by Ryan Hockensmith / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 7 Haziran 2023 tarihinde ESPN‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Jimmy Butler; “Jimmy Buckets” lakabını almadan, play-in’den playoffa sekizinci sıra takımı olarak giren takımı NBA Finallerine taşımadan, antrenmanlarda, maçlarda, basın toplantılarında sesi çıkan bir oyuncu olmadan önce NCAA turnuvasındaki bir takımın hayal kırıklığı yaşayan altıncı adamıydı.
Sonra her şey değişti.
2009 yılıydı. Darius Johnson-Odom takıma geldiğinde Butler, Marquette’teki üçüncü senesindeydi. Butler, asistan koç David “Aki” Collins’in ikinci yılındaki oyuncuyla bağ kurduğunu direkt far ketti. Collins oyuncuya “DJ” diyordu, daha iyi olması için çabalarken zorlandığında da yardımcı oluyordu.
Sıcak bir yaklaşımdı. Baba gibiydi neredeyse. Butler böyle bir şeyi hayatı boyunca tecrübe etme şansı bulamamıştı.
O sıkıntılı Marquette kadrosunu düşündüğümüzde çaylakların üzerine düşülmesi garip bir durum değildi. Butler da bir önceki sene kendisi gibi ekmeğini taştan çıkaran oyuncuların bulunduğu kadroda bu süreçten geçmişti. Fakat Johnson-Odom’da farklı bir şey var gibiydi. Takım arkadaşı sabah saat 5:30’daki zorlu antrenmanlarda mücadele ederken, elleri belinde dururken Butler, “22” adını verdikleri tam saha koşularla Golden Eagles’ı yönlendirirken, Collins, motive edici bir konuşma ya da bir tokatla devreye girerdi.
Butler her seferinde bunu fark etti.
“Bir aile gibisiniz,” diyordu Butler. Bir an duraksadı ve gülümsedi: “Ben bu aileye nasıl dahil olabilirim?”
İkisi de güldü ve kafalarını salladı. “Henüz ailede değilsin, Jimmy,” dediler. Bu konuda neredeyse her gün şaka yaparlardı. Fakat Butler bu şakaların altında bir acı hissediyordu.
O zamanlar Butler, kendi tanımıyla zorlu geçen yetişme dönemini kabullenmişti: İki ebeveyni de çoğu zaman yanında olmamıştı. Tyler Junior Üniversitesi’ne gitmeden önce Houston bölgesinde çeşitli şartlarda yaşamak zorunda kaldı. İkinci yılında Marquette’e geldiğinde hayatının en istikrarlı üç senesine giriş yapacaktı.
Geçmişi hakkında çok konuşmazdı, gerek de yoktu. “Nasıl büyüdüğünü bilmenize gerek yok,” diyor Johnson-Odom. “Yanındayken bunu hissedebiliyorsunuz.”
Fakat Marquette de onun için henüz bir aile olamamıştı. Butler’ın Milwaukee’de geçirdiği ilk sene, 2008-09 senesi zor geçmişti. Sezon başında sahaya giremiyordu. Eninde sonunda ribaundlardaki çabası ve savunmadaki arzusuyla altıncı adam rolüne geçti. Maç başına sadece 3.1 şut denerken 3.9 ribaund alıyordu.
Bir sonraki sene büyük potansiyel olarak görülen Johnson-Odom, tam da üçüncü sınıf olan Butler’ın ileri bir adım atmasının beklendiği sezonda takıma geldi. Koçlar hala Butler’ın rakip takımın en iyi oyuncusunu savunmasını istiyordu. Bazı geceler bu oyun kurucular oluyordu, bazı geceler Andre Drummond gibi uzunlar oluyordu. Fakat bunların yanında daha fazla sayı atmasını ve liderlik yapmasını istiyorlardı. Butler heyecanlanmıştı… Aynı zamanda korkmuştu da. Lise son sınıftayken Texas bölgesinde potansiyeller arasında 73. sırada yer almıştı. İlk defa kendisinden bu denli fazla şey isteniyordu.
“Kendisinden emin değildi,” diyor asistan Jamie McNeilly. “Kendisini keşfediyordu. Gidecek çok yolu vardı.”
Gerçekten de çok yolu vardı. Fakat bir başladı mı önünde hiçbir şey duramayacaktı. Son 15 yılda ilerlediği yolun eşi benzeri yoktu. Dört yıl boyunca kolejde kalan, sayı atamayan oyuncu şimdilerde Jimmy Buckets olarak mı biliniyordu? Sürekli takım arkadaşlarının yakasında olmasına rağmen hepsi tarafından sevilen biri mi olmuştu? 20’li yaşlarının sonuna kadar süper yıldız olmayan, şu an ise önlenemez bir süper yıldız gibi gözüken bir oyuncu mu olmuştu? Böyle bir şeyi sporda pek göremezsiniz, Jimmy Butler için de böyleydi.
