by Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Boston Celtics için yeni kurulan çekirdekle girilen bir playoff yolculuğu da nihai hedefe ulaşamadan sona erdi.
Her ne kadar bu çekirdeğe “yeni” desek de aslında birlikte birçok zorluğu aşmış, playoffta ilerleyen turları pek çok kez tecrübe etmiş bir oyuncu grubu vardı Celtics‘in elinde. Tatum lige girdiği 2017-18 sezonundan beri playoff sahnesinde yer aldı, bundan önceki beş sezonda üç kez konferans finali, bir kez de NBA finali gördü. Brown, Tatum’dan bir sene önce lige girmişti ve Tatum’a ek olarak 2016-17 sezonunda da konferans finali gördü. Bu sene artık bu iki oyuncudan bir sonraki adımı atmalarını, şampiyonluğa ulaşmalarını bekleyebileceğimiz bir seneydi.
Ama olmadı. Celtics mükemmel başladığı sezonun yaklaşık 30. maçından itibaren tökezlemeye başladı ve o günden beri ne geçen seneki savunma seviyesine, ne de sezon başındaki hücum seviyesine çıkamadı. Geçtiğimiz yıllarda playoffta yaşanan problemler üç seride de pek çok kez kendini gösterdi. Son iki senedir defalarca kez “ölüm kalım maçı” oynayan takım, en sonunda ölmekten kurtulamadı. Hem de bunu olabilecek en dramatik şekilde yaşadı, yaşattı.
Peki Miami Heat‘e karşı alınan bu kalp kırıcı yenilginin, hayal kırıklığıyla sonuçlanan bir sezonun daha sorumlusu kim? İş oraya gelene kadar neler yaşandı? Bundan sonrası için Celtics’in izlemesi gereken yol haritası ne? Bugün bu sorulara cevap arayacağım.
Düşe Kalka Konferans Finaline Kadar Giden Yol
Boston Celtics’in geçtiğimiz sezonunun hikayesini ve yazın olanları tekrar tekrar anlatmaya gerek yok. 2021-22 sezonunda savunma kimliğiyle kendini bulan Celtics, birçok zorlu sınavı başarıyla aşmış ve 12 sene sonra final sahnesine çıkmayı başarmıştı. Finalde ise dönemin hanedanlığı Golden State Warriors‘a nefesleri yetmemişti. Yaz döneminde yaşanan Ime Udoka skandalı, takımı son üç senede üçüncü farklı koçla çalışmaya itti ve asistan ekibinden Joe Mazzulla, baş antrenörlük görevine getirildi.
Warriors serisindeki hücum problemlerini gözlemleyen Mazzulla, yeni sezonla birlikte Celtics’e yeni bir kimlik yüklemeye çalıştı. Artık Celtics hücumları topun daha çok dolaştığı, kimsenin üçlük atmaktan çekinmediği, aksine herkesin üçlük atmaya teşvik edildiği, boyalı alan dokunuşlarının büyük yer tuttuğu ve durağanlıktan uzak bir hale gelmeliydi. Mazulla, özellikle sezonun ilk 25 maçında bunu başardı ve Celtics, NBA tarihine geçecek seviyede bir hücum performansı sergiledi.
Sezon boyunca aynı hücum ritmini koruyamayan Celtics, uzaklaştığı savunma kimliğini de bir anda “düğmeye basarak” geri getiremeyecekti haliyle. Normal sezonun büyük bir bölümünü düşe kalka geçiren takım, sahip olduğu büyük yetenek havuzu sayesinde yine de Doğu Konferansı’nı ikinci sırada bitirmeyi başardı. Fakat playofflara girerken yeşil-beyazlıların cevaplaması gereken çok soru vardı.
Atlanta Hawks serisinin 3. maçından itibaren bu sorunlar gün yüzüne çıkmaya başladı. Celtics, özellikle Trae Young’ın ikili oyunlarını savunmakta çok zorlanıyordu ve hücumda yakın geçen yoğun playoff maçlarına sezon boyunca oluşturmaya çalıştıkları kimliği yansıtamamışlardı. Çok daha erken bitmesi gereken seri 6. maça kadar uzadı, 7. maçtan iyi bir Trae Young devresi kadar uzaklıktaydık.
