir seviyeye dönmüş gibiydi.

Üst üste 41 galibiyet alınan ve ilk turda elenilen sezonlardan sonra Bulls, 2009-10 sezonunun ardından Vinny Del Negro’yu kovdu. Organizasyonu uzun süredir asistan koçluk yapan, iki yıl önce Boston’da Doc Rivers’ın altında çalışan Tom Thibodeau’ya teslim ettiler.

Thibodeau’nun tek koçluk tecrübesi 26 yıl önce tek sezonluğuna Division II’dan Salem State ileydi. 25 yaşındaydı. Şimdi ise saygı duyulan bir NBA asistanı, pazardaki en gözde isimlerden biri ve Bulls organizasyonunun takımı tekrardan öne çıkarmak için güvendiği isim olmuştu. Thibodeau, söylenen kadar iyiydi de. O sezon Yılın Koçu ödülünü kazandı. Yazı birçok oyuncuyla birlikte Deerfield’taki Bulls antrenman tesisi Berto Center’da geçirdi. Oyuncular şut veya ağırlık antrenmanına gittiğinde Thibodeau ile saatler geçirirdi. Bu çalışmalar, onun da takımdan beklediği şeylerin temelini attı.

Paxson: O sezon Tom’u işe almadan önce birçok oyuncuya çalışmıştık. Vinny bizdeydi fakat bizim için o işin yürümediği açıktı. Tom’u araştırmaya başladığınızda onu daha fazla tanıyor ve hayatının basketbol olduğunu görüyordunuz. Hayatı buydu. Evli değildi. Onun işi buydu. Derrick ve diğer parçalarla birlikte yeterince yetenekli olduğumuzu düşünüyorduk. Onlara her gün koçluk yapacak, her gün öğretecek birine ihtiyacımız olduğunu hissettik. Geriye dönüp baktığımızda da Tom’un asistan koçluğundan da birçok hikaye duyuyorduk. Borcunu ödeyen ve kendisine fırsat verilen insanların söyleyecek bir şeyleri olur. Ona da bu fırsat verildi ve mükemmel bir yıl geçirdik.

Brian Scalabrine, yedek forvet: Mükemmelliği kurdu. O, bunun peşindeydi. Antrenmanlar hızlıydı, çok vakit harcamazdık. Top gelsin, herkes yerine geçsin. Eğer perdeden çıkarken topun kontrolünü kaybettiyseniz, baştan. Eğer kat yapmakta geciktiyseniz, baştan. Yüksek seviyede bir mükemmelliyetçilik vardı. Çok fazla 5’e 5 oynamazdık fakat detaylara çok önem veriyorduk. Bizden bunu istiyordu. Her antrenman mükemmel olmalıydı.

Gregg Popovich, San Antonio Spurs koçu: O bir savaşçı, rekabetçi ve savaşlarını kazanacak. Bunu derken savunmada belli standartları olacağından bahsediyorum. Talepkar olacak ve geri adım atmayacak. Genellikle de o savaşı kazanacak. Thibs hakkında en çok bunu hatırlarsınız. Herkesten işin özellikle savunma kısmında sonuna kadar mücadeleyi alır. Her pozisyonda yüreği orada olur. Bunu ondan duyarsınız. Bunu herkesten çok yaşıyor ve hissediyor.

Gibson: Her zaman bağırırdı fakat bu, onun sizi sürekli düşündüğünü göstermesinin bir yoluydu. Bunu fark ettim. Size bağırıyorsa sürekli onun aklındasınızdır. Sizi düşünüyordur. İstediğinizi yapmanıza izin verdiği ve ağzını açmadığı biri olmak istemezsiniz.

Paxson: Tom gerçekten de iyi bir liderlik gösterdi. Takımı mücadeleye sürükledi. Savunma yaptırdı ve bunları yapmak kolay değildir. Bizim de buna inanan ve bu yönde koçluk görmek isteyen oyuncularımız vardı. Tom da bu konuda çok iyi iş çıkardı.

