by Jordan Ritter Conn / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 21 Şubat 2023 tarihinde The Ringer‘da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Eylül ayında bir salı gününün öğlen saatleriydi ve Sırbistan’ın Belgrad şehrinde kafelerin ve grafitili duvarların yanından yürüyerek Srdjan Radojevic adında bir adamı arıyordum. Sırbistan’a karmaşık bir sorunun basit cevabını bulmaya gelmiştim ve bana Srdjan’ın -bir NBA asistan koçunun tabiriyle Sırbistan’ın Zach Lowe’u- ihtiyacım olanı bulmama yardımcı olabileceği söylenmişti.
Dar bir sokağa girdiğimde onu arkadaşları, eşi ve çocuk arabasıyla bir kafenin dışında otururken gördüm.
“Bu benim çocuğum.” dedi. “İsmi Nikola.”
Srdjan, isminin iki kez NBA MVP’si olmuş Nikola Jokic’ten gelmediğini hemen söylese de ardından “NBA yöneticileri ne zaman çocuğumun adını sorsa NBA’de Jalen’den sonra en çok kullanılan isim diyerek cevap verdim.” diye ekledi. Şaka yapıyordu. Fakat orada olmam hakkında bir ipucu da veriyordu bu. “Jokic var,” dedi. “Vucevic var, şimdi de Jovic var.”
Hepsinin ismi Nikola ve hepsi dünyanın bu kısmından geliyorlar. Daha da spesifik olmak gerekirse Balkanlardan geliyorlar. Bundan da derine inersek, 1990’lı yıllarda dağılmadan önce Yugoslavya’yı oluşturan ülkelerden…
Fakat NBA’de Balkan oyuncu sayısının hızlı artışı Nikola ismindeki birkaç oyuncudan çok daha fazlası. Dragic, Nurkic, Saric, Marjanovic, iki Bogdanovic ve çok daha fazlası… Sırbistan, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Karadağ’dan gelen oyuncular bütün NBA’deki kadroları dolduruyor. Toplamda şu an ligde bulunan 450 oyuncunun 14’ü eski Yugoslavya ülkelerinden. En ünlü ikisi de tabii ki Jokic ve bir gün Jokic’in ayak izlerini takip ederek MVP olan diğer Balkan oyuncu olacağı kesin gibi gözüken Lyka Doncic.
Bu ülkeler küçük ülkeler. Eski Yugoslavya ülkelerinin nüfuslarını topladığınızda bile Florida eyaletinden daha düşük bir nüfus elde ediyorsunuz. Yine de artık sonu “-ic” ile biten bir oyuncu görmeden NBA maçı izleyemiyor gibiyiz.
Benim burada olmamın sebebi de bu: Bunun sebebini öğrenmek.
Basketbolun tarihi dünyanın bu kısmında derinlere dayanıyor. Tarihçiler Slovenya’da 1914, Belgrad’da ise 1923 yılından bile basketbol oynandığına dair kanıtlar bulabiliyor. Yugoslavya 1. Dünya Savaşı’nın sonunda, 1918 yılında ülke olmuştu. Hükümet, ulusal gurur inşa etmek için takım sporlarına oldukça fazla yatırım yapmıştı. 1960’lı yıllara geldiğimizde Yugoslavya’nın erkek basketbol takımı istikrarlı olarak Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’nda madalya için mücadele ediyordu.
“Amerikalılar için önem arz eden şey,” diyor Belgradlı bir gazeteci Milos Jovanovic, “Jokic, Doncic ve diğer bütün harika oyuncuların tesadüfen ortaya çıkmadığını anlamak. Bu oyuncular 70 senedir meyve veren ulusal bir ağacın son ürünleri.”
1970’li yıllarda Yugoslavya, ilk altın çağını oluşturdu. Bu oyunculardan hiçbiri ligin Avrupa’da çok fazla yetenek takibi yapmaması ve Yugoslavya’nın ülkedeki en üst seviye sporcuları tutma isteği sebebiyle NBA’e hiç gitmedi. NBA’de oynamak EuroBasket ve Dünya Kupası gibi FIBA turnuvalarında mücadele etmekten vazgeçmek demekti, bu turnuvalar da Yugoslavya için her şeydi.
Bu plan işe yaradı. Yugoslavya, günümüzde FIBA Dünya Kupası adı verilen turnuvayı 1970 ve 1978 yıllarında kazandı. 1973, 1975 ve 1977 yıllarında da üst üste üç kez Avrupa Şampiyonası’nda altın madalya kazandılar.