Ta ki 2009-10 sezonuna kadar.
2009’un sonbaharında Kanadalı guard Junior Cadougan, Marquette’e geldi. Takım arkadaşlarına Butler ile yaşayacağını söylediğinde bazılarının neden yan gözlerle baktığını anlamadı.
Bu bakışların sebebi yaş olarak büyük Marquette oyuncularının Butler’ın en iyi benç oyuncusu olmaktan takımın en iyi oyuncusu olmaya doğru bir adım atmaya çalıştığını fark etmesiydi.
Kolay bir dönüşüm olmamıştı. Marquette’in bir önceki sezon en çok sayı atan oyuncuları Wes Matthews ve Jerel McNeal, NBA’e gitmişti. Fakat ileride birinci turdan gitmesi beklenen Lazar Hayward, 2009-10 sezonunda takımın en iyi hücum oyuncusu olarak yerini sağlama almıştı, Johnson-Odom da çift haneli bir skorer olarak takıma katılmıştı. Takımın setlerinin çoğu bu iki oyuncu için çiziliyordu, Butler ise üçüncü seçenekti. Marquette hücumu için bütün ribaund işlerini yapmak ve zor pozisyonlardan sayı çıkarmakla sorumluydu. Yeni rolü aslında eskisinin biraz daha genişlemiş haliydi.
Butler’ın çok iyi olduğu şeyler de bunlardı aslında. Butler’ı Tyler’dayken keşfeden Monarch, onu tanımlamak için ilginç bir yol izliyor: “Oldukça agresif bir gözlemci.” Dediğine göre Butler her zaman çok patlayıcı bir ilk adımı olmayacağının ya da çok düzgün üçlük atamayacağının farkındaydı. Şu an bile Butler’ın en iyi hali NBA’de süper yıldız olarak 22.9 sayı atıyor. “Onunla çok fazla görüşme yapmama gerek yoktu. Kendi çözüyordu. Hücum ribaundlarında ve geçiş hücumlarında sayı atması gerektiğini çözecekti.” diyor Monarch.
Cadougan kısa süre sonra aşilini yırttı. Butler takım arkadaşlarını daha iyi olmaya iterken kenarda izlemek zorunda kaldı. Takımın mottosu “Birlikte mücadele et, birlikte parla”ydı. O sezon öncesi dönem ise tamamen mücadeleyle, hiç parlama olmadan, Butler’ın sürekli herkesin kulağında olduğu bir şekilde geçti.
Sezon yaklaştıkça Butler, takım arkadaşlarının yaz antrenmanlarında zaten gördüğü şeyi daha da artırdı. Butler bu hikayeyi anlatması için teklif edilen bir röportajı reddetti. Fakat eski takım arkadaşlarından yedisi ve o sezonki koçların anlattığına baktığımızda 10 yıl sonra Minnesota Timberwolves antrenmanını ele geçiren, takım arkadaşlarını üçüncü 5 oyuncularıyla yeneceğini söyleyip gerçekten de yenen, sonrasında da koç Tom Thibodeau’ya “Bana ihtiyacın var! Ben olmadan kazanamazsın!” diyen adamın orijin hikayesine benzeyen şeyler görüyoruz.
O sezon öncesi antrenmanlar sırasında Butler acımasızdı. Tam saha koşuları yaparken Marquette oyuncuları takım arkadaşlarıyla eşleşir, zamanlı koşuları sıra sıra yaparlardı. Butler bazen bitiş çizgisine gelmeden hemen önce koşmayı bırakan arkadaşlarını yakalardı. Bazen kendi grubuna bile yapardı bunu, sonra hepsi koşuları tekrar yapmak zorunda kalırdı.
İlk başlarda hem oyuncular hem koçlar tarafından kaşlar kaldırıldı. Ancak o zamanlarda bile 20 yaşındaki Butler’ın korkutucu sınırlara yaklaşan etkileyici bir varlığı vardı. Sesini tartışma bırakmayacak şekilde güçlü bir silah olarak kullanabiliyordu.
Sezonun açılış maçı yaklaştıkça koçlar bir önceki sezon bençten gelen oyuncularına alışılagelmedik bir onur verecek kadar etkilenmişlerdi: Jimmy Butler’a istediği zaman antrenmanı durdurma konusunda tam yetki verilmişti, o da bunu kullanmaktan çekinmiyordu.
Liderlik rolünü söke söke aldı. Fakat cevaplanması gereken bir soru daha vardı: Butler sayı atabilecek miydi?