Jordon Crawford’tan Eurohoops’a: KKTC Kariyeri, Harlem Macerası, Floyd Mayweather İlişkisi ve Daha Fazlası…

2023-03-23T09:51:46+00:00 2023-03-23T10:03:16+00:00.

Bilal Baran Yardımcı

23/Mar/23 09:51

Eurohoops.net

Son dönemin formda takımlarından Onvo Büyükçekmece’nin yıldızı Jordon Crawford, Eurohoops’a özel kapsamlı bir röportaj verdi.

by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net

Eurohoops’un deprem felaketinden etkilenen vatandaşlarımız için düzenlediği açık arttırmaya buraya tıklayarak katılabilirsiniz.

ONVO Büyükçekmece’nin yıldızı Jordon Crawford, şu sıralar ligin altını üstüne getirmekte. Amerikalı oyuncu, geçtiğimiz hafta Anadolu Efes‘e karşı maç kazandıran basketi Will Clyburn’un üzerinden buldu ve takımına üst üste 3. kez Anadolu Efes galibiyeti getirdi.

Şu sıralar çok popüler olsa da hayat onun için her zaman böylesine ışıltılı değildi.

Küçük bir okuldan sonra kariyerine, profesyonel sporcularda pek rastlamadığımız Harlem’e imza atarak başladı… Kuzey Kıbrıs’ta oynadı, G-League’de zaman geçirdi ve şu an bulunduğumuz yere geldi.

Tam bir “tırnaklarını kazıyarak başardı” hikayesi.

Eurohoops olarak Jordon ile oturduk, konuştuk ve hikayesini daha derin dinleme fırsatı bulduk.

Soru: Türkiye’de de “o” zamana geldik… Ne mi demek istiyorum? Portland maçlarında nasıl “Lillard zamanı” varsa Türkiye’de “Jordon Crawford zamanı” var. Bunun sen de farkında mısın?

Cevap: Evet. Şu anda Türkiye’de sıralamalar çılgın durumda. Gerçekten inanılmaz. Sezonun sonunun geliyor olması hem acı hem tatlı. Ailemize ve kendi hayatımıza geri döneceğiz fakat aynı zamanda işler çok iyi gidiyor, iyi oynuyoruz ve sonunun gelmesini istemiyoruz.

S: Aslında BSL, EuroLeague, Türkiye Kupası… Hatta hazırlık maçı farketmez. Anadolu Efes‘i üst üste üç kez yenmek inanılmaz bir başarı. Sence de öyle değil mi?

Cevap: Evet, gerçekten çok iyi. Hala çok büyük galibiyetler olduğunu düşünüyorum. Hatta ikisi aynı sezon içerisinde. İnanılmaz.

S: Son pozisyon hakkında konuşmak istiyorum. Avrupa’nın en iyi oyuncularından Will Clyburn seni savundu. Aslında gayet de iyi iş çıkardı, seni zor bir pozisyona soktu fakat şutu yine de soktun. O anlar nasıldı?

C: Will benim adamım. Kesinlikle EuroLeague’in en büyük oyuncularından biri ve bu statüyü hak etti. Çok çalıştı, adım adım gelişimini, başardıklarını görmekten gurur duyuyorum fakat günün sonunda sahadayken arkadaş değiliz. Karşımda kim varsa o gün onu yenmek benim amacım.

S: O pozisyon nasıl gerçekleşti? Sence şans da yardımcı oldu mu?

C: Şans olduğunu düşünmüyorum. Her gün bireysel antrenmanlar yapıyorum, birebir pozisyonlar üzerine çalışıyorum. Sahadayken her an özgüvenim yüksek ve her durumda her şutu sokabilecek gibi hissediyorum. O pozisyondan hemen önce Tanrı’ya dua ettim, yanımızda olmasını diledim.

