by Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Takvimler 11 Haziran 2o22’yi gösteriyordu. TD Garden’da Boston Celtics‘in Golden State Warriors‘ı ağırladığı final serisi maçının bitimine beş dakika kalmıştı. Playofflar boyunca özellikle Milwaukee Bucks ve Miami Heat serilerinde kendi ayağına sıkarak iki seriyi de 7. maçta bitirmek zorunda kalan Celtics, çok daha tecrübeli Warriors kadrosuna karşı 4. maçta 94-90 öndeydi.
Celtics, geçtiğimiz yıl NBA’deki ilk baş antrenörlük deneyimini yaşayan Ime Udoka ile beraber sezon ortasından itibaren muhteşem bir dönüşüm yaşamış, 12 yıl sonra ilk kez NBA Finalleri sahnesine çıkmayı başarmıştı. Koç için olduğu gibi kadrodaki her oyuncu için de yeni bir tecrübeydi bu sahne. Takımın liderleri Jaylen Brown ve Jayson Tatum; genç yaşlarına rağmen oynadıkları her sene playoff yapmış, birlikte üç kez Doğu Konferansı Finalleri’nde boy göstermişti fakat ayrı bir havanın solunduğu NBA Finalleri onlar için de alışılmadık bir deneyim oluyordu.
Her şeye rağmen Celtics, ilk üç maçın ardından son sekiz senede altıncı kez final oynayan Stephen Curry ve arkadaşlarına karşı 2-1 öne geçmeyi başarmıştı. Önde girdikleri bu beş dakikayı da galibiyetle kapattıkları senaryoda 3-1 öne geçeceklerdi. Stephen Curry’nin kendi deyimiyle o saatten sonra iş bitecekti. NBA tarihinin en büyük organizasyonlarından biri, 14 senedir hasret kaldığı şampiyonluğa ulaşmaya hiç olmadığı kadar yakındı. Sonra ne mi oldu?
Stephen Curry oldu.
2010’lu yıllar denilince LeBron James ile birlikte akla ilk gelen isim olan Curry, yetenekli fakat tecrübesiz Celtics kadrosuna adeta “bölüm sonu canavarı” muamelesi uyguladı. Seri 2-2 oldu ve tekrar San Francisco’ya döndü, Warriors sonraki iki maçta da hata yapmadı ve sadece saha içi denklemlere bakıldığında favori gözükmediği seriyi mental dayanıklılık ve Curry’nin büyüsüyle kazanmayı başardı. Dünya tarihinin en büyük şutörü kariyerindeki tek “eksik” parçayı, Finaller MVP’si ödülünü koleksiyonuna ekliyor, dördüncü yüzüğünü takıyor ve bırakacağı mirasın son sayfalarını görkemli şekilde dolduruyordu.
Diğer tarafta ise bambaşka bir mirasın ilk adımları atılıyordu belki de. Tatum henüz 24, Brown ise henüz 25 yaşındaydı. İki oyuncu da LeBron James ve Michael Jordan gibi efsanelerin ilk şampiyonluklarını kazandıkları yaştan çok uzaktaydı hala. O ana kadar topladıkları tecrübelerden kendi miraslarını inşa etmek için önlerinde büyük bir zaman dilimi bulunuyordu. İki oyuncu da ilk kez final oynayan her süper yıldızın başına geldiği gibi sert bir yumruk yemişti, şimdi sıra ayağa kalkıp o yumruğa karşılık vermekteydi. Celtics için başı öne eğmeyi gerektirecek bir durum yoktu ortada, gelecek hala bütün parlaklığıyla ellerindeydi.
Tabii ki bu yazdıklarımın bir anlam kazanması için iki oyuncunun bu sezon playofflarda bazı şeyleri kanıtlaması gerekecek. Artık ikisi de “genç yetenek” kategorisinde değil. Baskı üzerlerinde ve onlardan her turda rakiplerini saf dışı bırakmaları beklenecek – rakip kim olursa olsun…
Şimdi hikayeyi sezon başlamadan öncesine sarıp final mağlubiyetinin ardından Celtics’in geçirdiği yaz dönemine bakmamız gerekiyor çünkü 2022-23 Boston Celtics’in hikayesi tam olarak o dönemde şekillendi ve farklı bir rota çizmeye başladı.