42 yaşındaki Jovanovic, 1970’lerdeki oyuncuların emekli olmaya başlamasıyla ortaya çıkan bir diğer altın jenerasyonu izleyerek büyüdü. “Onlar sona yaklaşırken,” diyor, “Drazen Petrovic, Toni Kukoc, Dino Radja, Vlade Divac, Sasha Danilovic, Sasha Djordjevic ve bir sürü harika oyuncu bir diğer harika jenerasyon için ortaya çıkmaya başlamıştı.”
Bu altı oyuncu da NBA’de forma giydi. Dördü Basketbol Şöhretler Müzesi’nde yerini aldı. Bu jenerasyon neler yapabileceğini 1980’li yıllarda bu isimler henüz gençken göstermeye başlamıştı. Kukoc, Radja, Divac ve Djordjevic genç milli takımlarda beraber oynadılar. “Eski Yugoslavya’nın ülkelerinden çıkmışlardı,” diyor o takımlardaki bir başka oyuncu Samir Avdic. “Üç buçuk yıl boyunca oynadığımız hiçbir maçı kaybetmedik.”
1990’lı yıllarda Celtics forması giyen Radja, ne kadar iyi olduklarına dair hiçbir fikri olmadığını hatırlıyor. “Arkadaştık biz.” diyor Hırvatistan’ın Zagreb kentindeki bir kafede. “İskambil oynardık, futbol oynardık, beraber eğlenirdik.”. Dünya üzerindeki diğer takımlara karşı neler yapabileceklerine dair hiçbir fikirleri yoktu. Sadece mutlulardı. Radja’nın deyişiyle “dışarıda soğukta oynamaktansa ısıtıcıları olan bir spor salonunda oynamaktan” mutlulardı.
1987 yılında 19 Yaş Altı Dünya Şampiyonası’nda mücadele etmek için İtalya’nın Bormio şehrine seyahat ettiler. Turnuva boyunca domine ettiler. Gelecekte NBA’de All-Star olacak Larry Johnson ve Gary Payton’ın da bulunduğu ABD Milli Takımı ile iki kez karşılaştılar, ikisinde de Yugoslavyalılar çift haneli farkla kazandı.
Bundan beş yıl sonra başlangıcı orijinal “Dream Team” ile yapmak üzere Amerikalılar Olimpiyatlara NBA oyuncularını göndermeye başladı. “O jenerasyonun bir parçası olduğum için çok gururluyum.” diyor Radja. “O sürecin bir parçasıydım. Amerikalıların Olimpiyatlara kolej oyuncularını yollama fikirlerinin değişmesini sağlayan şeyin bir parçasıydım.”
Fakat Radja ve Yugoslavyalı takım arkadaşları Amerikalıları domine ettikten dört yıl sonra ülkeleri dağılmaya başladı…
Yugoslavya’yı oluşturan ülkeler 1990’lı yıllarda birçok savaşın içinde bulundu. Dünyanın o bölümünde biraz o tarihe girmeden basketbol tarihinin hikayesini anlatamazsınız.
Olabildiğince basit tutmak gerekirse; bölgede birden fazla etnik ve dini grup bulunuyordu. Sırplar ortodoks hristiyanlardı, Hırvatlar katolikti, Bosna’nın çoğunluğu da müslümandı. Ufak tefek farklılıklar olsa da büyük oranda aynı dili konuşuyorlardı fakat bu dile bulunduğunuz konuma göre Sırpça, Hırvatça ya da Boşnakça deniliyordu. Bölgenin tarihi boyunca birçok politikacı bu etnik ve dini farklılıklardan ayrımcılık oluşturmaya ve kendileri güç kazanmaya çalıştı.
25 Haziran 1991 yılında Slovenya ve Hırvatistan bağımsızlığını ilan etti. Yugoslavya ordusu, Slovenya ile “On Gün Savaşı” adı verilen çok kısa bir savaş yaşamıştı, sonrasında Slovenya bağımsız oldu.
Hırvatistan’da durum böyle ilerlemedi. Oradaki savaş dört yıl sürdü. Bosna’da da savaş 1992’de başladı ve üç yıl sürdü. 1990’lı yılların sonu ve 2000’li yılların başında bu çekişme Kosova ve Makedonya’da da yaşanmaya başladı. Günün sonunda şu anda Yugoslav Savaşları adı verilen savaşlarda 140.000’den fazla insan hayatını kaybetti.
O bölgedeki basketbol oyuncularının hayatları -tıpkı diğer herkes için de olduğu gibi- bu savaşlar sırasında alt üst oldu. Peki ya gelecek Hall of Fame’leri barındıran o Yugoslav genç takımı? O takımda Balkanların her yerinden oyuncular vardı. Fakat artık Dino Radja, Toni Kukoc ve Drazen Petrovic, kendi yeni ülkeleri için, Hırvatistan için oynuyordu.
