by Ryan Hockensmith / Çeviri: Bilal Baran Yardımcı / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 7 Haziran 2023 tarihinde ESPN‘de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Jimmy Butler; “Jimmy Buckets” lakabını almadan, play-in’den playoffa sekizinci sıra takımı olarak giren takımı NBA Finallerine taşımadan, antrenmanlarda, maçlarda, basın toplantılarında sesi çıkan bir oyuncu olmadan önce NCAA turnuvasındaki bir takımın hayal kırıklığı yaşayan altıncı adamıydı.
Sonra her şey değişti.
2009 yılıydı. Darius Johnson-Odom takıma geldiğinde Butler, Marquette’teki üçüncü senesindeydi. Butler, asistan koç David “Aki” Collins’in ikinci yılındaki oyuncuyla bağ kurduğunu direkt far ketti. Collins oyuncuya “DJ” diyordu, daha iyi olması için çabalarken zorlandığında da yardımcı oluyordu.
Sıcak bir yaklaşımdı. Baba gibiydi neredeyse. Butler böyle bir şeyi hayatı boyunca tecrübe etme şansı bulamamıştı.
O sıkıntılı Marquette kadrosunu düşündüğümüzde çaylakların üzerine düşülmesi garip bir durum değildi. Butler da bir önceki sene kendisi gibi ekmeğini taştan çıkaran oyuncuların bulunduğu kadroda bu süreçten geçmişti. Fakat Johnson-Odom’da farklı bir şey var gibiydi. Takım arkadaşı sabah saat 5:30’daki zorlu antrenmanlarda mücadele ederken, elleri belinde dururken Butler, “22” adını verdikleri tam saha koşularla Golden Eagles’ı yönlendirirken, Collins, motive edici bir konuşma ya da bir tokatla devreye girerdi.
Butler her seferinde bunu fark etti.
“Bir aile gibisiniz,” diyordu Butler. Bir an duraksadı ve gülümsedi: “Ben bu aileye nasıl dahil olabilirim?”
İkisi de güldü ve kafalarını salladı. “Henüz ailede değilsin, Jimmy,” dediler. Bu konuda neredeyse her gün şaka yaparlardı. Fakat Butler bu şakaların altında bir acı hissediyordu.
O zamanlar Butler, kendi tanımıyla zorlu geçen yetişme dönemini kabullenmişti: İki ebeveyni de çoğu zaman yanında olmamıştı. Tyler Junior Üniversitesi’ne gitmeden önce Houston bölgesinde çeşitli şartlarda yaşamak zorunda kaldı. İkinci yılında Marquette’e geldiğinde hayatının en istikrarlı üç senesine giriş yapacaktı.
Geçmişi hakkında çok konuşmazdı, gerek de yoktu. “Nasıl büyüdüğünü bilmenize gerek yok,” diyor Johnson-Odom. “Yanındayken bunu hissedebiliyorsunuz.”
Fakat Marquette de onun için henüz bir aile olamamıştı. Butler’ın Milwaukee’de geçirdiği ilk sene, 2008-09 senesi zor geçmişti. Sezon başında sahaya giremiyordu. Eninde sonunda ribaundlardaki çabası ve savunmadaki arzusuyla altıncı adam rolüne geçti. Maç başına sadece 3.1 şut denerken 3.9 ribaund alıyordu.
Bir sonraki sene büyük potansiyel olarak görülen Johnson-Odom, tam da üçüncü sınıf olan Butler’ın ileri bir adım atmasının beklendiği sezonda takıma geldi. Koçlar hala Butler’ın rakip takımın en iyi oyuncusunu savunmasını istiyordu. Bazı geceler bu oyun kurucular oluyordu, bazı geceler Andre Drummond gibi uzunlar oluyordu. Fakat bunların yanında daha fazla sayı atmasını ve liderlik yapmasını istiyorlardı. Butler heyecanlanmıştı… Aynı zamanda korkmuştu da. Lise son sınıftayken Texas bölgesinde potansiyeller arasında 73. sırada yer almıştı. İlk defa kendisinden bu denli fazla şey isteniyordu.