Brogdon Eklemesi, Ime Udoka Skandalı ve Düşen Beklentiler
Yazın hemen başında, final serisinin üzerinden çok geçmemişken Boston Celtics, rotasyonunda önemli dakikalar alan hiçbir oyuncuyu vermeden Indiana Pacers‘tan Malcolm Brogdon’ı kadrosuna katarak mükemmel bir takasa imza attı. NBA çevresinde büyük beğeni toplayan bu hamlenin ardından çoğu otorite de 2022-23 sezonunun erken tahminlerinde Celtics‘i favori göstermeye başlamıştı. Bunun da mantığa oturan sebepleri tabii ki vardı.
Milwaukee Bucks günlerinden beri kaliteli ve kazanmaya katkı veren bir oyuncu olduğunu kanıtlayan Brogdon, Pacers‘ta da iyi bir performans gösterse de gözlerden ırak kalmıştı. Bunun sebeplerinden biri Pacers’ın NBA’in küçük pazarlarından biri olmasının yanında Brogdon’ın da kariyeri boyunca sağlık sorunları sebebiyle istikrarlı şekilde sahada kalamamasıydı.
Fakat her şeyin olumlu gittiği ve Brogdon’ın gereken anlarda sahada olduğu senaryoda Boston’a katacağı çok fazla şey vardı. Celtics’in final serisini kaybetmesinin en büyük sebepleri rotasyon darlığı sebebiyle oluşan yorgunluk ve zaman zaman saha içinde top yönlendirecek oyuncu eksikliğinden dolayı oluşan top kaybı problemiydi. Bir de kadroda Jaylen Brown harici düzenli olarak çembere gidip potaya baskı oluşturabilecek bir oyuncu yoktu, bu da Celtics’in belli bölümlerde çok fazla zorlama şuta kalmasına sebep olmuştu.
Brogdon, oyuncu kartında yazan yeteneklerle bu eksiklerin hepsine tik atıyordu. Gerçekten de mükemmel bir fit gibi gözüküyordu ve neredeyse hiçbir şey vermeden böyle değerli bir oyuncuyu kadroya katabilmek büyük bir GM’lik başarısıydı. Burada da Brad Stevens’a gereken krediyi vermek gerekiyor. Stevens, 2021-22 sezonunun ortasında da draft hakkını gözden çıkararak Derrick White’ı kadroya katmıştı ve bu hamlenin özellikle playofflarda ne denli meyve verdiğini hep beraber izledik. Bir önceki GM Danny Ainge’in aksine Stevens, o an kazanmak için gereken hamleleri yapmak için gelecek draft haklarından vazgeçebiliyordu. Bu “korkusuzluk” ilk seferinde işe yaramıştı, Brogdon hamlesiyle zirve yapmaması için de hiçbir sebep yoktu.
Rotasyon tamamlanmış gözüküyordu, kadroda hiçbir NBA takımında olmadığı kadar fazla yetenek ve playoffta güvenilebilecek oyuncu vardı. Bir önceki sezon şampiyonluğa bu kadar yaklaşmış bir takım için Celtics, fazla iyi bir yazı geride bırakmak üzereydi.
Fakat eylül ayında rüzgar tamamen tersine döndü. Takımın tarihin en iyi savunmalarından biri olmasında büyük payı olan çaylak koç Ime Udoka, detayları hala bilinmeyen ve bu yazıda da bahsetmeyeceğimiz bir skandal sebebiyle görevinden bir yıl boyunca uzaklaştırıldı. Yerine ise boşta tecrübeli NBA koçları bulunmasına rağmen Brad Stevens’ın tercihiyle Udoka’nın koç ekibinden Joe Mazzulla getirilmişti. O dönemler 34 yaşındaki Mazzulla’nın ismini bilen pek fazla insan olmadığı için haliyle bu hamleye şüpheyle yaklaşıldı ve Celtics için olan büyük beklentiler de zarar gördü.