Yarı finalde rakip ise Philadelphia 76ers‘tı. Celtics, Sixers ile her zaman çok iyi eşleşiyordu, pozisyonlara bakıldığında eşleşmelerde büyük avantajlar vardı ve iki organizasyon arasındaki rekabette Celtics’in ezici psikolojik üstünlüğü bulunuyordu. Bütün bunları düşündüğümüzde Celtics’in bu seriyi zorlanmadan geçmesi gerekiyordu, değil mi? Öyle olmadı.
Tıpkı Young’ta olduğu gibi Celtics, James Harden’ın tepeden yönettiği ikili oyunları savunmakta çok zorlandı. Geçtiğimiz yıl playofflar boyunca inanılmaz bir savunma performansı gösteren Al Horford, artan yaşı sebebiyle eskisi kadar diri ve hızlı değildi. Jaylen Brown’ın topsuz oyundaki dikkatsizlikleri iyice göze batmaya başlamıştı. Marcus Smart geçen sene olduğu kadar topun önünde kalamıyor, Celtics savunması sürekli tepeden oynanan oyunlarda eksiliyordu. Kritik maçlarda hücumda yaşadığı sıkıntılardan savunmasıyla çıkan Celtics’in artık bu kadar güvenebileceği bir savunması da kalmamıştı.
Nitekim Sixers, seriyi 3-2’ye getirerek Celtics’i elemeye çok yaklaştı. 6. maçın son dört dakikasına kadar kariyerinin en kötü playoff maçını oynayan Jayson Tatum eğer üst üste dört üçlük sokmasaydı bunu başarabilirlerdi de. Fakat Tatum bir anda farklı bir kimliğe büründü ve seriyi 7. maça taşıdı.
TD Garden’daki 7. maçta da Tatum kaldığı yerden devam etti ve 51 sayı atarak NBA tarihi 7. maçlar sayı rekorunu kırdı. Celtics hücumu akıyor, Jayson Tatum muhteşem bir liderlik sergiliyor, şutlar giriyor ve savunmada da kemerler sıkılıyordu. Düşe kalka Sixers serisini de geçmeyi başaran Celtics, artık aklını başına toplamalı ve çok daha iyi bir kadroya sahip olduğu Miami Heat serisinde işi bir daha oralara bırakmamalıydı. Çünkü bu sefer karşısında Doc Rivers ve Joel Embiid değil, Erik Spoelstra ve Jimmy Butler olacaktı.
Erik Spoelstra Büyüsü, Mental Çöküş
Miami Heat serisinin ilk üç maçı için saha içinde pek çok şey konuşulabilir, Erik Spoelstra’ya birçok konuda kredi verilirken Joe Mazzulla eleştiri yağmuruna tutulabilir. Fakat böylesine yetenekli bir takımın ilk üç maçta düştüğü durumu sadece saha içi faktörlerle açıklamak imkansız.
Erik Spoelstra, playoff serilerinde rakibi hem saha içi hamleleriyle, hem de psikolojik üstünlükle alt etmeyi çok iyi bilen bir koç. Celtics de takımdaki oyuncuların özellikleri sebebiyle her an mental olarak dağılmaya hazır bir takım. Spoelstra’nın elindeki kadro ilk üç maçta bu zayıflıkları olabildiğince gün yüzüne çıkardı ve serinin 3. maçında ezici bir üstünlükle galip gelerek 3-0 öne geçti.
İlk iki maçta da Celtics beklentinin altında kalmıştı fakat 3. maç adeta bir rezillikti. Miami Heat‘in hareketli şutörlerini bir türlü kovalayamayan Celtics, hücumda da özellikle son çeyreklerde tamamen düzen dışına çıkıyor, Tatum ve Brown’ın “bir sen, bir ben” şeklinde hücum ettiği bir takım haline geliyordu. Spoelstra’nın sık sık başvurduğu 2-3 alan savunması da hali hazırda kritik anlarda karar verme ve pasörlük özelliği sıkıntılı oyunculardan oluşan -Tatum hariç- Celtics kadrosunu büyük bir çöküşe götürüyordu.