“Ne yazık ki ülkemiz savaş sebebiyle dağıldı.” diyor Radja. “Bu konuda konuşmaktan keyif almıyorum.”. Radja, savaşın ardından Hırvatistan Milli Takımı oyuncularının daha da fazla sorumluluk hissettiğini söylüyor. “O zamanlar kimse savaşı bilmiyordu. Hırvatistan ve Sırbistan’ı düşünün. Kim önemsiyordu bunu? Bu yüzden insanlara burada bir şeyler yaşandığını, artık yeni birer ülkeler olduğumuzu anlatma sorumluluğumuz vardı. Herkes için büyük bir şeydi bu, çok büyük.”
Yugoslavya, 1992’de Barcelona’da düzenlenen Olimpiyatlara katılmamıştı fakat Hırvatistan katıldı. Bu da Radja ve diğerlerinin yeni ülkeleri için forma giyeceği anlamına geliyordu. Fakat bu aynı zamanda şu anda savaş içinde oldukları ülkelerden arkadaşları, takım arkadaşları olmadan oynayacakları anlamına geliyordu. “Ülkeme saldırı oldu.” diyor Radja. “Hayatın ta kendisiydi… Gerçekten de çok zor zamanlardı. Çok, çok zor zamanlar…”
Hırvatistan, Barcelona’da “Dream Team”e grup aşamalarında 33, altın madalya maçında ise 32 sayıyla kaybederek gümüş madalya kazandı. Radja için yeni ülkesini temsil etmek çok şey ifade etse de ABD’ye karşı genç takımlardan beri beraber oynadığı takım arkadaşlarıyla birlikte oynasa neler olacağını merak etmeden duramadı.
“Onları yenerdik demiyorum.” diyor Radja. “Fakat birkaç isim daha oynayabilseydi onlara çok daha zor maçlar yaşatırdık.”. “Dream Team”e karşı altın madalya kazanmak çok zor gözüküyordu. Diğer Avrupa ülkelerine karşı ise… “Eğer birlikte oynayabilseydik o takım gelecekte sürekli Avrupa şampiyonu olurdu. Sürekli. Diğer bütün ülkeler basketbol oynamayı bırakırdı.”
Sırbistan’da ise Jovanovic henüz çocuktu ve ülkesi Hırvatistan’a karşı tam olarak anlayamadığı bir savaş verirken Olimpiyatları izliyordu. “Ülke bölündü.” diyor. “Dream Team’e karşı ne olurdu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Tabii ki kaybederdik fakat yine de o maçın oynanmasını isterdik. Hırvatlar bunu yapabildi, biz yapamadık.”
ABD’nin kazanacağı konusunda ısrarcıydı. Michael Jordan, Scottie Pippen, Charles Barkley, Magic Johnson… Altın madalya kazanmamak için çok fazla yeteneğe sahiplerdi. “Hepimiz nasıl bir maç olacağını görmek istiyorduk. Belki 15 dakika boyunca, belki üç çeyrek boyunca bir şansımız olabileceğini hissediyorduk fakat bunu asla deneyememiş olmak üzüyor.” diyor.
Peki Yugoslavya, konuştuğum birkaç insanın “Dream Team”e karşı bir şansları olabileceğini düşündüğü kadar iyi duruma nasıl geldi? O takım toplamda 23 NBA şampiyonluğu yüzüğü barındırıyordu. 1992 Olimpiyatları’nda karşılaştıkları takımları düzenli olarak 50 sayıyla yeniyorlardı.
En göz önündeki sebep en basiti: Boy.
Bu bölgedeki herhangi bir şehirde yürüyüşe çıkın, fark edeceksiniz. Ben 1.95 boyundayım ve Belgrad’da o gün benden uzun çok insan gördüm. Ortalama bir Sırp vatandaşının boyu 1.80; bu, Amerikalı ortalama bir insanın boyundan beş santimetre fazla. Dünya üzerindeki en uzun ülke unvanını ele alan Karadağ’da ise bu sayı 2.5 santimetre daha uzun. Ortalama bir Karadağ vatandaşı, Amerika vatandaşlarının %81’inden uzun.
Dokuz yıldır NBA’de forma giyen Bojan Bogdanovic, bu durumun basketbolu doğuştan gelen bir hale getirdiğini düşünüyor. “Basketbol oynamak için doğmuş gibiyiz.” diyor. Fakat boy, tek başına basketbol yeteneğini açıklayamaz. Hollanda, dünya üzerindeki en uzun ikinci ülke. Hollanda’dan 1990’larda Pacers forması giyen Rik Smits adındaki pivot çıksa da son 10 yılda NBA’de hiçbir Hollandalı oyuncu forma giymedi.
O boyun nasıl kullanılacağını öğretmek de önemli.