Ayrıca savunmanın en kritik oyuncularından Robert Williams’ın da sakat sakat oynadığı playoffların ardından iyileşme sürecinin uzun süreceği ve sezon başında büyük bir bölümde forma giyemeyeceği öğrenilmişti. Kimsenin bilmediği bir koç, yeni final kaybetmiş bir kadro ve ne kadar sahalardan uzak kalacağı belli olmayan bir Robert Williams… Dürüst olmak gerekirse ben ortada büyük bir problem görmüyordum ve herkes kadar endişeli değildim. Fakat genel algı bunun tersi yönündeydi.
Nitekim The Athletic’in sezon öncesi yayınladığı güç sıralamasında son finalist Boston Celtics kendisine 8. sırada yer bulabilmişti.
Genç koç ve sakatlıklardan etkilenmiş “yaralı” kadronun ise farklı düşünceleri vardı ve bunları sezonun başlangıcıyla birlikte herkese kanıtlayacaklardı.
Tarihi Başlangıç, “Mazullaball”, Mükemmel İşleyen Sistem
Sezon başlamadan önce oluşan endişelere katılmamamın bir sebebi vardı: Celtics‘te hali hazırda senelerdir birlikte oynayan, birbirini tanıyan, başarı için gereken formülü bulmuş ve egolardan uzak bir oyuncu grubu bulunuyordu. Bir NBA koçunun saha içinde en az karmaşık dokunuş yapması gereken sistem mevcuttu belki de Celtics‘te. Mazzulla’nın tek yapması gereken işleyen bu sistemi daha da korkutucu hale getirebilecek basit yenilikler getirmek ve soyunma odasındaki havayı kontrol etmekti.
Sezon başlangıcında da bunu gördük. Celtics, geçtiğimiz yıllara göre hücumda çok daha net bir oyun planıyla sahadaydı. Takımdaki neredeyse her oyuncu belli bir seviyede şutör ve pasör olduğu için Mazzulla da bu durumu maksimize etmek istedi. Jayson Tatum’ın gelişen saha içi liderlik özellikleri, Brogdon’ın bençten getirdiği oyun aklı, Marcus Smart’ın düzenli olarak oyun kurucu pozisyonunda iyi iş çıkarması, basketbol zekası yüksek uzunlar… Formül basitti aslında: En iyi şutu bulana kadar topu dolaştırmak ve iyi şut bulunduğunda potaya üçlüğü fırlatmaktan çekinmemek…
Neredeyse 1-1.5 ay boyunca tarihin en iyi hücum rating’iyle oynayan Celtics kadrosu, geçtiğimiz sezonki savunma kimliğinden farklı bir kimlik sergiliyordu fakat en az o seviyede korkutucu bir rakip haline gelmişti. Piyangodan Sam Hauser gibi bir nokta şutörün de rotasyonda kendine yer bulmasıyla birlikte Celtics, rakiplere adeta üçlük olarak yağdı ve uzun süre eşi benzeri olmayan bir verimlilikte hücum etti.
Bu süreçte savunma haliyle biraz yara almıştı. Robert Williams’ın yokluğu sebebiyle uzun rotasyonunda Luke Kornet ve Blake Griffin’in haddinden fazla rol alması bunun sebeplerinden biriydi elbet fakat takımın savunma verimliliğinde beklentinin altında kalmasında alarm verici bir durum yoktu. Ortada şemasal bir sıkıntı yoktu, personel de savunmada zorlanacak bir personel değildi. Tarihi seviyede hücum eden bir takımın geçtiğimiz yılı son maçına kadar yüksek yoğunlukta oynadığını da hesaba katınca savunmaya aynı yoğunluğu ve eforu gösterememesi çok doğaldı.
Mazzulla da bu iyi başlangıcın da meyvelerini toplamayı başardı ve soyunma odasının kontrolünü eline aldığını bütün lige gösterdi. 34 yaşında bir çaylak koç olarak bu denli beklentilerin yüksek olduğu bir kadronun başına apar topar geçmesine rağmen oldukça iyi bir iş çıkarmıştı, hem kendi oyuncularından hem de otoritelerden hak ettiği saygıyı söke söke almıştı.