Scalabrine: Teknik kısmına inmek istiyorsanız -ki sizin için çok keyifli bir hikaye olmaz bu- Thibodeau o yıl pick&roll’larda ilk kez “downing” veya “icing” taktiklerini kullanmıştı. Guardlar bununla ilk kez karşılaşıyordu ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Günümüzde yıldızlar pick&roll’larda ice’ı direkt çözüyor fakat o zamanlar bu yeniydi. Bir şeyler deniyorduk. Taj Gibson adam değişiyordu ve bu çok görülen bir şey değildi. Savunmada yenilikçiydik. Zamanın ötesindeydik. Fizikli ve güçlüydük.

Brewer: Koç Thibs, “Evet, çok yetenekliyiz fakat maçları yetenek kazanmaz. Sıkı çalışma ve adanma maçları kazanır.” felsefesini oturtmakta çok iyiydi.

Kyle Korver, yedek forvet: Bize sertlik mantalitesini yerleştirdi.

Deng: Thibs geldiğinde detaylara önem veren harika bir savunma koçu olduğunu biliyorduk sadece. Koçluk tarzının nasıl olacağını bilmiyorduk. Ne bekleyeceğimizi bilmiyorduk fakat sadece kazanmak istiyorduk. Kaybetmekten bıkmıştık.

TAKIM İNŞA ETMEK

Bulls, NBA tarihinin en merakla beklenen serbest oyuncu sınıfı 2010 yazında masada olmak için kendini konumlamıştı. LeBron James, Dwyane Wade ve Chris Bosh serbestti ve Bulls, üçüyle de görüşme yaptı. Chicago da birçok takım gibi önceki sezonu maaş bütçesini boşaltarak alan açmaya ayırmıştı.

Bulls, neredeyse 30 milyon dolarlık bir maaş boşluğu açmıştı ve bu, o yazın yıldızlarından ikisini almak için yeterliydi.

Paxson: Para harcayabilecek birkaç takım vardı ve biz de onlardan biriydik. Üzerine çok zaman harcadık, çok düşündük. Kendimizi LeBron ve diğer oyunculara iyi temsil ettiğimizi düşündük. Yaptığımız ve etki ettiğini düşündüğümüz şeylerden biri ekrana Derrick, Joakim, Luol’den oluşan bir 5 yansıtıp LeBron ya da kimle görüşüyorsak onu eklemekti. Pazarlama stratejimiz takımın harika olduğu ve şampiyonluklar kazanacağı üzerineydi.

Üç oyuncu da Bulls ile ilgilense de -Thibodeau, James’in üzerinde iyi bir etki bırakmıştı- James ve Bosh, herkesin bildiği üzere Miami’de Wade’e katıldı, rekabet dengesini oynattı ve Bulls’un rakibi haline geldi.

Paxson: Buna yol açan birçok faktör var. O günden beri iyi iş çıkardığımıza dair iyi dönüşler aldık fakat büyük ödülü almadıkça sayılmaz. Bizim için öğrenme süreciydi. Elimizden geleni yaptık. Ne yazık ki LeBron gibi bir oyuncuyu Chicago’ya getiremedik. Sahip olduğumuz oyuncuların yanına iki tanesini eklersek şampiyonluk seviyesinde bir takımımız olacağını düşündük fakat iş dünyasının zaman zaman kalp kırıcı tarafı da budur.

Büyük serbest oyuncular elden kaçtıktan sonra yönetim hemen B planına geçti. Bulls, iki kez All-Star olmuş Carlos Boozer ile beş yıl – 72 milyon dolarlık sözleşme imzaladı. 

Boozer, Bulls’un ihtiyacı olan dominant bir uzun olarak ses getiriyordu. Sezon başlamadan önce elini kırmasıyla birlikte ilk 15 maçı kaçırdı. Onun için yaratmayı önceleyen Deron Williams’tan skorer oyun kurucu Rose ile oynamaya alışmak büyük bir adaptasyon süreciydi.

Paxson: Carlos bize yardımcı oldu. Tom, onun savunmada rekabet etmesini sağladı. Carlos, hızlı hücumlarımızı başlatamaya yardım edebilecek iyi bir ribaundçuydu ve üzerinden oynayabileceğiniz bir orta mesafe oyunu vardı. Bize çok yardımcı oldu. Konferans Finallerine çıkan takımın önemli bir parçasıydı.