“Kendisinden emin değildi,” diyor asistan Jamie McNeilly. “Kendisini keşfediyordu. Gidecek çok yolu vardı.”
Gerçekten de çok yolu vardı. Fakat bir başladı mı önünde hiçbir şey duramayacaktı. Son 15 yılda ilerlediği yolun eşi benzeri yoktu. Dört yıl boyunca kolejde kalan, sayı atamayan oyuncu şimdilerde Jimmy Buckets olarak mı biliniyordu? Sürekli takım arkadaşlarının yakasında olmasına rağmen hepsi tarafından sevilen biri mi olmuştu? 20’li yaşlarının sonuna kadar süper yıldız olmayan, şu an ise önlenemez bir süper yıldız gibi gözüken bir oyuncu mu olmuştu? Böyle bir şeyi sporda pek göremezsiniz, Jimmy Butler için de böyleydi.
Ta ki 2009-10 sezonuna kadar.
2009’un sonbaharında Kanadalı guard Junior Cadougan, Marquette’e geldi. Takım arkadaşlarına Butler ile yaşayacağını söylediğinde bazılarının neden yan gözlerle baktığını anlamadı.
Bu bakışların sebebi yaş olarak büyük Marquette oyuncularının Butler’ın en iyi benç oyuncusu olmaktan takımın en iyi oyuncusu olmaya doğru bir adım atmaya çalıştığını fark etmesiydi.
Kolay bir dönüşüm olmamıştı. Marquette’in bir önceki sezon en çok sayı atan oyuncuları Wes Matthews ve Jerel McNeal, NBA’e gitmişti. Fakat ileride birinci turdan gitmesi beklenen Lazar Hayward, 2009-10 sezonunda takımın en iyi hücum oyuncusu olarak yerini sağlama almıştı, Johnson-Odom da çift haneli bir skorer olarak takıma katılmıştı. Takımın setlerinin çoğu bu iki oyuncu için çiziliyordu, Butler ise üçüncü seçenekti. Marquette hücumu için bütün ribaund işlerini yapmak ve zor pozisyonlardan sayı çıkarmakla sorumluydu. Yeni rolü aslında eskisinin biraz daha genişlemiş haliydi.
Butler’ın çok iyi olduğu şeyler de bunlardı aslında. Butler’ı Tyler’dayken keşfeden Monarch, onu tanımlamak için ilginç bir yol izliyor: “Oldukça agresif bir gözlemci.” Dediğine göre Butler her zaman çok patlayıcı bir ilk adımı olmayacağının ya da çok düzgün üçlük atamayacağının farkındaydı. Şu an bile Butler’ın en iyi hali NBA’de süper yıldız olarak 22.9 sayı atıyor. “Onunla çok fazla görüşme yapmama gerek yoktu. Kendi çözüyordu. Hücum ribaundlarında ve geçiş hücumlarında sayı atması gerektiğini çözecekti.” diyor Monarch.
Cadougan kısa süre sonra aşilini yırttı. Butler takım arkadaşlarını daha iyi olmaya iterken kenarda izlemek zorunda kaldı. Takımın mottosu “Birlikte mücadele et, birlikte parla”ydı. O sezon öncesi dönem ise tamamen mücadeleyle, hiç parlama olmadan, Butler’ın sürekli herkesin kulağında olduğu bir şekilde geçti.
Sezon yaklaştıkça Butler, takım arkadaşlarının yaz antrenmanlarında zaten gördüğü şeyi daha da artırdı. Butler bu hikayeyi anlatması için teklif edilen bir röportajı reddetti. Fakat eski takım arkadaşlarından yedisi ve o sezonki koçların anlattığına baktığımızda 10 yıl sonra Minnesota Timberwolves antrenmanını ele geçiren, takım arkadaşlarını üçüncü 5 oyuncularıyla yeneceğini söyleyip gerçekten de yenen, sonrasında da koç Tom Thibodeau’ya “Bana ihtiyacın var! Ben olmadan kazanamazsın!” diyen adamın orijin hikayesine benzeyen şeyler görüyoruz.