Yaz döneminde büyük beklentilerle kadroya katılan Brogdon da bu beklentileri sonuna kadar karşılıyordu. Bençten gelerek sahada ana yönlendiricilerin olmadığı anlarda hücumu kontrol eden Brogdon, şampiyonluk iddiası olan takımlarda bulunmayan seviyede bir lüks sağlıyordu Celtics’e…
Lige girdiği ilk yıldan itibaren her sene üstüne koymayı başaran takımın ana yıldızı Jayson Tatum da bir sonraki adımı yine atmayı bildi. Final serisinde çok zorlandığı boyalı alan baskısında büyük gelişme gösteren Tatum, bir pasör ve karar verici olarak da kendisinden beklenen görevi neredeyse kusursuz şekilde yerine getiriyordu.
Jaylen Brown bir skorer olarak kendini iyice keskinleştirdi; Al Horford, Al Horford olmaya devam etti; Derrick White ve Marcus Smart ana oyun kurucular olarak görevlerini eksiksiz yerine getirdi; Luke Kornet ve Blake Griffin, Williams’ın yokluğunu idare etti ve Celtics, sezon öncesindeki kötü havayı 180 derece tersine çevirmeyi başardı.
Bu mükemmel başlangıç, New York Knicks deplasmanında organizasyon tarihinin üçlük rekorunun kırıldığı 27 üçlük isabeti bulunan maç ve 8 Aralık’ta o zamanlar Batı Konferansı lideri olan Phoenix Suns deplasmanında alınan “mesaj” galibiyetiyle adeta taçlanmıştı.
Suns galibiyetinin hemen ardından Celtics, finallerde bileğini bükemediği Warriors‘a konuk olacaktı. Mağlubiyetin ardından ilk kez karşılaşacağı güçlü rakibine karşı bir normal sezon maçından fazlasıydı bu. Harika sezon başlangıcıyla lige gereken mesaj verilmişti fakat asıl sınav, asıl her şeyi kanıtlamaları gereken maç şimdi önlerindeydi…
Rob Williams’ın Dönüşü, Yara Alan Başlangıç ve Ufak Çaplı Düşüş
Tek bir normal sezon maçına bu kadar anlam yüklenememesi gerektiğinin farkındayım fakat o akşam iki takımın da farklı bir mantaliteyle sahada olduğu çok belliydi.
Sonuç ne mi oldu? Celtics, sezon başından beri gösterdiği alışkanlıklarından vazgeçmişti, finallerde oynadığı “kabız” hücum şemasına geri dönmüştü. Top, maç boyunca sezonun genelinde gördüğümüzün aksine dolaşmadı ve çok durağan bir hücum performansı izledik. Bunun doğal getirisi olarak da top kayıpları ve zorlama şutlar bir kez daha gün yüzüne çıktı. Celtics, belki de en büyük sınavından bir kez daha aynı soruları yanlış cevaplayarak başarısız ayrılıyordu.
Bu maçla başlayan altı maçlık bölümde Celtics, iki kez üst üste Orlando Magic‘e kaybedilen maçlar dahil olmak üzere beş mağlubiyet aldı. Kazanılan tek maç da Los Angeles Lakers‘a karşı uzatmalarda kazanılmıştı. Takımın savunması sezon başına göre gelişme gösterse de hala beklenen seviyeden uzaktı, en önemlisi ise yavaş yavaş inşa edilen hücum makinesi ilk kez tökezleme belirtileri göstermişti.
Tam da bu bölümde, Magic maçlarıyla birlikte Robert Williams da sahalara döndü. Alınan mağlubiyetler sebebiyle bu dönüş hayal edildiği gibi gerçekleşmese de her takımın başına gelen düşüş sürecinde belki de parlayan tek noktaydı. Williams, maç eksikliği sebebiyle uzun süreler sahada kalamıyordu, kaldığı anlarda da henüz %100’ünde olmadığı çok belli oluyordu fakat yine de ara ara tavanını hatırlatan sekanslar izletmeyi başarmıştı.
Celtics, Minnesota Timberwolves galibiyetiyle bu karanlık dönemden çıkmayı başardı ve sezonun bu bölümüne gelmişken bir daha böylesine alarm verdiği bir sekans yaşamadı. Fakat sezon başındaki dominant oyunun artık ortada olmadığı da bir gerçekti. Peki ya aksini beklemek mümkün müydü?