Carlos Boozer, uzun forvet: Düşüş yılı değildi. Farklıydı. Düşünün, Utah’ta oyun kurucum 11,12 asist ortalamaları tutturan Deron Williams’tı. Pası önceleyen bir oyun kurucuydu. Chicago’da ise maç başına 25,30 sayı atan skorer bir oyun kurucuyla oynuyordum. Bazı maçlar daha fazlasını da yapıyordu. Skorer bir guardla oynuyorsanız bu, Allen Iverson ile oynamak gibidir. Onun üzerinden oynamak zorundasınız. Çoğu set onun içindi. Çizilen oyunların %95’i onun içindi, geri kalan da onun ellerinde bitiyordu. O kadar iyiydi işte. O sezon yanlış hatırlamıyorsam maç başına 18 sayı ortalama tutturmam harika çünkü Rose, bizim ana tehditimizdi.

O yılın benim için tek zor kısmı elimi kırıp sezonun ilk 15-20 maçını kaçırmam oldu.

Boozer’ın imzası Bulls’u sezona hazırlayacak domino etkisine sebep oldu. James, Boozer’ın imzası resmi olduktan birgün Miami’ye gitti. Bulls; şut, sinerji, savunma ve derinliklerine katkı yapacak kurnaz hamleler yaptı.

13 Temmuz’da Korver ile imzaladılar, 16’da Brewer, 26’da Kurt Thomas ve 11 Ağustos’ta Keith Bogans… NBA tarihinin en iyi üçlükçülerinden Korver, en çok ses getireniydi. Bulls az daha Korver ve JJ Redick’i aynı anda alıyordu fakat Orlando Magic, üç yıl – 19 milyon dolarlık teklifi karşılamayı seçti.

O zamanlar yapılan hamlelerden hiçbiri ibreyi oynatmadı ve Bulls’un o yaz yapmayı planladığı hamleler olmadığı da kesindi. Fakat hepsi kendi açısından sağlamdı ve radar altından yapılan eklemelerin her biri Bulls’un o büyülü sezonuna yardımcı oldu. Bogans bile. 

Brewer: Benim oraya gitmek istememi sağlayan şey Booz ve Kyle’dan mesaj almamdı. İkisi de oraya gitmeye karar vermişlerdi. Ben o zamanlar serbesttim ve bana “Burada gerçekten özel bir şey kurabiliriz. Oynama fırsatı da olacak.” diyorlardı. Booz, Kyle ve benim aramda Utah günlerinden kalan bir ilişki vardı. Takıma gelirken resmen kardeş, en iyi arkadaş gibiydik.

Thibodeau: O takım mücadele eden, gerçekten de takım olan ve birbiri için oynayan bir takımdı. Kadrodan beklentiler 40-41 galibiyetti, sezon sonunda ligin zirvesindeydik.

DOĞRU FORMÜL

Scalabrine: O takım hakkında özel olan neydi biliyor musunuz? Her çeşit karakter vardı. Düşünün. Derrick Rose vardı. Bana göre eğer şehrin içinde basketbol oynayan bir çocuksanız veya banliyöde büyüyen beyaz bir çocuksanız büyüyüp Derrick Rose olmak istersiniz. Bu kesimi bi’ düşünün. Sonra Joakim Noah… Ona baktığınızda bambaşka bir kişilik görüyorsunuz. “Umurumda değil. Böyle giyinceğim, saçımı böyle yapacağım. Buradayım.”  1990’larda Dennis Rodman’da olduğu gibi tüm çılgın insanlar Joakim Noah’ı severdi.

Bir diğeri Kyle Korver ve onun küçük karışımı. Justin Bieber’a benziyor, saçı ve bilmem nesi sebebiyle bütün genç kızlar onun havalı olduğunu düşünüyor. Annesinin evindeki bodrumda yaşayarak hayatını kurmaya çalışan bütün orta yaşlı beyaz erkekler için de ben vardım. Luol Deng’ten Afrika bağlantısı geliyordu. Böyle sayabiliriz. O takımda çok fazla demografik çeşitlilik vardı. Bir de koçu ekliyorsunuz. Bill Belichick’i ve eski günlerdeki inatçı koçları seven herkes Thibs’i de sevebilir. O sezon gerçekten de Amerika’nın takımıymışız gibi hissettim.

Brewer: Herkes farklı kişiliklere sahipti ve kimse bunu yansıtmaktan çekinmiyordu.

Deng: Jo, kendini rock yıldızı gibi görürdü.