O sezon öncesi antrenmanlar sırasında Butler acımasızdı. Tam saha koşuları yaparken Marquette oyuncuları takım arkadaşlarıyla eşleşir, zamanlı koşuları sıra sıra yaparlardı. Butler bazen bitiş çizgisine gelmeden hemen önce koşmayı bırakan arkadaşlarını yakalardı. Bazen kendi grubuna bile yapardı bunu, sonra hepsi koşuları tekrar yapmak zorunda kalırdı.
İlk başlarda hem oyuncular hem koçlar tarafından kaşlar kaldırıldı. Ancak o zamanlarda bile 20 yaşındaki Butler’ın korkutucu sınırlara yaklaşan etkileyici bir varlığı vardı. Sesini tartışma bırakmayacak şekilde güçlü bir silah olarak kullanabiliyordu.
Sezonun açılış maçı yaklaştıkça koçlar bir önceki sezon bençten gelen oyuncularına alışılagelmedik bir onur verecek kadar etkilenmişlerdi: Jimmy Butler’a istediği zaman antrenmanı durdurma konusunda tam yetki verilmişti, o da bunu kullanmaktan çekinmiyordu.
Liderlik rolünü söke söke aldı. Fakat cevaplanması gereken bir soru daha vardı: Butler sayı atabilecek miydi?
Eylül ayında Marquette, Cadougan’ın sezonu kaçıracağını açıkladı. Takım antrenmanlar yaparken o iyileşme sürecine girdi. Butler ile geçirdiği vakit ise neredeyse sadece odalarıyla sınırlanmıştı. Fakat yine de… Butler ile beraber yaşamak unutulmazdı.
Marquette oyuncuları Humphrey Hall’da yaşıyordu. Altı katın köşelerinde onların odaları vardı: 161, 261, 361, 461, 561 ve 661 numaralı odalar… Odaların arasında bir dizi merdiven bulunuyordu. Butler’ın odası sık sık insanların takıldığı yer haline gelmişti, Cadougan da odada blackjack oyununu hazırlamaya yardımcı olurdu.
Butler’ın country müzik türünü sevdiği bilinir, bu yüzden önce Lil Wayne, sonra Tim McGraw, sonra Young Jeezy, sonra da daha fazla country açardı. Takım arkadaşları bazen bazı şarkıcıları çok fazla açmasına şaşırırdı. “Miley Cyrus’u severdi,” diyor Maurice Acker. “Çok severdi.”
Butler, “Hannah Montana”yı çok severdi. Odasında bu diziyi izlerdi. Öyle fazla izlerdi ki bir noktada takım arkadaşları “Jimmy yine Disney Channel izliyor” diye homurdanmaya başlar, başka bir odaya giderlerdi.
Neredeyse hepsi bir noktada Butler’ın Cyrus’ın ne denli büyük bir genç yıldız olduğunu anlattığı konuşmaları dinlemek zorunda kaldı. “Jimmy samimi şekilde diğer insanların kendisi hakkında düşündüklerini önemsemezdi. Çok fazla insan onunla dalga geçemezdi. Geçseniz bile bunu hiçbir zaman ciddiye almazdı.” diyor Cadougan.
Butler bir şekilde bu özgür ruhlu Hannah Montana hayranı çocuk ile istekli oyuncu/koç kişilikleri arasında dengeyi kurdu. Öyle ki sezon başladığında takım arkadaşları onun başarılı olmasını istiyordu. Oldu da.
Marquette’in açılış maçında Butler ilk altı dakikada 10 sayı attı, 27 sayıyla kariyer rekoru kırdı ve 13 ribaund aldı. Marquette sezonun ilk altı maçını kazanırken o da saha içinden 33/51 ile oynayıp 100 sayı atmıştı. Cadougan takımla birlikte hafif çalışmalara başlamıştı. Bu çalışmalar uzun süre hafif seviyesinde kalmadı. Butler ile olan ilişkisi oda arkadaşlığından takım arkadaşlığına dönmeye başladı. Bu da Butler’ın onu sürekli daha iyi olmaya itmesi anlamına geliyordu. Bunu hiçbir zaman kötü niyetle yapmazdı.