Serinin 2. maçında ise aslında Celtics için özet olan bir sekans yaşandı. Grant Williams, maçın bitimine yaklaşık altı dakika kalmışken soktuğu üçlükle farkı dokuza çıkardı ve ardından Jimmy Butler ile münakaşaya girdi. Pek çok insan bu münakaşa konusunda Grant’i suçladı, “ayıyı dürttü” diyerek yanlış bir hamle yaptığını savundu. Jimmy Butler’ın maçın son bölümünde muhteşem oynayarak maçı kazandırdığını düşününce bu düşünceler size de haklı gelebilir. Fakat işin bundan daha büyük bir boyutu var. Tıpkı The Athletic’ten Jay King’in yazdığı yazıda vurguladığı gibi, Celtics’in zaten o “ayı” olması bekleniyordu ki?
Grant Williams, çok durağan oynayan ve bir takım görüntüsünden uzak Celtics’i ateşlemek için uğraşan tek oyuncu gibi gözüküyordu. Playoffun o denli ileri seviyesinde bu ateşi, bu rekabetçiliği göstermediğiniz sürece kazanmanız da imkansız oluyor. Bu noktada suç Grant’e değil, asıl bu sorumluluğu alması gereken ve Butler ile bu mücadeleye girmesi gereken isimlere yöneltilmeliydi.
Serinin 3. maçının ardından herkes artık Celtics’in dağılacağını ve süpürüleceğini düşünüyordu. İnsanlar böyle düşünmekte sonuna kadar haklıydı da. Takım yaşanan olumsuzluklara karşı isyan etmiyordu, geçtiğimiz sene gösterdikleri “takım” olgusunu yansıtamıyorlardı, Joe Mazzulla da 34 yaşında bir çaylak koç olarak sahnenin ağırlığını kaldıramamıştı. Mental çöküşe böylesine teşne bir takımın başında yer alan bir koç, takımın dağılmasına izin vermemeliydi, bunun için elinden geleni yapmalıydı. Mazzulla ise hem saha içinde yaptığı yanlış rotasyon ayarlamaları ve yanlış şemalarla, hem de saha kenarında ve soyunma odasında oyuncuların üzerindeki kontrolü kaybetmesiyle direksiyonu tamamıyla Spoelstra’ya teslim etti.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, elimizde ilk defa playoff oynayan, tecrübesiz, genç oyunculardan oluşan bir çekirdek yok. Lig genelinde Tatum ve Brown kadar erken yaşta playoff tecrübesi edinen, her şeyden önemlisi bunları birlikte edinen başka bir ikili de yok. Bu yüzden takımın yaşadığı mental çöküşü mantık çerçevesinde anlatmak da çok zorlaşıyor. Bu oyuncuların bu kadar playoff tecrübesine rağmen ilk üç maçta gereken liderliği gösterememesinin sebebini bilmemiz gerçekten çok zor.
Celtics eğer 4. maçta süpürülseydi çok karanlık bir yaz onları bekliyor olacaktı. Fakat Jaylen Brown ve Marcus Smart, 4. maçtan önce “aman bu maçı kazanmamıza izin vermeyin” diyerek sonunda takımdan beklenen kararlılık ve dayanıklılığın kırıntılarını göstermeye başladılar. Asıl cevap ise sahada verilmeliydi.
Tarih Yazmanın Kıyısından Dönmek: 2022-23 Celtics’e Yakışan Bir Son
Celtics 4. maçın ikinci yarısında sonunda beklenen kararlılığı gösterdi. Bunu nasıl mı yaptı? Geçtiğimiz sene takımı finale taşıyan savunma kimliğini tekrar getirerek. Artık takım ikili oyunlarda Butler’a çok daha baskı getiriyor, topla olabildiğince başka oyuncuların karar vermesini istiyordu. Bunun sonucunda zorlanan top kayıplarından da hücum ritmi yakalamışlardı. Jayson Tatum ise ikinci yarıda takıma her alanda muhteşem liderlik etti ve Celtics, rezil olmaktan kurtuldu. Elbette saha içi düzenlemeler önemli fakat ilk üç maçta bunların hiçbirini gösteremeyen takımın 4. maçta bir anda kendini bulması, mental olarak ne kadar dengesiz olduklarının bir kanıtı.