S: Biraz kariyerinin başına dönmek istiyorum. İlk başta NCAA Division II takımlarından Ashland Üniversitesi ile anlaşmıştın fakat o takımın koçu işinden ayrıldı. Sen de kendini Bowling Green Falcons’ta buldun. Okul değiştirmek sana ne konuda yardımcı oldu?

C: Benim hayatımda büyük yer kapladı. Gelen ilk teklifi sorgusuz sualsiz kabul etmiştim. Bir sonraki seviyede oynamanın gururunu yaşıyordum. Sonra koçumuz emekli oldu. Son senemi harika geçirdim. Herkes bana daha üst seviyeye gidebileceğimi söylüyordu. Beraber büyüdüğüm, beraber liseye gittiğim en yakın arkadaşım da Bowling Green’deydi. Bu yüzden hiç düşünmedim bile. O orada olduğu için ben de oraya gitmek istedim. Bowling Green harikaydı, mükemmel bir yerdi. Orada birçok güzel anı biriktirdim, birçok arkadaş edindim ve bugün bile hala görüşüyorum. Orası benim evim gibi.

S: Aslında Bowling Green çok fazla NBA oyuncusu çıkaramıyor. Sen muhtemelen okul tarihinde Antonio Daniels’tan sonraki en iyi oyun kurucuydun. 

C: Bu büyük bir iddia. Antonio Daniels çok iyi bir oyuncuydu (gülüyor).

S: 1968’den beri “March Madness” turnuvasına katılamadılar. Oradayken Sacramento Kings forması giyen Richaun Holmes ile oynamıştın. Onunla hala iletişimde misin?

C: Çok değil. O zamanlar çok yakın değildik. Sanırım o ikinci sınıftı, ben son sınıftım. Birlikte iki yıl oynadık. Gelişimine şahit oldum, çok yetenekli olduğunu biliyorduk. Sahayı hızlı kat edebiliyor, kendine ufak bir şut de eklemeye başladı ve çok atletikti. O zamanlar beraberken her şey iyiydi fakat bazı takım arkadaşlarımla olduğum kadar yakın değildik. Ne zaman Batı Yakası’na gitsem haberleşir, görüşür ve hayatımıza dair konuşuruz. Bu kadar.

S: Kolejden sonra bir Harlem deneyimi var. İmzayı atmana rağmen hiç oynamadın. O süreci biraz anlatabilir misin?

C: Sürecin nasıl ilerleyeceği konusunda kafam karışıktı. Yanımda bana yardımcı olmak isteyen kimse yoktu. Menajerler konusunda ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ne yapacağım konusunda kafam çok karışıktı, resmen kaybolmuştum. Birkaç gösteri maçında sahne aldım ve yanlış hatırlamıyorsam Almanya 3. Ligi’nden teklif aldım. Teklifi reddettim çünkü o zamanlar profesyonel olarak milyonlar kazanmam gerekiyor gibi düşünüyordum. Hiçbir fikrim ve bilgim yoktu. Bu yüzden teklifi reddettim. Basketbol oynamadan bir senem geçti. En iyi arkadaşlarımdan biri profesyonel boksör, bu süreçte onunla antrenman yaparak vücudumu zinde tutmaya çalıştım. Eninde sonunda basketbol oynamayı çok özlediğimi fark ettim. Bir şekilde geri dönmek istiyordum. Kanada’ya basketbol oynamaya gittim ve oradayken beni takımdan kestiler. Söyledikleri şey de “senin bu program için fazla kalifiye olduğunu düşünüyoruz” oldu. Bunun ne anlama geldiği hakkında hiçbir fikrim yok. Eğer basketbolcu olarak beni beğenmediyseniz direkt söyleyin, bunu anlarım. Bu süreç bana kaybolmuş hissettirdi.

S: O zaman en başta çağırmasaydınız, değil mi?

