by Jason Quick / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 7 Nisan 2023 tarihinde The Athletic‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Sekiz yıl önce sıradan bir boş günde Erik Spoelstra, Josh Richardson’ın kariyerini değiştirdi.
Miami Heat‘in çaylağı olan Richardson, çok az süre alıyordu. Bu yüzden boş günlerde düzenli şekilde spor salonuna gelerek şut antrenmanı yapardı. O gün antrenmanının ortasındayken Spoelstra’nın, iki NBA şampiyonluğu olan koçun, kendisine yaklaştığını gördü. O güne kadar ikili arasındaki konuşmalar Spoelstra’nın Richardson’ın G League’e giderek daha fazla dakika oynama isteklerini reddetmesinden ibaretti.
“Sürekli ‘Seni çalışırken görmek istiyorum, bizim her gün nasıl çalıştığımızı görmeni de istiyorum’ derdi. Buna saygı duydum. Kolejde inatçı koçlarım olmuştu, bu yüzden buna hazırlıklıydım fakat Spo… Spo hepsinden zordu.” diyor Richardson.
O boş güne kadar ne kadar zor olduğunu ise hala bilmiyordu.
Spoelstra, Richardson’ın şut antrenmanını ortasında oyuncunun yanına geldi ve bir emir verdi: 10 farklı yerden toplam 100 üçlük dene, 70’ini sokmak zorundasın.
“Dediğini yapmaya başladım. Soğuk başladım, biraz ısındım derken 57 tane soktum.” diyor Richardson.
70 hedefine ulaşılamamıştı. Spoelstra, Richardson’a sahayı baştan sona beş kez koşmasını söyledi. Richardson koşarken bulunduğu çıkmaza gülüyordu: Takım arkadaşları muhtemelen sahildeyken o, koşuyordu.
“Boş gündeyiz, ne yaptığını sanıyor?’ diye düşünmüştüm.” diyor Richardson.
Koşuların ardından iyice terleyen Richardson, şut antrenmanına geri döndü. Bu sefer daha iyi atmıştı, 63 ya da 64 tane sokmuştu.
Spoelstra ise “Tekrar yap, baştan sona.” dedi.
O an Richardson’ın canı iyice sıkılmıştı: “Kafamda ‘Hadi ama! Burada olmayı ben seçtim!’ diye düşünüyordum.” Koşuları tamamladıktan sonra topu eline aldı ve küfür savurdu. Richardson’ı şaşırtan şekilde Spoelstra, bu tepkiden keyif almış gözüküyordu.
“İşte böyle! Kendinle rekabet et!’ der gibiydi. Ben de ‘Bu adamın nesi var? Neyden bahsediyor?’ diye düşünüyordum.” diye anlatıyor o anları Richardson.
Terler içindeyken, nefes nefes küfürler savururken Richardson üçüncü denemesine başladı.
“Tekrar denedim ve net hatırlıyorum, 100 şuttan 69 tanesini sokmuştum. Altmış dokuz. ‘Ucuna kadar geldim işte’ diye düşünmüştüm.”
Spoelstra sağ elini havaya kaldırdı, işaret parmağıyla “tekrarla” mesajını verdi.
“O noktada çileden çıkmıştım.” diyor Richardson.
Midesi kalkmıştı, gözleri kırmızı görüyordu, dördüncü turuna başladı. Çok rahatsız olmuştu fakat aynı zamanda etkilemek de istiyordu. Çocukken yaşıtlarından farklılık gösterirdi ve kolay kolay kimseye güvenmezdi. Fakat ilk sezonunun ortasına geldiğinde Spoelstra’ya sadece gözlemleri sonucu hayran olmaya başlamıştı.
“İnsanlara sebepsiz yere saygı duymam, bana bir sebep vermeliler. Spo da… Üzerimize çok düşüyordu, çok sıkı çalışıyordu. Herkes Heat Kültürü’nden filan bahsediyor, o resmen bunu yaşıyor. Buraya geldiğim ilk günden beri herkes onun nasıl her gün daha iyiye gitmeye çalıştığını anlatıyordu. Ben de bu konuda adeta bir manyak olduğunu öğrenmiştim.”
Richardson’ın dördüncü turu, ilk üçünden farklıydı. Bir amacı vardı, kızgınlıkla kavrulmuş bir amacı. 70 tane soktu, sokmaya devam etti. Kutlama yapmadı, herhangi bir duygu göstermedi. Bunun yerine yaklaşan Spo’yu görünce kendine çeki düzen verdi. Koç yanına geldiğinde Richardson’ın karnına vurmaya başladı.
“Başardın! Başardın! Buraya gelip sadece şut atamazsın. Bunu yapamazsın. Rekabet etmek zorundasın. Sınırlarını zorlamak zorundasın. Bunu her gün yapmalısın’ demişti.” diyor Richardson.
O günden sonra Richardson beş farklı takımda oynadı ve 56 milyon dolardan fazla para kazandı. Dediğine göre o şut antrenmanının standartının altına bir daha hiç düşmedi.
“Şu anda şut attığım her gün aynısını yapıyorum. Bu, yöntemlerden biri. Bu; rekabet, baskı.” diyor Richardson.
Spoelstra ile tanışan çoğu insanın özel bir Spo hikayesi oluyor. Ne de olsa Spoelstra’nın altında çalışmak duygularla bir yolculuğa çıkmak demek. Öğrencilerine ilham veriyor, kızıyor, sınavlara sokuyor. İşe de yarıyor. Miami’yi beş kez NBA Finallerine çıkardı, iki kez de şampiyon oldular. Geçtiğimiz yıl ise NBA’in açıkladığı listede tarihin en iyi 15 koçunun arasında gösterildi. Geçtiğimiz ay tarihte en çok galibiyet kazanan koçlar listesinde 20. sıraya yükseldi.
İnsanlar Spo’ya dair hikayelerini anlatıyor çünkü kendisi bunları anlatmaz, onu başarılı yapan mistiği bozmak istemez. 2014 yılında Sports Illustrated’ten Lee Jenkins’e röportaj verdiğinden beri kimseyle röportaj yapmadı. Röportajları reddetme sebebinin dört yıl boyunca LeBron James, Dwyane Wade ve Chris Bosh’un olduğu, sahne ışıklarının her gün üzerlerinde olduğu günlerden gölgelerin içine geri dönmek olduğunu söylüyor. Ayrıca kendini pazarlamak onun en büyük prensiplerinden birine karşı bir durum: “Miami Heat’te “ben” yoktur, “biz” vardır.”
Bu yüzden Spo’nun gizemini başkalarının anlattığı hikayelerle öğrenebiliyoruz. Bu hikayelerde onun başarısına giden yolların sevgi, rekabetçilik ve yüzleşmeden kaçmamak olduğunu görüyoruz. Bütün bunları genelde “yin yang” sembolünün anlattığı gibi bir koçluk yaparken gerçekleştiriyor.
“Onu severdiniz.” diyor Kelly Olynyk. “Fakat aynı zamanda ondan nefret de ederdiniz.”
Fakat “Spo’nun Gizemi”oluşmadan önce, oyuncularına ulaşmadan önce kendisini bulması gerekiyordu. Bu buluş, koçluk kariyerinin belki de en düşük anlarında gözyaşlarıyla gerçekleşti.