Butler genelde haklı çıkıyordu da. Cadougan artık zorlu iyileşme sürecinden pes etmek istemiyordu.
O zamanlar da soru şu ankiyle aynıydı. Butler’ın acımasızlığı kendisi ve takım arkadaşları için işe yarıyordu fakat takım arkadaşları Butler’ı seviyor muydu? Bu yazı için röportaj yapılanlar arasında kimse bundan keyif aldığını söylemedi. Fakat hepsi minnettardı. Butler’ın kışkırtmalarını sevip sevmediğine yönelik birkaç soru sorulduğunda Cadougan duraksayıp “Yani…” diyerek sözlerine başladı. Sonra da seni kendini gördüğünden daha fazlası olarak gören birinin varlığının faydalarını anlattı.
6-0’lık başlangıcın ardından Marquette özellikle deplasmanda zorlanmaya başladı. Takım, 23 Ocak’ta beşinci sıradaki Orange’a karşı oynamak üzere Syracuse’a doğru yol alırken, sezon bir hayal kırıklığı gibi görünüyordu. Golden Eagles deplasmanda oynadığı dört maçı da kaybetmişti ve toplamda 11 galibiyet – 7 mağlubiyetleri vardı. Öyle hayal kırıklığı yaşamışlardı ki Butler ve Buzz Williams dahil bazı oyuncu ve koçlar tıraş olmayı bırakmıştı. Sezonun pürüzlülüğünü yansıtmak istiyordu.
Bu pürüzler o gece de son bulmayacaktı. Butler 76-71 kaybedilen maçta 13 sayı attı fakat Williams iyi sinyaller görmeye başlamıştı. Maçtan sonra takıma “Mücadeleye devam edin, ne zaman her şey düzelecek bilmiyorum fakat her şey düzelecek.” dedi.
O maçtaki ufak zafer ne miydi? Genç bir oyun kurucu ilk kolej maçına çıkmıştı ve mucizevi sekiz dakikayı sayı atamadan tamamlamıştı. Evet, Cadougan bir şekilde iyileşme takviminden aylar önce sahalara dönebilmişti. Oda arkadaşı hayatının maçını oynamadan hemen önce…
Birkaç gün sonra Marquette’in 82-59’luk galibiyetinde Butler 16 sayı attı. Bu da 30 Ocak’taki UConn maçı için sahneyi hazırlamıştı. Huskies o sıralar ülkede 19. sıradaydı ve birkaç gün önce bir numara Texas’ı devirmişlerdi. Kemba Walker’ın liderlik ettiği takımın NCAA şampiyonluğuna bir senesi vardı.
2010’daki o maçın olduğu hafta Williams antrenmanlarda Butler’ın da yardımıyla baskıyı iyice arttı. Herkes NCAA turnuvası ihtimallerinin o ocak ayında bitme ihtimalinin paniğindeydi. Bu Connecticut yolculuğu hayatiydi ve Butler kimsenin bunu unutmasına izin vermeyecekti. “O maça çok ihtiyacımız vardı.” diyor guard Maurice Acker. “Jimmy kaybetmemize izin veremeyeceğini biliyordu.”
Butler’ın o zamanlar her maç öncesi uyguladığı bir rutini vardı. Öğle yemeğinde Subway’e gider ve sandviç yerdi, sonra McNeilly’nin ofisine giderdi. Marquette’te geçirdiği süre boyunca Butler, McNeilly’e aynı soruyu sorardı: “Bugün benim için ne hazırladın?”
McNeilly de ona koçların ondan savunma yapmasını istediğini söyler, neler beklediklerini anlatırdı. Koçlardan Butler’a iletişim çok kuralcıydı. Hiç soru sorulmazdı.
O UConn maçından önce ise bir şeyler farklıydı. McNeilly, Butler’dan geçtiğimiz yıl 11 sayıyla kaybettikleri maçta 19-10 yapan son sınıf forvet Stanley Robinson’ı savunmasını istedi. Butler Subway’ini yedi ve bir süre Robinson’ın videolarını izledi, sonra şunu söyledi: “Kemba Walker’ın videolarını açın.”