Rose: Jo ve Lu gibi pozitif enerji veren sağlam veteranlarımız vardı. Ben de bundan beslendim çünkü böyle biriyim. Pozitif bir insanım. Zevklerine düşkün insanlardı. Sadece basketbol konuşmazlardı. Afrika’da, İsviçre’de neler olup bittiğini, global dünyayı konuşurlardı. Sadece basketbol değildi olay. Böylece ben de onları abim gibi hissettim ve onlardan çok şey öğrendim.

Deng: Muhtemelen şakacı ve partilemeyi seven adam bendim fakat herkes beni evinde oturup kitap okuyan adam sanırdı (gülüyor), ki okudum da. Yakınsak bunu bilirsiniz. Fakat çok şapşal bir insanım ve takım da bunun farkındaydı.

Gibson: Birçok güzel anı var. Çok mücadele ettiğimiz maçların ardından eğlenmeye çıkardık. Thibs, erkeklerin erkeklik yapmasını anlayışla karşılardı. Dışarı çıkar ve beraber partilerdik.

Scalabrine: Hiçbir zaman partici olmadım fakat o yıl, kariyerimdeki herhangi bir yıldan çok partiledim. Dışarı çıkıp içmiyordum. Sadece gidiyor ve gece 1.30’a kadar takılıyordum. Oyuncu olarak asla çıkmazdım. O yılki hikayeleri anlat anlat bitiremem.

Rose: Herkesin bundan keyif aldığını hatırlıyorum. Dışarı çıkmayan oyuncular için de, bütün takım için kutladıklarını görebiliyordunuz. Takım arkadaşlarımın benden çok eğlendiğini görmeye bayılırdım. Ben de arada bir giderdim fakat onlar kadar partici değildim. Onlar da bunu anlıyorlardı. “Bu gece bunları yaptın, biz de sen oradaymışçasına kutlayacağız.” derlerdi. Gidebileceğim zamanlar gitmeye çalıştım ancak çoğu zaman evimdeydim.

Gibson: Arkadaştık. Herkesin herkesle arası iyiydi. Sahte hiçbir şey yoktu. Herkes aynı sayfadaydı. Herkes yapması gerekeni yapıyordu. Herkes, herkesi hizaya da sokuyordu. Eğer birinin ayağı kayarsa hepimiz onu geri çekiyor, “Her şey yolunda, buradayız.” diyorduk. Çürük elmamız yoktu. Bu ligde uzun süre içinde bulunduğum için minnettar olduğum tek şey bu.

Rose: Kimse bencil değildi. Herkesin tek bir amacı vardı ve o da şampiyon olmaktı. Zor olacağını da biliyorduk. Herkes saha içinde de dışında da birbiriyle iyi anlaşıyordu. Bu ligde ilerlemek isteyen her takım için gereken bağı, kimyayı kurmuştuk.

Thibodeau: Topu paylaşma şekilleri, savunmadaki eforları… Birbirleri için oynadılar. Kim iyi bir şey yaparsa yapsın mutlu oluyorlardı.

Deng: Geriye dönüp baktığımızda takımda herkesin sevdiği bir MVP’miz vardı. Herkes onun MVP olmasını istiyordu. Derrick’in ne kadar iyi olduğunu biliyorduk ve herkes kendi rolünü oynadı. All-Star olduğum yılı hatırlıyorum, neredeyse bundan utanmıştım. Öğrendiğimde tek düşündüğüm takımda benim kadar iyi oynayan oyuncuların olduğuydu. 2012 yılında ilk kez Derrick ile beraber olduğumuzu hatırlıyorum, Jo’nun da All-Star olduğunu düşünüyordum fakat beni seçtiler. Birbirimizi bu kadar seviyorduk. All-Star ya da istatistikler umurumuzda değildi.

Paxson: Başarılı bir sezon veya dönem geçirdiğinizde birçok insandan katkı alıyorsunuz. Sadece tek bir oyuncuyla olmuyor. Bu, basketbolu özetliyor. Basketbol bir takım oyunu. Herkes harika oyuncuları ister. Onlar olmadan kazanamazsınız fakat bu iş bundan daha fazlası. Kadronun sinerjisi çok önemli. Onu yakaladığınızda hissediyorsunuz da. Yakalayamadığınızda da hep peşinden koşuyorsunuz. O takımın mükemmel bir kimyası vardı.