Trivia sorusu: Geçtiğimiz 10 yılda uluslarası veya yerel, en çok NBA draft seçimi hangi takımdan çıktı? İlk üçü bulmak kolay. 30 ile Kentucky, 28 ile Duke, 15 ile Arizona. Fakat listedeki dördüncü takım bir Amerikan üniversitesi veya Avrupanın en güçlü ekiplerinden biri değil. Aksine Belgrad şehrinde mücadele eden Mega Basket adındaki küçük bir kulüp.
Mega, ismini duymaya çok alışık olmadığımız bir kulüp. Birkaç habere ve kulübe yakın olan insanlarla yaptığım konuşmalara göre kulübü aslında büyük Sırp menajer Misko Raznatovic yönetiyor. Birkaç kişi onu Avrupa basketbolundaki en güçlü insan olarak tanımlıyor. Jokic, Boban ve Zubac dahil Mega’dan gelen birçok oyuncunun menajeri o.
Sırbistan’ın en büyük kulüpleri Kızılyıldız ve Partizan, EuroLeague’de her sezon İspanyol takımları Real Madrid ile Barcelona, Yunanistan temsilcisi Olympiakos ve Türkiye’den Fenerbahçe gibi takımlarla yarışıyor. Mega, o seviyede mücadele etme derdi olmayan bir takım. Bunun yerine takım, genç yeteneklere odaklanmayı tercih ediyor. Kendilerine şakayla karışık “Avrupa’nın Kentucky’si” diyorlar.
Avrupa takımları acımasız olabiliyor, ilk sorunda koçlar veya oyuncularla bağlarını kesebiliyorlar. Fakat Zubac’ın dediğine göre Mega daha sabırlı ve oyuncu geliştirmenin üzerinde daha çok duruyorlar. “Bireysel gelişiminize çok önem veriyorlar.” diyor Zubac. “Sizin oyuncu olarak gelişmenizi istiyorlar. Bunun yanında tecrübeli oyunculara karşı iyi bir ligde oynamayı ekleyince siz de daha çok gelişiyorsunuz. Tek bir hatanızda maçın geri kalanını kenardan izleme baskısı burada yok.”
Belgrad’a geldikten birkaç gün sonra kendimi Mega ile Amerikalı mezun olmuş ve ilk turdan seçilme ihtimali bulunan oyunculardan kurulu Overtime Elite arasında oynanacak bir hazırlık maçında buldum. Maç başlamaya yaklaşsa da tribünler oldukça boştu. Sahanın içinde ise bir kargaşa vardı. Bir grup insan VIP girişinden salona gelmişti ve birbirlerini İngilizce, İspanyolca, İtalyanca ve Sırpça selamlıyorlardı. Çoğunun üzerinde NBA takımları Thunder, Spurs, Nuggets ve Blazers‘ın logolarının bulunduğu polo tişörtler vardı. Hepsi yetenek avcısıydı. Netflix filmi Hustle’dan bir sahne izliyor gibiydim, sadece Adam Sandler yoktu. Orada en az 40 yetenek avcısı ve bir NBA genel menajeri vardı. Oraya ESPN’in 2023 draftı için ikinci turdan gitmesini beklediği, Mega’da forma giyen Nikola Djurisic dahil olmak üzere potansiyelli oyuncuları izlemeye gelmişlerdi.
Maçtan önce Mega’nın genel menajeri Goran Cakic ile sohbet ettim. Cakic 42 yaşında ve 2.08 boyundaydı. Kariyeri sırasında Avrupa’nın her yerinde forma giydi fakat kariyeri burada, Mega’da 17 yaşındaki potansiyel Nikola Jokic ile beraber oynayarak bitmişti.
Fiziksel olarak Jokic çok da etkileyici bir oyuncu değildi. Uzundu evet fakat zayıftı ve hantaldı.
Yine de Cakic, “Başlangıçtan itibaren inanılmaz yetenekliydi. Onun yaptığı hareketleri öğrenemezdiniz. Ona da biz öğretmemiştik. Sadece içgüdüleri vardı.” diyor onun hakkında. Jokic’in basketbol dahiliğinin çoğu saf yetenekten geliyor. Jokic nerede doğarsa doğsun bu doğuştan gelen yeteneklere sahip olacaktı. Fakat Jokic’in oyununda özel olarak insana Balkan hissiyatı veren noktalar da var. Bu bölgeden çıkan uzunlar genelde şut atabilen, pasör, top yönlendirebilen, sırtı dönük oynayabilen fakat gerektiğinde üçlük çizgisine de çıkabilen uzunlar olarak biliniyor.