C: Evet. Eğer bana olan bakışınız buysa en başta beni çağırmamalıydınız. Kafam çok karışmıştı. Oradan ayrıldığımda geri döndüm ve kardeşimle oynamaya başladım. Sonra üç gün geçti ve bir menajer beni arayıp “Kıbrıs’ta sana bir iş buldum.” dedi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden bahsediyorum.

S: Bunu duymuştum fakat Türkiye tarafında olduğunu bilmiyordum. Yunanistan tarafı olarak düşünmüştüm.

C: Ne kadar para olduğunu bile sormadım. Direkt olarak kabul ettim. Neredeyse bir buçuk yıl sonra profesyonel basketbola ilk kez böyle adım attım.

S: Ben de şaşırdım çünkü Kuzey Kıbrıs’ta basketbol ligi olduğunu bilmiyordum. Ben bir Türk olmama rağmen Kuzey Kıbrıs’ta profesyonel bir lig olduğunu bilmiyordum (gülüyor).

C: Evet (gülüyor). Alt seviye bir lig olduğu kesindi fakat benim yolculuğum orada başladı.

S: Orada işler senin için nasıl gitti? Kültürel olarak bir şok yaşadın mı?

C: Evet, biraz. Yaşadığım yer çok küçüktü. Televizyonum bir laptop büyüklüğündeydi.

S: Hangi şehirdeydin?

C: Lefkoşa’daydım. Farklıydı. Kesinlikle bu farklılıklar bir kültürel şok yaşattı fakat bundan keyif aldım. Mahalledeki insanları tanıdım, hepsi normal işlerde çalışıyordu. Antrenmana geç saate kadar çalıştığı için geç gelenler oluyordu. Garipti. İşlerin böyle yürüdüğünü anladım. Oradaki koçumla hala konuşuyorum. Bana çok yardımcı oldu. Gece saat geç olsa bile beni alırdı, eşi benim için yemek hazırlardı. Bana evimde gibi hissettirdiler. Bazı takım arkadaşlarımla da hala konuşuyorum. Oradayken harika insan ilişkileri kurdum. Tek yaptığım şey çalışmaktı. Bireysel çalışıyordum, biraz dinleniyordum, sonra tekrar salona gidiyordum, gece bir daha gidiyordum. Uzun bir sekiz-dokuz ay olmuştu. Babam beni görmeye gelmişti. Bu da güzel bir anıydı, ilk kez Avrupa’ya geliyordu.

S: Baban senin maçlarını izlediğinde şaşırdı mı? 

C: Kesinlikle. Oradaki en iyi oyuncu olduğumu filan iddia etmiyorum fakat lig en iyi liglerden biri değildi. Kötü oynasam bile iyi bir maç çıkarabileceğimi biliyordum. Antrenmandaki ilk günümü hatırlıyorum. Pick&roll oynuyordum, pas dağıtmaya çalışıyordum. Koç bana “Sonraki 30 dakika boyunca pas atma. Her pozisyonda şut at. İki-üç kişinin seni savunuyor olması umurumda değil.” dedi. Benim için büyük bir değişimdi. Belki bir guard olarak skorer mantalitesini o zamanlar kapmışımdır.

S: Kıbrıs’tan sonra üç yıl G League var. O zamanlar Avrupa’da devam etmeme sebebin buradaki basketbola uyum sağlayamamak mıydı?

C: Hayır, sadece fırsatlarla alakalıydı. Almanya’daki tekliften sonra bir daha herhangi bir teklif gelmedi. Kıbrıs’tayken kendime “G League’e gitmek istiyorum. Benim hedefim bu, istediğim bu.” demiştim. Benim için güzel bir basamak olacağını düşünmüştüm. Kıbrıs’tan eve döndüğümde evde sadece bir-iki gün geçirebildim. Kardeşim beni aradı, Vegas’ta bir maçı olduğunu söyledi. Beni çağırdı ve beraber antrenman kampını bitirmek istedi. Benim için de sorun değildi. Salona gittim ve Floyd Mayweather bana seslendi. “Sana yardımcı olacağım. Seni görmesini hak ettiğin insanlar tarafından görülmeni sağlayacağım.” dedi. Ben de antrenmanlara başladım. Bireysel çalışmalar gerçekleştirdim. Los Angeles, New York gibi yerlerde deneme antrenmanlarına çıktım. O yıl G League’e draft edildim.