Celtics sonunda nasıl bir takım olduğunu hatırlamıştı fakat iş oraya gelene kadar yapılan hatalar, ciddiyetsizlikler, aşılması çok zor bir dağ oluşturmuştu önlerinde. NBA tarihinde 3-0 geriye düşen 150 takımın 150’sinin de seriyi çeviremediği gerçeği bir yana, bu Miami Heat takımını üst üste dört kez yenmenin ayrı bir zorluğu vardı. Çünkü Heat, Celtics’in aksine dayanıklılık, mental güç, takım olma ve ekmeğini taştan çıkarma üzerine kurulu bir ekipti. 5. maç serinin geri kalanının nasıl olacağını gösterecekti.
Celtics, evinde yine Tatum’ın liderliği ve savunmadan güç alan hücum performansıyla oldukça dominant bir maç oynadı. Heat’in her geri dönüş çabasına bir cevapları oldu. Sezon boyunca takımdan beklenenlerin en çok yansıdığı maç belki de bu serinin 5. maçıydı.
Serinin 6. maçının kırılma maçı olacağı belliydi. Son iki maçı seviyesinin çok altında oynayan Butler ve Bam Adebayo, o maçta bütün güçleriyle seriyi bitirmeye çalışacaktı ve baştan sona ayakta kalan taraf olmak isteyeceklerdi. Celtics’in bu direnişe karşı bir cevap vermesi gerekecekti. Ne de olsa sezonları söz konusuydu.
Tatum, özellikle ilk yarıda Butler’ı daha önce pek görmediğimiz kadar sindirmeyi başardı. Savunmada Butler’ı çok rahatsız ettiği yetmiyormuş gibi hücumda da korkmadan sürekli üzerine gitti ve hem seyirciyi, hem Heat’i oyundan düşürmeyi başardı. Celtics de bir anda (!) bulduğu savunma kimliğini takım olarak sahaya yansıtmaya devam ediyordu. Son dakikalara 7-10 sayı civarlarındaki farkla giren Celtics için hep kaldıkları en büyük sınav yine önlerindeydi: “Clutch time”da doğru hücum edebilmek ve farkı korumak.
Cevap? Yine aynı. Celtics, dört senedir her clutch anda aynı sorunu yaşıyor. Takım bir anda saati öldürmeye oynamaya başlıyor, hücum süresi 10 saniyelere kadar düşene kadar hiçbir aksiyon yapılmıyor. Tepeden topu elinde bulunduran Tatum’a perde geliyor ve neredeyse hiç pas atılmadan tonla hücum geçiyor. Hücumdaki bu durağanlık savunmada da konsantrasyonu düşürüyor ve… Bir anda Celtics’i geride görüyoruz.
Açıkçası izlerken “artık bu noktada da Celtics geri dönüşe izin vermez” dediğim en az üç an oldu. Hepsinde Heat geri dönmeyi başardı. 18. şampiyonluk hayallerinin bir kez daha öbür seneye kalmasına sadece 3.0 saniye kalmıştı.
O noktada tarih yazmak için geçmişteki her takıma belli başlı mucizeler gerekmişti. Derek Fisher, Robert Horry, John Paxson, Steve Kerr, Ray Allen gibi örnekleri hepimiz hatırlıyoruz. Celtics’in kahramanı da seri boyunca takımın ayakta kalan sayılı oyuncularından biri olan, muhteşem bir sezon geçiren Derrick White oldu.
White’ın bu takım için önemi inanılmaz büyük. Savunmasıyla ve hücumuyla sahada takımın krize girmemesi için en büyük sigorta olan White, en önemlisi soğukkanlı oyunu ve basketbol zekasıyla kritik anlarda da her an doğru yerde olabiliyor. O pozisyonda da tam olarak bunu yaptı ve 0.1 saniye kala Smart’ın kaçan şutunu tamamlayarak Celtics’e tarih yazmak için bir şans daha verdi.