McNeill sebebini sordu.
Butler “Sadece koy işte.” dedi.
Walker, UConn’un en iyi oyuncusuydu. Ülkenin en iyisi olmasına bir sene kalmıştı. McNeilly eninde sonunda omuzlarını silke silke Walker’ın kasetini açtı.
Maçta Marquette devreye 34-29 önde girdi. Fakat ilk yarı boyunca Walker nereye isterse gidiyordu ve UConn, Marquette’i ribaundlarda eziyordu. Maçın gittiği nokta konusunda kötü bir hava vardı.
Devre arasında soyunma odasına giderken Butler, McNeilly’e “Bırak Kemba’yı ben savunayım.” dedi.
“Seni Kemba Walker’a verme kararını Buzz’a açıklayamam.” dedi McNeilly.
Fakat Butler, elleri ve vücuduyla Walker’ın oyununu taklit etmeye başladı. Her Walker imitasyonunu “Ben orada olacağım.” diyerek bitirdi. Butler’ın yalvarmalarının sonucunda McNeilly ikna oldu, Williams da onayladı. Agresif gözlemci ödevini yapıp gelmişti.
Bu değişim bir nebze işe yaradı. Walker iyi bir ikinci yarı oynadı ve UConn, maçın bitimine 8:08 kala öne geçmişti. Butler hamlelerinde acımasız ve etkiliydi. Walker yine de sayı buluyordu. Yine de devre arasında Butler’ı ona vermeseler daha fazla sayı atacakmış gibi gözüktüğü kesindi.
“Kemba’yı kitlemedi,” diyor şimdilerde TCU’da asistanlık yapan McNeilly. “Fakat harcadığı efor tıpkı günümüzde Heat‘te olduğu gibi bulaşıcıydı. Bütün takımın daha fazla mücadele etmesini, olduklarından daha iyi olmasını sağladı.”
Maçın bitimine 30 saniyeden az kala skor 68-68’di ve Walker’ın şutu çemberden sekti. Butler ribaundu aldı ve mola istedi. Devam eden pozisyonda Butler topu aldı. Süre bitmeye yaklaşırken herhangi bir seçeneği kalmamış gibiydi. Sağa doğru topu sürdü, içeri girdi ve üç saniye kala dengesiz bir şut denedi.
Düşük yüzdeli bir şut denemişti. Fakat genç Jimmy Butler’ın yavaş yavaş ustalaştığı tarzda bir şuttu. Yüzünde bir el vardı ve vücudu sahanın dışına doğru çıkıyordu, top ise çemberden geçti.
Marquette 70, UConn 68. O sezon ilk kez bir deplasman maçı kazanmışlardı. “O maç gerçekten ama gerçekten onun için imza maçıydı.” diyor Cadougan. “O an asıl Jimmy’nin geldiği andı.”
Takım sahanın ortasında galibiyeti kutladı. Yayının son karesinde üç oyuncu vardı: Acker, Johnson ve Jimmy Butler mutlu şekilde sahadan ayrılıyordu fakat bitkin durumdalardı.
O sezonun sonu Marquette için takım olarak bir hikaye şeklinde bitmemişti. Golden Eagles son sekiz maçta yedi kez kazandı. Galibiyetlerin üçü uzatmadaydı, bunların arasında Marquette’in son topu kullandığı, St. John’s’ta oynanan maç da vardı. Williams’ın topu kime vereceğine dair pek düşünmesine gerek yoktu. UConn galibiyetindeki oyunun aynısını çizdi. Sonuç da tam olarak aynıydı: Butler son saniyede imkansız, çirkin bir şut sokmuştu.
Marquette sezonu 22-11 bitirdi ve NCAA turnuvasında altı numarayı kaptı. Washington, Butler ve ekibini ilk turda sürpriz şekilde elese de takımın oraya gelmesi bile ufak çaplı mucize gibiydi. O UConn maçı bütün sezonu ateşleşmişti, takımı ayağa kaldırmıştı ve bugün bildiğimiz Jimmy Buckets’ın tohumlarını ekmişti. Bu Butler o sezon Buckets oldu demek değil. Sadece Jimmy Buckets’ın mümkün olduğunu görmüştü.