BENCH MOB

Bulls aynı zamanda dominant bir benç ekibine sahipti. Kusurları olan, renkli bir ekipti fakat harika ribaund meziyeti ve savunmayla birlikte işi yürüttüler. Başarıya ulaştılar ve Dallas’ın arkasında ligin en iyi ikinci benç ekibi oldular.

Çok fazla sayı atmazlardı. 27.5’la benç sayılarında ligin sondan üçüncüsüydüler. Fakat sizin de sayı atmadığınızdan emin olurlardı. Rakip bençleri maç başına 26.2 sayı ve %39.4 saha içi isabetinde tuttular ve iki alanda da lig lideriydiler. Birçok gece ilk 5’i kötü başlangıcın ardından kurtardılar. Ayrıca farkı koruma konusunda ustalaştılar. Thibodeau, bazı maçları belli yedeklerle kapatırdı. Sezon ilerledikçe Bulls taraftarı da bu benç ekibini benimsedi ve onlara “bench mob” adı vererek maçlara onları anan pankartlar, tişörtlerle geldiler.

Scalabrine: “Bench mob”a bayılıyorlardı.

Gibson: Benç oyuncularımız iki günden birinde ilk 5 başlayanlardan daha çok takdir görürdü. O sıralar çocuklar çok iyi para kazanıyordu. Herkes bedavaya yiyordu. Herkes sadece mücadele ettiği için şehrin her yerinde sevgi görüyordu.

Paxson: Korver ve Ronnie Brewer elinizde. Aldığı süreyi kabul eden ve kazanmaya katkı veren oyuncularımız vardı, kazanmak da zaten bundan ibarettir. Fakat bunu elde etmek için profesyonel oyuncular gerekir.

Brewer: Şöhreti kimin elde ettiğini umursamıyorduk. Sayı liderimiz kim, umursamıyorduk. Kağıda en çok kimin adı yazılıyor, o sıralar en çok kim popüler umurumuzda değildi. Sadece oyuna girip bir fark yaratmak istiyorduk. Farkla önde olsak da, farkla geride olsak da sadece sahaya girip fark yaratmak istiyorduk.

Deng: Birçok takımda ilk 5 başlayabilecek oyuncular geliyordu bençten. Bence bu bize özgüven aşıladı. Bizim günümüzde olmadığımız maçlar onlar taşıdı.

Paxson: Kyle Korver çok iyi bir örnek. O, uzun yıllar yaptığı gibi sahaya girip şut sokan ve alanı açan bir oyuncuydu. Bu karışımda Kyle, unutulan isim olabilirdi. C.J. Watson da başka bir isimdi. Derrick’in arkasında oynuyordu. Ömer Aşık vardı ve o zamanlar çok iyi bir oyuncuydu, bize destek veriyor ve savunmamıza direk oluyordu. O, çok iyi bir savunmacı ve iyi ribaund alıyor.

Scalabrine: C.J. oyun kurucuydu ve diğerlerine oyun hazırlayabiliyordu. Birçok şey onu asla rahatsız etmedi. Korver için çok oyun çiziliyordu, böylece o ikili sıkıştırmalara maruz kalıyordu. Bunun gibi şeyler. Ronnie Brewer dip çizgide harikaydı. Ömer ve Taj Gibson gibi iki uzunumuz vardı. Taj Gibson da Ömer de çok iyi kariyerlere sahip oldular.

Deng: Dürüst olmak gerekirse o sezon bir noktada bençimiz çok çok iyiydi. Maçlara geri dönüp baktığınızda son çeyreğe girerken önde olduğumuz ve bençimizin işi bitirdiği kaç maç görürsünüz merak ediyorum.

Paxson: Kurt’u almadan önce tanımıyordum. Tom tanıyordu ve onun “winner” ve profesyonel biri olduğunu söyledi. O da bunu kanıtladı. Sahaya atabileceğiniz harika bir veteran olduğunu kanıtladı. İşin savunma kısmına her zaman odaklıydı.

Brewer: Thibs, ertesi gün video kaydı izleme konusuna takıktı. Veya maçtan sonra sizi pozisyonunuzun koçuyla buluşturup video kayıtlarının üzerinden geçirirdi. İlk 5 başlayanların maçı bitiren 5’te olmaması, bençten gelenlerin maçı kapatması… Bu, bizi onurlandırıyordu.