Artık her şey hazırdı. Celtics, 3-0 geriye düştükten sonra seriyi 3-3’e getirmeyi başaran sadece dördüncü takım olmuştu. Diğer üç takımın aksine ise 7. maçı evinde oynayacaktı ve seriye hali hazırda favori girmişti, daha yetenekli bir takımdı. Mental üstünlüğü de ele geçirmiş gibi gözüküyorlardı, TD Garden’da taraftarla birlikte alınacak zaferle tekrar finale dönmeye çok hazırlardı.
Fakat Heat’in “normal” bir takım olmadığını, her şeye rağmen, alınabilecek en kalp kırıcı yenilgilerden birine rağmen düşmeyeceğini de unutmamak gerekiyordu. Bu takım zaten bu zor anlardan ayağa kalkabildiği için, “takım” olabildiği için buralardaydı. Celtics, böyle bir takıma karşı üst üste üç maç kazanarak büyük bir iş başarmıştı zaten, fakat en zor sınav 7. maç olacaktı.
Celtics için Tatum’ın henüz maçın ilk pozisyonunda bileğini burkması ve maç genelinde fiziksel olarak kendinde olmaması büyük şanssızlık oldu, evet, fakat Tatum’un da dediği gibi; bu bir bahane olmamalıydı. 4, 5 ve 6. maçlarda o dayanıklılığı ve beraberliği gösterebilen bir takım, evindeki 7. maçta en iyi oyuncusunun sadece bir bileği bile olsa maçı sonuna kadar götürebilmeliydi. Bunun için de takımın diğer yıldızı sorumluluk almalıydı.
Jaylen Brown yapması gerekeni yapamadı. Seri boyunca çok kötü bir performans sergileyen Brown, takımın en çok ihtiyacı olduğu anda da sahneye çıkamadı. Sekiz top kaybetti -neredeyse hepsi topu soluna vurmaya çalışırken-, çok fazla zorlama şut denedi ve kaçırdı, savunmada konsantrasyonunu kaybetti… Sahne ışıklarının en yoğun olduğu anda hep Tatum baskının büyük bölümünü alırdı, bu sefer hepsi Brown’a kaldı ve yıldız oyuncu bu sorumluluğun üstesinden gelemedi.
Caleb Martin de harika geçirdiği seriye son noktayı muhteşem bir performansla koydu. Deplasmanda oynanan 7. maçlar çoğu rol oyuncusu için bir kabusa dönüşebilirken o, Jaylen Brown’ın bile kaldıramadığı baskıyı adeta elinde oynattı. Celtics’in her geri dönüş çabasına moral bozucu basketlerle cevap verdi, ribaundlarda asla mücadeleden kaçmadı, savunmada önünde kalan herkesi savundu. Tam da Butler ve Spoelstra’nın olmasını isteyeceği takım arkadaşı gibiydi seri boyunca.
Tatum’un devre dışı kalmasıyla özellikle hücumda başı kesilmiş tavuğa dönen Celtics, belli bölümlerde Derrick White ile maça tutunmaya çalışsa da geri dönüşü tamamlayamadı. Fakat bir Celtics taraftarına sorarsanız, maçın ilk çeyreğinde takımın Tatum’un sakatlığına verdiği reaksiyonun ardından bu maçın dönmeyeceğini anladıklarını bilirdiniz.
İşte geçen seneki Celtics ile bu seneki Celtics arasındaki en belirgin fark bu. Geçtiğimiz sene savunmasıyla rakibi boğan, hücumda hatalar yapsa da maçlardan bu seneki kadar düşmeyen, en önemlisi asla pes etmeyen bir Celtics vardı. Bu sezon ise başından beri yaratılmaya çalışılan yeni kimlik, playoffta takımın sonunu getirdi. Celtics, izlemesi keyifli bir takım olmak yerine taraftarlarına güven vermeyen, “bu maçı nasıl verecekler acaba?” diye düşündürten bir takıma dönüşmüştü. Kadronun aynı olduğu düşünülürse bu konuda sorumluluk alması gereken isim de belli: Joe Mazzulla.