S: Floyd Mayweather ile arkadaş olduğundan bahsettin. Bu arkadaşlık nasıl başladı?

C: Şu anda çok yakınız, ona “amcam” diyorum. Bu ilişki kardeşimin profesyonel boksör olmasından başladı. Her zaman beraber antrenmanlar yapardık. Hep birbirimizi tanıyorduk, selamlaşıyorduk. O da benim yeterli yeteneğe sahip olduğumu, yeteneğimin harcandığını gördü. Bana yardımcı olacağını ve olmam gereken pozisyonlara sokacağını söyledi. Sonrasında Vegas’a taşınıp orada antrenman yapmaya başladım. NBA oyuncularıyla, yurt dışında oynayan oyuncularla antrenman yaptım, arkadaşlıklar kurdum. Menajerler ve koçlar izlemeye geliyordu. Floyd bu sektörde benim çevre edinmemi sağladı.

S: Genelde basketbol konuşurken kısa olmanın yarattığı dezavantajlara değiniriz. Sen bize biraz avantajlarından bahsedebilir misin?

C: Tabii. Hayatım boyunca bana herkes “basketbol için çok kısasın” dedi fakat kimse çoğu insandan daha çabuk olduğuma bakmıyordu. Savunmada bile kısa olan her zaman kazanır. Büyürken bunları söyleniyordu. Benim de kısa olacağım kesindi. İkili oyunlarda normal insanların giremeyeceği pozisyonlara girebiliyorum. Ayrıca çoğu savunmacı kendilerinden uzun oyuncuları savunmaya alışkındır. Bu yüzden beni savunmak onlar için farklı oluyor. Benim kadar kısa ve hızlı bir oyuncuyu sürekli karşılarında görmeleri farklı oluyor. Bunun da zor olduğuna eminim. Çoğu zaman peşimden koşmak istemiyorlar. Ben de kısalığımı avantaja çevirmeye çalıştım ve işe yaradı.

S: Peki kısa olmanın dezavantajlarını yaşadın mı? Eğer cevap “evet” ise nerede?

C: Sanırım hiçbir zaman kısa olduğum için dezavantajlı olduğumu düşünmedim. Kendime hiç “burada olmayı hak etmiyorum, burada olmamalıydım” şeklinde bakmadım. Her zaman kendimden uzunlara karşı oynadım, bu yüzden benim için normaldi. Büyük bir fark oluşturuyor gibi düşünmedim. Sahaya çıktığımda karşımdaki insan bana hep normal insan olarak geliyor. Benden çok uzun olduğunu düşünmüyorum.

S: Briante Weber geldiğinden beri çok iyi bir uyum yakaladınız. Şu anda sence ligde sizden iyi bir guard ikilisi var mı? 

C: Kesinlikle hayır. Bu durumun basketboldan fazlası olduğunu düşünüyorum. Weber ile arkadaşlığımız neredeyse 10 yıl önce başladı. En iyi arkadaşlarımdan biri.

S: Nerede tanıştınız?

C: Yazları Miami’de antrenman yapıyordum. Orada birlikte antrenman yapıyorduk. Bütün yaz boyunca beraber antrenman yaptıktan sonra arkadaşlık ilişkimiz güçlenmeye başladı. Sonra G League başladı. G League’deki ilk yılımda ufak bir tartışmayla yakın olduk. O bir şeyler söylüyordu, ben bir şeyler söylüyordum. Bizi ayırmak zorunda kaldılar. Ondan sonra ikimiz de birbirimize saygı duymaya başladık. İkimizin de başarıya aç olduğu açıktı. Geri adım atmıyorduk. O yaz beraber çalıştık. Ondan sonra sürekli ilişkimiz büyüdü. Benim düğünüme bile geldi. O buraya geldiği anda çok iyi uyum sağlanacağını biliyordum. İlk sebebi hali hazırda birlikte oynamış olmamızdı, ikincisi sebebi de en iyi arkadaşım gibi olmasıydı.