Bir sonraki yıl Butler, kolej kariyerinde en iyi gözüktüğü haline ulaşmıştı. Hücumda takımın sayı için en çok güvendiği isimdi, pek çok gece rakibin en iyi hücumcusunu savunuyordu ve takım arkadaşlarını ileri götürürken korkusuzdu.
Bu özellikle de 2010-11 sezonu için Marquette’e gelen yeni çocuk Jae Crowder için geçerliydi.
Crowder 11.8 sayı – 6.8 ribaund ile harika bir ilk sezon geçirdi fakat Butler ile antrenmanlarda sık sık tartışırlardı. Bu durum NCAA turnuvası yolculuğu sırasında bütün takımın bir antrenman sırasında ikiliyi ayırmaya çalışacağı kadar büyük bir duruma geldiğinde zirveye çıktı. İnişli çıkışlı bir normal sezonun ardından Marquette 11. sırayı aldı ve Xavier ile Syracuse’ı eleyrek Son 16’ya kaldı. Rakipleri North Carolina’ydı. “Jae hareketleri sallapati yapıyordu, Jimmy de ‘Hey, burada şampiyon olmaya çalışıyoruz!’ dedi.” diye anlatıyor şu anda TCU’da olan koç Tony Benford.
Crowder bu tepkiden hoşnut kalmadı ve geri adım atmadı. İkilinin sakinleşmesi için biraz süre geçmesi gerekti fakat eninde sonunda el sıkıştılar ve işe döndüler. Yıllar sonra Heat‘te beraber oynadılar ve eskide kalmış arkadaşlıklarını canlandırdılar. “Hep Jimmy ile anlaşamayan oyuncularımız oldu,” diyor Benford. “Her zaman sevilen kişi olmazdı fakat saygı asla ortadan kaybolmadı. Oyuncular da genelde onun sınavlarını geçmeye çalıştılar.”
North Carolina, Marquette’i farklı mağlup ederek adını çeyrek finale yazdırdı. Eğer istatistik kağıdına bakarsanız Jimmy Butler’ın kolej kariyerinin sancılı bittiğini göreceksiniz. Fakat artık kolejdeki yavaş yükselişinin garip bir şekilde direkt olarak yansıdığı profesyonel kariyerine başlamaya hazırdı.
Detaylar NBA çevrelerinde artık çok iyi biliniyor. Bulls, 2011 draftının 30. sırasında Butler’ı seçti. Çaylak senesinde hiçbir maçta ilk 5 başlamadı, 2.6 sayı ortalamasıyla oynadı. Marquette’te bulduğu Buckets yanı bir süre geride kalmıştı.
Sonrasında yükseliş başladı. Yine aynı basit yolu izlemişti: Dakikalar için çabalama, sonra da 10 yıl boyunca gördüğümüz hücum gücüne dönüşme… “Jimmy bir yapı gibiydi,” diyor Johnson-Odom. “Her sene üzerine koydu. Sahaya çıkmak için ne gerekiyorsa onu yaptı. Her yıl üzerine koymaya devam etti ve şu anki haline geldi.”
Bu hikayenin diğer kısımları ise çok bilinmiyor. Çaylak yılından sonra Marquette’e dönüşü gibi. Eski oda arkadaşı Cadougan’ı yemeğe çağırmıştı. Cadougan, Butler’ın birkaç eski takım arkadaşlarını daha çağırdığını düşünmüştü fakat oraya geldiğinde sadece Jimmy’nin olduğunu gördü. Yemeği yerlerken Butler, Cadougan’a “Eğer sağlıklı kalırsan ve sıkı çalışırsan senin için profesyonel basketbolda bir yer var. Başarabilirsin. Seninle gurur duyuyorum.” demişti.