Jokic her ne kadar eşsiz yeteneklere sahip olsa da Sırplara bir önceki jenerasyonun oyuncularını hatırlatıyor. Srdjan, Jokic’i ilk izlediğinde bunu fark etmiş:
“Onu Divac’a benzettim. ‘Divac gibi zeki, basketbol IQ’su yüksek, bütün bu hareketleri yapabiliyor, takım arkadaşlarını sahanın neresinde olursa olsun bulabiliyor’ diye düşündüm. Fakat insanlar bana Twitter’da ‘oha, sakin ol’ dediler.”
Bu çeşit bir oyun tarzı planlamayla gelişiyor. Bir zamanlar Suns‘ın başantrenörlüğünü yapan, şimdilerde Nets‘te asistan koçluk yapan Igor Kokoskov, Yugloslav koçların en uzun oyuncuları en kısa pozisyonlarda oynatabilmeye yönelik bir gelişim şeması olduğunu söylüyor. “Özel bir oyuncuları olduğunu fark ettiklerinde, ellerinde bir elmas olduğunu anladıklarında o oyuncunun üzerine çok fazla düşüyorlar, zamanlarını ve enerjilerini o özel oyuncunun gelişimine adıyorlar. Oyun kurucu ya da uzun olması bir şeyi değiştirmiyor. Yetenek seviyesi ve yapabildikleri belli bir seviyede olmak zorunda.”
Bu da harika oyun kurucuların aynı zamanda çok iyi ribaund alması gerektiği anlamına geliyor. Çok iyi pivotlar aynı zamanda çok iyi pasörler olmalı. “O zamanlar bu yaklaşım tarzı çok görülmüyordu. Başka kimse bunu yapmıyordu.” diyor Kokoskov.
Eğer uzunsanız sırtı dönük oynadığınız ABD’nin tersi bir durum var burada. Oyun geliştikçe bu durum değişmeye başladı fakat Balkanlarda 10 yıllardır oyuncular bu şekilde geliştiriliyor.
Avrupa’nın diğer kısımlarında bile bu çok görülmüyor. “Fransa’da onların burada uyguladığı teknikler yok.” diyor Trail Blazers için çalışan yetenek avcısı Nico Mathieu. “Fransa’da genelde uzunsanız çembere yakın oynuyorsunuz. Buradaki oyuncularda ise fizikleri ya da pozisyonları fark etmeksizin ortak yetenek setleri var.”
Birkaç kişiye bunun sebebini sordum. 1970’lerde uzun oyuncuların oyun kurucu yeteneklerini öğrenmesinin sebebinin kültür mü yoksa genel koçluk felsefesi mi olduğunu merak ettim. Net bir cevap alamadım. Birkaç kişi her oyuncunun her yeteneği öğrenmesine dayalı bu iyi inşa edilmiş disiplinli sistemin Yugoslavya’nın komünist geçmişiyle alakalı olduğunu söyledi. Zubac ise oyunu bu şekilde öğrenmesini çok fazla oyuncunun bulunmadığı, herkesin her pozisyonu oynamasının gerektiği küçük bir kasabada büyümesine yordu.
Amerikalılar arasında ESPN’de draft analizi yapan ve uzun süredir kolejde koçluk yapan Fran Fraschilla’dan daha büyük bir Balkan basketbolu erbabı bulmanız zor. “Herkes aynı antrenmanları uyguluyor.” diyor Fraschilla. “Herkes top sürüyor, pas atıyor, şut atıyor. Bu yüzden Jokic gibi 2 metre oyuncular bunları yapabiliyor çünkü hepsi oyunu pozisyonlara göre değil, temel yeteneklere göre öğrendi.”
Avdic, genç yaş koçlarından birinin kendisine ve takım arkadaşlarına top sürme antrenmanları sırasında tenis topu kullandırdığını hatırlıyor. Aynı zamanda bazı antrenmanlarda koçlar bir anda oyunu durduruyor ve herkesin pozisyonları değiştirmesini istiyor. Her oyuncunun sahadaki her rolü anlamasına, pozisyon değiştirirken herhangi bir şey kaybetemeden devam edebilmesine yönelik bu sistemde pivotlar oyun kurucu, oyun kurucular pivot olarak oynuyor.
Yıllarca süren büyüme ve gelişmenin ardından bölgedeki basketbol altyapısı da Yugoslavya ile aynı zamanlarda ayrışmaya başladı. O ilk altın jenerasyon bir bayrak altında ortaya çıktı fakat sonraki, günümüzdeki jenerasyon Yugoslavya’nın ayrılışının sebebiyle NBA’e ulaşana kadar kendi yeni ülkelerinde geliştiler.
Belgrad’dan ayrıldıktan sonra Dinara Sıradağları’nın yanından güneye, Bosna Hersek sınırına ve sonra da Saraybosna’ya gittim. Şehir bu muhteşem vadide konumlanmış ve tarihi caddelerinden yürürken camilerden yükselen minareleri, şehrin hemen arkasında yatan dağları görebiliyorsunuz.