S: Çok iyi bir hikaye. Sezona kötü başladıktan sonra -kötü bir oyuncu olduğu için demiyorum- fakat Kulvietis kesildi, Rivers’ın 4 numaraya geçtiğini gördük. Weber’ın da gelişiyle takımın yükselişi başladı. Kısa beşle oynamanın avantajları neler oldu?

C: Kulvi’nin mantalitesi antrenmanlarda ya da başka bir yerde hiç değişmedi. İlk andan itibaren profesyonel olmayı sürdürdü, maç zamanı geldiğinde çok daha hızlı oynayabilmemiz için bize antrenmanlarda yardım etti. Ben hızlı oynamayı ve geçiş hücumlarını seven bir oyuncuyum, Briante de böyle bir oyuncu. Rivers da 4 numaradayken hızlı oynamak için fiziğini kullanabiliyor. Harris de tempolu oyun oynayabiliyor. Bence bizim avantajımız buydu. Savunmada da rakiplerle mücadele edebildik, hızımızı avantaja çevirdik.

S: Koç Özhan Çıvgın ile ilişkinizden biraz bahsedebilir misin? Bir koçla bir oyuncunun arası ancak bu kadar iyi olabilir gibi gözüküyor.

C: Özhan Çıvgın harika bir insan. Buraya ilk geldiğimde işler çok garipti. Hep Türkiye’ye dönmek istemiştim. Türkiye Ligi’ne bayılıyorum, Avrupa’daki en zor liglerden biri olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bu ligi seviyorum. Sıralamanın başından sonuna her takım her gün iyi oynuyor. Fakat buraya ilk geldiğimde ortam biraz garipti, sanırım ben “kötü bir insan” olarak biliniyordum. Bu durum beni şaşırttı çünkü kimseyle herhangi bir durumda sorun yaşamadım. Bu durumun içindeyken sürekli mükemmel bir çizgide yürümeye çalışıyordum.

Koç Çıvgın hem saha içinde hem saha dışında benim kendim olmama izin verdi. Bundan sonra arada güven oluştuğunu görebiliyordunuz. “O aslında kötü bir insan değil” düşüncesini aşıladı. Ben bir aile adamıyım. Evimde olmayı, karımla ve köpeğimle vakit geçirmeyi, ailemle, kızımla konuşmayı seviyorum. Bana bu kadar güvenmesi bizim de takım olarak bir olmamızı sağladı. Sonra bu sahaya yansıdı. Son şutlarda bile bana güvendi. Maç kazandıracak şutları kaçırdığım da oldu. Bir sonraki maç ise tekrar aynı duruma düştüğümüzde “Aynı oyunu oynayacağız, sana güveniyorum.” diyordu. Bu durum bir oyuncu olarak özgüvenimi arttırdı. Bir şey söylediğinde katılsam da katılmasam da onun arkasında olurum. Herkesin onu takip ettiğinden emin olmak isterim. Liderimiz o, onu dinleyin. Aynı zamanda o da her zaman benim görüşlerimi dinliyor. Katılmadığım durum olduğunda herkesin önünde konuşmak yerine ayrıca konuşup “Buna ne dersin?” dediğim oluyor. Eğer dediğime katılmazsa hiçbir sorun yok fakat bazen “Sanırım bu fikir daha çok hoşuma gitti.” diyor ve onu uyguluyoruz. Sahip olduğumuz iletişim ve güven çok iyi. Kazanmaya çalışıyoruz. Bu noktada ilişkimiz gücünü gösteriyor.