Celtics’ten 82 maç boyunca sezon başındaki verimliliğinde şut atmasını ve topu dolaştırmasını beklemek haksızlık olurdu. Takım illaki bir noktada formsuz dönemler geçirecek ve her maçı güle oynaya kazanamayacaktı. Önemli olan bu noktada panik düğmesine basarak problemleri olduğundan daha büyük bir hale getirmemekti – ki Celtics’in de bunu başardığını söyleyebiliriz.
Standart ve İstikrar
Sezonun belli bölümlerinde her takımın düşüşler yaşayacağı kaçınılmaz bir gerçek. Önemli olan bu düşüşlerin ardından takımın oyun planına sadık kalarak belli bir standartı oturtması, istikrarı belli bir seviyenin üzerinde tutabilmesi…
Celtics, her şeye rağmen kadrodaki her oyuncudan verim almayı başararak Doğu Konferansı’nın ve NBA’in zirvesine tutunmayı başardı. Belki Sam Hauser sezon başındaki kadar yüzdeli üçlük sokamıyordu fakat her zaman onun açığını kapatan biri oluyordu. Malcolm Brogdon formsuz dönemler geçirdi; Marcus Smart, Al Horford ve hatta Jaylen Brown sakatlıklardan dolayı maçlar kaçırdı; Jayson Tatum, MVP’nin en büyük favorisi gözüktüğü sezon başlangıcının ardından form düşüklüğü yaşadı fakat Celtics hep bir şekilde kazanmanın yolunu buldu.
Burada en büyük pay tabii ki sahadaki oyuncuların fakat soyunma odasını bir arada tutmayı başararak çok daha kötüye gidebilecek kriz dönemini en az hasarla geçiren Joe Mazzulla ve kadroyu her an elinden gelen her şeyi vermeye hazır oyunculardan kuran Brad Stevens’a da haklarını vermek gerekiyor.
Stevens, takas döneminin sonlarına yaklaşılırken Oklahoma City Thunder forması giyen şutör uzun Mike Muscala’yı da kadroya kattı. Muscala’nın takımla birlikte çıktığı üç maçta gösterdiği performans, Stevens’ın bir kez daha doğru hamleyi yaptığını kanıtlar nitelikteydi. Yazının başından beri adını hiç geçirmediğimiz Grant Williams; oyun aklı, savunması ve şutuyla Celtics için çok değerli bir parça fakat istikrar onun için her zaman problem oldu. Williams’ın sezonun son bölümünde kötü şut attığı, çok sık yanlış kararlar verdiği ve formsuz bir dönem geçirdiği açık. Muscala da her ne kadar playoff ortamında savunmasıyla yaratacağı zaaflar sebebiyle çok büyük rol alamayacak olsa da normal sezonda bu tarz formsuz dönemler geçiren oyuncuların boşluğunu kapatabilecek seviyede bir isim.
Takımın ayakta kaldığı ve belli bir istikrarı tutturduğu bu dönemden bahsederken Derrick White’a da özel bir parantez açmak gerekiyor. Ana oyun kurucu Marcus Smart’ın yokluğunda sorumlulukları ciddi derecede artan White, gösterdiği mükemmel performansla herkese neler yapabileceğini kanıtladı.
Nitekim 6-12 Şubat arasında oynadığı dört maçta 24.5 sayı – 7.5 asist – 4.8 ribaund ortalamalarıyla mücadele eden White, saha içinden %52.2, yayın gerisinden ise %51.5 gibi harika yüzdelerle bunları başardı ve Doğu Konferansı’nda haftanın oyuncusu seçildi. Tabii ki White’ın bu istatistikleri sezon boyunca devam etmeyecek, bu kadar iyi şut atamayacak… Fakat o dönem geldiğinde Celtics kadrosunda White’ın açıklarını kapatacak bir isim her zaman olacak – tıpkı şu anda White’ın takım arkadaşlarının yokluğunu idare ettiği gibi…
Celtics için sezon başından beri başarının formülü de buydu: Birbirlerinin açıklarını kapatan, tek bir amaca, TD Garden semalarına 18. filamayı asmaya kitlenmiş bir oyuncu grubu…