CHICAGO’NUN EN SEVİLEN ÇOCUĞU DERRICK ROSE 

O sezon bench ne kadar iyi olursa olsun Bulls‘un maç sonlarında gittiği nihai isim Rose’du. Hücum onun etrafında şekilleniyordu ve Rose da birçok kez clutch anlarda öne çıktı.

O yıl Rose’un üçüncü sezonuydu. Yılın Çaylağı olduğu 2008-09 ve 20 sayı ortalama yakaladığı 2009-10 gibi iki umut verici sezondan geliyordu. 2010-11 sezonu Rose’un en iyi sezonu olacaktı. Kariyerinin en yükseği 25 sayı ortalamasının yanında 4.1 ribaund – 7.7 asist ve 1 top çalma ortalamaları tutturdu. 82 maçın 81’inde forma giydi ve 37.4 dakika sahada kaldı. Sezon bittiğinde 22 yaşındaki Rose, lig tarihinin en genç MVP’si seçildi.

Brewer: En iyisini istiyordu ve bunu yapabilmek için elinden ne kadar geliyorsa o kadar çalışıyordu. Kariyerimde onun gibi bir oyuncuyla beraber oynamadım.

Scalabrine: Garnett, Pierce, Kidd, Kenyon Martin ve birçok oyuncuyla beraber oynadım. Rose’un beraber oynadığım en iyi oyuncu olacağını düşünmüştüm. Tarihin en iyi 10 oyuncusundan biri olmasına kesin gözüyle bakıyordum. Belki de “Mount Rushmore”a bile girebilirdi. Sakatlığından önce ondan beklentilerim bu denli yüksekti.

Paxson: Çok gençti fakat harika olmaya çok kararlıydı, bu da onu eşsiz yapıyordu. Bunu da çok gösterişten uzak bir şekilde yapıyordu. Derrick, bağırıp çağıran biri değildi. O zamanlar o, size kim olduğu hakkında konuşmak yerine sahada gösteren tarzda bir oyuncuydu. Böyle yapardı. Bu şekilde rahattı. Takım arkadaşları da ona sonuna kadar saygı duyuyordu.

Gibson: Rekabetçilik konusunda inanılmazdı. Salona gelen her guarda atak etmek istiyordu. Bu konuda bir gün bile paydos yapmak istemiyordu. Büyük bir oyun kurucu salona geldiyse onun üzerine gidip maçı domine ettiğinden emin olmak isterdi. Savunması da iyiydi. “Sana sayı attırmayacağım.” mantalitesinde oynuyordu ve bunu her maç gösterdi. O yıl durmadan atak modundaydı. Bize her zaman “Bu gece onun üstüne oynayacağım. Benim üzerimden sayı atamayacak.” derdi. Bu adamların birçoğu şu anki jenerasyonun liderleri. Delice. Gerçekten de delice.

Brewer: Zaman zaman şaka yapar ve damarına basmak için “Hey, D. Rose, ısınıyorduk ve Russell Westbrook senin üzerine oynayacağına dair deli deli konuşuyordu.” derdik. Veya Rajon Rondo, veya Dame Lillard. Kim olursa olsun. Belki Steph Curry olurdu. Çok konuşarak tepki vermezdi çünkü o, böyle biri değildi. Çok konuşkan biri değildi. Fakat onun aldığı aksiyonları görmek, yüreğini adamasını görmek ve harika olmaya yönelik detaylara ne kadar önem verdiğini görmek gerçekten de inanılmazdı.

Deng: Drafttan önce Jerry Reinsdorf ile konuşmamızı hatırlıyorum, bana kimi draft etmemizi gerektiğini sordu. O zamanlar ilk sıra seçimi bizdeydi ve ilk sıradan kimin gideceğine yönelik çok fazla tartışma vardı. Onunla görüşmemizde “Dürüst olmak gerekirse Michael Beasley harika bir oyuncu fakat Derrick, çok sık gelmeyen tipte biri.” demiştim. Onlardan biriydi. Onu seçmek için her şey uygundu. Ben Derrick’i istiyordum. Çoğu kişi de onu istiyordu. Gerçekleştiğinde de çok mutlu olduğumu, çok iyi bir guardımız olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Daha antrenman kampındayken özel bir oyuncu olacağını görmüştük. Onu gördüğümde “Böyle bir şey görmedim.” tepkisi verdiğimi hatırlıyorum.