2012’deki o akşam yemeğinden sonra Cadougan, Butler’a veda etti ve kendini sırtına gelecek sert veda darbesine hazırladı. Butler bunu yapmak yerine sarılmak istediğinde şaşırmıştı. “Bambaşka bir hava vardı,” diyor Cadougan. “Abim gibiydi. Karşımda samimi bir Jimmy vardı.”
Bir iki yıl önce NBA’de sezon arası girdiğinde Collins’in telefonu çaldı. Arayan Butler’dı. Collins koçluk görevinde istikrarlı şekilde merdivenleri tırmanmıştı. Marquette’ten Memphis’e, oradan Oklahoma City Thunder‘da yetenek avcılığına, son olarak Penn State’te Micah Shrewsberry’nin ekibine girmişti. Aynı zamanda Overtime Elite’te oyuncu bulma direktörü olarak yeni bir işe başlamıştı. Her durak esnasında Butler onu kontrol etmeyi ve selam vermeyi unutmadı.
Genelde NBA’deki yaşam hakkında konuşurlar ve Butler, Collins’in koçluk hayatı ve ailesine dair sorular sorardı. Butler ile Collins’in 14 yaşındaki çocuğu Daniel yıllar ilerledikçe iyice yakınlaşmıştı. Bazen Butler, Collins’e Daniel’a göstermesi için videolar atar ve “Ayağını denk al ki baban arada gelip benimle takılmana izin versin.” derdi.
Collins, Butler’ın Chicago’daki çaylak yılında gerçekleşen bir olayı hatırlıyor. Butler, koç Tom Thibodeau kendisine LeBron, Carmelo Anthony ve diğer elit hücumcuları savunma görevi verdiği ve hücumda çok fazla özgürlük alanı vermediği için pek mutlu değildi.
“Hücumda sadece köşede dikiliyorum,” deedi Collins’e. Toplam 109 sayısını 42 maçta bulmuştu.
“Kontrat sözleşmen nasıl gözüküyor?” dedi Collins.
Butler’ın kafası karışmıştı. “Nasıl yani?” diye sordu.
“İmzalar duruyor değil mi?” dedi Collins.
Butler “Evet,” diyerek cevapladı.
“Üzerinde Bulls logosu bulunuyor mu?”
Hala olayın nereye gittiğini tam çözemeyen Butler yine “Evet,” dedi.
“Yüksek meblağda bir dolar yazıyor mu?”
“Evet,”
“Peki notlarda ne yazıyor?” diye sordu Collins. “Maç başına 20 şut atacak’ yazıyor mu? ’10 şut kullanacak’ yazıyor mu?”
Butler hayır dedi ve sonunda Collins’in varmak istediği noktayı anladı. “Öyle bir şey yazmıyor çünkü koçun ne isterse onu yapmak zorundasın. Neden sessiz olup sahada kalmayı, olduğun şekilde savunma yapmayı düşünmüyorsun?”
Butler da tam olarak bunu yaptı. Bir sonraki sezon 20 maça ilk 5 başladı, sezon boyunca ribaundlarda iyi iş çıkardı. İyi bir yedek oyuncu olarak 8.6 sayı ortalama tutturdu, burdan itibaren 10 yıl sürecek bir yükseliş başladı.
Collins’in telefonu yaklaşık bir yıl önce çalana kadar Butler, Jimmy Buckets’a olan dönüşümünü tamamlamıştı. O gün Collins telefonu açtı ve Butler’ın söylediklerinden sonra şaşkınlık yaşadı.
“Nasılsın?” diye sordu Collins.
“İyiyim,” dedi Butler. “Fakat aslında Daniel ile konuşmak için aramıştım. Onun nasıl olduğunu merak ettim. Telefonu ona verebilir misin?”
Collins’in gözleri şaşkınlıktan açılıverdi fakat üzülmemişti. Hatta konuşma devam ettikçe Collins başka bir hissiyata kapıldı. Çocuğu Jimmy Buckets ile, NBA yıldızıyla konuşuyordu. Fark etti ki onca yıldan sonra bunu hiç sesli dile getirmeseler bile Jimmy Butler ailenin bir parçası olmuştu.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!
NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!
2023-24 EuroLeague kadrolarına ve transferlerine ulaşmak için tıklayın!