S: Biraz Türkiye Ligi hakkında konuşalım. “Avrupa’nın en zor liglerinden biri” olduğunu söyledin. Evet, olabilir. Son sıradaki takım playoff yapabilir, altıncı sıradaki takımın bile düşme ihtimali var… 20 yıldır bu ligi izliyorum, böylesine rekabetçi bir sezon görmedim. 

C: Gerçekten şaşırtıcı. Afyon’dayken her maçımızda herkesin kadrosunda eski bir NBA oyuncusu oluyordu. Türk oyuncular da inanılmaz yetenekli, çok mücadele ediyorlar. Hiçbir maça kolay maç gözüyle bakamıyorduk. Eğer bir gün çalışmaz ve mola verirseniz 20 sayıyla kaybedersiniz. Bir rekabetçi olarak bu lige dair en sevdiğim şey bu oldu. Her yıl bu seviye daha da iyiye gidiyor. Bu yıl da söylediğin gibi, tek bir mağlubiyetle altıncı sıradan 15. sıraya düşebiliyorsunuz. Bu durum ligin ne kadar rekabetçi olduğunu gösteriyor. Bu durumun daha da iyiye gideceğini düşünüyorum.

S: Rekabetçilik ve zorluk demişken… Lig tarihinin son 23 yılındaki en skorer üçüncü performansı sergilemiştin. Afyon formasıyla 48 attın. Böylesine rekabetçi bir ligde bunu başarmak nasıl hissettiriyor?

C: O maçı kaybettik, bu canımı çok yakmıştı. Bir de en önemli şutu kaçırmıştım. “Bütün şutları soktum, bunu sokamadım” diye düşünmüştüm fakat yine de özellikle nereden geldiğime, nereden başladığıma baktığımda harika bir başarı. Kıbrıs’tayken bile insanlar benim en fazla Türkiye 2. Ligi’nde oynayabileceğimi söylüyordu. Şimdi ise buradayım ve yükseliyorum. Sanırım bu durum fırsatla alakalı. Dünyanın farklı yerlerinden farklı durumlardaki birçok insan benim yakaladığım fırsatları yakalasaydı benden daha iyi de yapabilirdi. Olay tamamen doğru zamanda doğru yerde olmaktan ibaret. Bunu başarabildiğim için minnettarım. O maç da işlerin çok iyi gittiği günlerden birindeydi, inanılmazdı.

S: Yanlış hatırlamıyorsam Türkiye 2. Ligi’nden Yalova ile imzalayacağına dair dedikodular çıkmıştı. Bunlar doğru muydu?

C: Bana ulaştılar fakat hiçbir zaman imzalamak istediğim bir yer değildi. Menajerimle birkaç kez konuştular, birkaç kez teklif yolladılar. Direkt olarak ben hiçbir zaman iletişime geçmedim. Hiçbir zaman anlaşmaya da yakın olmadık.

S: Son soru… Sıradaki hedefin ne? Basketbolla alakalı olur, basketboldan bağımsız olur, herhangi bir planın var mı?

C: Basketbol açısından sanırım bu sezon playofflarda yer almak. Benim için bu sezon en büyük hedef bu. Gelecek yıl için ise her şeye açığım. Büyükçekmece’de oynamayı çok seviyorum fakat aynı zamanda EuroCup’ta ya da daha yüksek seviyede bir kulüpte de oynamak istiyorum. Burada Bursaspor var, Bahçeşehir var, Galatasaray var… Bunlar daha büyük kulüpler. Kendimi bir oyuncu olarak test etmek, o formalardan birini giyip taraftarlarıyla ve her şeyleriyle öyle bir kulübü temsil etmek inanılmaz olurdu. Basketbol dışında ise mutlu olmak… Mutlu olmanın bir yolunu bulmak, öğrenmek, iyi bir baba olmak, Tanrı ile olan ilişkimi güçlendirmek, eşimle olan ilişkimi güçlendirmek…

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!