Bu ülke Sırbistan ve Hırvatistan’dan daha küçük ve bu ilki ülkeye ek olarak Slovenya’dan daha yoksul. Geçtiğimiz yaz Bosna Hersek, federasyon takıma yeterli parayı finanse edemediği için az daha EuroBasket’ten çekilmek zorunda kalıyordu.
Fakat burada da yetenek mevcut. Trail Blazers oyuncusu Jusuf Nurkic, Saraybosna’nın kuzeyindeki Tuzla şehrinden geliyor. Hırvatistan Milli Takımı’nda forma giyen Bojan Bogdanovic ve Ivica Zubac da güneydeki Mostar şehrinde doğmuştu.
Bosna’da yetenek, fizik ve sertlik mevcut.
Nurkic bu sertliği kendi jenerasyonundaki Bosnalılar için savaş geçirdikten sonra doğal olarak gelişen bir şey olarak görüyor. Bu durumu NBA’e kadar uzanan yolunun en büyük itici güçlerinden biri olarak görüyor. “Eğer siz inanmazsanız kimse inanmaz.” diyor Nurkic.
Bosna Hersek bağımsızlığını Hırvatistan ve Slovenya’nın ardından bir yıl bile geçmeden 1992 yılında ilan etmişti. Bunun ardından ise Yugoslav Savaşları arasındaki en korkunç ve kanlı savaş gerçekleşti. Bosnalı müslümanlar büyük olarak Bosna Hersek Sırpları tarafından soykırıma uğradı.
Nurkic, Bosna Savaşı başladıktan sadece iki yıl sonra doğdu. Bosna Milli Takımı’ndaki takım arkadaşlarından Emir Sulejmanovic, ailesi Srebrenitsa’dan, Birleşmiş Milletler’in “soykırım” olarak nitelendirdiği katliamın yaşandığı yerden kaçtıktan sonra ormanda doğmuştu.
“Dünyanın sonu gibiydi.” diyor Nurkic çocukluğunu tanımlarken. 1995 yılında Bosnalı müslümanlar Bosna Hersek Sırpları ve bölgedeki diğer aktörlerle barış imzalayana ve ülkesi savaşın yarattığı yıkımdan iyileşene kadar hayatının 10 yılını kaybettiğini söyledi.
Savaşın en yoğun anlarında yetişkin olan insanlar ve ebeveynleri için “Bomba seslerini duymaya devam ediyorlar.” diyor. “Bunun nasıl hissettirdiğini bir düşünün. Üç yaşındasınız, kitli kalmışsınız, yemek yok, elektrik yok, hiçbir şey yok… Bu tarz anları atlattıktan sonra sizi hiçbir şey şaşırtamaz.” diyor Nurkic.
Bu yıkım bölgenin her yerine yansıdı. Belgrad’da birkaç insan benimle 1999 yılında NATO’nun bombaları şehrin her yerine yağarken saklanmalarına yönelik hala unutmadıkları anılarını paylaştılar. 1990’lı yıllarda yaşanan savaşlar bu bölgenin en büyük travması olsa da anlaşmazlığın kökenleri geçmişe dayanıyor. Saraybosna’da 1. Dünya Savaşı’nı başlatan Franz Ferdinand’ın katletildiği noktayı görebiliyorsunuz. Birine bölgedeki basketbol hakkında soru sorduğum normal bir sohbete girmiştim ve birkaç dakika içinde bana 1389 yılında yaşanan bir savaşı anlatmaya başladı.
Bu da belli bir zihin yapısının oluşmasına yol açıyor. Buna “dayanıklılık” denilebilir. Fakat Bosnalı gazeteci Haris Mrkonja’nın bu durum için farklı bir tanımı var.
“Bosna’da biz buna ‘inat’ diyoruz.”
Bosna’da, Sırbistan’da, Hırvatistan’da ve Slovenya’da gittiğim her yerde aynı kelimeyi duydum. Bu kelimeyi tam olarak çevirmek imkansız. Bu aynı zamanda tam anlamını yansıtmayacak milyon farklı şekilde çevrilebileceği anlamına geliyor. Genel olarak bir “s*ktirin gidin” anlamı var. Bunu ilk duyuşumun ardından bölgedeki insanların bu kelimeyi farklı tarif edişlerini dinlemekten çok keyif aldım.
“Basitçe ‘bunu garezim olduğu için yapacağım’ demek oluyor.” diyor Jovanovic. “Bunu iyi niyetimin tersi olarak yapacağım çünkü benim özelliklerime göstermeniz gereken saygıyı ve inancı göstermediniz. Bunu sadece size kanıtlamak için yapacağım.”