Paxson: Derrick o yıl boyunca özel işler yaptı. Mükemmel oyununu kazanmaya yansıtmak konusunda çok kararlıydı.

Scalabrine: Süreç sırasında mitolojik bir figür haline geldi.

Collison: Bir oyun planı yoktu bence. “Eğer o ritmini yakalarsa sadece diğer herkesi durdurduğunuzdan emin olun.”du sadece olay. Çok hızlıydı. Savunmamızın merkezinde çok büyük sıkıntı yaratırdı.

 

3 Mayıs 2011’de Rose, MVP seçildi. Noah, Gibson, Brewer ve asistan koç Ron Adams arkada otururken Rose, kalplere dokunan ve gözyaşlarına boğulduğu bir ödül konuşması yaptı.

Takım arkadaşlarına, yönetime, takım sahiplerine, menajeri B.J. Armstrong’a ve ailesine teşekkür etti. Sıra annesine geldiğinde Rose resmen yıkıldı. Böyle bir şeyi kimse beklemiyordu. Rose, toplum önünde hiçbir zaman o seviyede duygularını belli etmemişti. Sessizdi ve çok fazla şeyi içinde tutardı. Fakat dört dakikadan uzun süren o süreçte taraftarlar, takım arkadaşlarının ‘Gerçek Derrick Rose’ dediği insanı görme şansı bulmuştu.

Brewer: Bütün şöhretin sahibi olmak istemiyordu. Onu tanıdığınız ve vakit geçirdiğinizde çok dışa dönük bir insan olduğunu görüyordunuz. Gülüp eğleniyor, şakalar yapıyordu.

Gibson: Eğer onu tanımıyorsanız, o sizi tanımıyorsa, takım arkadaşı değilseniz veya herhangi bir ilişkiniz yoksa sessiz kalırdı. Sizinle konuşmazdı.

Deng: Derrick her bir şey yaptığında özel oluyordu çünkü kabuğunda çıkmış oluyordu.

Brewer: Sessiz olduğu için onu dışlamıyorduk tabii ki. Her şeyin içindeydi. O zamanlar kabuğundan çıkar ve gerçek D. Rose’u, karakterini ve aslında kim olduğunu görürdünüz. Bence bu yüzden Derrick Rose ile oynayan birçok oyuncu ona çok fazla saygı ve minnet duyuyor. Çünkü onun saha içinde ve dışında nasıl bir insan olduğunu biliyorlar.

Thibodeau: Derrick’in en iyi özelliği tevazusuydu. Dominant bir oyuncuydu fakat takım arkadaşları iyi oynadığında da mutlu olurdu.

Gibson: O zamanlar çok konuşmazdı. Bu yüzden her söylediği şeyi içten söylerdi.

Brewer: Duygusal bir konuşma olacağını bilmiyordum.

Gibson: Kalpten geliyordu. Doğruları söylüyordu. Herhangi bir şeyi süsleyerek anlatmıyordu. O konuşma, onun gerçek benliğiydi.

Brewer: Onunla aynı takımda bulunduğum için şükrediyorum. Sahip olduğu her şeyi hak etti. Şehir için çok fazla şey yapmaya çalıştı.

GÖSTER KENDİNİ JO

Joakim Noah’ta utangaçlık yoktu. O 2011 takımındaki en renkli kişilik oydu ve Rose’un yanında mükemmel bir tamamlayıcıydı. 

İlk 5 başlayan pivot olarak Noah; savunmada katkı verdi, enerji ve sertlik getirdi, liderlik gösterdi. Ayrıca takıma özgüven aşıladı, kimseden korkmadı ve her savaşa hazırdı.

Bulls, Noah ile sezon başlamadan hemen önce beş yıl – 60 milyon dolarlık kontrat imzaladı. Fakat onun sezonu sağ elinden yaşadığı sakatlıkla sekteye uğradı. Aralığın ortasından şubatın sonuna kadar olan bölümü kaçırdı. 34 maçta forma giyemedi. Fakat tutkusu ve çaba gerektiren oyunlarıyla Chicago şehrini temsil etti, aynı zamanda saha dışında toplumla kurduğu iletişimle şehir için takımın elçisi oldu.