Hawks oyuncusu Bogdan Bogdanovic ise “Bizi bölemeyeceksiniz demek. Ne yaparsanız yapın, ne denerseniz deneyin, ben fazlasını yapacağım. Bu, tarihimizden, yıllar boyunca kültürümüzü devam ettirmemizden geliyor.”
Farklı ülkelerde de aynı kelime ve aynı mantalite var. Nurkic, bu kelimeyi Bosnalıların savaş sırasında yaşadığı zorluklarla bağdaştırıyor. Hem silahları yoktu hem de insan güçleri… “Yine de hayatta kaldık ve ülkemizi kurtardık. ‘İnat’ın tanımı bu. Eğer eviniz için savaşmazsanız işiniz bitmiştir.” diyor Nurkic.
Nurkic gururlu bir Bosnalı fakat NBA’e baktığında Sırplarda, Hırvatlarda, Slovenlerde ve Karadağlılarda da aynı “inat”ı görüyor. Bu durum hepsini birleştiriyor. “NBA’de 450 oyuncu var. Biz de bunların içindeyiz.” diyor Nurkic. Avrupalı oyuncuların genelde gözden uzak olmasına değiniyor. “İnsanların yanıldığını kanıtladık. Artık bu bölgeden MVP’ler çıkıyor.” diyor Nurkic. Tıpkı Jokic gibi Doncic’in de bir gün MVP olacağını düşünüyor. “Çok özel bir bölge orası. Anlatması gerçekten zor.”.
Dino Radja’nın jenerasyonu için bu savaş bölgeden kilometrelerce uzaktayken, NBA’de oynarken gerçekleşmişti. Fakat Balkanlarda yaşanan savaş bölgedeki takımları tam anlamıyla kaos içinde bırakmıştı.
İsmini vermek istemeyen bir NBA yetenek avcısı bana imkanı olan birçok basketbol oyuncusu ve koçunun Balkanları terk ettiğini söyledi. Birçoğu Avrupa’nın diğer kısımlarına gitmişti. Bazı koçlar ise ABD’ye kolej ekiplerinde çalışmaya gitti. Bu durum Balkanlarda büyük bir boşluk yarattı. 1990’larda burada büyüyen birçok çocuk basketbola yetenekliydi fakat bu yetenekleri geliştirmek için etrafta kimse yoktu.
1990’lı yılların sonundaki ve 2000’li yılların başındaki draftlara bakarsanız çok fazla başarı hikayesi göremezsiniz. Akıllara Sırp yıldız Peja Stojakovic geliyor. Peja, 1996 yılında draft edilmiş ve Kings ile All-Star seçilmişti.
Peki Peja’dan başka? Pek isim yok. Bundan sonraki 12 yılda Balkanlardan draft edilen en yüksek profilli oyuncu muhtemelen Darko Milicic’ti. Sırp oyuncu, 2003 draftında LeBron James’in hemen arkasından; Carmelo Anthony, Chris Bosh ve Dwyane Wade’in ise hemen önünden seçilmesiyle, ardından çok bir şey gösterememesiyle biliniyor. Fakat Milicic’in seçimi -hala bir Balkan oyuncusunun seçildiği en yüksek sıra- her ne kadar hayal kırıklığı yaratsa da NBA takımlarının yetenek aramak için dünyaya göz attığını göstermişti.
2008 yılında Slovenya’dan Goran Dragic geldi. 2011’de Karadağ’dan Nikola Vucevic, 2014’te Hırvatistan’dan Dario Saric, Bosna’dan Jusuf Nurkic ve yayında Taco Bell reklamı varken seçilen Nikola Jokic… Luka Doncic ise birkaç yıl sonra, 2018’de lige girdi.
Fakat her ne kadar NBA takımları artık oyuncu ararken her yere baksa da sözü geçen NBA yetenek avcısı hala savaşın ardından Balkanlarda keşfedilmeyi bekleyen birçok yetenek olduğunu düşünüyor.
Savaş sırasında ve sonrasında Balkanların en iyi oyuncuları dünya üzerindeki başka liglerde oynamak için bölgeyi terk etti. Bu da belli başlı şeylere yol açtı. İlk olarak veteran oyuncuların yerini genç oyuncular aldı ve gelişimleri hızlandı. İkinci olarak ise koçlar bölgeye geri dönmeye başladı ve savaştan önceki altın jenerasyonu oluşturan altyapının bir benzerini kurmaya başladı. İşte bu şekilde savaşla sarsılmış bölgeden 10 yıl içinde oyunun gördüğü en yetenekli hücum oyuncularından biri dahil dört All-Star oyuncusu lige giriş yaptı.
Yolculuğumun son durağı Slovenya’nın başkenti Lübliyana’ydı. Luka burada doğdu fakat 13 yaşındayken NBA takımlarının ardından dünya üzerindeki en güçlü basketbol takımlarından Real Madrid‘in genç takımında oynamak için İspanya’ya taşındı. Eski Slovenya Milli Takımı oyuncusu, şimdilerde ise Cedevita Olimpija’nın sportif direktörü olan Sani Becirovic, Luka’yı 13 yaşındayken ilk izlediği anları hatırlıyor. “Bu çocukta bir şeyler var’ diye düşünmüştüm” diyor. O zamanlar Luka’nın Slovenya için kritik bir oyuncu olabileceğini, belki de NBA’e bile gidebileceğini düşünmüştü.
Slovenya küçük bir ülke ve nüfusu Indianapolis bölgesi kadar fakat milli takım olarak 2017 yılında Luka NBA’e gelmeden önce EuroBasket’te bir peri masalı yazdılar. “Bu bizi ulus olarak daha da gururlandırdı ve kimlik kazandırdı.” diyor Becirovic.
Luka henüz 18 yaşındaydı fakat onu turnuva esnasında izleyen herkes en büyük sahneye ait olduğunu görebiliyordu. O zamanlar milli takımın koçu Igor Kokoskov’du ve Luka’ya güvenmesinin ardında yatan sebep olarak Yugoslav basketbolunun genç oyunculara kendilerini kanıtlamaları için en yüksek seviyede şans verme geleneğini öne sürdü.
“Bir oyuncunun özel olduğunu fark ettiğinizde,” diyor Kokoskov, Yugoslav koçların tarih boyunca “bu genç oyuncuları veteran ve daha tecrübeli oyuncuların önünde oynatma cesareti olmuştur.”
Kültürel olarak Slovenya, bölgenin geri kalanından farklılık gösteriyor. İlk olarak yakın zaman önce yaşanan travmanın derinliği aynı değil. Yinelemek gerekirse, onların bağımsızlık savaşı bölgedeki diğerlerine göre çok daha kısa, 10 gün sürdü. Fakat olay bundan daha fazlası. İnsanlar Slovenyalıların kültür ve mizaçlarında Alman etkisinin daha fazla olduğunu düşünüyor.
Lübliyana’ya vardığım gün Slovenya Milli Takımı, EuroBasket çeyrek finalinde Polonya’ya karşı mücadele ediyordu. O gece meydanda maçı birkaç televizyondan yayınlayan bir kafe bulana kadar şehir merkezinde dolaştım. Oyuna özel olarak ilgisi olan bir grup gencin yanına gittim ve bölgenin nasıl bu kadar yetenek çıkardığını sordum. Siyah saçlı ve Anze adındaki bir genç “Çok kolay, olay suda bitiyor.” dedi.
Sonra da güldü, arkadaşı Timotej araya girdi. “Balkanlar stereotip olarak fakirdir.” dedi. “Spor bir bakıma dünyadan kaçma yolu. Bence çocuklar bu yüzden çok küçük yaşta spor yapmaya başlıyorlar ve bu yüzden iyi oluyorlar.”. Sonra da omuzlarını silkti ve “Bir de çok uzunlar galiba.” dedi.
Ekranda Luka’yı izliyorken Belgrad’da sık sık gündeme gelen bir konuyu açtım. Sırplar Luka’yı kendilerinin gibi görebilir mi? Babasının kökeni Sırbistan’a dayanıyor. Kendisi Sırp şarkıcıları dinliyor. Bazen Dallas’taki evinden Kızılyıldız’ın maçlarını izlediğine dair Instagram hikayeleri paylaşıyor. Sırbistan’da basketbolseverler bu duruma dikkat çekmeyi seviyor fakat buradaki insanlar için bu bir gündem değil. “Sırp kökenleri olabilir fakat o bir Slovenyalı. Sadece izlemek yeterli. Slovenya için oynamaktan gurur duyuyor. Onun aklında Sloven olduğuna dair en ufak bir kuşku yok, bizim de öyle.” diyor Timotej.
Timotej, Luka’ya bakıyor ve iki kültürün de izlerini taşıdığını düşünüyor. “Slovenyalılar bizim hem Kuzey Alman dakikliğine hem de Balkan kibarlığına sahip olduğumuzu düşünüyor. Luka’da da bir karışım olduğunu söyleyebilirim. Bu ikisinin en iyi karışımı.”
O gece işler Luka ve Slovenya için pek iyi gitmedi. İlk yarıda 19 sayı geriye düştüler. İkinci yarıda muhteşem bir geri dönüş izletseler de yeterli olmadı. Hiçbir NBA oyuncusu bulunmayan Polonya’ya 90-87 mağlup oldular ve Luka, beş faulle oyundan atıldıktan sonra son anları kenardan izlemek zorunda kaldı.