Wade: Chicago sert bir şehirdir, o da sert bir oyuncuydu. Hiç ego olmadan elinden ne geliyorsa verdi. Sadece sahaya çıktı ve vücudunu feda etti. Bu şehir böyle bir şehir. Sert oyuncuları seviyorlar. Taraftarlar smaçları ve o tarz şeyleri görüyor. Bu çok güzel. O, taraftarların her gece ne alacağını bildiği, vücudunu sahaya koyup her şeyini vereceğini bildiği bir oyuncuydu. Bu yüzden onu her zaman sevecekler.

Noah: Asla eskisi gibi değil fakat hala sevgi görüyorum.

Henüz Memphis Grizzlies‘e imza atmayan Noah, bu sezon 29 Ekim’deki Bulls maçında salondaydı. Golden State Warriors, 149-124’lük ağır bir galibiyet almıştı. Fakat mola sırasında Noah’ın ekranda gözükmesi taraftarları öylesine hareketlendirdi ki az daha maçı durdurmak zorunda kalıyorlardı. 

Noah: Uzun zamandır salona gelmemiştim. Chicago benim ikinci evim gibi. İlk olarak organizasyondan bu sevgiyi görmem, beni bu şekilde ağırlamaları, ailemi maça getirmeleri çok özel hissettiriyor. Gerçekten de evim gibi. Ekrana yansıtmaları ve taraftarlardan sevgi almam çok özel çünkü gerçekten de olabilecek en sıkı şekilde çalıştım. Şampiyon olamasak da Chicago’daki insanlar o takımlara saygı duydu çünkü k*çımız yırtılana kadar uğraştık.

Haslem: Tam bir rekabetçi. Her ribaundda box out yaptığınızdan emin olmalısınız. Savunmada varlığı muhteşemdi. Resmen bir güçtü. Herkesi işin içine katıyordu. Arkadaşlarını cesaretlendiriyor ve oyunda tutuyordu.

Deng: Herkes Jo ile takılmayı sever çünkü o çok temiz kalpli, sevecen biriydi. Dışarı çıkıp yemek yediğimizde hesabı ödemek isteyen adam oydu. Öyle biriydi.

Billy Donovan, Chicago Bulls koçu, Noah’ın Florida’daki kolej koçu: Tamamıyla bir “winner”. Soyunma odasında harikaydı. Kazanmanın neyden geçtiğini biliyordu. Asla bencil değildi. Onun için her şey kazanmaktı. Bunun gerektirdiği fedakarlıkların farkındaydı. Harika bir takım arkadaşıydı. Takımınızda bulundurması harika bir insandı.

Noah’ın özel konuşmalar yapmakta kendine has bir tarzı vardı. En iyisi o sezon Bulls, Miami’ye Doğu Konferansı Finalleri’nde kaybettikten sonra geldi. Soyunma odasındaki maç sonu röportajı sırasında Noah, tereddütsüz şekilde LeBron, Wade ve Heat‘i “Tam bir Hollywood” olarak tanımlamıştı. Rahmetli Craig Sager bu sözü tekrar sorduğunda Noah geri adım atmadı, Sager’ın gözlerinin içine bakarak “Evet, onlar Hollywood” dedi.

Boozer: Joakim böyle biri. Bizim Dennis Rodman’ımız gibiydi. Rakip takımın kanına girmeye çalışan oyuncumuzdu. Chicago’ya gelmeden önce Utah’tayken bir röportajda Cleveland hakkında konuştuğunu duymuştum. Kısa ve öz bir söz söyledi: “İnsanlar tatil hakkında konuşurken sakın kimse Cleveland’da tatil yapmaktan bahsetmesin. Gerçekten, kim burada olmak istiyor ki?”. Bunu komik bulsam da Cleveland’da oynuyordum. Cleveland taraftarları inanılmazdır. Orada muhteşem vakit geçirdim, gerçekten keyif aldım. “İşte beraber savaşa gitmek isteyeceğin bir adam.” diye düşünmüştüm. O, trash talk yapan fakat aynı zamanda bunun altını dolduran oyunculardan biri. Jo, başlı başına kendine has bir kişilikti. Hippie tarzı vardı. Sahaya adım attığında ise aslandan farksızdı.